Kürt halkının ulusal yokoluşunu durdurmak adına PKKnin geliştirdiði silahlı direniş 28 yılı geride bıraktı. Tarihi 15 Aðustos atılımının 29. yılına Kürt halkı önemli kazanımlarla giriyor. Suriyede yaşanan krizli ortamda Kürtler yaşadıkları kentlerin yönetimini ele geçirerek demokratik özerkliðini ilan etti. Türkiyede AKP faşizmi yaygın gerilla eylemleri ve halk serhildanları karşısında derin bir çıkmazı yaşıyor. Kapitalizm ve onun küresel öncü güçleri ise derinleşen sistemik krizi aşmak için dünyanın enerji kaynaðı ve kalbi sayılan Ortadoðuya yaptıðı müdahalede başarılı olamadı; aksine halkların demokrasi ve özgürlük mücadelesi Arap Baharı adıyla önemli aşamalar katetti. Bu anlamda yeniden şekillenen Ortadoðuda tarihsel gelişmeler yaşanıyor.
Yirminci yüzyılda 1921 Kahire Konferansı ve 24 Temmuz 1923 Lozan Anlaşmasıyla statüsüz bırakılan, dört ayrı ulus-devlet içinde dört parçaya bölünen Kürtler kendilerini yok sayan bu uluslararası hukuksuzluk ve adaletsizliði aşmak için yüzyıldır sürekli mücadele ve isyan halinde oldular. Son 40 yılda ise PKK öncülüðünde varlıðını korumak için amansız bir direniş sergilediler. Bu meşru savunma savaşı sayesinde aðır bedeller pahasına bir çok ulusal deðer yaratıldı. Dünün inkar edilen Kürtleri bugün hızla deðişen dünya koşulları ve bölge dengelerinde 40 milyonu aşan nüfusu ve örgütlü siyasal-silahlı gücüyle artık hesabı yapılan ve ittifak olunmak istenen bir güç konumuna erişti.
Ancak tüm bu olumlu gelişmeye raðmen Kürt halkı henüz çaðdaş bir statü elde etmiş ve bunu anayasal bir güvenceye kavuşturabilmiş deðil. Bu açıdan Kürt halkı her dönemden daha fazla kendini savunmak ve güvenlik sistemini-gücünü geliştirmek durumunda. Tam da bu noktada 29. isyan olarak nitelendirilen ve her türlü uluslar arası desteðe, Türk ordusunun tüm insanlık dışı uygulamalarına raðmen 29 yıldır bastırılamayan PKK Hareketine belli çevrelerden silah bırak çaðrılarının yoðunlaştırılması manidardır.
Peki, bu çaðrılar ne anlama geliyor? Çaðrıyı yapan çevrelerin bundan amaçladıkları nedir? Kürt sorununun demokratik siyasal çözümü mü yoksa sorunun demokratik çözümünü dayatan PKKnin tasfiye edilerek Kürt halkının meşru demokratik direnişini ve hak talebini bastırmak mı? PKK bugüne kadar Kürt sorununun silahlardan arındırılmış bir demokratik siyasal çözümü için ne tür girişimlerde bulundu? Bu adımlar Türk devleti ve ordusu tarafından nasıl karşılandı? Dünyada silahlı direniş gösteren yapıların silahlı mücadeleye son vermesi hangi aşamalardan sonra gerçekleşti? Kimi çevrelerce iddia edildiði gibi silahlı direniş döneminin bittiði doðru mu? Kürtlerin varlıðı bile henüz tanınmıyorken PKK neden silah bıraksın? Bunca ısrar neden? PKK hangi koşullarda silah bırakır? Sorulara verilecek yanıtlar en az Kürtler kadar Türkiye halkı açısından da geleceði belirleyebilecek önemdedir.
TARÝH BÝLÝNCÝ VE ÇARPITILAN GERÇEKLER
Silah bırak çaðrılarının doðru anlaşılması için PKKnin silahlı mücadeleye hangi koşullarda ve neden başvurduðuna doðru cevaplar bulmak önem kazanmaktadır. Çünkü Kürt sorununun tarihsel gelişimi ve kaynakları doðru tanımlanmadan bu kangrene dönmüş meseleye saðlıklı çözüm bulmak da zorlaşmaktadır. Bir özel savaş aygıtı olan Türk devleti ve onun kimi sözde aydınları PKKnin yürüttüðü silahlı direnişin yenilgiye uðratılamaması karşısında Kürtler vardır, Kürt vatandaşlarımızın hakları da vardır. Ama Kürt sorunu ayrı, PKK sorunu ayrıdır demektedir. Bununla da sanki PKK Kürt sorununun bir sonucu deðilmiş ve Kürtlerin tüm hakları tanınmış gibi terör (PKK) sorunu ortadan kaldırılırsa Kürtlerin bir sorunu kalmaz diyebilme acizliðini göstermekte ve son iki yüzyıldır Kürtlere uygulanan askeri işgal, siyasal sömürgecilik ve kültürel soykırım hiç yokmuş gibi davranmaktadır. Bunun tarih bilincini çarpıtmaya dönük bilinçli bir yaklaşım olduðu açıktır.
