'Kürt tiyatrosunun, sanatının potansiyeli ve birikimi çekim merkezidir'

'Kürt tiyatrosunun, sanatının potansiyeli ve birikimi çekim merkezidir'

Sahne, Perde, Ekran, Mikrofon Oyuncuları Sendikası (Oyuncular Sendikası) Ankara Birimi'nden ve Genç Oyuncular Sahnesi Genel Sanat Yönetmeni Selim Kalıç, sendikanın sanat cephesinde hak arama mücadelesinin örgütlü bir tanımının yapıldığına dikkat çekerek, 7'den 70'e tiyatrocuları, oyuncuları, sanatçıları bir potada buluşturarak önemli bir etkinlik platformu olduğunun altını çizdi. Kürt tiyatrosu ve sanatının Türkiye tiyatrosu ve sanatından bağımsız olmayıp, ortaklığı sendikal harekette de yakalaması gerektiğinin elzem olduğu görüşünde olan Kalıç, "Bu Türkiye'de bir ilk. Bununla birlikte yürütülecek çalışma aynı zamanda Türkiye'deki Kürt tiyatrosu başta olmak üzere Kürt kültür sanatını da kapsıyor. Diyarbakır, İstanbul'un karşısına bir kültür sanat şehri olarak bir çekim merkezi haline gelebilir. Bunun potansiyeli ve birikimi var. Bunun harekete geçirilmesi ve batıdaki sanatla, tiyatroyla bütünleştirilmesi şart. Haliyle 27 Mart'ı Newroz coşkusuyla buluşturulması lazım" dedi.

Türkiye'de sanat alanında yaşanan temel sıkıntıların başında örgütsüzlük ve buna bağlı olarak ortada duran fikir ayrılıklarından kaynaklı ciddi bir dağınıklık, parçalanmışlık iklimi hakim. Bu noktada onyılları kapsayan sanat yolculuğunda ilk örgütlülük olarak ortaya çıkan Oyuncular Sendikası Ankara Birimi'nden Selim Kalıç, çocuk oyunculardan yetişkinlere, sanatın tüm alanlarındaki güvencesizlik, örgütsüzlük gibi temel sorunların çözümü noktasında önemli parametrelerin altını çiziyor. Aynı zamanda Genç Oyuncular Sahnesi Genel Sanat Yönetmenliğini yapan Kalıç ile Oyuncular Sendikası'nın kuruluş felsefesi, hedefleri, Türkiye'deki sanat algısı ve yaklaşımının yanı sıra 27 Mart vesilesiyle de Kürt tiyatrosunun, sanatının yaşadığı süreci, Türkiye toplumunun Kürt tiyatrosuna, sanatına yaklaşımını konuştuk.

- Oyuncular Sendikası’nın genel meslek tanımı çalışmasıyla başlayan bir örgütlülük süreci var. Bu noktadan başlayalım isterseniz

Türkiyedeki en büyük sorun oyunculuğun meslek olarak tarif edilememesi. Dolayısıyla bu alan özellikle şehir tiyatroları ve devlet tiyatroları tarafından giydirilmiş ama oyunculuk meslek olarak değil sanatsal olarak tarif edilmiş. Operadakini, baledekini, tiyatrodakini, orkestaradakini tarif etmiş ama özel alana dair hiçbir tarif yok. Tiyatrolar zaten şirket. Mesela bazı şirketler vardır özel alanı vardır. Mesela maden şirketleri. Herkes maden şirketi açamaz. Ama tiyatroda bu yok. Herkes şirket kurup yanında çalıştırır. Kriter yok. Kimin olduğu belli değil. İster okul mezunu olur ister sokakta çalışan. Nitelikli de niteliksiz de çalıştırır. Özellikli kadroları alamazsınız. Orada iş yapabilmesi için alana ilişkin diploması ve deneyimi olması gerekiyor. Olmadan olmaz. Herkes oyuncu olur mantığıyla geliyor. Ama bunun mesleki olarak bir ilişkisinin olması lazım. Vasıfsız da değil. Meslek birimiyle kaydolacak, ilişkide olacak.

