Kirli savaşta önce gerçekler öldürüldü

Kirli savaşta önce gerçekler öldürüldü

PKK yok sayılan Kürt halkının baðrından çıktı ve Kürt sorununun nedeni deðil sonucudur. PKK’yi silahlı direnişe zorlayanın 12 eylül faşizmi olduðu bugün daha net görülmektedir. Türkiye’de sınırlı düzeyde bile demokratik bir yapılanma olmuş olsa ve Kürtlerin halk olarak varlıkları Kabul edilip hakları tanınmış olsaydı, PKK’nin tercihi elbette demokratik siyasal mücadeleden yana olacaktı. Ama yüzyıllık inkar ve imha politikalarının geldiði sonuç yeni bir Kürt isyanıydı. Ancak bu isyan, gerek ideolojik-örgütsel önderliði ve gerekse de siyasal perspektifi öncekilerden çok farklıydı. Kendisini Kürdistan’daki klasik Kürt isyanlarını bastırmaya göre konumlandırmış olan Türk ordusu, mevcut strateji ve taktiklerle hamleyi hemen bastıracak güçte deðildi. Klasik halk savaşlarının sıradan gerilla taktikleri karşısında bu ordunun çaresiz kalması kaçınılmazdı. Ýlk gelişmeler bunu kanıtladı. Devreye NATO’nun girmesi gecikmedi.

Siyasal, toplumsal bir sorun olarak ele alınıp çözüm aranacaðı yerde Kürt sorunu bir “terör” ve güvenlik sorunu olarak ele alınınca askeri çözümde ısrar edildi. “48 saatte kökü kazınacak” nutukları atıldı. Sıkıyönetim ve Olaðanüstü Hal uygulamalarıyla Kürdistan’da her türlü devlet terörü uygulandı. Savaş hükümetleri-koalisyonları kuruldu. Sayısı 50 bine varan kontr-gerilla ordusu, 90 bini aşan köy korucusu, devlet eliyle oluşturulan islami tandanslı Hizbullah terörü, güney’deki Kürt partilerin 30 bin dolayındaki peşmerge gücü ve yarım milyonun üzerinde TSK’ya baðlı düzenli ordu gücü PKK’nin 10 bin civarındaki silahlı gerilla güçlerini ezmek, yok etmek için savaşa sürüldü. 29 yıldır denenmedik askeri yöntem bırakılmadı. Savaş hukuku ve ahlakında yeri olmayan her türlü insanlık dışı uygulamalar, 17 bin beşyüz faili devlet olan cinayetler, yakılıp yıkılan 4 bini aşkın köy, yerinden yurdundan edilip zorla Kürdistan ve Türkiye metropolllerine göçertilen 3 milyondan fazla insan…

SON 30 YILIN TÜRKÝYE’SÝ: KÝMLER GELDÝ KÝMLER GEÇTÝ

Apolitikleştirilen toplum üzerinde medya yoluyla her türlü psikolojik özel savaş denendi. Kitlenin bilinci çarpıtıldı, ruhu karartıldı. Bir futbol maçını kaybederken bile “kahrolsun Kürtler” diye slogan atıp Kürtlerin evlerini taşlayan psikolojik, ruhsal olarak hastalıklı bir Türk toplumu gerçeði oluştu. Kürdü linç etme kampanyaları düzenlendi. Siyasi partiler, dernekler, aydınlar, yazarlar, sanatçılar, sporcular, mafya babaları ve daha niceleri Kürtlere karşı kin ve nefreti geliştirmeden, her türlü hakarette bulunmadan işini sürdüremez oldu. Ulusal seferberlik ruhuyla yüklenilip kitleler milliyetçilik zehriyle Kürt düşmanı kılındı.

Anti demokratik ve faşist karakterli 12 Eylül anayasası yetmedi, Devlet Güvenlik Mahkemeleri ile Kürt ve Kürdistan’a dair her şeyin suç kapsamına alındıðı Terörle Mücadele Kanunları düzenlendi. Gazete binaları bombalandı, gazeteciler öldürüldü. Çiller’in eline ölüm listeleri tutuşturuldu.

