‘Terör örgütü’ OUT ‘eylemci’ İN - Cahit Mervan

‘Terör örgütü’ OUT ‘eylemci’ İN - Cahit Mervan

Türkiye’nin de 12 asıl 12 yedek üye ile temsil edildiği Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi PKK’yi ‘terör örgütü‘ olarak tanımlamaktan ve adlandırmaktan vazgeçti. Karar Türkiye raporu kabul edilmeden önce verilen önerge değişikliğiyle alındı. 150 parlamenterin ‘evet‘ oyu ile PKK ilişkin kullanılan ‘terör örgütü’ sıfatı gitti, yerin eylemci sıfatı geldi.

Bu karar Kürdistan kamuoyunda büyük bir sevinç yarattı. Karar Kürtlerde PKK lideri Abdullah Öcalan tarafından başlatılan çözüm sürecinin uluslararası alanda ilk elle tutulur ‘meyvesi’  olarak değerlendirildi.

AKPM’nin kararının Qandil’de KCK yönetiminin yapacağı açıklama öncesine denk gelmesi de dikkatlerden kaçmadı.  Böylelikle Avrupa Birliği üyesi devletlerin yanı sıra Türkiye, Ermenistan, Rusya, Azerbaycan gibi ülkelerinde aralarında bulunduğu 47 üyeli parlamentonun Türkiye Raporu görüşülürken aldığı bu karar Kürt tarafının barışçıl bir çözüm için atacağı adıma güçlü bir destek sundu.  Tartışmasız olarak karar Kürt tarafının, dolayısıyla PKK’nin zaten var olan meşruiyet alanını genişletti. 

Bu karar ile birlikte Avrupa Birliği’nin terör örgütü listesi de meşruiyetini yitirdi. Avrupa Birliği, 11 Eylül 2001’de  New York’taki ikiz kulelere ve Washington’da Pentagon’a yapılan saldırı sonrası ABD’nin zorlamasıyla oluşturulan ‘terör örgütleri listesine’ 2002’de haksız ve yersiz olarak PKK’yi dahil etti.  Kaldı ki o dönem PKK’nin gerilla güçleri büyük orandan Türkiye sınırları dışındaydı. 2 Ağustos 1999 başlayan geri çekilme ve daha sonrasında 500 yakın PKK savaşçısı Türk ordusu tarafından öldürülmüştü. PKK bu ağır bedele rağmen tek taraflı eylemsizlik içindeydi.  Buna rağmen  ‘terör örgütleri listesine’ dahil edildi.

Çünkü AB devletleri siyasi-ekonomik-askeri çıkarlarını öne aldılar. Türkiye ile olan ‘iyi ilişkileri’ gereği PKK’yi ‘terör örgütleri listesine’ alarak yüzünü Avrupa Birliğine dönmüş, Kürt sorunun demokratik çözümü için sınır dışına çıkmış, askeri eylemlerini sonlandırmış bir hareketi terörize etmeye çalıştılar. 

Avrupa’daki Kürt kurum ve kuruluşları, siyasetçiler, yazar ve aydınlar, bizzat Kürt halkının kendisi bu haksız yaklaşım sonucu baskı altına alındı. Suçlandılar, tutuklandılar. Dernekler kapatıldı. ROJ TV gibi ulusal kurumlar hedef alındı.  Kısacası Kürtleri mağdur ettiler. AB devletleri çözümün değil savaşa, ret ve inkar politikasına, soykırım girişimlerine ‘evet’ dediler.

Türkiye’nin Kürtlerle barış masasına oturmamasının en önemli nedenlerinden biriside Avrupa’nın desteğini sürekli olarak arkasında hissetmesi oldu. Türkiye birazda bu destekten dolayı 1999’da Kürt gerillalarının sınır dışına çekilmesi sonrası işin üzerine yatmak istedi.   Türkiye Kürtlere karşı ne yaptıysa bir anlamda Avrupa merkezlerinde hoş görüyle karşılandı.  Sırtı sıvazlandı. Ciddi manada Türkiye üzerinde Kürtlerin haklarını tanıması ve savaşı durdurması için baskı kurulmadı.

Avrupa Birliği Kürtler başta olmak üzere Türk devletinin mağdurlarının daha fazla mağdur olmasına göz yummakla kalmadı. Askeri-ekonomik ve siyasi desteğiyle de buna katkı sundu. Çıkarları bunu gerektiriyordu.  Ve verdiği bu destek sayesinde Türk devletinin PKK’yi tasfiye edebileceğini hesaplıyordu.