En büyük açığı bu. Yeni yeni oluşuyor. Sahipsizliği buradan geliyor. Bununla ne yapıyor? Seksen öncesi gelenekte tiyatroda ahlaki bir disiplin oluşturulmuş. Onlar sanki bu işin yasal kanunlarıymış gibi oyun yarıda bırakılmaz deniyor. Ama aylarca sürünüyorsa oyuncu ne yapacak? Ne olursa olsun oyunu bırakmamalıydın derler. Bu şeylerle buraya kadar geldi ite kaka. Ekonomi bir değil. O zaman paran olmasa da karnın doyuyordu. Şimdi iki liran olmadığında evden çıkamıyorsun. Ekonomik ilişkilerin diğer iş ilişkileri gibi bir şeye abğlı olması lazım. Bu insan sahneye çıkıyor. Oturma, dinlenme, çalışma alanı, saatleri de uygun olarak düzenlenmeli. Yönetmen gelir ucu açık, der, geçmiş olsun. Bu ne demek, sabaha kadar gider demek.  Bütün bu şey sıkışıklığa getiriliyor.

- Hem fiziksel hem psikolojik olarak yıpranıyor, güvence yok bir yerde.

Evet öyle. Sigorta hiç yok. Kafasına sahneden bir şey düşse bitti gitti. Geçmiş olsun. Tiyatronun iyi niyetiyle masrafları karşılanıyor ama kişisel.borç altına girmiş, ne olacak? Paran yok. Dolayısıyla oyuncular sendikası adım adım bunu hayata geçiriyor. Gerek Maliye gerekse de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanılıklarıyla yürütülen çalışmalar neticesinde meslek olarak tanımlanması söz konusu.

Çocuk oyuncularla ilgili kanun çıkartmak üzere sendika. Büyüklerin yanında büyüklerle beraber hatta onlar çocuk olduğu için hiç görünmüyor. Büyükler uzun saatler dayanır ama çocuklar nasıl dayanacak? Büyüklerin dinlenme yeri var ama küçüklerin yok. Sendikanın yaptığı çalışmalarda Avrupa’daki örneklere baktığımızda çocukların alanları düzenlenmiş. Bir günde 2-4 saat çalışır. O çalışma saatinde çocuğun yanında psikoloğu vs. hazır olur. Biz de hiçbir şey yok. Bul bir çocuk oynat. ILO’nun baskısı biraz da ilk adımı attırdı. Çünkü mesleğin tanımında mesleki yeterlilik kurumuyla iş yapması lazım. Mevcut alandaki oyuncularla mesleki yeterlilik çalışmaları başlatılacak. Geçiş aşaması olarak üç ay, bir yıllık süreçte yeterlilik kurumu tarafından mesleki olıarak tescillenecek.

Diğer adımıysa kurumsal tiyatrolarda mesleki yeterliliği tescillenmiş kişilerle çalışacak. Kafasına göre okul mezununu alamayacak. Okul okumakla bitmiyor. Pratik olarak bunu tecrebe etmiş olması lazım. Okul okumayla olduk bittik diyenler var. Bunlar deneyimlerle, pratikte netleşecek mesleki yeterlilik dediğimiz şey bu.

- Bilinen bir rakam var mı peki Türkiye'deki tiyatro oyuncusu sayısında? Ya da bu alanda çalışanların.

Tahminen dizi, film, tiyatroda profesyonel olanlar için tabi, sendikanın tahmini rakamı faal olarak çalışan 5 binin üzerinde oyuncu var. Genele baktığımızda profesyonel olmayan yarı profesyonel olanları da kattığımızda yeni diziler ve yeni insanlarla 10 bini geçtiğini düşünüyor sendika. Diğer sahne oyuncusu dans, opera, tiyatro, dizi, sinema, mikrofonda şöyle; radyoda oyunculuk performansıyla bir şeyler yapanlar var. Seslendirme ve dublaj sanatçıları var. Onu kapsayan bir şey. Avrupa'daki ölçekleri çok daha geniş. Bizdeki profesyonal oyuncu odaklı. Mesela İngiltere’de seks shoplarda çalışan kadınlar da oyuncular sendikasına üye. Çünkü oradaki sendikaya göre oyunculuk performansı gösteriyor. Sanatsal olmayabilir. Bir performansla soyunuyor. Onlar daha geniş tutmuşlar.

- Bakış açısıyla alakalı yani.

Tabii ki, onlar çözmüşler meseleyi. Ama biz de halen çözülmedi. Onları dışladığımızdan değil. Asıl işin özünde olan oyuncular yok ortada.

- O zaman burada halen yolun başı sayılıyor?

