Karayılan: AKP'nin yaptıðı namertliktir

Karayılan: AKP'nin yaptıðı namertliktir

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, AKP’nin açlık grevleri ardından BDP’ye operasyonlarla gerginlik ortamını yeniden geliştirdiðine dikkat çekerek, “Bu politikalarla demokratik çözüm sürecinin olgunlaşması çok zordur, hatta mümkün deðildir. Barış eðer olacaksa gerillayla olur. Gerillaya merhaba diyen kişileri yargılayan bir anlayış, Kürdistan’a çözüm ve barış getiremez” dedi. Siyasi soykırım operasyonlarının BDP’yi fiilen kapatmak anlamına geldiðini belirten Karayılan, “bu büyük bir vicdansızlık ve namertliktir” diye konuştu.

Kürdistan’da savaş devam ediyor. Savaşın sonuçlarını Kürdistan daðlarından daha yakından görüyor ve yaşıyoruz. 2012 yılının son haftaları Medya Savunma Alanları aralıklarla bombalanıyor. Yine Kuzey Kürdistan’da askeri ve siyasi soykırım operasyonları devam ediyor. Hükümetin Kürt meselesine bakışı, uyguladıðı politikalar, Erdoðan’ın kullandıðı nefret dili karmaşık olan sorunu daha da büyütüyor ve kanın akmasına neden oluyor. 2012 yılında yaşananlar belki 2013 yılının da temel sorunları olacak. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a uygulanan tecrit, askeri ve siyasi operasyonlar, Roboski katliamı, dokunulmazlık meselesi, Batı Kürdistan gibi temel konularda KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan ANF’nin sorularını yanıtladı.

Yıl içerisinde KCK olarak Kürdistan’daki savaşla ve yaşanan gelişmelerle ilgili açıklamalarınız oldu. Yaz aylarını hatırlarsak sert bir iklimde sert bir savaş yaşandı. Şemzinan meselesi bunun en somut örneklerinden. Ancak açlık grevleri sürecinde sanki bir yumuşama dönemi oldu. Ne oldu da yeniden sertleşen bir dil karşımıza çıktı?

Zindan direnişçilerinin esas amacı yeni demokratik bir süreci başlatmak idi. Yani bunun için bir tür müdahale tarzında bir direnişi geliştirdiler. Direnişin temel yönelimi işte savaş deðil demokratik çözüm sürecinin gündemleşmesi idi. Bu anlamıyla, tümüyle olmasa da önemli oranda aslında amacına ulaştı diyebiliriz. Sizin de belirttiðiniz gibi bir yumuşama ortamı oluştu. Belki de Türkiye’de bugüne kadar gelişen bütün cezaevi direnişlerinden en çok etki yaratan direniş oldu. Bu anlamıyla tabii başarılıydı. ‘Amacına ulaştı ve sonuç olarak da demokratik çözüm zeminini olgunlaştırdı’ diyebiliriz. Öyle bir ortam yarattı.

Bu ortam deðerlendirilmedi. Bunun karşısında Erdoðan bir hamle geliştirdi. Bu ortamı tümüyle bir tarafa iten ve gerginlik ortamını yeniden geliştiren dokunulmazlık konusunu gündeme getirdi. Aslında dokunulmazlık konusu pek gündemde olan bir konu deðildi. Kendisi kendi toplantılarında bizzat gündeme getirerek yeniden bir germe sürecini geliştirdi. Zaten daha sonra yine yaygın bir biçimde geliştirilen KCK adındaki operasyonlarla ortam bir bütün deðişti.

Ne olması gerekiyordu?

Barış olacaksa eðer, gerillayla olur. Sonuçta bugün savaşan güçler, bir tarafta TC güvenlik kuvvetleri, diðer tarafta ise Kürdistan özgürlük gerillasıdır. Gerillaya merhaba diyen kişileri yargılayan bir anlayış Kürdistan’a çözüm ve barış getiremez. Bakın, ben de o sahneyi eleştirdim. Hatta bazı köşe yazarları zaman zaman benim bu konuşmalarımı deðişik biçimlerde kullanıyorlar. Fakat sen gerillayla merhabalaşan, ona merhaba diyen insanları bile yargılamaya kalkışsan, bu gerillayla nasıl uzlaşacaksın, bu mümkün müdür? Böyle bir anlayış Türkiye’ye barış getirebilir mi?

