Sakine Cansız’ın anlatımıyla 27 Kasım 1978
Sakine Cansız’ın anlatımıyla 27 Kasım 1978
Sakine Cansız’ın anlatımıyla 27 Kasım 1978
35 yıl önce bugün Amed'in Fis köyünde, Kürtler için tarihin akışını değiştirecek bir toplantı gerçekleşti. 20 civarında kişi Zoğurlu ailesinin evinde toplanmıştı.
O güne kadar Apocular diye bilinen grup o toplantıdan sonra partileşecekti. PKK'nin 1. Kongresi olarak gerçekleşen o toplantıda ilk kadın kadrolardan Sakine Cansız (Sara) da bulunuyordu.
9 Ocak 2013 tarihinde iki arkadaşıyla birlikte Fransa’nın başkenti Paris’te katledilen Sakine Cansız, PKK’nin kurucu kadroları arasında yer alıyordu. 27 Kasım’a giden süreci, kongreyi ve sonrasını Cansız’ın sözlerinden aktarıyoruz.
Cansız, PKK’nin kuruluşunu, 27 Kasım 1978’de Fis Köyü’nde katıldığı 1. Kongre atmosferini şöyle anlatıyor:
“70’lerde küçüktük fakat gelişen olaylar etkiliyordu. Deniz’lerin olayı genel olarak etkilemişti çok farkında olmasak da. Kızıldere olayları etkilemişti. Yine bu konuda yoğun bir baskı da vardı Dersim’de. Bu açıdan genel bir etkilenme vardı. Devrimciliğe genel bir sempati vardı. Devrimci önderlere, yiğit insanlara büyük bir sempati vardı. Tabii ilk böyle siyasal olarak etkilenme biraz soru işaretlerin uyandığı dönem 69 olayı idi. Pir Sultan Abdal olayı.
Pir Sultan’ı konu alan bir tiyatro sergileniyordu Dersim’de. Bu engellendi. Bunun üzerine çıkan olaylar vardı. Mehmet Kılan diye halktan biri öldürülmüştü. Tutuklanmalar vardı. Sıkıyönetim vardı. Bunlar genel olarak bir etki yarattı. Ama devrimci ve yurtseverlik anlamında henüz bir bilinç uyanmamıştı. Kürtlük bilinci yoktu. Genel bir devrimcilik genel solculuk, hatta bu etkilemeyle CHP solculuğu, ‘Karaoğlan solculuğu’ genel olarak Dersim’de yaygındı. Biz de bunlardan etkilendik. Ama daha çok devrimci hareket etkilemişti.
KÜRDİSTAN DEVRİMCİLERİYLE İLK TANIŞMA
Böyle devrimci etkilenmeler, arayışların olduğu bir süreçte çok güzel bir tesadüftü. Arkadaşlar kaldığımız eve yakın bir evde kalıyorlardı. Hatta bahçenin içinde öğrenci odaları vardı. Kiralanmış evlerdi. Daha küçük yaştaki öğrenciler oturuyordu ama arkadaşlar gelip gidiyorlardı. Fuat ve Mazlum arkadaşlar vardı. Şahin Dönmez oradaydı. Yani bir anlamda o evler, o odalar arkadaşların yoğun olarak kullandığı bir, genel anlamıyla hücre evi deniliyordu. Arkadaşların en çok uğradığı, biraz da oradan yansıdığı bir alan oldu. Birey olarak benim ilgimi çok çekiyordu. Genelde diğer gruplar vardı, sol gruplar. İlgileniyorlardı da. Dergi, gazete veriyorlardı. Fakat bir türlü ikna olmuyordum. Yani sanki bir arayış var, aradığım bir şeyler var ve onları bulacağım hissi vardı hep. Genelde devrimcilere saygı, sempati ve ilgi vardı. Fakat öyle içine girmeye kendimi hazır bulmadım. Hep reddettim aslında. Kendim de çok anlam vermiyordum ama ikna olmuş değildim. Bu arkadaşların yaşam tarzları bizi etkilemişti. Hatta mahalledeki insanları bile etkilemişti. ‘Çok değişik insanlardı’ deniliyordu. Bir ciddiyet vardı ilişkilerinde, geliş gidişlerinde. Giyimlerinden tutalım bütün davranışlarına kadar. Bu arada ilişki kurdum. Kitap alışverişi oluyordu. Tabii o dönemde biçim olarak çok değişik havalardaydım. Yani ayrıksıydım. Özentilerim farklıydı. Bir tarafta devrimci etkilenme vardı, bir tarafta öyle bir yaşam görüntüsü. Çelişkiliydi. Arkadaşlar da fazla anlam veremiyordu. Hatta bazı arkadaşlar işte modayı takip ediyor. Devrimcilik modadır, kitap alışverişini öyle değerlendiriyorlardı. Evde de yoğun bir baskı var, engelleme vardı. Ama annemin ayrıldığı bir yıldı. Almanya’ya babamın yanına gitmişti. O süreçte daha yoğun ilişki içerisine girdik.
Mazlum arkadaşın o dönemde bir sözü oluyor. Bunu sonradan söylediler. ‘İlgilenin, iyi bir devrimci olur’ diyor. Yani arkadaşların yanıldığını söylüyor. O şekilde bir ilişki ve net olarak da bir arkadaşla tartıştık. Evimize geldi Kürdistan tarihini anlattı, düşüncelerimizi anlattı o zaman. Büyük bir ilgiyle dinlemiştik kardeşlerimle beraber. Geç saatlere kadar anlatılanları birbirimize anlatıyorduk. Genel devrimcilik duygularımız farklıydı ama anlatılanlar çok daha farklıydı. Kürt olduğumuzu, Kürdistanlı olduğumuzu öğrendik o anlatımlardan. Söylenen her şey bizim için önemliydi. Yani onu hemen yansıtmaya çalışıyorduk okuldaki tartışmalarımıza, arkadaş çevremize, mahalledeki arkadaşlarımıza, güvendiğimiz, daha uygun gördüğümüz insanlara hemen aktarmaya çalıştık.
ANKARA’YA GİDİŞ VE ABDULLAH ÖCALAN’LA TANIŞMA
Bu hareketin düşünceleri etkilemişti ve aileyle yoğun bir çelişki başladı. Biz devrimcilik yapmak istiyorduk, aile çeşitli şekillerde engelliyordu. Dersim’de böyle bir aile içerisinde devrimciliğin yapılamayacağını anladım. Belki de bizim kendi güçsüzlüğümüz. Yani aileyi ikna ederek biraz daha uygun koşullar yaratarak orada da belki çalışılabilirdi ama bir kadın olarak o baskılara, o yaklaşımlara fazla güç getiremedim. Bir de bir inanç oluştu. Yani mutlaka bu hareketin içini girmek gerekiyor. Her şey buna adamak gerekiyor. Öyle bir etkilenme ve inanç vardı. Belki somut olarak çok bir şey yoktu. Fakat o düşünceler, o ciddi yaklaşım çekti. Bir anlamda aileyi de terk ettim. O baskıları kabul etmedim. Devrimcilikte ısrar vardı. Öyle çıktım Ankara’ya gittim. Gizli oldu bu tabii.
