Uluslararası Hrant Dink Ödül Töreninde, bu yılın ödülü sosyolog Ýsmail Beşikçi'ye verildi. Beşikçi, ödülünü aldıktan sonra yaptıðı konuşmada, Türkiye de dahil, egemen ülkeler tarafından katliam ve sürgünlere uðratılan Ortadoðu halklarının tarihsel ve mevcut durumlarını anlattı.
Hrant Dink Vakfı tarafından Ýstanbul Cemal Reşit Rey Konser Salonunda düzenlenen Uluslararası Hrant Dink Ödül Töreninde, ödülün sahibi sosyolog Ýsmail Beşikçi oldu. Majak Toşikyan'ın Hrant Dink için bestelediði oratoryoda orkestraya Surp Lusavoriç Korosu, Kevork Tavityan, Aylin Ateş ve Petro eşlik etti. Ümit Kıvançın hazırladıðı kısa belgeseller de, törende gösterime sunuldu. Törenin sunuculuðunu ise oyuncu Mert Fırat üstlendi.
Sosyolog Ýsmail Beşikçi, ödül töreninin ardından kürsüye çıkarak yaptıðı konuşmaya, "Sevgili Hrant Dink'i sevgiyle anıyorum" diye başladı.
'Ödüllerin her zaman sorumluluk yüklediðini ve bu sorumluluðu da taşımaya çalışacaðını' belirten Beşikçi, konuşmasını yakındoðu kavramı üzerine gerçekleştireceðini söyledi.
Yakındoðunun 20. yüzyılın ilk çeyreðinde imha edildiðini anımsatan Beşikçi, bu bölgedeki halklar olan Ermeni, Rum, Süryani, Kürt ve Alevilerin de, ülkeleriyle birlikte imhaya uðradıðını kaydetti.
ERMENÝ, RUM, KÜRT, SÜRYANÝ VE ALEVÝLER ÜZERÝNDEN PLAN...
Bu imhanın nasıl gerçekleştiðine de vurgu yapan Beşikçi, Ýttihat ve Terakki'nin Osmanlı Devleti'ni Türk esasına göre yeniden organize etmek gibi bir sorunu olduðunu, bir imparatorluk kurma planını gündemine aldıðını söyleyerek, şunları anlattı: "Bu imparatorluk, Türk imparatorluðu olmalıydı. Burada bazı pürüzler vardı. Mesela 'Ermenileri, Rumları ne yapacaðız' diye düşündüler. Müslüman olan ama Türk olmayan Kürtleri ve Türk veya Kürt olan ama müslüman olmayan Kızılbaşları-Alevileri ne yapacaklarını düşündüler. Ýttihat ve Terakki bununla ilgili çok düşündü, planlar ve projeler yaptı. Şöyle söylenebilir: Rumları sürgün edeceðiz, Ermeni nüfusu tehcir adı altında tamamen imha edeceðiz diye planladılar. Süryaniler de aynı politikada deðerlendirildi. Kürtleri de Türklere asimile etmeyi, Kızılbaşları da müslümanlıða asimile etmeye karar verdiler. Özellikle Balkan Savaşı'ndan sonra çok önemli projeler gerçekleştirildi. Ziya Gökalp gibi, Doktor Nazım gibi isimler belli başlı görevler aldılar."
Sosyolog Beşikçi, bu projelerin yaşama geçirilmesi için elverişli fırsatın beklendiðini ve Birinci Dünya Savaşı'nın bunun için bir fırsat oluşturduðunu ifade etti: "Böylece Rumlar sürgün edilmeye başlandı. Savaşın ilk yılında, 1915'in baharında Ermeni nüfus tehcir adı altında soykırıma uðratıldı. Ýttihatçıların bir projesi daha vardı; Osmanlı ekonomisini millileştirmek üzerine. Rumların ve Ermenilerin elindeki maddi gücü-zenginliði müslümanların denetimine vermeyi kararlaştırdılar. Onlardan kalan taşınmaz mallara el konuldu. Bugün Türkiye'de büyük burjuvazinin zenginlik kaynaðı Ermeni ve Rum mallarıdır. Yine Kürtlerde de aðaların malları Ermeni ve Süryani mallarıdır."
Beşikçi, Almanya'nın da yakındoðunun imhasında Ýttihatçılara önemli oranda yardım ettiðine dikkat çekti.
'KÜRTLER TETÝKÇÝ YAPILMAK ÝSTENDÝ'
Deðerlendirmesini Kürtler üzerine sürdüren Beşikçi, Kürtlerin de Ermenilere karşı 'tetikçi' olarak kullanılmak istendiðine vurgu yaptı: "Kürtlerin durumunu iki safhada deðerlendirmek gerekir: Birincisi, Kürtler hakkında, tabii ki söylediðimiz gibi asimilasyon temel bir politikadır. Ama egemen güç Ermenilerle, Rumlarla ilgili, Süryanilerle ilgili sorunların çözümünde, bir yandan asimile etmeye çalıştıðı Kürtleri kullanmak istedi. Gerek 1915'de, gerekse de milli mücadele temelinde, kısaca Kürtler 'tetikçi' olarak kullanılmak istendi. Sonradan da, Osmanlı yıkılıp Türkiye Cumhuriyeti kuruluyor ve Lozan'da devlet kendisine büyük bir garantı saðlıyor; bundan sonra Ýttihat Terakki'nin kararına devam ediliyor. Kürtlerin imhası da Cumhuriyetle başlayıp, bugünlere kadar sürüyor."