DEVLET TERÖRÜ KARŞISINDA BÝR HALKIN ÖZGÜRLÜK MÜCADELESÝNÝ VERÝYORUZ

Bakın, sorduðun zaman ‘onlar terörist’ diyor. Sen diyorsun ama senin terör dediðin şey, senin Kürdistan’da uyguladıðın devlet terörü karşısında bir halkın özgürlük direnişidir. Terörist dediklerin ise özgürlük gerillalarıdır; kendi halkının temel hakları, geleceði, özgürlüðü ve insanca yaşaması için hayatını ortaya koyan insanlardır. Dolayısıyla Kürt toplumunda en seçkin, en sevilecek kişiler varsa, onlar, hiçbir çıkar gütmeksizin daða çıkmış ve büyük bir fedakarlıkla mücadeleye atılmış bu insanlardır. Sen sömürgeci zihniyetle bunu karşıtın gibi görebilirsin ama Kürt toplumu böyle görmüyor. Dolayısıyla Kürt toplumundan oy alan veya Kürt toplumunun içerisinden çıkan milletvekillerinin de bu özgürlük gerillalarıyla merhabalaşması öyle abes bir şey deðildir. Tabii ki daha önce de belirttiðim gibi Türkiye’nin ortamını gözetmek gerekiyor. Fakat kalkıp da bunun sanki öyle çok aðır bir suçmuş gibi ele alınıp gündemleştirilmesi, çözüme açık olan bütün barışçıl zeminleri ortadan kaldıran bir tutum olur. Esası budur.

Yazar ve bir takım çevreler o sahneyle ilgili, ihtiyacımız olan esasında kucaklaşma. Dolayısıyla oradaki o tablo, duygu patlaması toplumsal barışın demokratik çözümün ne kadar gerekli olduðunu bize yeniden kanıtlamıştır tespitini yaptılar.

Doðrusu da odur.

Dolayısıyla hem Habur sürecindeki eleştiriler hem son kucaklaşma denilen ama esasında bir yol kontrolü esnasında yaşanan tablodan yola çıkarak bu gerilim üzerine demokratik çözüm inşa edilebilir mi?

Hayır. Ýşte sorun odur. Yani bir kere demokratik çözüm sürecinin gelişmesi için karşılıklı kabullenmelerin gelişmesi gerekiyor. Yani bu reddetme ve düşman sayma yerine, yakınlaşma (kucaklaşma demeyeyim), birbirine belli düzeyde yani seviyeli yaklaşma ve kabullenme şarttır.

Onlar aslında bizimle barış yapmayı deðil, bizim tasfiye edilmemiz ve bu temelde hâkimiyet saðlamak suretiyle sükûneti geliştirmeyi istiyorlar. Eðer gerçek anlamda bizimle, yani gerillayla barış ve toplumsal uzlaşma gibi bir hedefleri olsaydı bu kadar tepkili yaklaşmazlardı. Dolayısıyla bu politikalarla demokratik çözüm sürecinin olgunlaşması çok zordur, hatta mümkün deðildir. Yani demokratik çözüm süreci böyle damdan düşer gibi gelişmez. Bunun için kamuoyuna, karşılıklı olgunlaşmış reflekslere ve karşılıklı olarak adım adım birbirini kabullenmeye ihtiyaç vardır. Ortamın bu biçimde olgunlaştırılması temelinde kalıcı ve gerçekten silahları tümden devre dışı eden bir barış ile demokratik çözümün gelişmesi imkan dahiline girebilir. Ama karşı tarafın yani Türkiye tarafının buna itina gösterdiðini belirtemeyiz.

Açlık grevlerine geri dönersek -çünkü o önemli bir noktaydı- inanılmaz bir kamuoyu oluştu. ‘Tutsaklar açlık grevini bitirsin, biz bu süreci takip ederiz’ diyen geniş ST֒ler, yazarlar, aydınlar, hatta hükümete yakın bir takım çevreler de vardı. Peki şimdi ne oldu; talepler vardı, Sayın Öcalan’ın özgürlüðü ve anadilde eðitim ve savunma başta olmak üzere. Geldiðimiz noktada bu sorunlar çözülmüş deðil. Nasıl yorumluyorsunuz? Sanki her şey unutuldu ve yaşanmamış gibi davranılıyor.