Ankara’da Siyasal’da arkadaşların olduğunu biliyordum. En çok orda görebileceğimi, ilişki kurabileceğimi düşündüm. İkinci gün Siyasal’a öyle çıktım gittim. Kampüs’e giderken Akasya ağaçları vardı. Orada bir grup arkadaş oturuyordu. İlk anda seçemedim ama Erdoğanlardan Kıymet’in abisi vardı. O da beni tanıdı. Böyle bir anda kalktı yerinden ve bana doğru geldi. On metre gerisindeydik arkadaşların. Sordu, ‘Ne arıyorsun?’ ‘Ali Haydar Kaytan’ arkadaşı arıyorum, arkadaşları arıyorum dedim. ‘Hayırdır’ dedi. ‘Evden kaçtım geldim’ dedim. Sevindi tabii, kutladı beni. İlk defa öyle bir şeyle karşılaşıyor. ‘Burada yok’ dedi ‘Dersime gitmiş.’ ‘Arkadaşlar var’ dedi. Başkan oradaydı, gözlüklüydü oturuyorlardı. Bingöllü Yılmaz diye biri vardı sanırım. Kesire vardı orada. İlk defa Kesire’yi orada gördüm. ‘Bir dakika’ dedi gitti, Kesire geldi. Biz fazla o arkadaşlarla bir araya gelmedik. Uzaktan bir karşılaşma oldu. Kesire’yle biraz konuştuk, durumu anlattım. Yani Başkan’la ilk uzak karşılaşma öyle oldu fakat daha sonra İzmir’e gidip döndüğümde Önderlikle karşılaştık. Yine Hukuk Fakültesi Kampüsü’nde bir araya gelmiştik. Önderlik tartışıyordu. Orda diğer sol gruplardan bazıları vardı. Kesire vardı yine. Mediha diye biri vardı o zaman. Başkanın tartışmalarını büyük bir dikkatle dinliyorduk. O süreçte bir iki kere karşılaştık. Ama tabii o karşılaşma büyük bir heyecan yarattı. Hep ilgiyle dinliyorduk. Ağzında çıkan her sözcüğü dikkatle dinliyorduk. Almaya çalışıyorduk. Fakat çok farklı bir tartışmamız, konuşmamız fazla olmadı. Diyebilirim ki Önderliği yakında görme, tartışma ilk Elazığ konuşmaları ve Bingöl’de Karasungurların evinde oldu. Birçok konuda Önderliğin tartışmaları, değerlendirmeleri ve soruları oldu. O zaman daha yakından gördüm.
KÜRDİSTAN’A GERİ DÖNÜŞ
75’te arkadaşlarla belirttiğim tarzda bir ilişkilenme vardı. 76’da ilişkiler eğitim çalışmaları temelinde sürdü. Eğitim çalışmaları yapıyorduk, arkadaşların belirttiği şekilde hareket etmeye çalışıyorduk ve Dersim’deydik. Hem okul hem eğitim çalışmaları biçimindeydi. Zaman zaman biraya gelme, toplantılara katılma, tartışma, yürüyüşlerde ortak hareket ediyorduk. 76’nın Ağustos ayında çıktım. Kopuş olmadı, Ankara’ya gittim. Orda farklı koşullar vardı, durmadım İzmir’e gittim. İzmir’de belli bir yakalanma süreci oldu. İşçi eylemlerine katıldım. Ankara’ya 77’nin başlarında döndüm. O zaman Önderlikle o belirttiğim karşılaşmalar oldu. Kesire ve diğer arkadaşlarla kaldık. Belli bir grupla eğitim çalışmaları yürüttük. O yıl içerisinde biz Kesire ile birlikte Kürdistan’a döndük. Elazığ’a birlikte dönmüştük. O şekilde çalışmıştım artık. Yani ilk karşılaşmam 75 yılı oluyor.
Dersim’de belirttiğim gibi Fuat arkadaş ve Dursun Ali Küçük vardı, Ali Gürbüz ve Şahin vardı. O süreçte yine kadınlardan bir grup vardı. Kıymet, Seher onlar o dönemde vardı. Lisede öğretmen okulunda okuyan bir grup genç kız vardı. Yani birleşim olarak az değildi. Sorumluluk düzeyinde Fuat arkadaş vardı. Mazlum arkadaş da zaman zaman kaldı. Gelip gidiyorlardı. Elazığ’da 77’den sonra bir dönem Dilaver kalıyordu. Daha önceki yıl da Rıza arkadaş gelmişti. Cuma arkadaş vardı. Cuma arkadaş zaten daha sonra bölge genelinde kaldı ve bölgeden sorumluydu. O zaman Bingöl ve Malatya’da Elazığ’a bağlıydı. Süreç içerisinde Hamili arkadaş geldi. Sağır Metin vardı. Daha sonraki süreçte 78’lerde Bilge katılmıştı, KUK’tan ayrılan gruptu.
KÜRT SORUNUYLA İLGİLİ İLK KONUŞMA
Kamer Özkan’la çok yakın bir ilişki olmadı. O da Dersimliydi. İlk grup döneminde ilişki halindeydi. Kardeşi vardı. Zülfü Özkan. Sınıf arkadaşımdı. İlk dönemde genel olarak ideolojik etkilenmeyle katılanlar vardı. Süreç içerisinde örgütselliğe gelemediler. Bazıları koptu, bazıları karşı bir konum içerisine girdiler. Şahin o belirttiğim evlere gidip geliyordu. Öyle bir tanışma oldu. Daha sonra toplantılar, zaman zaman seminerlere katılıyordu. Fakat en belirgin olarak tanıdığım ve bende iz bıraktığı, olumsuz bir tepki uyandırdığı dönem, İzmir’deyken gelmişti. İzmir’de geldiği süreçte İnciraltı’nda bir toplantı olmuştu. DEV-GENÇ, değişik sol gruplar Sovyetler’i tartışıyorlardı. Bir kısım Modern Revizyonizm diyordu, diğer bir kısım ise Sosyal Emperyalizm diyordu. Çok geniş bir katılım vardı. Öğrenciler vardı, Kürt gençleri vardı. Bu hareketler içerisinde çoğunluğu zaten Kürdistanlı gençlikti. Çok önemli bir zemindi. Bunun yanında geri planda Kürt sorunu tartışılıyordu. Ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı ne anlama geliyor? O temelde kısa bir tartışma olmuştu. Bu vesileyle bizim düşüncelerimizin aktarılması gerekiyordu. Biraz Apoculuk, Kürdistan devrimciliği oydu. Öğrenilen her şeyi, ideolojik düzeydeki her tahlili yansıtma. Bu büyük önem taşıyordu. Yeni bir bakış açısıdır. Hem dünyaya hem Kürdistan’a hem Türkiye’ye. Düşünce, söz önemliydi. Çünkü o pratiğe dönüştürülüyordu. Hemen örgütlülüğe ve ilişkiyi dönüştürülüyordu. Orada da konulacak düşünce bir ilişki zemini yaratacaktı. Kalkıp, konuşmadı. Bir kaç kez bakışlarımla konuşmasını bekledim hissettirmeye çalıştım. Heyecanla bekliyordum. Konuşmadı ve ben müdahale ettim. Dedim ki ‘kalkın konuşun, tam zamanıdır, fırsattır.’ ‘Gerek yok’ dedi çok umursamaz bir şekilde. O anda çok etkilendim. Oysa Kürdistan devrimcilerin öncü kadroları öyle değil.
