Türkiye zaten 41 yıldır ucuz emek ülkesi

Akademisyen Özgür Müftüoğlu Türkiye’nin zaten 41 yıldır ucuz işçi ve emek ülkesi olduğunu ifade ederken AKP’nin neo-liberal politikalarının ise çöktüğünü vurguladı.

Dövizin ani yükselişleri sonrası AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘artsın yatırımcı gelir’ yönündeki sözleri üzerine Türkiye ucuz emek ülkesi, Çin ya da Bangladeş mi olacak tartışmaları yapılıyor. Zira Suriye savaşıyla başlayan ve AB ile yapılan anlaşmalar sonrası ucuz göçmen işçilerin çokluğu açısından bu tanım zaten kullanılıyordu. AB açısından Türkiye’nin ucuz ve göçmen işçi cenneti olduğu dile getiriliyordu.

Peki, şimdi durum tüm topluma mı yayılacak, Türkiye’de emek gittikçe daha mı ucuzlayacak?

Akademisyen Özgür Müftüoğlu durumun zaten 41 yıldır böyle olduğunu söylüyor.

24 Ocak kararları ve 12 Eylül Askeri Darbesi’ni hatırlatan Müftüoğlu, neo-liberal politikaların 41 yıldır Türkiye’yi ucuz işçi ülkesine çevirdiğinin altını çiziyor.

AKP’nin yeni bir politikası mı var, faiz indirimi karşında çözüm nedir? Akademisyen Özgür Müftüoğlu ANF’nin sorularını yanıtladı.

Faizin artırılması ve dövizin çok yüksek seviyelere ulaşmasıyla Erdoğan’ın ‘artsın, yatırımcı gelir, rekabet olur’ tarzında açıklamaları oldu. Bu tabloya dair genellikle Türkiye, Çin ya da Bangladeş yapılıp ucuz işçi ve emek ülkesi haline getirilecek yorumları yapılıyor. Siz bu yorumlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Evet. Şu an bu politika Çin’le benzetiliyor ki doğrudur. Ama Türkiye zaten bu politikayı 41 yıldır uyguluyor. 24 Ocak 1980, bu politikaya ilk geçişti. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi de 24 Ocak kararlarını hayata geçirmek için yapıldı. Bu da şu demekti: Türkiye'de emeğin ucuz olması, ayrıca o dönem için varlıkların -daha çok kamu teşebbüsleri vardı, diğer ve doğal kaynaklar da- sermayeye ucuza peşkeş çekilmesi. Zaten bu politika 41 yıldır bu ülkede uygulanıyor. Yani yeni ve AKP'nin keşfettiği bir şey değil.

Bu politikanın uygulandığı süreç içerisinde bir kesimin çok zenginleştiğini gördük. Çok küçük bir kesim ciddi anlamda zenginleşirken çok büyük bir toplumsal kesim ise fakirleşti ve fakirleşmeye devam ediyor. Bugün düşük faiz üzerinden bu politikanın yeniden şekillendirilmesi şöyle bir sorun çıkarıyor ortaya. Her şeyden önce bugün emekçiler, ücretli çalışanlar, küçük esnaf, üretici ya da çiftçinin geliri Türk parasıyla. Ama bizler yani bu bütün toplam, karnımızı dövize endeksli ürünlerle doyurabiliyoruz. Etinden sütüne, nohudundan ununa, pirince hatta hayvanları besleyecek yemine kadar dövizle alınıyor.

Bu da fakirleşmeye artırıyor...

Evet. Halkın geliri yine Türk parası ile ama karnını doyurma için döviz lazım. Dolayısıyla Türk parasının değerini düşürdüğünüzde bu elbette daha da yoksullaşmanın önünü açıyor. Daha da büyük bir tehlike toplumsal olarak açlığa doğru gidiyoruz.