Tabii ki, maliye kadro veriyor. İkili bir durum var. Mühendis kadrosu verip sözleşmeli sanatçı yapıyor. Özlük hakları olarak mühendis gibi başlıyor. Onların tazminatları, devlet memurluğu içinde haklarıyla gidiyorlar. Kadrolu sanatçılar için böyle. Maliye bunu çıkardı bünyesinden. Onun için devlet tiyatrolarına kadro verilmeyecek. O kadro nereye girdi? İşçiye girdi.

- Bu ne zamandan beri böyle?

Son tartışmalar, özelleştirmelerden bu yana böyle. Oyuncular Sendikası'nın mesleki tanımıyla bu süreç açıldı. Sözleşmeli personel dediğimiz bu. Memur da sözleşmeli personel oluyor. Aslında işçi.

ÖRGÜTLÜLÜK SAYGINLIK VE GÜVENCEYİ GETİRİR

- Bu neyi getirir?

Bu örgütlenmenin genişlemesini getirir. Olumlu yanını düşünüyorum. Olumsuz yanı ise güvencesi zayıflamış olacak. Her şeyiyle ikramiyesiyle, tazminatıyla özel görev tazminatıyla, gibi gibi kamu personel rejimi içinde kazandığı haklar bu sözleşmelerle tersyüz olacak. Sınırlı olacak. Bir iki yıllık sözleşmeler. Bu hakları kazanman için 20-30 yıl çalışman gererecek. Bunlar hep taşeronlaşmanın yüzünden. Dolayısıyla tam kazandım derken yeniden başlamak zorunda kalıyorsun. Aynı işyerinde sözleşmeli 20 sene çalışırsın bir iki sene çalışmış gibi kıdem tazminatı olmadan emekli olursun.

- Esasen toplumsal katmanda bir yerde saygınlık gerektiren bir meslek. Yetenek gerektiriyor. Olumsuzluk açısından sormuştum bir önceki soruda. "Ne saygı ne itibar görüyorum" düşüncesi o sanatçının moral değerlerini, üretimlerini nasıl etkiler?

Yıpratır bu. Bir mühendise kadrosunu yaratırken onu niye erken başlatıyor, niye fazla para veriyor, niye güvence getiriyor? Kadrosuyla ilgili. Aynı şekilde oyuncunun sanatçının kendi mesleki şartları ve yapısına göre aynı ya da farklı özel konumuna göre düzenlenmesi gerekiyor. Oyuncunun ve meslek örgütü, sendikanın kendisiyle alakalı bir iş haline gelecek. Örgütlenme genişledikçe çalışan tiyatrolardaki özel ya da resmi, mesleki kriterlere göre bir dükkan açarken bile dört ayrı belge şart. Tiyatroda böyle bir şey yok. Akşam yat, sabah kalk tiyatro şirketi kur. Buradan başlanacak yani. Başındayız henüz.

SANAT, SİYASİ-EKONOMİK HEDEFLERLE ORANTILI OLMALI

- Bu, aynı zamanda ülkenin özellikle de iktidar yönüyle sanata bakış açısını da gösteren bir durumdur, diyebilir miyiz?

Siyasi, ekonomik hedeflerle orantılı bir biçimde gelişebilmesi için ülkenin sanatsal faaliyetlerle de içi doldurulmalı. Siyasi, ekonomik çalışmaların yanı sıra cumhuriyetin ilk yıllarında köy enstitüleri, halk evleri, radyosu, halk müziği korosuyla sanatı geliştiriyorlar. Paralellik olmak zorunda. Bir değişim ve sıçrama eşiğine geldiysen siyasi olarak arka planında sanatsal olarak doldurulmalı ve geniş olmalı. Bu genişlik alanı kapsamalı ki, senin o siyasal, ekonomik hedeflerin toplumda karşılığını bulsun. Bunu üstelik en essetik, keyifli ve güzel biçimde bulsun.

- Kapsayıcılık demişken sendikanın Türkiye koşullarında kapsayıcılığı, örgütlülüğü ne düzeyde?

Sendikanın başardığı en güzel şey, avantaj olarak görünen, ekranlarda görünen ünlülerin tamanına yakını sendikaya üye oldu ve sahip çıktı. Burada sendikaya asıl ihtiyacı olan grupların mesafeli davranması durumu var. Onlar da, bunlar ünlü onların kurduğu bir sendika onlara hitap edecektir diye düşünüyor. Onların yapısıyla ilişkili. Piyasada karşılaştıkları nedeniyle soğuk yaklaşıyor. Türkiye'de oyuncular, bu meslek hak ettiği yerde olsa tabi ki o zaman ben de farklı bir sendikayı kurarım dersin. Ama sorun temel. O ayrışmaya gelmedik henüz.