Mazlum arkadaş öyle değildi. Her fırsatta bir grup insanı gördüğünde mutlaka tartışırdı. Mutlaka o zamanı değerlendirirdi. Önderlik bir kişiyi bulduğunda konuşurdu. Biz onu gördük. Bir kişiye ulaşmak, düşünceleri aktarmak bu kadronun özelliğiydi. Kürdistan devrimcisi olmanın en belirgin özelliğiydi. Fakat onun hiç konuşmaması beni etkiledi. Ona aldırmadan kalktım, kendim konuştum. Sinirliydim de, ona öfkelenmiştim. Sovyetleri değerlendirmenin önemli olduğunu ama bundan daha önemli bir sorunun Kürt sorunu olduğunu, enternasyonalist yaklaşımında, devrimci olmanın da en önemli yanı bu sorunu doğru ele almak olduğunu belirttim. Çok hazırlıklı değildim ama bir şeyler anlatmaya çalıştım. Herkes dinledi. Biraz onlar da şaşırdılar. Öfkeli konuştum, kızdım. Hem Şahin’e hem de onlara kızıyordum. Sorunu tali planda ele almaları, es geçmeleri... Tartışma oldu ondan sonra. Bu sorunun gerçek sahiplerinin Kürdistan devrimcileri olduğunu da belirttim. Tabii Kürdistan devrimcileri, bunlar kimdir, bu konuda çok fazla duyulmamıştı. Belki bunun da yarattığı bir şaşkınlıktı. Şahin’in orda konuşmaması etki yaratmıştı. Bir iç güvensizlik, bir iç tepki hatta bir kuşku uyandırdı. Bunu çok fazla hissettirmemeye çalışıyordum. Daha sonra Kongre sürecinde, Kongre’den dönüş sırasında ben Cuma arkadaşa düşüncelerimi aktarmıştım. Çünkü buna benzer bir durum daha gerçekleşmişti. Önemli bir notu birilerine teslim etmişti ve dikkatli olmalarını söylememişti. Açıp okumuşlardı. Bizim ilk grup dönemindeki bir toplantının notlarıydı. Şifreli ilişkiler vardı. Arkadaşların isimleri kodlanmıştı. İkinci olarak da öyle bir olayda Şahin’e karşı düşüncelerimde farklılık oldu. Yani kişi olarak etki yaratmadı bende. Çevrede de öyleydi aslında. Diğer arkadaşların yarattığı etki farklıydı. Ama Şahin’in öyle bir etkisi olmuyordu. Tabii Kongre’de biraz daha belirginleşti onun tavrı. O güvensizliği derinleştirdi diyebilirim.
İDEOLOJİK MÜCADELEDE BİR MİLİTAN
Baştan beri ideolojik mücadele vardı. 12 Mart 1975’de 12 Mart’ı protesto etmek için Dersim de bir miting olmuştu. Herkes katılmıştı. Bir grup da bizdik. Öğretmen okullunda okuyan arkadaşlar vardı. Öğretmen okulu bizim açımızdan önemli bir sahaydı. Kürdistan’ın birçok yerinden oraya gelen arkadaşlar vardı. O dönemde attığımız sloganlar vardı.
İdeolojik saldırı baştan beri vardı. İnkarcılık, sosyal şoven etkiler, dar milliyetçi, ilkel milliyetçi yaklaşımlar vardı. İdeolojik olarak ilk çıkış bunlara karşı mücadele ile oldu. Bu mücadele tartışmalara, okul ve mahalle ilişkilerine yansıyordu. Bu olay da öyle bir tartışma sırasında oluyor. Ben o dönemde İzmir’de Buca cezaevindeydim. Arkadaşlar ziyarete geldiklerinde belirtmemişlerdi. Cezaevinden çıktığımda hem Aydın Gül arkadaşın hem de Haki Karer arkadaşın şahadetini öğrendim. Tabii bu bizim bulunduğumuz alanlarda, metropollerde Türk soluna karşı yaklaşımımızı etkiledi. Eleştirilerimizi daha çok yoğun geliştirdik. İdeolojik mücadeleyi daha çok keskin verme gereğini duyduk. Enternasyonalist görevden bahsediliyordu, Kürt halkıyla kardeşlikten bahsediliyordu ama öten yandan arkadaşlarımız katlediliyordu. Bu büyük bir öfke yarattı. Bu hem kendimizi ideolojik olarak korumayı hem fiziksel olarak korumayı gündeme getirdi.
İlk konuşma Elazığ’da oldu. Elazığ’da o zaman DEV-GENÇ ve biz vardık. Biz hızla gelişiyorduk. O hareketleri ve tabanını etkilemişti. Önderlik o zaman geldi. Çok kişi bilmiyordu Önderlik gelecek, böyle bir toplantı yapacak. Güvenlik açısından dikkat ediliyordu. Hatta arkadaşlar içerisinde çok az kişi biliyordu. Keban’a bağlı Birvan köyü’ne gidildi. Sanırım 15 Şubat tatiliydi. Okulda yapıldı. Büyük bir sınıftı, doluydu. Hem DEV-GENÇ tabanından gelenler vardı hem de bizim arkadaşlarımız vardı. Onlardan sanırım Bülent Aydın diye biri katılmıştı. Tabii o bir yığın kitap ve dergiyle gelmişti. Masanın üzeri doluydu. Önderliğin önünde beyaz bir kağıt vardı. Önderlik konuşmayı açtı. İnsanlık tarihinden başladı. Çok geniş açtı. Çok sistemli ama çok sakin bir konuşmaydı. Kürt sorununu ve çözüm yollarını ortaya koydu. Konuşurken gözlüklüydü. Bir karşıya bakıyordu bir de beyaz kağıda bakıyordu. Herkes onun bir şeyler okuduğunu, bir şeylere baktığını sanıyordu ama bembeyaz bir kağıt vardı. Kendisi konuştuktan sonra DEV-GENÇ’li arkadaş konuşmuştu. Tabii o daha çok kitaplardan örnekler veriyordu. Lenin’den, klasiklerden, dergilerden pasajlar okuyordu. O dönemde yeni sömürge olarak değerlendiriliyordu Kürdistan. Tabii o tahlinin içine oturtulmaya çalışılıyordu Kürdistan. Önderlik ikinci kez değerlendirme yapmıştı. Hem o değerlendirmeleri de değerlendirerek, hem biraz daha bazı konulara yeniden açıklık getirerek. Sakin, çok yapıcı, çok etkileyici bir biçimde değerlendiriyordu. Herkes dikkatle dinliyordu. Gece geç saatlere kadar bu toplantı sürmüştü. Kapsamlı bir değerlendirme ortaya çıkmıştı. Eleştiriler de vardı tabii. Kürt sorununu inkar, Kürdistan’a yaklaşımındaki yanlış tahliller, yanlış değerlendirmeler, çağa yönelik değerlendirmeler, Türkiye’deki rejim ve siteme yönelik değerlendirmeler, genel olarak devlet, Sosyalizm konularında ciddi eleştiriler geliştirdi Önderlik. Onlara açıklık getirdi. Çok olumlu bir havada toplantı bitirildi. Arkadaşlar fazla yansıtmasa da toplantının sonlarında bir gerginlik yaşandı. Toplantı da epey uzamıştı. Güvenlik açısından erken bitirilmesi gerekiyordu.