Devleti yönetenlerin zaman zaman özür dilemeye başvurduðunu hatırlatan Beşikçi, asıl çözüm yolunun özür deðil, tarihsel bilinç olduðunu anlattı: "Hiçbir sorunu özür çözmez. Bunun tek çözümü; döneme ilişkin ciddi araştırma ve incelemelerin yapılmasıdır. Bu sorunların hepsi birbiriyle ilişkilidir. Çünkü, işte Ermeni nüfus çürütüldü ve onlardan kalan taşınmaz mallar Bitlis'te, Muş'ta, Diyarbakır'da, Siirt'te bölgedeki Kürt aðaların eline geçirilmek istendi ve o zaman bu kişilerin de malları ellerinde tutabilmek için devletin görüşüne 'evet' demeleri istendi. Yoksa o malları kullanmalarına devlet izin vermeyecekti. Bu nedenle Ermenilerle ilgili sorun Kürtlerle, Kürtlerle ilgili sorun Ermenilerle de ilgilidir. Birbirlerinin hem nedeni hem sonucudur. Bu tür sorunların üstesinden gelmenin tek yolu konuyla ilgili araştırma ve incelemelere olanak tanınmasıdır. Çünkü toplum bilincinin halklar arasında gelişmesini saðlamanın önemi büyük. Bu bilince ulaşan kişiler, öbür halklara, kendi başlarına felaket ettirilmişse, bunun bilincine varacaðı için öbür halklara zarar vermeyecek, anlayışlı davranma tutumuna sahip olacaktır."
'MEDENÝYETÝ YOLLAR-BARAJLAR DEÐÝL; ÝFADE ÖZGÜRLÜÐÜ GÖSTERÝR'
Bir ulusun, egemenler tarafından tarihin belirli döneminde bölünmeye-parçalanmaya-paylaşılmaya çalışılmasının, sözkonusu ulusun yapısında büyük travmalara yol açtıðını söyleyen Beşikçi, "Bu, insanın iskeletinin, beyninin parçalanması gibidir. Ermenilerin de böyle bir sorunu vardır. Rusya-Osmanlı-Ýran arasında Ermeniler bir güç olamamıştır" dedi.
Kürtlerin hala egemen güçler tarafından baskı altında tutulmak istendiðine deðinen Beşikçi, bu fikrini, "Kürtleri görüyoruz; Ortadoðu'nun ortasında, 40 milyona yakın bir toplum ama küçücük statü elde etmesi engellendi. Ýşte mayın tarlalarıyla ve benzer yöntemlerle bölünmeye çalışıldı" sözüyle açıkladı.
Ýsmail Beşikçi, ifade özgürlüðü ve medeniyet kavramları üzerine de deðerlendirmede bulundu: "Ýfade özgürlüðü herhangi toplumun, devletin çaðdaş ve medeni olmasının temel göstergesi yollar, barajlar, fabrikalar ve büyük binalar deðildir. Bunun temel göstergesi; ifade özgürlüðüdür. Toplum buna sahipse, ifade özgürlüðü o ülkede kurumlaşmışsa, özgür eleştir,i kurumlaşmışsa zaten orada resmi ideoloji de yok, demektir. Resmi ideoloji demokrasinin önündeki en büyük engeldir. Ýfade özgürlüðünün olması ise o toplumda yolsuzlukların, dolandırıcılıkların olmaması demektir. Olursa bile şiddetli bir şekilde tepki görmesi, yargılanması demektir."
'BUGÜN, 1940 VE 1970'DE YAŞANANLARIN AYNISINA TANIÐIZ'
Türkiye'de ifade özgürlüðünün bulunmadıðını ve bu bakımdan 1940'lardan farklı bir dönemde olunmadıðını kaydeden Beşikçi, Behice Boran ve arkadaşlarının 1940'larda; Oya Baydar'ların da '70'lerde, bugünküne benzer operasyonlarla karşılaştıklarını söyledi. "Bugünse mesela Pınar Selek gibi, Müge Tuzcuoðlu gibi genç araştırmacılar, toplum bilimciler benzer baskıyla karşılaşıyorlar. Müge, Mart 2012'den beri Diyarbakır Cezaevi'nde tutuklu" diyen Beşikçi, Müge Tuzcuoðlu'nun köyü yakılan ailelerin çocuklarıyla ilgilendiðini, bunlarla ilgilenmenin ise devletin suçlarını açıða çıkaracak nitelikte olduðunu ve devletin böylesi gerçeklerin açıða çıkmasından çekindiði için tutuklamalara başvurduðunu söyledi.
Beşikçi, Kürtlerin yurtlarından koparılmaya bugün de devam edildiðine dikkat çekerek, şöyle dedi: "Kendi topraklarında su var, aðaçları var, toprakları var, tavukları var ama şehirlerin varoşlarında maðdur bir yaşam sürdürüyor, Kürtler. Bütün bu yaşamların bilinmesini devlet istemiyor. Ýfade özgürlüðünü bu bakımdan da engelliyor. Yani her türlü gerçeðin araştırılması, devletin engellediði bir husus."
Beşikçi, Türk Devleti'nin artık toplumsal talep ve dinamikleri ciddiye almaya mecbur olduðunu kaydederek konuşmasını sonlandırdı.