Kürdistan, bu coðrafyanın en eski halkı olarak bölge halklarıyla dilsel, kültürel ve birçok bakımdan ortak deðerleri olmasına raðmen Ortadoðudaki halkların, aydınların, kurum, kuruluşların, siyasilerin Kürt sorununa doðru bir yaklaşımları görülmemektedir. Sanki böyle bir halk bu coðrafyada yaşamıyor, hakları elinden alınmamış gibi bir duyarsızlıkla yaklaşmaktadırlar. Bir komşuluk hakkı, tarihte bu kadar ilişki içinde olmak bile Kürtlerin sorunlarına küçük de olsa bir duyarlılık ortaya çıkarmamıştır. Oysa Ortadoðu tarihinde Kürtlerin önemli rolleri vardır.
YÜZYILLIK SÝYASET: TAVŞAN KAÇ TAZI TUT
Emperyalist egemenlik 1. dünya savaşı sonrası Kürdistan'ı dört parçaya bölerek Kürtün inkarı ve imhasına dayalı bir egemenlik sistemi kurmuştur. Bir taraftan Kürdistan'ın parçalanmışlıðı ve Kürtün inkarı üzerinden bölgede bir egemenlik kurulurken, diðer taraftan Kürtün parçalanmışlıðı, bölünmüşlüðü ve varlıðını bölge ülkeleri üzerinde tehdit olarak kullanarak, onlar da denetim altına alınmak istenmiştir. Böylelikle hem Kürtleri kendine baðlama hem de bölge güçlerini kendine baðlama, ikisiyle de çeşitli biçimlerde ilişki kurarak bu bölgedeki egemenlik sistemini sürdürme politikası izlemişlerdir. Ýnkarcı sömürgeciler böyle bir duyarsızlık ve adaletsizlik ortamında Kürtleri yok edip Araplaştırma, Farslaştırma ve Türkleştirme politikasını ısrarla sürdürmektedirler. Batıda gelişen ve Ortadoðu'ya giren milliyetçiliðin, ulus devlet zehrinin en fazla da Kürtler için yok etme işlevi gördüðü bir çark kurulmuştur. Kürtler ve Kürdistan kendi coðrafyasında da sahipsiz, avukatsız, öksüz bırakılmıştır.
TÜRK ULUS-DEVLETÇÝLÝÐÝ VE ZEHÝRLENEN KARDEŞLÝK
Kürt halkının özgürlük sorunu Osmanlının son dönemlerinde baş göstermekle birlikte özellikle Türkiye Cumhuriyetinin ulus devlet olarak şekillenmesiyle ortaya çıkmıştır. Çünkü Kürt halkı Osmanlı döneminde aðırlıkta özerk yaşamıştır. Ancak Fransız devrimi sonrası gelişen milliyetçilik akımıyla imparatorluk bünyesindeki halkların isyan etmesi ve buna karşı merkezi yönetimin yerel yönetimlerin yetkilerini kısıtlaması, aðırlaşan vergiler bazı Kürt beyleri ve şeyhleri önderliðinde Kürtlerin de ayaklanmasına yol açmıştır. Buna raðmen bir Kürt inkarı yaşanmamıştır. 1915-18de Çanakkalede,1919-23 arasında Mustafa Kemal önderliðinde geliştirilen ulusal kurtuluş savaşında, 1920de ilan edilen Büyük Millet Meclisinde ve 1921 anayasasında da iki halkın birliði ve ortak mücadelesi esas alınmıştır. Ancak cumhuruyet ilan edilip Türk ulus-devletleşmesi gelişince Kürtlerin halk olarak varlıkları inkar edildi. Homojen ulus yaratma anlayışına dayalı 1924 anayasasıyla Kürt inkarı ve imhası resmi devlet politikası haline geldi. Türk devleti özellikle Şeyh Sait isyanından sonra tamamen tek millet, tek dil, tek kültür anlayışıyla hareket edip bütün politikalarını Kürdistan toplumunu zorla, baskıyla, asimilasyonla Türkleştirerek, Kürdistan'ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirme çabası içinde oldu. Kapitalist çaðda ulus-devlete dayanan anlayışlar, kendini en ücra köşelere kadar hakim kılarak yerel otoriteleri iradesizleştirmeyi ve tamamen ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. Yeni kurulan Türkiye cumhuriyeti bu ulus-devlet anlayışıyla askeri işgalini ve sömürgeciliðini sadece köylere deðil, beyinlere ve yüreklere kadar hakim kılmayı hedefledi. Askeri kışla, karakol, okullar ve devletin tüm kurum-kuruluşları tamamen bu amaca hizmet temelinde kurulup işlevsel kılındı. Kürtlerin dili ve kültürü yok sayıldı, Kürtçe konuşan çocuklar bile cezalandırıldı. Şark Islahat Planı ve ardından geliştirilen Takrir-i Sükun, Mecburi Ýskan ve Dersim Kanunları
Dönemin bakanlarından Mahmut Esat Bozkurtun bu ülkede Türk olmayanların bir tek hakları vardır. O da, Türk milletine uşaklık etmektir sözleri yüz yıldır süregelen devlet politikasının ve Kürtlere uygulanan zulmün özeti gibidir.