AÇLIK GREVLERÝ SÜRSEYDÝ TÜRKÝYE ZORDA KALIRDI

Hatırlanırsa, “açlık grevcileri grevi sona erdirsin, Türkiye daha fazla zora girmesin ama bunun karşısında da devlet ve hükümet de adımlar atsın” türünden temenni ve öneri içeren çok sözler yazıldı, çizildi. Gerçekten de eðer açlık grevi sürmüş olsaydı, evet Kürt tarafında o deðerli öncü militanların yaşamına mal olabilirdi, yani bir kısım şahadetler yaşanırdı ama Türkiye de çok zorlanırdı. Yani kaos derinleşirdi. Kürt toplumuyla Türk devletinin kopuş süreci çok daha kökleşirdi. Uluslararası düzeyde Türkiye çok zor durumda kalırdı. Bunun beraberinde getireceði toplumsal tahribatların derinleşmesi yaşanırdı. Yani birçok etkileri olurdu. Fakat Önder Apo tam da zamanında yaptıðı çaðrıyla bu süreci, yani açlık grevini durdurdu. Bu, Kürt tarafının geliştirmiş olduðu bir fedakarlıktır.

Aslında bu, çözüme dönük atılan bir adımdır. Zaten zindan direnişçilerinin amacı Önder Apo’nun özgürlüðü, anadilde eðitim ve savunma hakkı gibi taleplerle demokratik çözümün yolunu açmak ve barışı saðlamaktı. Yoksa savaşın daha da büyümesi, çatışmanın daha da gelişmesi veya toplumsal kopuşun daha da derinleşmesi deðildi. Ýşte Önderliðimizin yapmış olduðu çaðrı, bu çözüm talebini daha da pekiştirdi. Kürt tarafının gelişen bir istemi vardır; demokratik çözüm istemi. Bu, bunu daha da pekiştirdi. Kürt tarafı olarak bir adım atıldı. Karşılıðında hükümetin, devletin adım atması gerekirdi. Ama AKP, beklenen adımı dokunulmazlık konusunu gündeme getirerek ve KCK adı altındaki siyasi soykırım sürecini derinleştirerek atmıştır.

Son günlerde yeniden kitlesel tutuklamalar oldu.

Bu siyasi soykırım dediðimiz süreç nedir? Kendi kimliðine sahip çıkan Kürtlerin ve siyasetçilerinin, hiçbir suçu olmamasına raðmen, toparlanıp zindana atılmasıdır. Ýnsanın vicdanı buna dayanmıyor. Benim şahsen çok fazla gururuma dokunan şey, hiçbir biçimde illegal bir faaliyet yürütmemiş ve yaşamı boyunca yasal çalışmalar içinde yer almış bu suçsuz insanların alınıp zindana atılmasıdır. Salt Kürt olduðu ve kimliðine sahip çıktıðı için bir insanın zindana atılması gurura dokunan bir şeydir. Yine KCK’lidir vb. gibi söylemler kullanıyorlar. Bunların hepsi birer safsatadan ibarettir. KCK, Türkiye’nin neresinde kurulmuş ki onlar KCK üyesi olacak? Öyle bir şey yok; bunlar Fethullah Gülen çevresinin ve AKP’nin oluşturduðu safsatalardır.

Amaç Kürt siyasetini yok etmektir. Bu yöntemle BDP’yi resmi olarak deðil ama fiilen kapatmaktır, onu çalışamaz hale getirmektir. Bakın, ben geçtiðimiz günlerde tesadüfen bir televizyon programına katılan BDP Mardin Ýl Başkanı’nı dinledim: “Ben sekizinci il başkanıyım, benden önceki yedi il başkanı içerde” diyordu. Demek ki her seçilen il başkanı 3-4 ay kalıyor, ardından zindana atılıyor. Onun da yerine biri seçiliyor, o da en fazla 5-6 ay kalıyor ve onu da içeri atıyorlar. Bu, Kürt siyasetine karşı yapılmış olan büyük bir vicdansızlıktır. Mesela Türkiye Başbakanı Erdoðan’ın kabadayılıðından falan bahsedilir ama bu kabadayılıkla uyuşmaz bir şeydir; bu namertliktir. Senin siyasi muhalifindir, onun elini kolunu baðlıyorsun, ardından ise “gel güreşelim” diyorsun. Her gün meydanlara çıkıp BDP’ye dönük suçlamalarda bulunuyorsun ama öbür taraftan da polisi gönderip bütün il başkanlarını, bütün temsilcilerini ve çalışanlarını toplayıp zindana atıyorsun. Bu olacak bir şey midir? Hangi vicdan buna dayanır. Bu bir soykırımdır, bu bir vicdansızlıktır. Bunun neresinde hukuk vardır? Bu, Kürt halkına ve Kürt siyasetine karşı geliştirilmiş bir soykırım politikasından başka bir şey deðildir ve hiçbir Kürdün bunu kabul etmesi mümkün deðildir.