ABDULLAH ÖCALAN’IN ELAZIĞ TOPLANTISI
Tekrar Elazığ’a döndük. Elazığ’a döndük ama bizim Önderliği koruyacağımız öyle çok sağlam bir evimiz yoktu. Kaldığımız komün evleri fazla elverişli değildi. O açıdan rahat değildik. Daha önce ayarlanmış bir ev vardı. Birvan köyünden Ali Dursun diye biri vardı. O sonradan bıraktı, eşi öğretmendi. Ailece bir evde kalıyorlardı. İki katlı bir evdi. Alt katta kendileri, üst katta ailesi kalıyordu. Biraz uygundu, böyle basıktı, yol üstüydü. Tabii o dönemde bize göre en uygun yerdi. Başka bir tercih ve alternatifimiz yoktu. Önderlik alt katta, diğer herkes üstteydi. Biz, Rıza ve Aytekin Tuğluk arkadaşların kaldığı bir eve gitmemiz gerekiyordu. Ben ve Sağır Metin, ki sonradan ayrıldı, hem tedirginiz Önderliği nasıl yalnız bırakacağız diye hem de gitmek zorundaydık. Bir tabanca vardı, çıkardık. Önderliğin yanına indirdik. “Biz gidip, geleceğiz” dedik. İki kapısı vardı evin. Biri arka tarafta bahçeye açılıyor. Güvenlik açısından uygundur diyoruz. Kendimizi rahatlatıyorduk aslında. Bir de caddeye açılan bir kapı var. Bir çıktık gittik ama biraz da oyalandık. Çok çabuk gelmedik. Rıza ve diğer arkadaşlarla konuşuyorduk. Oyalandık yani. Biz çıktıktan sonra polis evi basıyor. Üst katta çıkıyor. Ayak seslerinde Önderlik polisinin olduğunu düşünüyor ve ışığı kapatıyor. Tabancayı alıyor eline ve bekliyor. Polisler içeriye giriyor üst kattan. Ali Dursun’un eşi, ki tip olarak çekici bir kadındı, rahattı ve durumun farkındaydı. Polislere, ‘buyurun, içeri gelin’ dedi. Polisler, Önderliğin orda olduğuna dair kesin bilgi alınıyor. Ayakkabılara bakıyor. Ayakkabılar fazla ama içeriye girdiğinde ev halkıyla karşılaşıyor. ‘Altta kim oturuyor’ diyor Polis. ‘Biz oturuyoruz. Burası kaynımgillin evi, altta da biz oturuyoruz. Buyrun gidelim’ diyor Ali Dursun’un eşi. Öyle deyince Polisler, ‘kusura bakmayın’ deyip gidiyor. Ancak Polis rahat değil. ‘Kesin ordadır’ diyor. Biz geldiğimizde tabi ki polisler ayrılmıştı evden. Başkan güldü ama eleştirdi. ‘Siz böyle mi çabuk gelecektiniz. Böyle mi güvenliğimi sağlıyorsunuz. Polisler geldi’ dedi. O anda kaynar sular tepemden dökülmüş gibi olmuştum. Çıkmak gerekiyordu. O durumda Önderliği orda tutmak doğru değildi. Telaşlı ve panik içindeydik, Önderliği hangi eve götürelim diye. O mahallenin hizasında Keban köylülerinden Mişelili bir aile vardı. Onların kızlarıyla ilişkilerimiz vardı. O eve gittik, rica ettik, bizim önemli bir misafirimiz var dedik. Arkadaş olduğunu biliyorlardı. Ama kim olduğunu tahmin etmiyorlardı. Evde yaşlı bir neneleri vardı, genç kızlar vardı, anneleri ve babaları yoktu. O eve götürdük Önderliği. Önderlik bazen böyle arada hatırlatıyordu bize ‘Burası iyi midir. Buraya da gelmesinler’ diyordu. Önemliydi tabii ki. Önderlik o zaman alana gelmişti ve duyulmuştu. Önderliği korumak önemliydi ama Önderlik bizi koruyordu. Önderliği korumasını bilmiyorduk. Farklı olanaklar yaratamıyorduk.