Sonuç: 29 yılda 40 binin üzerinde insan yaşamını yitirdi. PKK bitmedi, aksine; daha da güçlenerek bölge siyasetinde kilit öneme sahip bir aktör haline geldi. Devletin resmi ideolojisi iflas etti. Ýnkar ve imha politikası çöktü. Çok övündüðü şanlı ordusu gerilla mücadelesi karşısında her türlü ileri teknolojik donanıma raðmen savaşamaz duruma geldi. Türkiye ekonomisi savaş ekonomisine dönüştürülerek halk yoksullaştırıldı. Savaştan beslenen siyasi ve askeri çeteler Türk devleti ve toplumunu her anlamıyla bir felakete sürükledi. Örtülü ödenekler, bankaların hortumlanması ve bir gecede milyarder olan savaş rantçıları… Toplumsal soruna hiç bir çözüm üretme derdi olmayan parlamento ve siyasi partilere inanç kalmadı. Sayısal istitastik olmanın ötesinde siyasal bir deðer ifade etmeyen kaç hükümet, kaç başbakan, kaç genelkurmay başkanı, kaç MGK toplantısı ve genel sekreteri geldi geçti. Çoðunun adı bile unutuldu. Her yeni gelen büyük bir kararlılıkla “bitireceðiz” dedi, ama kendisi bitti. Ne hikmetse her genelkurmay ancak emekli olduktan sonra gerçeði itiraf etmeyi ve “sorun askeri olarak çözülemez” demeyi akıl etti. Kürt ve PKK sendromu yaşayan, sistemi Kürt inkarı üzerine kurulu olan Türk ulus-devleti PKK ve Kürtleri ezmek için alacaðı destek karşılıðında tüm kaynaklarını dış güçlere peşkeş çekti.

Dünyada ve bölgedeki siyasal, toplumsal gelişmeleri saðlıklı deðerlendirecek bir bilimsel bakıştan koptu. Bunun sonucunda hiç istemediði halde ve tüm faşizan çabalarına raðmen Güney Kürdistan’da federe bir bölgesel yönetimin yanısıra Suriye’de demokratik özerk Kürt yapılanmasının gelişmesini engelleyemedi.

BÝR MUHATAP BULUNAMADI

28 yılını geride bırakan silahlı direniş Türkiye’de yıllarca kamuoyundan gizlenen bir çok gerçeði açıða çıkarması bakımından da bir hayli öðretici derslerle doludur. “Savaşta ilk önce gerçekler ölür” sözü en çok da Kürdistan’daki kirli savaşta anlamını bulmuştur. Sadece 3 Kasım 1996’daki Susurluk kazasıyla açıða çıkan belgeler bile Kürdistan’daki savaş içinde devletin, siyasetin, ordu, istihbarat ve emniyetin ne kadar mafyayla içiçe geçerek kirlendiðini gözler önüne sermeye yetti. Vatanseverlik ve milliyetçilik söylemlerinin altında her türlü pislik ve çıkar ilişkisinin gizlendiði açıða çıktı.