SENDİKAYA ASIL İHTİYACI OLANLAR UZAK DURUYOR

- Farklı bir sendikadan ziyade, zemini olsa bile tek vücut halinde sanat cephesinin bir örgütlülüğünün olması daha etkin oluşunu getirmez mi?

Şöyle düşün. Sendikanın taleplerine baktığında mesleki şartlara kimin ihtiyacı var? Halit Ergenç’in mi ihtiyacı var yoksa diğer grupların mı? Bir Nurgül Yeşilçay üst düzeyde kazanıyor ekonomik olarak. Tam tersi sendikanın asıl kesimi bu diğerleri. Sendikanın yoğunluğu İstanbul ağırlıklı. Şimdiyse Ankara, İzmir Eskişehir, Adana gibi yerlerde şehir ve devlet tiyatrolarının olduğu yerlere gidecek örgütlenmek için. Çünkü oyuncuların toplu olarak yer aldığı yerlere yönelim var. Oyuncular nerede toplandıysa orada toplanalım düşüncesi. Ankara’da devlet tiyatrosu ağırlıklı olduğundan o kanaldan girmeye çalıştı. Memur işçi sürecinde asil üye olup olmama engelleri filan burada bizlerin desteğiyle özel tiyatrocuların üzerine kaldı. Nereden baksan ikiyüz üçyüz üye çıkar. Dublajla birlikte daha fazla çıkar. Devlet tiyatrosu yüküne baktığında orada daha nicel. Bu tarafını örgütlemeye çalışırız. Ankara'da 50-60 kişiye ulaşıp üye yaptık. Kültür Sanat-Sen'le görüştük, yanlış anlaşılmayı giderdik. Sendikada asil üye olup oy hakkı kazanmaları için buraya da üye olmaları gerekiyor.

- Sendikanın geldiği noktayı açtınız, bundan sonrası için sendikanın bahsettiğiniz bu oyuncuların a'dan z'ye çalışanların sorunlarını masaya yatırıp, çözüm noktasında neye ihtiyaç var? Şimdi nicel anlamda örgütlülüğe ulaşıldığında bu niteliğe dönüşmezse ne olacak?

İnsanlar somut kazanımlar bekliyor açıkçası. Bu hayata geçtiği andan itibaren genişlemek zorunda kalacak. Herkes nitelikli bir şekilde sahip çıkmaya bakacak. Dolayısıyla şu anda acaba ne oluyoru bekliyor, diğer mesafeli duran arkadaşların çoğu. Önemli olan bu işin başlıyor olması. Yürüyor olması. Çünkü artık katar yola çıktı. Burada inenler binenler olacaktır. Ama bu iş yürümek zorunda. Çok büyük bir sorunu halletmiş durumda. Uluslararası Aktörler Federasyonu'na üye olmaya giderken "nerede kaldınız?" diye soruyorlar. Koskoca Türkiye, herkes var siz yoksunuz. 80-90 yıl sonra böyle bir örgütlenme çıkıyor. Birlikte mücadele etmeyi, hak aramayı, özgürlüklere sahip çıkmayı öğreniyoruz. Bu çelişkiden kurtulduk. Bu anlamıyla önemli bir şey. Bu dinamikler nereye götürürse oraya gider sendika. Sendikal mücadelede şu bu yanlış yapıyora inanmıyorum. Sen daha dinamik ol ve ötekine kaptırma o zaman. Dinamiklikte teslimiyet çıkmaz. Onu hazır tutmak lazım. Seni götürüyor dinamiklik. Sen ondan daha dinamiksen çevirirsin yönünü.

27 MART NEWROZ COŞKUSUYLA BİRLEŞMELİ

- Bölgede tiyatroda da bir hareketlilik var. Tiyatro festivalleri düzenlenmeye başlandı. Gelişim seyri içinde sendikaya yaklaşımı nasıl olmalı sizce?