KEMAL PİR VE HAKİ KARER’LE OLAN İLİŞKİ
Haki Karer ve Kemal Pir arkadaşların Türkiyeli olduğunu bildiğimiz için yaklaşımlarımız çok farklıydı. Büyük bir saygı ve sempati duyuyorduk. Böyle bir harekete baştan beri katılmaları, öncülük etmeleri, Önderliğin en üst düzeyde yoldaşları olmaları hepimizi çok etkilemişti. Bizim Önderliğe yaklaşımlarımız farklıydı. Önderliğin yarattığı etki ve güç tabii ki farklıydı. Ama bu arkadaşların da çok özgün bir yeri vardı bizim yanımızda. Tartışmalarda hep örnek veriyorduk. Bu arkadaşların hareket içerisinde olmaları, öncü kadro olmalarını her konuşmamızda belirtiyorduk. Bize farklı yaklaşan gruplar vardı. Sosyal şoven ve inkarcı gruplar bizi her şeyle suçluyorlardı. Milliyetçilikle de suçluyorlardı. En çok ilkel-milliyetçilikle mücadele eden bizdik. O temelde aslında geliştik. Bu kadar net bir ideoloji yaklaşımımız vardı ama belli suçlamalar hep oldu. Bu açıdan arkadaşları hep örnek veriyorduk. Haki arkadaşın şahadeti zor oldu. Sterka Sor adlı bir ajan-provokatör örgütü tarafından gerçekleştirilmesi bize çok daha ağır gelmişti. Bütün arkadaşlarda etki yaratmıştı. Ve ben kendim de ilk afişlerini gördüğümde ağlamıştım. Afişlerin sözleri çok önemliydi tabii ki. Sloganlar vardı, çok çarpıcıydı. Gelip Kampüs’te o afişleri gören herkesi etkiliyordu, düşündürüyordu. Tabii biz o zaman İzmir’deydik ama genel olarak bütün arkadaşlarda devrimci intikam alma, bunu karşılıksız bırakmama, bu konuda bu katliamı ve şahadeti geliştiren ajan-provokatör güçlere karşı mücadelede kararlılık var. Önderliğin yaklaşımı çok farklıydı. Örgüt yaratmayı esas alıyor. Ama düşmanın bu yönelimini göz ardı etmeden, bunu çözerek ve değerlendirerek, bunun ne anlama geldiğini ortaya koyarak, kavratmaya çalışarak yapıyordu. Daha sabırlı, soğukkanlı, bilimsel ve uzun vadeli bir yaklaşım var. Bizdeki yaklaşım ise daha duygusal ve doğal bir tepkiydi. Haki arkadaşın seçilmesi çok önemliydi. Haki arkadaş hem Kürt halkı için hem de Türk halkı için önemliydi. İki halkın mücadelesini birleştiren, istemlerini, özlemlerini birleştiren bir temsil gücü vardı. Bu açıdan o temsile yönelme, Önderliğin en yakın yoldaşlığına yönelme bir tehlike olarak algılanıyordu. Ve buna karşı daha ciddi mücadele etmeyi getirdi. Önderliğin yaklaşımı belirleyici oldu ve Kürdistan’da örgüt yaratıldı.
SALDIRILARA KARŞI DİRENİŞ
Hareketimiz kısa bir sürede politik bir güç haline geldi. 75, 76, 77’ye doğru gençlik hareketini aştı. İlk dönemde daha çok öğrenci gençlik üzerinde etki yapmıştı. Girdiğimiz bütün alanlarda, okullarda nitelikli ve militan gençlik etkilenmişti. Okulların çehresi ve anlamı değişti. Bahsettiğim öğretmen okulu vardı. Öğretmen okulunda daha önce hem faşistler vardı hem de Türk solunun etkin olduğu bir okuldu. Fakat kısa sürede faşistler terk etti, bir mücadele gelişti. Bu tür odaklar engelliyordu. Onun dışında sosyal şoven gruplar vardı. Yani inkarcı yaklaşıyorlardı. Her adımda karşımızda onlar vardı. Engelleniyorduk. Propaganda, ajitasyon, düşünceleri yayma mücadelesiydi. İdeolojik mücadele veriyorduk, farklı bir mücadele yoktu. Ama bunun karşısında bir engel vardı. Sürekli inkarcılık dayatılıyordu. Bizim kendimizi ifade etmemiz, yansıtmamız engelleniyordu. Bu engelleme doğal olarak ideolojik bir çatışmayı yaratıyordu. Aydın Gül arkadaşın vurulmasından sonra şiddet gündeme geldi. Bunu biz yaratmadık, bu bize dayatıldı aslında. Biz buna karşın ideolojik-politik mücadele ve devrimci şiddeti esas alıyorduk. Kendimizi korumak amacıyla. Aslında meşru savunma bu hareketin baştan beri esas aldığı bir mücadele yönetimiydi. Hemen hemen sol grupların birçoğu da bizimle bu yönlü, ideolojik çatışmaya, hem giderek şiddeti içeren çatışmalara, saldırılara girdi. Kürt ilkel-milliyetçi gruplar vardı. Bunların da yaklaşımıydı. Bunlar içinde en belirgin olarak KUK öne çıktı. Daha çok Mardin yöresinde KUK’un yoğun saldırıları oldu. Bizimle ilişkide olan yurtsever kesimlere yöneldiler. İlk kurşunu bize sıktılar aslında. Bunlar belgelidir. Diğer tarafta Hilvan-Siverek ve Batman’da Bucaklar, Süleymancılar ve Raman aşiretleri vardı. Kürdistan’daki gerici feodal-aşiretçi yapının saldırıları vardı. Çünkü mücadelemiz kitleyi bilinçlendiriyordu. Her kesimi sarstı. Her kesimin çıkarına dokundu. Bizim bir bütün olarak sistemi eleştiren bir ideolojimiz vardı. Sistemin oluşturduğu bütün yapıya yönelik bir eleştiriyle çıktık hareket olarak. O açıdan hepsi de karşımızdaydı aslında. Elazığ ve Bingöl’de faşist odaklar vardı. Kürt ilkel-milliyetçi gruplar dışında onların saldırıları vardı. Ona karşı bizim mücadelemiz vardı. Sterka Sor, ajan-provokatör bir örgüt olarak Partimiz tarafında deşifre olunca Tekoşin adı altında örgütlendiler. Bazı yönlendirici kadroları Dersim’dendi. Tekoşin’in de kısa süre de Kürtlükle bir ilgisi olmadığını, Kürdistan halkının davasıyla bir ilgisi olmadığını, tamamen bize karşı örgütlendirilmiş bir saldırı grubu olduğu açığa çıktı. Çünkü saldırıyla başladılar. Hem ideolojik hem de fiziki olarak saldırıyla başladılar. Arkalarında devletin kurumları vardı. Bu çok netti. Çoğu zaman polisle birlikte bize saldırılıyordu. Bunlar böyle açık yönelimlerdi. Tabii bu konuda bizim hem feodal-aşiretçi yapıya karşı, hem sosyal şoven ilkel-milliyetçiliğe karşı mücadelemiz gündeme geldi. Her yerde bu konuda bizim de etkin bir mücadelemiz vardı. Topyekûn saldırıyı karşı bizim hareket olarak kendi varlığımızı koruma gibi bir sorunumuz vardı. Bunun yöntemlerini de yoğun olarak tartışıyorduk. Önderlik bu konuda kitleyi ve halkı esas alan bir mücadele tarzını hep önümüze koydu.
FAŞİSTLERİN ETKİSİ KIRILIYOR
Elazığ’da faşist odaklara karşı mücadele, faşistler içindeki kesimleri de etkilemişti. Bunlar MHP’nin örgütlediği Kürtlerdi. Bizim mücadelemizle birlikte bunlar da etkilenmişti. Yani bunların içinde de bir kopuş oldu. 70’in üzerinde bir grup kopmuştu. Hatta Türkeş’in katıldığı bir Kongre vardı. O Kongre içinde de bir tavır ve tutum takınılıyordu. Bu her kesimi etkiliyordu. Türk solundan katılanlar oldu bize. Bir de KUK’tan bir grup gelmişti. Merkez düzeyinde de kopuşlar olmuştu. Çözülüş vardı. Önceki yapılar çözülüyordu. Bu çözülüş bizim mücadelemizle birlikte oluyordu. Bu konuda bunun sonuçlarını değerlendirmek önemliydi.