12 Eylül faşizmine ve onun askeri saldırılarına silahla direnen, devlet, siyaset ve ordu kurumunu bu silahlı direnişle önemli oranda işlemez kılan PKK, aslında sömürgeci, soykırımcı rejimin silahının işe yaramadıðını gösterdi. PKK lideri Abdullah Öcalan, daha 1988 yılında gazeteci M. Ali Birand ve Doðu Perinçek’le gerçekleştirdiði görüşmelerde kanallar açılırsa tercihinin siyasal mücadele olacaðını ifade etmişti. Sorunun demokratik siyasi zeminde çözümüne yoðunlaşan Kürt Halk Önderi her fırsatta bir muhatap aradıðını vurguladı.15 Aðustos 1984 askeri atılımından 9 yıl sonra, 17 Mart 1993’te Kürt sorununun demokratik siyasal çözümü için ilk adımı attı. Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın çaðrısı üzerine tek taraflı ateşkes ilan ederek siyasal çözüme hazır olduðunu beyan etti. Aralık 1995’te de dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın gizli aracılar ve mektuplarla yaptıðı ateşkes talebine olumlu yanıt verdi. 28 Aðustos 1998 yılında ise genelkurmayın talebi üzerine üçüncü kez tek taraflı ateşkes ilan ederek silahlı mücadele yerine siyasal demokratik yollarla çözüme gitme beyanında bulundu. Ýlk ateşkes Özal’ın öldürülmesiyle, ikinci ateşkes 28 Şubat darbesi ve Erbakan hükümetinin düşürülmesiyle, üçüncü ateşkes ise uluslar arası komployla boşa çıkarıldı. Dikkat çeken diðer bir nokta da her ateşkes ilanından sonra Kürdistan genelinde yoðunlaştırılan askeri operayonlar oldu. Ateşkesler, gerillayı ezmenin fırsatına dönüştürüldü. Aynı oyun günümüzde de AKP eliyle tezgahlanıyor.

AKP: KÝRLÝ SAVAŞTAN ÇIKAN AK(!) PARTÝ

Türkiye’de iktidar olabilmenin yegane koşulu Kürdistan’da siyasal egemenlik saðlamak ve Kürtleri kültürel soykırıma uðratacak politikalar geliştirmektir. Bunu gerçekleştiremeyen hiç bir güç ve parti iktidarını sürdürememiştir. Bu gerçek görüldükçe her iktidar partisinin öncelikli hedefi Kürt özgürlük hareketini bir an önce tasfiye edip asimilasyon ve kültürel soykırımda sonuç almak olmuştur. Bu zihniyeti deðiştirmeden hiç bir partinin Kürt sorununu siyasetle çözme şansı yoktur. Bunu bugünkü AKP iktidarında da gözlemlemek mümkündür. Ulusalcı-Ergenekoncu kanadın inkar ve imhada sonuç alamadıðı anlaşılınca siyasal islamcı yeşil Ergenekon, devletin Kürdistan’da tutunabileceði son umut olarak rol aldı. Kürt halkının dini duyguları istismar edilerek Kürt inkarı ve imhasının sonuca götürülebileceði hesaplandı. Savaşın durduðu bir dönemde Kürt sorununu çözme iddiasıyla iktidar olan ve “Kürt sorunu benim sorunumdur” söylemiyle bu yönlü umut ve beklenti oluşturan AKP, 10 yıllık iktidarı boyunca gerçek anlamda demokratik barışçıl bir çözüm geliştirmek yerine sahtekar bir politika izleyerek Kürt özgürlük hareketini oyalamayı, zaman kazanarak iktidarını güçlendirmeyi temel taktik yaklaşım olarak benimsedi. Devletin tüm kurumlarını ele geçirdi ve hegemonyasını inşa etmeye koyuldu. Özal’ın yolundan gideceðini belirten Erdoðan’ın Çillerleştiði kısa zamanda açıða çıktı. Haziran 2011 seçimlerinde yüzde elli oy almasına raðmen Kürdistan’da siyasal hakimiyet saðlayamayan AKP, bu önemli kitle desteðini kalıcı bir barışa ve demokratik çözüme dönüştürmek yerine Kürt halkı üzerinde mutlak egemenlik saðlayıp demokratik talepleri bastırmaya yöneldi. Bunun için de önce özgürlük mücadelesini ezmesi gerekiyordu. Iktidarını saðlamlaştırdıðını düşünerek Kürt halkına ve özgürlük hareketine savaş açtı. Halkın iradesini kırmayı, böylece inkar ve imhada sonuç almayı amaçlayan askeri, siyasi soykırım operasyonlarını yaygınlaştırdı. Halkın özgürlük ve demokrasi talepleri gelişip gerilla direnişi de yaygınlaşınca AKP’nin hiç de sandıðı gibi güçlü olmadıðı ve direniş daha da yükseltilirse iktidarını kaybedeceði görüldü. Bunun üzerine PKK’ye “silah bırak, ondan sonra gel görüşelim” demeye başladı. Türk devletinin 30 yıldır uðraştıðı, başaramadıðı ve sorunu çözümsüz kılan da zaten bu zihniyettir. AKP şimdi buna yeni kılıf biçme telaşındadır.