Kürt tiyatro hareketi şu anda başlangıç olarak olumlu bir yapıya büründü ve sürece girdi. Ancak bunun daha büyük aşamalara ulaşması için o küçük adımını büyütmesi gerekiyor. Bizde de hep tartışıldı. Türkiye tiyatrosu mu, Türk tiyatrosu mu? Kavram itibariyle. Türkiye tiyatrosuna hep Türk tiyatrosu dendi, politik olarak öyle algılanması istendi. İstanbul'da Ermeni, Rum azınlıkların tiyatrosundan geldik Kürt tiyatrosuna. Kürt tiyatrosu kendi özelinde dili itibariyle kendini korumak zorunda. Bugünkü sürece uygun olarak halkların kardeşliği, barış sürecinde Türkiyelilik noktasına yaklaşmalı. Politik, ekonomik olarak gelişen Kürt ulusal hareketi kendini nasıl sol, sosyalist, ilerici güçlerle ittifak yapıp onlarla hareket etme derdiğini güttüyse bunun aynı yansıması kültür sanat alanında tiyatroda da olması lazım. Her ne kadar Kürt tiyatrosunu yaratma derdinde olsa da ilerici, sosyalist yapılardan uzak durmamalı. Onlar Kürtçe bilmiyor diyerek bunu yapmamalı. O ilişkiyi sağlamalı. Süreci ele alması lazım. Diyarbakır'ın kültür sanat birikimi ortada. İstanbul ile rekabet edecek hale gelmiştir Diyarbakır, kültür ve sanat alanında. Zemini var. Yeter ki, o potaünsiyeli harekete geçirebilelim. Kime söylenirse söylensin Diyarbakır'a gitmeyecek ne oyuncu ne eser sahibi tanımıyorum. İlk gitmek isteyeceği yerdir. Çekim merkezidir. Bu büyüklüğe ulaşmak zorunda. 27 Mart'ı en anlamlı kutlayacak yer Diyarbakır ve Diyarbakır tiyatrolarıdır. Sembolik bir anlamla yaklaşılıyor oysa. Ama bu Newroz'un bir parçası, o coşkunun bir parçası. O coşkuyu sanatsal olarak ifade etmeli. Aradaki 5 günü haftaya yaymalı. Yenilenme, yeniyi bulma ritüeli zaten. Bunu en güzel hareketle ifade ediyorsun. Başı da zaten tiyatro. 27 Mart'ın eklenmemesini eksiklik olarak görüyorum Diyarbakır’da. Diyarbakırlı tiyatrocu ve sanatçıların öncülüğünde coşkulu bir biçimde kutlanması gerektiğini düşünüyorum. Uzun erimli bir etkinlik, festival de olabilir. Hangisi olursa bir şekilde olmalı. Daha anlamlası politik sürece uygun İstanbul'un karşısında ciddi bir kültür sanat merkezi haline gelmeli. Bu potansiyel var. Yeter ki o güç birliğini yakalayalım.

KÜRT TOPLUMU YENİYİ ARADIĞI İÇİN SANATA DAHA YAKIN

- Aynı zamanda Diyarbarkır’daki sanat, tiyatro özelindeki sürecin bir sıçrama, sinerji oluşturması demek. Tiyatro ile uğraşan guruplar ya da topluluklar için de bir feyiz kaynağıdır.

Tabii ki, asimilasyondan kaynaklı Kürtçenin öne çıkması anlamlı. Kürtçe bilen oyuncular tercih ederken yarın belki İstanbul'daki Adana'daki oyuncular sırf Diyarbakır'da turne yapmak için Kürtçe çalışacak. Kürtçe oynayacak. Arz talep dengesi. İzleyici bulacaksam niye Kürtçe öğrenmeyip, oyun oynamayayım?

- Siz bölge illerine gidip turneler yaptınız. Oradaki atmosferi gördünüz. Politik bilinci var ciddi anlamda Kürt toplumunun. Bu sanatla, tiyatroyla ciddi buluşmalarla toplumsal aydınlanmanın da motor gücü olma niteliği söz konusu. Buradan da değerlendirilebilinir.

Bunu yarattı zaten. 1980 öncesi tiyatro ile bugünkü bölgedeki şeyi karşılaştırdığında görüyorsun bunu. Siyasi, politik mücadele ne kadar yükseldikçe halk hareketi yükseldikçe coşku ve ilgi de yükseliyor. Bu süreçte en yoğun ilgiyi oralarda gördük, hissettik. Batıda, diğer bölgelerde belli bir alışkanlığın, rutinliğin gereği olarak ilgi gösteriyor. Bölgede öyle değil. Açlık var. Yeniyi araştırıyor. Ne diyecekler diye bekliyor.