78’de Program taslağı dağıtıldı. O zaman biz Elazığ’daydık. Program taslağını okuyup, yoğunlaşmamız gerekiyordu, o belirtildi. Bunun farklı bir çalışmaya bizi götüreceğini tahmin ediyorduk. Çok geniş bir arkadaş yapısına yansıtılmadı. Belli bir grup arkadaş taslağı okuyordu. Tabii bunun yanında diğer ülkelerdeki Partilerin ve devrimlerin tarihi inceleniyordu. Rusya’daki Ekim Devrimi, Bolşevik Parti Tarihi, Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi Tarihi, Vietnam İşçi Partisi Tarihi ve Afrika’da devrimlerini gerçekleştirmiş ülkelerin tarihleriyle ilgili kitaplar da ek olarak okunuyor ve inceleniyordu. Nasıl bir Parti? Oradaki Partiler nasıl kurulmuş? Bunların tartışması ve yoğunlaşması vardı. Biz bu yoğunlaşmayı Elazığ’da bir grup arkadaş ile yapabildik. Onun sonrasında Kongre’ye gidildi. Elazığ komitesi içerisinde Cuma arkadaş ve Hüseyin Topgider vardı. Meral Kıdır vardı.
78’e gelindiğinde Dersim’de önemli bir potansiyel ortaya çıkmıştı. Hareket genişlemişti, kitleselleşmişti. Hemen hemen bütün okullarla, gençliğin bulunduğu alanlarla, halkla ve esnafla ilişkiler geliştirilmişti. Daha önce diğer sol grupların belli ilişki alan ve merkezleri vardı. Hatta Alevi kesimlerini kapsayan çalışmalar vardı. Her kesime ulaşıldı. Antep’te önemli bir potansiyel vardı. Yine Hilvan-Siverek’te kitlesel bir potansiyelimiz gelişiyordu. Bingöl’de önemli bir kadro potansiyeli vardı. Denilebilir ki 77’yle birlikte bir kabarış oldu. 78’de de kitlesellik daha çok gelişmişti. Sorun daha çok güvenlik sorunuydu. Ben o tartışmaları bilemiyorum ama delege seçimi ve sayısı arkadaşlar tarafından belirlenmişti. Aslında eğer güvenlik sorunu olmasaydı çok sayıda arkadaş katılabilirdi. O açıdan bölgeleri temsil eden bazı arkadaşlar gelmişti. 23 veya 24 kişilik bir gruptuk. Elazığ’dan Cuma arkadaş, Hüseyin Topgider ve ben delege olarak gittik. Tabii büyük bir heyecan vardı. Hareket neyi emrediyorsa onu yapma istemi vardı. Kadro şekillenmesi ve göreve yaklaşımı böyleydi. Ne dense o yapılıyordu. Ona ruhen hazırlık vardı. Kürdistan devrimciliğinde, devrimcilerinde işe hazır olmama yoktu. Belki kişilikler ayrıldı, kopanlar ve göğüslemeyenler oldu, bunlar ayrı ama bu işe karar vermiş yürüyen arkadaşlarda gerçekten genel bir karakterdi. Önderliğin yarattığı bir karakterdi. Hiç kimse ben hazır değilim, acaba nereye gidiyorum, yapabilecek miyim böyle çok değişik kaygılara girmiyordu.
FİS KÖYÜ’NE GİDİŞ
Otobüsle gitmiştik. Maden’de inmiştik, bir mola verilmişti. Gittiğimiz yere bizi bir arkadaş bekliyordu. Ben ve Cuma arkadaş Başkan’ın kaldığı eve gittik. Günaydın apartmanıdır. Oraya gittiğimizde Başkan yerde oturuyordu. Önünde bazı kitaplar var. Oturduktan bir süre sonra Kesire iç kısımdan geldi. Bir yıl yakın görüşmemiştik. Onu gördüğümde karşılamak istedim fakat o soğuk hoş geldiniz demekle yetindi, oturdu. Ben o zaman Önderlik bizimle konuşuyor, rahatsız etmek istemiyor olarak yorumladım. Tabii ki bu iç etkilenme olarak kaldı. İşte niye öyle soğuk karşıladı bizi. Çünkü genelde Kesire’nin karakterine, kişilik yapısına yönelik değerlendirmelerde hep soğuktur deniliyordu.
Önderlik tartışıyordu. Hazırlıklarımızı, yoğunlaşmamızı ve Program taslağını okudunuz mu diye soruyordu. Yemek yendikten sonra yola koyulduk. Kesire, Ben, Başkan ve Cuma arkadaş taksiyle gittik. Karanlık olmuştu. Cuma arkadaş şoför muavine oturdu. Önderlik, Kesire ve ben arka koltuğa oturduk. Önderlik yol boyunca, yanılmıyorsam şoför Zoğurlu ailesinden biriydi, Seyfettin arkadaş olabilir gördüğü köyleri soruyordu. Fakat Kesire hiç konuşmuyordu. Cuma arkadaş arada cevap veriyordu. Bu şekilde gittik biz Fis köyüne. Fis köyünde gittiğimiz ev dört yol ağızındaydı. Gittiğimizde bazı arkadaşlar gelmişti. Biz gittikten sonra arkadaşlar gelmeye başladı. O gece başlamadık toplantıya. Arkadaşların gelmesi beklendi toplantıya. Ev taştan örülü bir evdi. Bir salonu ve iki odası vardı. Hem sıvası hem yapısı yeniydi. Misafir odasında sedirler vardı. Arkadaşlar geldikten sonra sabah direk Kongre’ye resmi olarak başlandı.
Tabii gelen bütün delege arkadaşları tanımıyorduk o zaman. Başkan, Hayri, Mazlum, Abbas, Fuat ve Davut arkadaşlar vardı. Resul Altınok, Mehmet Turan, Mehmet Şener, Ferzende Tahaç, Baki, Ali Gündüz vardı. Karasungur arkadaş gelememişti. Bayan arkadaşlardan sadece ben ve Fatma’ydık.