Silah bırak öyle gel çözelim demek, Kürt halkına ve özgürlük hareketine teslimiyet dayatmasıdır ve AKP’nin kötü niyetinin dışa vurumudur. Bu söylem, aynı zamanda 30 yıllık silahlı mücadeleyle Kürt halkının iradesini kıramadıklarının da itirafıdır. Ortaya çıkan tablo; ismi ak, ama ruhu ve siyaseti kirli bir AKP gerçeðidir.

KIŞIN ‘BÝTÝRDÝK’LERÝ PKK’YLE BAHARDA NEYÝ GÖRÜŞECEKLER?

AKP, her günü operasyonlarla ve ölüm haberleriyle dolu geçen çetin bir kış süreci boyunca “bitirdik, belini kırdık, daðıldılar” söylemleriyle kamuoyunu aldatmaya çalıştı. PKK’nin eylem yapamaz hale geldiðini vaaz veren Türk medyası ve sözde siyasal-stratejik analistler de, baharla birlikte söz birliði içinde aðız deðiştirip çözüm için gizli görüşmelerin olduðunu, AKP’nin yeni bir çözüm stratejisi geliştirdiðini, genel affın ve Öcalan’a ev hapsinin yolda olduðunu, PKK’nin silah bırakacaðını müjdelemeye(!) başladılar. Erdoðan “silah bırakırlarsa askeri operasyonlara gerek kalmaz” dedi. Gazeteci Avni Özgürel Kandil’e gidip KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’la görüştü. CHP ve Kılıçdaroðlu’nun ‘Kürt’ çıkışı oldu. Beşir Atalay silah bıraktırmak için Güney Kürdistan’da görüşmeler yaptıklarını söyledi. Kürdistan Yurtseverler Birliði’nin (YNK) sözcüsü Azad Cündiyani, “Celal Talabani, ateşkes ilan etmesi konusunda ikna etmek amacıyla PKK ile görüşüyor,” dedi. Kürtçenin seçmeli ders olarak okutulacaðı açıklandı. Yeni anayasa çalışmaları gündemleştirildi. Tüm bunlar biraraya getirilince kamuoyunda “bu iş çözülüyor galiba” şeklinde bir hava oluşması saðlandı. Ancak PKK’nin bu konuda söyledikleri, bunun bir oyun (tasfiye konsepti) olduðu, ısrarla ve büyük bir titizlikle kamuoyundan gizlendi. Çok karşıt hususlar, topluma aynı anda ve gerçekmiş gibi veriliyordu. KCK Siyasi Komitesi, yazılı bir açıklamayla, Erdoðan ve yardımcısı Beşir Atalay’ın, Federal Kürdistan Bölgesi’yle görüşmeler yapıldıðına ilişkin açıklamalarına “Hareketimizin ve halkımızın iradesi dışında özgürlük mücadelesiyle ilgili yapılan her tartışma ve alınan her karar yok hükmündedir” şeklinde yanıt verdi. “Ýlgili taraflardan” açıklama isteyen KCK, AKP ve CHP’nin terör dedikleri sorun ile ilgili bir araya gelmelerinin, kesinlikle Kürt sorununun çözümünü deðil, “PKK’yi nasıl çözeriz” ittifakı geliştirmek için olduðunu belirtip şunları ekliyordu: “Sorun gerçekten çözülmek isteniyorsa, her şeyden önce adı konulmalıdır ki; bu sorun Kürt sorunudur. Muhatap aranıyorsa, muhatap bellidir. Önder Apo’suz hiçbir çözümün gerçekleşme şansı yoktur. Çözümün yolu deniliyorsa, Kürt halkının iradesi kabul edilecektir. Halkımızın demokratik özerklik talebi gerçekleşmeden ne çözüm ne de barış olmayacaktır.”