Kürdistan üzerinde halkı isyana teşvik ettirecek düzeyde aðır baskılar uygulanmıştır. Bu isyanlar çok örgütlü, hedefi ve planı olan hareketlerden çok, tarih içinde toplumun kendi yaşamını kendisinin örgütlemesi, bu yönüyle bir özerkliðinin bulunması karşısında kapitalist devletçi sömürgeciliðin tek ulus, tek dil, tek kültür anlayışıyla merkezi otoriteyi en aðır biçimde Kürdistan üzerinde uygulaması, Kürt toplumunun iradelerini tümden kırma politikalarına karşı Kürdistan toplumunda gerçekleşen isyanlardır. Türk devleti halkın bu hoşnutsuzluðunu, bu isyanlarını giderecek politikalar geliştireceðine askeri zorla bastırarak tümden ezmeyi esas almıştır. Siyasal sömürgecilikle birlikte asimilasyonu ve kültürel soykırımı gerçekleştirmek için Kürt halkının iradesinin kırılmasını zorunlu görmüştür. Kürt halkına reva görülen katliamlar ve uygulanan insanlık dışı yöntemler halen devlet sırrı niteliðindedir ve arşivlerde gizli tutulmaktadır. Bin yıllık kardeşlik böyle zehirlenmiştir. Tıpkı Ýhsan Sabri Çaðlayangilin binlercesini maðaralarda fareler gibi zehirledik deyişi gibi.
MUHAYYEL KÜRDÝSTAN MANZARASI
1960lı yıllara gelindiðinde Türk devleti Kürdistan'da inkar ve imhaya dayanan sömürgeciliði tümden kurumlaştırdıðını, Kürdistan halkının bir daha ayaða kalkamayacaðını düşünmektedir. Kürt kültürel ve sosyal olarak tümüyle daraltılmış ve nefes alamaz hale getirilmiştir. Tek kapı olarak Türk sosyal ve kültürel yaşamı bırakılmıştır. Siyasi olarak da iradesi kırılmıştır. 1960lı yıllar Türk devleti açısından Aðrı isyanından sonra Milliyet gazetesinde çıkan karikatürde olduðu gibi Kürdistan ölmüş ve hayali bir olgu olarak görülmektedir. Bu karikatürde bir mezarın üstüne hayali Kürdistan burada meftundur biçiminde yazılmıştır. Kürdistan mezar sessizliðindedir. Güney Kürdistan'da ABD, Ýsrail ve Ýranın desteklediði KDP öncülüðündeki hareket ise hem önderlik karakteri nedeniyle hem siyasal ve toplumsal olarak geri bir durumu ifade ettiðinden Kürdistan'ın diðer parçalarını çok derinden etkileyecek ve diðer kıtalarda görüldüðü gibi bir ulusal kurtuluş hareketi ortaya çıkaracak bir karaktere sahip deðildir. Tüm parçalarda kısmi bir olumlu etkisi olmuşsa da özellikle Kuzey Kürdistanda örgütsel ve siyasal düzeyde olumsuz etkileri olmuştur. Dünyanın bütün bölgelerinde en küçük halklar bile ulusal kurtuluş hareketi verirken, Afrika ya da dünyanın başka köşelerinde en geri olarak görülen ulusal, sosyal ve kültürel düzeyde Kürtlerden çok geri olan halklar örgütlenip bir ulusal özgürlük mücadelesi içine girerken Kuzey Kürdistan'da bunun gerçekleşmemesi bunu doðrulamaktadır.