DİYARBAKIR'DA GECEDE 20 ETKİNLİK OLUYOR

- Üstelik siz orada oyunlarınızı Türkçe oynadınız, buna rağmen ilgi böyle. Oradaki sanatın Kürtçe olması halinde daha yoğun bir ilgi ve toplumsal bilinç oluşacak.

Tabi ki. Bu hareketi, coşkuyu doğru taçlandırmak ve doğru yere taşımak gerekiyor. Öyle bir yer ki, dinamiklikten bahsettitk ya hacmini doğru şekilde değerlendirnip doldurmazsanız doldurulur orası. Bilmediğiniz, hissetmediğiniz şeyle dolarsa bu da nereden çıktı olur. Bu da yozlaşmaya itebilir bu yükselişi. Diyarbakır'a gittiğimizde ne var ne oluyor diye yokladık. 20-30 etkinliğin bir gecede olduğunu görüyoruz. Diğer taraftakiler bilmiyor. Diyarbakır'da bir konser var sanıyor. Aynı anda onlarca sanatsal etkinlik var. Bunu doğurabiliyor, taşırabiliyor. Bunun bilinmesi lazım. Duyurulması lazım. Uyanık olunmalı. Süreç bu süreç. Eski sürece takılıyoruz hep.

Madem büyük iş yapılıyorsa o büyüklükte ses çıkmalı. Diğer alanlardaki etkinlikler de var. Bunun kendi rutinine dönmesi lazım. Tiyatro, heykeltıraş, bale Diyarbakır'ı kendi etkinlik alanına alabilmeli. Diyarbakır'a gidebilirim denilmeli. Bunun duyulması lazım. Herkes gidebilir. Bale olur opera olur her şey olur. Potansiyel var. Halen Erzurum'a gitmiş de böyle zulüm görmedik diyor. Bunun arka planını anlatmıyorlar. Bir etkinliğe giden yaşlı bir kadın, kendim için değil üç torunum için geldim diyor. Şimdi bu yaklaşım bir açı. Bu Anadolu'nun her tarafında var. Ama bölgede zaten politik mücadelede algılar açık. Çok büyük bir gelişme var. Sanatla taçlanması lazım. Daha çok merkezileşmesi lazım. İstanbul'un karşısında aday olmalı Diyarbakır. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, surlarla, tarihi dokusuyla ilgili çalışmalar yapılacağını söylüyor turizm anlamında. Bunun kültür sanatla birleşmesi lazım.

BÖLGEDEKİ DEVLET TİYATROLARI KAYMAKAMLIKTAN ÖTEYE GİTMİYOR

- Bölgede Diyarbakır, Van Erzurum gibi belli başlı yerlerde devlet tiyatroları var. Bunlar da tekçilik mantığıyla Türkçe oyunlar oynuyorlar. Türkçe oyunlara da Kürtlerden doğru talep ya da ilgi yok. Kendi başlarına ayakta durmaya çalışan Kürt tiyatro toplulukları var. Dil sorunu başlı başına bu anlamda sıkıntı. Demem o ki, 2000’lerden bu yana tartışılıyor. Anadile dönük olumlu karşılanan açıklamalar da oluyor. Tekçilik, resmi ideolojiyle şekillenen tiyatroların topluma ne faydası olur?

Devlet tiyatrosunun sıkıştığı alanlardan biri de bu. Oraya devlet tiyatrosu açıyorsan yerel ilişki kuramayıp, sahneyi paylaşıp yerel unsurlarla çalışma yapamıyorsa devletin kaymakamlık işini yapar gibi bir iş yaparsın. Devlet tiyatrosunun sıkıştığı nokta bu. Yapamıyorlar. Yaptırmadılar da. Korktular. Ben Erzurum'da Kürtçe oyun koyacam dedi de adamı görevden aldılar diye bir şey yok, olmadı. Teşebbüs etmedi. Yerel grupla bir iş yaptı başına iş geldi diye bir olay duymadım. Devlet tiyatrosu kendi dışındaki, devlet konsearvatuarı dışındaki tiyatro bölümlerine dahi tepeden bakıyor. Kendi elleriyle düştüler AKP’nin tuzağına. Bu kadar da elitisttirler. Sıkıntı bu.