Belli ki ortada ciddi bir psikolojik savaş vardı. Toplumun kafası karıştırılmak, bilinci çarpıtılmak, yersiz beklenti içine sokulmak isteniyordu. Adil BAYRAM, 18 Haziran 2012 tarihli ‘Ayînesi Ýştir Kişinin’ başlıklı köşe yazısında bu gayretkeşliðe dikkat çekiyor ve AKP’nin içinde bulunduðu ruh halini deşifre ediyordu:

“Bir süreden beri AKP’nin yoðun bir arayış içinde olduðu görülüyor. Fakat bu arayışın başta Kürt sorunu olmak üzere ülkemizin temel sorunlarını çözmek için mi, yoksa oyalama yapıp zaman kazanarak iktidarını güçlendirmek için mi olduðu pek belli deðil. Kış boyunca Kürt direnişini kıramaması ve ezememesi, yine kısmen oluşmuş demokratik birliði daðıtamaması AKP’yi bu duruma getirdi. Baharın ve yazın gelişi AKP’lilere kâbuslar yaşatmaya başladı. Buna bir de Suriye’de ABD’nin krizi sürece yayma politikası eklenince AKP iktidarı tarihinin en sıkışık ve zor anını yaşar hale geldi.”

BARIŞA VE ÇÖZÜME KÝM ENGEL?

AKP ve akıl hocaları her fırsatta Türkiye’de Kürt sorununu çözmeye çalıştıklarını ancak PKK’nin buna engel olduðunu ileri sürüyorlar. Gerçekler hiç te AKP ve borazancılarının kurguladıkları gibi deðil. AKP hükümeti Türkiye’yi kritik ve zorlu bir viraja sürüklüyor. Söylemler çözüme dairken sergilenen pratik bunun tam tersidir.

PKK ve Kürt halkı Kürt Halk Önderi Öcalan’a yaklaşımı savaş ve barış gerekçesi kabul ediyor. Devletin Ýmralı’da uyguladıðı aðır tecrit bir yılı aştı, Öcalan’ın avukatları tutuklandı, Roboski’de 34 sivil insan “zaten figürandılar” denilerek katledildi, bir çok belediye başkanı, BDP, DTK çalışanı, on binden fazla Kürt siyasetçi KCK Davası kapsamında tutuklandı, özgür basın çalışanları zindanlara dolduruldu, cezaevleri toplama kamplarına dönüştürüldü, Urfa ceazevinde insanlık dışı koşullara isyan eden 13 mahkum öldürüldü, AKP faşizmini protesto eden, direnen ve sokaklara dökülen halka her türlü polis terörü uygulandı, üzerine bir de özel yetkili mahkeme terörü estirilip hak ve özgürlük taleb eden hemen herkes aðır cezalara çarptırıldı, askeri operasyonlar aralıksız devam ettirildi, Medya Savunma Alanları her gün bombalandı. Tüm bunlara tepki olarak gelişen Oramar baskını, ardından Şemzinan kuşatması ve Çelê eylemleri gerillanın direniş ve eylem gücünü ortaya serince “tam da sorun çözülecek ve AKP adım atacaktı ki…” diye başlayıp giden ve PKK’yi, çözümü sabote etmekle suçlayan içi boş cümleler AKP medyası ve paralı stratejistlerinin aðzına pelesenk gibi yapıştı. Ancak bu cümleler ilk defa kurulmuyor ve Kürtler de buna itibar edecek deðil. Ortada ne bir demokratikleşme adımı ne de Kürt sorununun çözümüne dönük bir siyasal irade beyanı vardır.