ÝRADESÝ KIRILMIŞ TOPLUMUN UMUDU: APOCULAR
Apocuların ortaya çıktıðı yıllarda Kürt halkı askeri işgal, siyasi sömürgecilik, sosyal gerilik ve kültürel soykırım altında geleceðine çok umutsuz bakmaktadır. Karnını doyurma ve fiziki varlıðını sürdürme dışında herhangi bir ütopyası, hedefi ve çabası yoktur. Dünyanın yaşadıkları, dünyadaki gelişmeler olumlu-olumsuz Kürtleri etkilememektedir. Dünyanın en eski halkı Kürtlerin bu duruma düşürülmesi aslında insanlık adına utanç vericidir. Ýradesi kırıldıðından, özgücüne güvenmediðinden, kendisi için yeni hedefler koyup mücadele etme gibi bir duygudan da yoksun kalmıştır. Gelecekle ilgili bir öngörüsü yoktur. Bu kara kaderinin kırılamayacaðını düşünmektedir. Buna kendisini inandırmıştır. Özellikle de isyanların zorla bastırılması, inkarcı sömürgeciliðin çok vahşi politikaları Kürt toplumunda 7den 70e bu cendereden çıkmak zordur gibi bir eðilim, bir düşünce ortaya çıkarmıştır.
Kürdistan'daki sosyal yapı ise yüzlerce yıl süren askeri işgal ve siyasal sömürgecilik altında şekillenmiştir. Sürekli istila ve talanla karşılaşan Kürdistan toplumu ekonomik ve sosyal alanda gerilemeyle karşı karşıya kalmış, aşiret ve aile yapısı bu koşullarda daha gelişkin bir toplumsallıða evirilmemiştir. Kürtler hızla yokoşluşa doðru gitmekte ve buna karşı hiç bir şey yapamamaktadır.
1960lı yılların sonunda Fransada başlayan devrimci gençlik rüzgarı dalga dalga tüm dünyaya yayılıyordu. Küba ve Vietnam halk devrimleri gerçekleşmiş, Filistin halkının direnişi heyecan yaratmış, sosyalizm parlayan yıldız olmuştu. Türkiye devrimci gençlik hareketi de radikal söylem ve eylemlerle ayaktaydı. Kürt gençliði ise çok daha reformist söylemlerle kıpırdanmaya çalışıyor, DDKO etrafında kümeleniyordu. Ama ortada Kürt ve Kürdistan adına cılız bir kaç çırpınıştan öte birşey yoktu. Türkiye devrimci hareketinin önderleri 12 Mart askeri darbesi ardından katledilmiş, devrimci örgütlere Balyozla aðır darbe vurulmuştu.
Kürtlük adına bırakalım örgütlenmeyi, siyaset yapmayı; sosyal ve kültürel alanda bile Kürtlüðü ifade etmek bir ayıp ve bir suç haline gelmiştir. Bu ortamdaki bireylerin Kürt olarak kendini ifade etmesi, siyasal bir organizasyonun içine girmesi kolay deðildir. Çünkü Kürtlük adına bir şey yapmak, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde suçların en büyüðüdür. Hem de 20. yy.da halkların, ulusların kendi kimliðini ifade etme, kendi kaderini tayin etme, kendi kültürüyle yaşama hakkının evrensel bir hak haline geldiði bir çaðda, Kürtlük böyle bir baskı altına alınmıştır.
PKK, 1970li yılların başındaki bu aðır koşullarda bir öðrenci gençlik hareketi olarak doðdu. Kürdistan sömürgedir tezine dayanarak yıllarca Ankarada ideolojik bir grup olarak örgütlendi. Ardından 1976 yılında Kürdistana açılarak hızla yayıldı, ciddi bir kitle desteðine ulaştı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, en geri topluluklara uygulanamayacak her türlü yaklaşım altında yaşamayı kabul etmek, daha en başından bütün insani yeteneklerinden vazgeçmek demektir, sözleriyle her türlü inkar ve imhaya karşı direneceklerini belirtiyordu.
DARBENÝN AYAK SESLERÝ
Bunun üzerine gerek Kürt ilkel milliyetçiliði, gerek Türk sosyal şöven kesimler ve gerekse de devletin saldırıları gecikmedi. 1977 yılında Antepte, grubun Türk üyesi ve Öcalanın gizli ruhum dediði Haki Karer, komployla katledildi. PKKnin siyasal bir parti olarak örgütlenmesi bu olaydan sonradır ve saldırıya cevap niteliðindedir.