Geçtiğimiz 40 yılda özellikle gıdada dışa bağımlılık adım adım arttı. Bir şekilde şimdiye kadar karnımızı doyurabiliyorduk; ama buna bir de küresel iklim krizi ve de kuraklık eklendiğinde Türkiye'de insanlar yoksulluğun yanı sıra sağlıklı beslenmemek ve açlık tehlikesi ile karşı karşıya. Keza ilaç ve hayatı idame ettirecek birçok şey de dövize bağlı olduğu için bu da ciddi anlamda bir kriz olarak karşımızda duruyor.

Farklı boyutlarda sonuçları olacak yani…

Evet. Bir başka konu da şu: Türkiye Cumhuriyeti kaynaklarını büyük oranda vergilerden sağlıyor. Yine bu vergileri de KDV ya da dolaylı bir şekilde; sermaye dışındaki, başta da bahsettiğim emekçiler, küçük üreticiler, ücretli çalışanlar yani toplam olarak halktan alınıyor. Peki, bu devlet toplanan vergileri nereye harcıyor diye baktığımızda; ilk sırada kamu özel ortaklığı adı altında yapılan projelerdeki şirketlerin borçlarını ödemeye taahhüt ediyor. Yollardan şehir hastanelerine, köprülerden mega projelere kadar... Tüm bu borçlar dövizle alınıyor, hatta bizim vergilerimiz de yetmiyor yine borç alınıyor dövizle ve bunların faizleri de döviz.

Dolayısıyla döviz ve Türk lirası arasındaki makas açıldığı zaman yani Türk parası değersizleşip döviz yükseldiğinde biz daha da yoksullaşan bir hale geliyoruz. Örneğin Türkiye'deki asgari ücret, şu an 186 Euro. Yani 1 saatlik çalışma 0.78 Euro'ya düşmüş durumda. Bu sermaye açısından iyi olabilir ama bizim açımızdan iyi değil ve bunu 40 yıldır yaşıyoruz. O yüzden bizim böylesi politikaları ve söylemleri yutmamamız gerekli. Çünkü bu politikalar, bir kısım sermaye için. Bugün siyasi iktidar, dış güçler vesaire diyerek bana karşı duruyormuş gibi söylemler içerisinde, fakat 19 yıldır uyguladığı politikalar aslında tam da bu sermayenin işine yarayacak türden. Türkiye'nin bütün varlıklarını ve birikimini, emeğini ucuz bir şekilde zaten o sermayeye aktarma yöntemi bunlar.

Bunun zaten 41 yıldır devam ettiğini söylüyorsunuz. Bir yandan da sürekli değişen ekonomi bakanları, merkez bankası başkanı ve de birçok söylemle birlikte iç içe geçmiş bir tablo çiziyor AKP. Yine en çok dile getirilen bir diğer söylem de ‘AKP ekonomi üzerine bir deney mi yapıyor?’ Sizce de bu bir deney mi yoksa AKP zaten eski politikaları mı devam ettiriyor?

Öncelikle bakan ya da bir kurmayın kim oldu ya da değişip değişmediği gerçekten önemli değil. Çünkü biz tek adam rejiminde yaşıyoruz. Onun seçtiği kişiler geliyor, bu yüzden o gitti, bu geldi söylemlerin hiçbir anlamı yok aslında. Otokratik bir rejimdeyiz, tek adamın ağzından ne çıkıyorsa o. Evet, tek adam bir şey deniyor. Bu deneyi nerede yapıyor? 82-83 milyonluk bir ülkede, halkın üzerinde...

Bu kadar basit midir? 83 milyon kişinin bugünü ve geleceği bir deney ile mi oluşturulur? Bilimin, aklın, birikimin hiçbir önemi yok mu? Bunların hiçbir önemi yok. Çünkü demokrasi yok, otokrasi var. Biz bu yüzden tek adam rejimine karşıydık. Türkiye'de demokrasi olsun diye mücadele verdik ve veriyoruz. Bakın, bu tek adam rejimine giden referandumlarda bunları söyleseydik, kimse inanmazdı. Tek adam gelecek ve 83 milyonun geleceği üzerinden bir deney yapacak. Kimse inanmazdı, bu kadar da olmaz diye. Ama bu kadar da oluyor! Bu yüzden demokrasi lazım. Evet, kriz ekonomik fakat biz demokrasiyi konuşmadan ekonomi üzerinden bir yöntem bulamayız. O yüzden ben acilen Türkiye'nin hızlı bir şekilde demokratikleşmesi gerektiğini düşünüyorum.