3 Temmuz 2012 tarihinde ‘Çözümsüzlüðü Örtme Çabaları’ başlıðıyla Yeni Özgür Politika gazetesinde yazan Hüseyin Ali bu gerçeði şu sözlerle dile getiriyordu:“Bu hükümet söylemle, gerçek politikalarını örten psikolojik savaş argümanı yapılan kimi adımlarla demokrasi güçlerini ve Kürt halkını oyalamayı bir politik tarz haline getirmiştir. Bu tarz Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü için en tehlikeli yaklaşımı ifade etmektedir. Bugünkü savaşın sürmesine yol açan da bu politik tarzdır. Onlarca yıllık mücadeleyle Türkiye'de bir demokratikleşme birikimi ortaya çıkmıştır. Türkiye halkı da Kürt sorununun çözümünü istiyor. AKP, halkın bu isteðini karşılama yerine bu demokratikleşme özlemlerini toplumu oyalayan sınırlı bazı adımlarla boşa çıkarıyor. Toplumun beklentilerini kendi iktidarını sürdürme aracı yapıyor. Demokrasi zihniyeti olmadıðı için demokratikleşme adımları atacaðı beklentisi yaratarak bu yüzünü örtmeye çalışıyor. On yıldır Türkiye halkıyla böyle oynuyor. AKP'nin bu gerçeðini görmeyenler ya AKP yandaşı ve yalakasıdır ya da kendini kandıranlardır.”

EN ÇOK AKP’YE ŞANS TANINDI

Kürt halkı ve özgürlük hareketi bugüne kadar en fazla demokratik siyasi mücadele şansını 2002 Kasım’ında iktidar olan AKP'ye karşı tanıdı. Bütün bunlara karşı TC devleti ve AKP hükümeti hep baskıyla, saldırıyla karşılık verdi, hep bu durumları kendisine fırsat bildi. Ona dayanarak nasıl PKK'yi ezip tasfiye ederim arayışı içinde oldu. Ýşte belgeler:

1-PKK, 7. Olaðanüstü Kongresi’nde Kürt sorununun demokratik çözümü için hazırladıðı “Barış Projesi’ni” 20 Ocak 2000 tarihinde yayımladı.

2-PKK, 11 Eylül 2000 tarihinde yeniden “Ulusal Barış ve Demokrasi Projesi” yayınladı.

3- Kürt Özgürlük Hareketi, Demokratikleşme ve Barış Ýçin Acil Eylem Planı’nı 4 Kasım 2000 tarihinde yayınladı.

4- Gerilla güçlerini sınır dışına çekerek silahlı mücadeleyi durduran Kürt Özgürlük Hareketi, 22 Kasım 2002 tarihinde Acil Çözüm Projesi yayınlayarak Türk devletinin atması gereken adımların ne olduðunu açıkladı.

5- KADEK Yönetim Kurulu, 15 Nisan 2003 tarihinde Türkiye Ýçin Çıkmazdan Çıkış Bildirgesi’ni açıkladı. “Kürt sorununda çözüm inkarcı politikaların aşılmasına baðlıdır” belirlemesi yaptı.

6- KADEK, Barış ve Demokratik Çözüm Ýçin Yol Haritası’nı kamuoyuna deklere etti. 20.01.2000'de Barış Projesi, 04.11.2000'de Demokrasi ve Barış için Acil Eylem Planı, 19.06.2001'de yeni bir savaşın gündemleşmemesi ve çözüm sürecinin gelişmesi için acil taleplerimiz, 22.11.2002'de Acil Çözüm Bildirgesi ve 2000'in başında ve 2002'nin sonunda olmak üzere iki defa Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve tüm siyasal partilere Kürt sorununun çözümü konusunda düşüncelerini ortaya koyan mektuplar gönderdiklerini belirtti. Yol Haritası’nda, Türk devletinin bu projelere cevabının baskıları giderek daha da arttırmak ve askeri operasyonları süreklileştirmek olduðu kaydedildi. KADEK Yönetim Kurulu’nun 2 Aðustos 2003 tarihinde yayınladıðı Yol Haritası’nda Üç aşamalı bir çözüm önerisine yer verildi.