Başkan, divanı Hayri arkadaşın yönetmesini istedi. Açılış konuşmasını Önderlik yaptı. Hareketimizin amacı ve hedefleri konusunda bir değerlendirme yaptı. Böyle bir çalışma ve üst örgütlülük ihtiyacının nerden doğduğunu ortaya koydu. Değerlendirmeden sonra programın taslağı okundu ve onun üzerinde değerlendirmeler yapıldı. Bazı konularda Mazlum, Hayri ve diğer arkadaşlar düşüncelerini belirttiler. Tüzük ele alındı. Her şey dikkatle okunuyor ve izleniyordu. Büyük bir olgunluk ve sorumluluk vardı. O havayı insan teneffüs edebiliyordu. O ağırlığı insan hissedebiliyordu. Her anı, her dakikası, her tartışması sanki yükün daha da ağırlaştığını. Bu devrimin büyüklüğünü, bu devrimin öyle kolay olmayacağını, bu devrimin sabırla, dikkatle yürütülmesi gerektiği hissini insanda uyandırıyordu. Tabii ki gündem her alanda gelen delege arkadaşların bölgedeki çalışmayı aktarmalarıyla geçti. (...) Alanlar değerlendirilirken ne kadar cevap olundu, ne kadar görevler yerine getirildi, ortaya çıkan sorunlar nelerdir konuları tartışılırken, bazı arkadaşlarda bir eziklik de vardı. Özellikle Antep ve Dersim’de bazı sorunlar ortaya çıkmıştı. Ajan-provokatör örgütlerin bazı öğelere el atması sonucu bizim anlayışımıza ve ilişkimize ters yaklaşımlar ortaya çıkmıştı. (...) Baştan beri hareketimizin özeleştirisel bir yaklaşımı vardı. Yine her mücadele alanı ve bölgede engel olan öğeler ve unsurlar nelerdir, mevcut engelleyici yapılar kimlerdir, nelerdir, bunların tanımlanması, bunların ele alınması, buna karşı mücadele değerlendiriliyordu. Yine kadronun yaklaşımı ele alınıyordu. Kadronun konumu, geldiği düzey, sorunlara ve görevlere yaklaşımı ele alınıyordu. Bu değerlendirmelerde Önderlik her konuşmasından sonra Şahin mutlaka söz alıyordu. Yani en çok konuşan Şahin oluyordu. Fakat çok demagogca bir konuşma. Yani Önderlik, diğer arkadaşların sorunları ele alış tarzındaki mütevaziliğe, sorumluca yaklaşıma, tam sorunu kavratma çabasına, hatta tanımlarken bile her şeye dikkat ediyordu. Şahin’in bütün konuşması ise hepimizde rahatsızlık yaratıyordu. O konuşurken bile Önderlik ondan çok sonuç çıkarıyordu. Biz farklı bakıyorduk. Dar, duygusal ve tepkisel ele alış vardı. Önderlik, sanki ‘konuşsun daha iyi açığa çıkıyor’ der gibiydi. Önderliğin o yaklaşımı bize yön veriyordu. Yarışıyordu Başkan’la. Diyelim gerekli olur insan konuşur ama onun ki gerekli olduğu için değildi. Bir şeylerin peşindeydi aslında. Kariyeristçe demek biraz basit gibi geliyor. Onunkisi bir alternatif çaba gibiydi. Saygılı bir yaklaşım değildi, ortak bir ruhu yansıtan bir yaklaşım değildi. Bu tabii Merkez seçimi için aday önerilerini gündeme geldiğinde de yansıdı. Bir çok arkadaş kendisini uygun bulmadığını, layık olmadığını belirtti. Toplantıda Mazlum, Hayri ve Cuma arkadaşlar önerildi. Şahin kendisini önerdi. Tabii Şahin’in bu yaklaşımı farklı bir hava yarattı. Önderlik, ‘olabilir’ dedi. En son Başkan, Karasungur arkadaş ve Şahin’in ismi kaldı. Fakat farklı bir toplantıda merkezin daha da genişleteceği belirtildi. Daha sonraki Nisan toplantısında Merkez belirleniyor, genişliyor. Biz o toplantıya katılmadık. Partinin ismi konusunda çok fazla tartışılmadı fakat bazı öneriler gündeme geldi. Komünist Partisi olabilir mi denildi. Vietnam devrimi baştan beri bizim mücadelemizi etkileyen bir öneme sahipti. Yakınlık duyuyorduk. Genel olarak diğer devrimlere de büyük saygı vardı ama Vietnam devriminin özel bir yeri vardı. O konuda isim Kürdistan İşçi Partisi olarak belirlendi.
Kapanış konuşmasında Önderlik Kongre’nin sonuçlarını değerlendirdi. İki gün sürdü. Kongre bittikten sonra herkes kendi alanına döndü.
Kesire, Kongre boyunca hiç konuşmadı. Sadece aralarda bazı arkadaşlarla konuşuyordu. Eve döndüğümüzde bir divan vardı. Kendisi yerde yattı, ben divan da yattım. ‘Orda yat’ dedi ısrar ederek. Garip bir hali vardı. Rahatsızdı, durgundu. ‘Bir şey mi var. Düşüncelisiniz, uyumuyorsunuz’ dedim. ‘Yok bir şey’ dedi. Ben de o zamanda yine kafamda bir soru işareti uyanmıştı. Niye konuşmadı, niye katılmadı, Önderlikle de konuşmuyor bizimle de konuşmuyor fazla. Anlam veremedim tabii.
EYLEMLERLE PKK İLAN EDİLİYOR
Ertesi gün tekrar Elazığ’a döndük. Kongre’den dönmüştük. Onun hem heyecanı vardı, hem yüklediği görevler ve sorumluluklar vardı. Çok yaymadık böyle bir Kongre’nin olduğunu, gizli tutuldu. Beraber çalıştığımız arkadaşlar, belli bir kadro gücü biliyordu. Kongre’den sonra komitelerde bir canlılık yaşandı. Örgütlenmede yukarıdan aşağıya kadar daha kapsamlı bir örgütlülüğü esas aldık. Kongre’den güç almıştık fakat şematik kaldık. Eylemlilik ve yoğun bir çalışma başladı. Hazırlıklar Newroz’da kendisini gösterdi. Zaten Maraş katliamına cevap özellikle Elazığ yöresinde verildi. Aynı günde tam 10-11 yerde üst üste eylemlilikler gelişti. Çünkü Maraş katliamına özellikle Elazığ’dan çok faşistler katılmıştı. Ayrıca hazırlıklar vardı. İkinci, üçüncü Maraşlar yaratılmak isteniyordu. Sivas’ta, Elazığ’da, Bingöl’de Alevi-Sünni çelişkisini yaratarak yeni Maraşlar yaratma planları vardı. Onlar harekete geçmeden biz harekete geçtik.
(...) Devrimci şiddet de gündeme geldi. Çünkü genel olarak halkımıza ve hareketimize karşı bir saldırı vardı. Bu konuda tedbir almak gerekiyordu. Bu yönlü böyle fedakarlık vardı. Ama onu örgütlü güce ve tarzına dönüştürmede ciddi bir toyluk vardı. Devletin fiili olarak yönelimi giderek gündeme geliyordu. O konuda bir uyarı vardı. Her kadro kendi çalışma alanında neye dikkat etmelidir. Nasıl kendisini, çalışmayı koruyabilmeli, bunlar tartışılıyordu. Görevler kapsamlılaşmıştı. Hareket tarzına dikkat etmek gerekiyordu. Daha önceden bir Elazığ kadrosu rahat Bingöl’e gidebiliyordu. Artık her alanın çalışan kadrosu o alan üzeri yoğunlaşıyordu. Bir ara süreçte aslında. Bir deneme süreciydi. Bir geçiş süreciydi.