Ama bu hesaplar tutmadı. Özelliklede 2012 yılı Türk devleti açsından olduğu kadar ABD ve Avrupa Birliği açısında da öğretici oldu. Binlerce PKK ve PAJK’li tutsağın bedenlerini açlığa yatırarak tarihte eşi benzeri görülmemiş direnişleri, gerilla güçlerinin zirve yapan çıkışları ve özelliklede alan tutma eylemleri, Kürt siyasi hareketinin KCK adı altında yürütülen Kürt kırımı karşısındaki tutarlı, karalı ve baş eğmez duruşu, Rojava Kürdistan’ında PYD öncülüğündeki devrim Türkiye’nin olduğu kadar ABD ve Avrupa Birliği çevrelerinin sorunun çözümü için diyalog ve müzakere yolunu seçmelerinde belirleyici oldu.

PKK en zayıf olduğu zaman değil, en güçlü olduğu zaman Türk devletiyle Abdullah Öcalan’ın merkezinde olduğu bir süreci başlattı. Türkiye’ye ve soruna taraf olan devlet ve güçlerine barış elini uzattı.  PKK lideri Abdullah Öcalan milyonların huzurunda barış ve çözüm projesini açıkladı.

İşte Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin kararı bu sürecin bir sonucudur. Bu kararın Avrupa Birliği’nin ‘terör örgütleri listesine’ nasıl yansıyacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz.  AB için 11 yıl önce yapılan ve Kürtlerin açık şekilde mağdur edildiği bir yanlışı düzetme fırsatı doğmuştur.

Avrupa Birliği AKPM’nin kararını emsal kabul ederek terör örgütleri listesinden PKK’yi çıkarırsa barış ve demokratik çözüm adına son derece isabetli bir tutum almış olacak. Hem Türkiye’de PKK-devlet arasındaki görüşme ve müzakerelere katkı yapacak, hem de Avrupa’nın ayrımcı politikası sonucu bu yaşlı kıtaya ilişkin hayal kırıklığı yaşayan milyonlarca Kürdün kırık kalbini onarmış olacak.

 AKPM’nin PKK’ye ilişkin aldığı son karar aynı zamanda Kürtlerin taleplerinin ve özgürlük mücadelesinin meşru olduğunun da ilanıdır. Geçte olsa bu AKPM tarafından tescil edilmiştir. Şimdi Kürtlerin gasp edilen meşru taleplerinin, yani doğuştan gelen hak ve hukukunun iadesi gerekmektedir.  Kürtlerinde, herhangi başka bir halk ve topluluk gibi kendi geleceğini özgürce belirleme hakkının desteklenmesi ve bu hakkın elde edilmesi için Türkiye nezdinde çaba gösterilmesinin zamanıdır.

 AKPM’nin kararı Türk devletinin Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni kuşatma ve tasfiye politikasının da sonuçsuz kaldığının ilanıdır. Halbuki Türk devleti ve hükümeti içte askeri ve siyasi operasyonlarla, dışta ise devlet olmanın olanaklarını peşkeş çekerek, rüşvet dağıtarak, her kapıyı çalarak, buda yetmiyorsa Paris örneğinde olduğu gibi çeteleri aracılığıyla cinayet işleyerek tasfiyeyi amaçlıyordu. PKK’nin ‘terör örgütü’ olarak kabul edilmiş olması, Türk devletin çılgınlığına ve şımarıklığına vize çıkarıyordu. Bugün itibariyle hukuki ve meşru zeminde bu gerekçe uluslar arası planda ortadan kalkmıştır.  Geçerliğini yitirmiş. Buharlaşmıştır.

 Ayrıca belirtmek gerekir ki AKPM’nin PKK üzerindeki ‘terör’ etiketini kaldırması İmralı’da Abdullah Öcalan ile masaya oturan Erdoğan hükümetinin de elini güçlendirmiştir. Bir paradoks gibi görünse de bu böyledir. Hükümet eğer isterse AKPM kararıyla bir ‘terör örgüt’ ile değil, Kürtlerin haklarını savunan meşru bir temsilciyle diyalog ve müzakere içinde olmanın gönül rahatlığını yaşayacaktır.  

Son olarak AKPM kararı bir kez daha gösterdi ki siyasette ve hayatta ‘de facto’ meşruiyet yapılmış her kanundan, yazılmış her yasadan ve kağıt üzerinde alınmış her karardan bir adım öndedir. AKPM’nin geçte olsa bunu fark etmiş olması yerinde ve hayırlıdır. Darısı Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin meşruiyetini halen tanımamak konusunda ayak direten ve boş yere nefes tüketenlerin başına.