7- KONGRA GEL Yürütme Konseyi ‘Demokratik Birlik ve Kalıcı Barışın Yol Haritası’nı 4 Eylül 2004 tarihinde açıkladı. Yine üç aşamalı bir çözüme vurgu yaptı.

8- KONGRA GEL Başkanlık Divanı ve Yürütme Konseyi, Kürt sorununda barışçıl ve demokratik bir çözüm için 12 Kasım 2004 tarihinde bir kez daha Demokratik Birlik ve Kalıcı Barış Projesi yayınladı.

9- “Kürt kimliði, kültürü ve dili üzerindeki baskı ve yasaklar kaldırılmadan, barışçıl ve demokratik bir çözüm geliştirilmeden Ortadoðu’da kalıcı barışı ve çaðdaş bir düzeyi yakalamak olanaksızdır” diyen KONGRA-GEL Başkanlık Divanı ve KKK Yürütme Konseyi, 15 Ocak 2006 tarihinde Türkiye’de Kürt Sorununa Demokratik Çözüm Ýçin Barış Projesi yayımladı.

10- KKK Yürütme Konseyi, 20 Aðustos 2006 tarihinde Kürt Sorununda Demokratik Çözüm Deklarasyonu’nu kamuoyuna deklere etti. Deklarasyonda, “Türk devleti, Kürt Özgürlük Hareketi karşıtı diplomatik ilişkiler yürütme, taviz üzerine taviz verme yerine, Kürt halkının ve Önderliði’nin çaðrılarına kulak vermesi halinde, sorun daha kısa sürede çözülebilecek bir durumdadır” denildi.

11- KKK Yürütme Konseyi Başkanlıðı, 30 Eylül tarihinde Basına Ve Kamuoyuna başlıklı bir açıklama yaptı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 7 Eylül 2006 tarihinde Kürt Özgürlük Hareketi’ne yaptıðı ateşkes çaðrısına olumlu cevap verdi.

12- KONGRA GEL Başkanlık Divanı ve Koma Komalén Kürdistan Yürütme Konseyi 11 Nisan 2007 tarihinde “Kürt Sorununda Tek Muhatap Abdullah Öcalan’dır” adıyla yayınladıðı deklarasyonda ise “Öcalan’a yönelik zehirleme saldırısına dikkat çekti.

13- KCK, 2009 29 Mart yerel seçimlerinden sonra 13 Nisan’da tekrar ateşkes ilan etti. AKP buna 14 Nisan’da başlattıðı “KCK operasyonu” ile cevap verdi.

14-13 Aðustos 2010’da eylemsizlik ilan edildi. 12 haziran seçimlerine kadar da fiili olarak sürdürüldü.

Bu tablodan anlaşılan şu: Türk devleti 30 yıldır silahla, savaşla yapamadıðını AKP Hükümeti eliyle başarmak ve Kürt halkının iradesini ve PKK’yi Öcalan üzerinden teslim almak istedi. Ýmralı ve Oslo’da yapılan görüşmeleri de bu yönlü zaman kazanmak için geliştirdi. 13 aðustos 2012’de Hürrüyet gazetesi’nde Şükrü Küçükşahin imzalı yazıda MÝT’in Oslo görşmeleri esnasında bile PKK’ye dönük nokta opersyonları hazırlıðında olduðunu belirterek AKP’nin gerçek amacını açıklamış oldu. Öcalan bu oyuna alet olmayacaðını belirterek aradan çekilince savaş yeniden tırmandı. Gerilla askeri taktik ve eylem gücünü kısa zamanda Oramar, Şemzinan ve Çelê devrimci oprasyonlarıyla gösterdi. Siyasal çözüm dönemi kapandı ve PKK askeri çözüm döneminde olduklarını ve bunun sorumlusunun AKP olduðunu duyurdu.