Maraş’ı zayıf halka olarak seçtiler. Alevi-Sünni çelişkisinin kullanıldığı bir alan. Onun zemini vardı. Bir bu yönü var. Tabii ki esas olarak da gelişen bir mücadele var. Kürt halkına giderek mal olan, halkımızın örgütlüğüne, birliğine ve uyanışına yol açan, ortak iradesinin geliştiği bir zemin doğmuştu. Buna karşı bir tavırdır. Böyle bir uyanışa ve örgütlülüğe bir cevaptı aslında. Katliam yaratarak mücadelemizin önünü alma, kitlelerini gözdağı verme. Eğer başka yerde zemini bulabilselerdi ve biz tedbir almasaydık, mücadele ile karşılık verilmeseydi başka yerlerde de denenebilirdi. Hedef buydu tabii. Buna karşı tabii ki sadece belli eylemlikler gerçekleşmedi. Yani o daha sonraki uygulamaydı. Yine koruma, meşru müdafaa temelinde bir yaklaşımdı. Kendimizi ve halkımızı korumak zorundaydık. Ama esas olarak da en büyük koruma ve güvence örgütü yaygınlaştırmaktı. Kongre’ye ve örgütlülüğümüze verilen bir karşılıktı. Bizde böyle bir Kongre’yle ve örgütlülükle mücadeleyi geliştirmekte ısrarlıydık. Tabii ki bu farklı cepheden bir saldırıydı. Devlet güçleri içindeydi. Haki arkadaşa yönelik saldırı bizi tedbir almaya götürdü. Bu da daha geniş bir biçimde, hem örgütsel olarak hem kitle ve kadro boyutunda daha geniş tedbirler almaya bizi itti. Bizim ideolojimiz halkın birliğine yol açıyordu. Tabii karşı saldırılar suni çelişkiler yaratarak, eski yapıyı körükleyerek karşı vermeye çalışıyordu. Bu rejimin bir politikasıydı. Oligarşik sistem böyle bir devrimci hareketi ve gelişmeyi hazmetmiyordu. Biz başka güçlere benzemiyorduk. Onu gördü. Baştan beri bizi izledi. Baktı ki bu hareket ideolojik, örgütsel, eylemsel ve yaşamsal boyutu olarak çok farklı gelişiyor. En başta da Önderlik tarzı farklıdır. Önderlik her saldırı karşısında yeni bir örgütlülük yaratarak, hareketi, kadroyu, halkı korumayı örgüte ve mücadele tarzına dayandırarak geliştiriyordu.
ELAZIĞ’DA ÖRGÜTLENME BÜYÜYOR
Ben bölge düzeyinde sorumluydum. Bölge komitesi içerisinde yer alıyordum. 78’in başında bir süre Bingöl’deydim. Daha sonra Elazığ’a geldim ve Kongre’ye kadar ve sonrası orda kaldım. Komitemiz Kongre öncesinde de belli kesimleri temsil ediyordu. Gençlik, örgütlenme, eylem, propaganda, ajitasyon. Kongre’den sonra bu biraz daha yarı resmileşti. (...) Kongre’den sonra propaganda-ajitasyon çalışmalar içerisinde de görev verilmişti. Daha önce ağırlıklı olarak Antep’te çalışmalar yürütülüyordu. Giderek Elazığ uygun görüldü. Yani bizim çıkan bildiriler, o dönemde çıkan broşürler, afişler ve diğer propaganda-ajistasyon araçlarını daha çok orada çoğaltıp, bölgelere gönderiyorduk. Öyle bir rol da vardı alanın. Kendim o çalışmaların içerisinde yer alıyordum. Yakalana kadar da Elazığ’da kaldım.
Baştan beri Önderlik tarzında örgütü oluşturma öyle çok şematik değil. Yani bu örgüte önem verilmediği anlamına gelmiyor. Tam tersine, bu tür örgütlülüklerin daha sağlam gelişmesi, daha sağlam zemin bulması açısından bir hazırlıktı, denemelerdi. Ama bu denemelerin her biri önemli anlamlar taşıyordu. Her biri bir dönemi götürüyordu, her biri bir döneme hizmet ediyordu. Ve bir tecrübe yaratıyordu. Bu anlamda hazırlık komiteleri olması doğaldı. Profesyonel çalışmaya geçişti. Bu konuda görevlendirmeler de yapılmıştı. (...) Ama öyle kolay da oluşmuyordu. Parti örgütlerini birden kurma belki mümkündü ama öyle bir kolaylığa gidilmedi. Daha sağlam temelleri atılarak örgütlülükleri oluşturuluyordu. Kaldı ki hazırlık komiteler o işlevi görüyordu.
Tabii bizim Kongremiz kapsamlı bir eylemle ilan edilecekti. Özellikle bazı aşiret yapılanmaların engeli vardı. Halk kitleleri üzerinde yoğun baskıları vardı. Bu anlamda gerici odaklara yönelik eylemliliklerle Kongre ilan edilecekti. Hedef buydu. Fakat yakalanmalar oldu. Onun için de gecikti. Fakat bazı arkadaşlar biliyordu. Genel olarak yeni bir örgütlenmeye ve yapılandırmaya gidildiği hissediliyordu. Bölgelerin birbiriyle ilişkileriyle hissediliyordu. Bölgelerin çalışma alanları biraz daha netleşti. Birbiriyle ilişkiler biraz daha resmileşti. Yine dayanışma vardı. Yine ihtiyaç duyulduğunda kadrolar kaydırılabiliyordu. Buna ihtiyaç vardı. Hemen birden eski çalışma tarzından yeni bir çalışma tarzına geçişte kolay değildi. Bu açıdan hissettiriliyordu. Ama öyle resmi olarak bütün yapıya Kongre yaptık denilmiyordu. Biraz da perspektifini sunarak hissettiriliyordu. Aslında kadro yapısı Kongre’nin olduğunu biliyordu. Ama gizliliğe dikkat ediliyordu. Ben hatırlıyorum, İlk PKK Merkez Komitesi imzalı bir bildiri kaleme alındı. Newroz bildirisi idi Elazığ’da. Bizim Hasan Şerik arkadaş vardı. Biz Elazığ bölgesinde basın yayın grubu içerisinde görevliydik. Bir bildiri metni gelmişti. Onu çoğaltacağız. Altında PKK-MK yazılı. ‘Bu nedir’ diye sordu ama tam anlam da veremiyor. Sormakta istemiyor. Yani imzamız da var. Bildirideki imzalarda da bu belli oluyordu. Kamuoyuna da o şekilde deklere edildi fakat resmi olarak Haziran sonunda Bucak’a yönelik eylemle birlikte duyuruldu.