Peki, genel bir çözüm sormadan önce yine ekonomik kısmına dair bir soru sormak istiyorum. Özellikle faiz indirimine dair bir “faiz yükseltilmesi gerekli” savı var. Siz buna katılıyor musunuz?

Kesinlikle katılmıyorum. Faizin düşürülmesi ile Türk parası değer kaybediyor ve beraberinde başında da söylediğim gibi yoksullaşma ve yoksunlaşmayı getiriyor. Bu yüzden eleştiriyorum o kısmı. Ha buna karşılık faiz yükseltir misin? Hayır, bu zaten neo-liberal politikaların, 19'unu AKP’nin yönettiği, 41 yılın bize getirdiği sonuç. Sermayenin çıkarları doğrultusunda yürüyen bir ekonomik sistemin çözüm olmadığı çok net.

Bugün mesele, AKP'nin politikalarını yanlışlığından ziyade artık çökmüş olması. Sadece AKP uyguladı diye değil, neo-liberal politikaların toplumsal sonuçları ağırdır ve bunlar demokrasi içinde taşınamaz. Bugün AKP'nin otokrasi kurmuş olmasında, hem yerli hem de uluslararası sermayenin zaman zaman buna sessiz kalarak destek vermesinin en büyük sebebi budur. Mümkün mü yoksa bu kadar yoksullaşmanın ve işsizleşmenin olduğu yerde toplumdan ses çıkmaması. Erdoğan, OHAL'de sermayeye ‘biz size onca teşvik verdik, grevi yasakladık, daha ne istiyorsunuz’ derken haklıydı. Çünkü bu otokratik sistem üzerinden sermayeye ciddi bir kaynak aktarıldı. Emekçilerin ve diğer kesimlerin de sesini kestiler. Böylelikle varlığını devam ettirmiş oluyor.

Çözüm nedir demek elbette çok kapsayıcı bir cevabın sorusu olacaktır. Fakat sizin de anlattıklarınız üzerinden ilerlersek, çözüm ekonominin demokratikleştirilmesi ile mümkün diyebilir miyiz?

Ekonomi ya da siyaseti birbirinden ayıramazsınız. Zaten bu suni bir ayrım olur. Bunu bir bütün olarak düşünmemiz gerekiyor, çünkü toplumda demokrasi işlemiyorsa ekonomide de işlemez. Örneğin 12 Eylül Askeri Darbesi tamamen ekonomik nedenlerden yapıldı. Fakat ön tarafa baktığımızda siyasal sebepler görünüyordu. Burada ekonomi ve siyaseti ayıramazsınız, çünkü 12 Eylül tüm kesimleri ve her şeyi etkiledi. Bir taraftan baskıları arttırdı, diğer yandan yoksullaştırdı. Ekonomide demokrasinin olabilmesi için toplumda da demokrasinin olması lazım. Ben bu yüzden yıllardır söylerim; sınıf mücadelesi ile demokrasi mücadelesi birbirinden ayrılmaz. Demokrasi toplumun tüm kesimleri için elzemdir. Bu yüzden ortaklaşılmalı. Demokrasiye karşı yapılmış her şey toplumun bütün kesimlerini etkiler. Ben Edirne'de işçiyim burada işime bakarım; ama Şırnak'ta, Diyarbakır'da ne oluyormuş beni ilgilendirmez diyemezsiniz. Türkiye'de demokrasinin askıya alındığı süreçlerde ekonomik gerileme de beraberinde geldi. Ama 2013-15 arasındaki çözüm sürecine bakalım, o dönemde Gezi direnişi, Renault grevleri oldu. Yani toplumun her kesimi nefes alabildi. Dolayısıyla buradaki mücadeleyi de ortak düşünmek lazım.