PKKnin kuruluş amacını Abdullah Öcalan şu sözlerle açıklamaktadır: partimiz başından beri tarihi bir kalkışmanın da ötesinde, halk olarak, hatta insan olarak var olmanın hareketidir. Bunun dışında insani-sosyal gelişmenin hiçbir yolu yoktur ve bu partiyle başlamıştır.
PKKnin Kürdistanda hızla yayılması ve kitleselleşmesi önce Maraş katiamıyla, ardından Hilvan ve Siverekteki işbirlikçiler eliyle engellenmek istendi. Bunda başarı saðlanamayınca 12 Eylül askeri darbesi gerçekleştirildi. Darbeci Kenan Evrenin Hilvan üzerinden uçarken müdahale etmeye karar verdik sözleri de darbenin esas nedeninin Kürdistanda yeni gelişen devrimci hareket olduðunu doðrulamaktadır.
12 EYLÜL AMED ZÝNDANINDA YENÝLDÝ
Bölgede gerçekleşen Ýran Devrimi (1979) ve Afganistanın Sovyetler Birliði tarafından işgali (1980) ABDyi harekete geçirdi. Türkiye ve Pakistanda askeri darbeler oldu. 12 Eylül faşist askeri darbe Türkiye ve Kürdistan halkları üzerinden adeta bir silindir gibi geçti. Parlamento laðvedildi, tüm legal siyasi partiler bile kapatıldı. Anayasa askıya alındı ve sıkıyönetim mahkemeleri kuruldu. Onbinlerce insan tutuklandı, binlercesi işkence tezgahlarında sakat kadı, yüzlerce kişi idam edildi. Türkiye Gladiosu Türk devrimcilerinin kalan son izlerini de 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle temizledi.
PKK Önderliði ve sınırlı sayıda kadrosu darbeyi atlatarak Ortadoðu sahasına Lübnana geçti ve darbeye karşı takınacaðı politik tutumu belirlemeye çalıştı. Cezaevlerindeki PKKnin öncü kadroları bir efsaneye dönüşen Diyarbakır zindan direnişiyle 12 Eylül faşist rejimine meydan okuyordu. Dışarıda ise siyasal mücadele kanallarının tümü kapalıydı. Alınacak karar bir halk adına varlık-yokluk kararıydı ve sonuçları tarihin akışını deðiştirebilecek denli önemliydi. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, o koşullarda aldıkları meşru savunma temelinde silahlı direnişe geçme kararını şöyle ifade ediyor: 12 Eylül askeri darbesinin uygulamaları, Diyarbakır cezaevi başta olmak üzere cezaevlerine doldurulan insanlara yönelik korkunç işkenceler ve tümüyle toplama kampına dönüştürülen toplumsal yaşam koşulları bir an önce yeni stratejik hamleyi başlatmayı gerektiriyordu. Ýdamlar devredeydi. Ölüm oruçları başlamıştı. Ne yapılacaksa tam zamanıydı. Tarih gecikmeyi affetmezdi. 15 Aðustos Hamlesi 1984 yılında çok gecikmeli, çok da becerikli olmayan ve hazırlıklarımıza cevap vermeyen bir tarzda başlatılmıştı. Eylemin kendisinden ziyade, tarihsel ve güncel anlamı önemliydi. Dolayısıyla sürece damgasını vurması kaçınılmazdı.
Aradan geçen zaman ve tarih Öcalanı yanıltmadı. 15 Aðustos Atılımının yankısı büyük oldu ve sürece damgasını vurdu. 15 Aðustos atılımı, askeri bir eylem olmanın çok ötesinde bir halkın yeniden dirilişini simgeleyen milat oldu. PKK öncülüðünde gelişen ve 29 yıldır süren bu özgürlük mücadelesi, Kürt toplumunun sadece siyasal yaşamını deðil, sosyal, kültürel yaşamını, duygularını, reflekslerini, acılarını, sevinçlerini, deðer yargılarını ve ölçülerini köklü bir biçimde deðiştirmeyi başardı. Kürdistan'ın ve Kürt halkının geleceði esas olarak da bu 29 yıllık mücadelenin yarattıðı deðerler üzerinde şekillenecektir. Uyuyan dev uyanmış, cin şişeden çıkmıştır. Kürt halkı artık eski Kürt deðildir.
YARIN: KÝRLÝ SAVAŞTA ÖNCE GERÇEKLER ÖLDÜRÜLDÜ