Kimlikli, dürüst siyaset yerine işbirlikçi bir siyaset oturtulmak isteniliyor. Ama halkımız da kendi siyasetçilerine sahip çıkıyor, daha fazla direniyor. Ýşte gördük, Batman’da ve daha birçok yerde görüldüðü gibi tutuklananların yerleri hemen dolduruluyor. Mesela Batman’da dönüşümlü bir sistemi çözüm yolu olarak bulmuşlar, dönüşümlü yöneticilik yapıyorlar. Herhalde tutuklamaların önüne geçmek için veya o tutuklamalardan dolayı doðan boşluðu doldurmak için en iyi yöntemlerden birisi bu olsa gerek. Yoksa 2-3 ay görev yapan bir yöneticiyi hemen tutukluyorlar.

Peki, bu il başkanlarının hepsi nasıl oluyor da KCK üyesi oluyor? Böyle bir şey yok. Bu Kürt siyasetine karşı geliştirilmiş bir savaştır. Mesela şimdi birileri bize “savaş dursun” diyor. Ancak savaş sadece silahla yürütülen bir olgu deðildir. TC Devleti’nin Kürt halkına karşı geliştirmiş olduðu bir savaş vardır ve bu savaş özellikle 12 Haziran 2011 seçimlerinden sonra, Temmuz ayıyla birlikte daha da kapsamlılaştırıldı. Zaten bu savaşı Başbakan’ın bizzat kendisi bunları ifade ederek ilan etti. Yani savaşın sürdüðü bu ortamda istediði kadar görüşmeler olsun, istediði kadar farklı çabalar olsun, bunların hiçbirisi bir sonuç vermez ki! Çünkü devam eden bir savaş vardır.

Bu tablo içerisinde görüşmeler var yorumları yapılıyor. Sayın Öcalan’la, yine KCK ile bir görüşme var mı?

GÖRÜŞME BEKLENTÝSÝ YARATMAK ÝSTÝYORLAR AMA SONUÇ ORTADA

Şimdi görüşmelerin olup olmaması bu noktada bir şeyi ifade etmiyor. Önemli olan sonuçtur. Şimdi devam eden bir saldırı var mı? Var. Bu saldırı, savaşın bir farklı biçimi midir? Evet. Bu savaş sürüyor yani. Çoðu zaman da “görüşmeler var, devam ediyor, sonuç alacak, bu sorun çözülecek” türünden söylemler dillendirilerek, bu sözler, toplumu hep beklentiye sokma, böylece insanların mücadele azmini törpüleme ve kararlı bir sürecin gelişmesinin önüne geçme gibi psikolojik savaş aracı biçiminde kullanılıyor. Öyle bir şey yok, ortaya çıkan bir sonuç yok. Demin de dediðim gibi bir çözüm süreci öyle damdan düşer gibi gelmez. Bunun uygun bir zemine ihtiyacı vardır. Ýşte açlık grevi ardından bir zemin oluştu. Ancak o zemini de belirttiðimiz gibi bertaraf ettiler. Herkes gelişmelere bakarak nelerin olup bittiðini anlayabilir. Türk devletinin saldırılarıyla Kürt siyasetini ve Kürt halkının özgürlük dinamiklerini tasfiye etmeye dönük süreç devam ediyor. Bu devam ettiðine göre doðal olarak Kürt halkının buna karşı direnişi de devam edecektir ve Kürt siyaseti de buna karşı direnecektir, Özgürlük Hareketi de buna karşı direnecektir, Özgürlük Hareketinin Önderliði de buna karşı direnecektir.

Ama şurada burada bazı temaslar olmuşsa da bu olabilir. Önemli olan sonuçtur. Mesela şimdi bazı çabalar olabilir. Biz aslında bu çabalara da deðer veriyoruz ama önemli olan kararlaşmadır, karar vermedir. AKP hükümeti ve devleti çözüm kararını vermelidir.

Neden AKP devleti kavramını kullanıyorsunuz?

Çünkü hükümet artık devleti de ele geçirmiştir ve şu an devlete tamamen hakim durumdadır. Yani aralarında bir fark kalmamıştır. Hükümet ve devlet ayrı ayrı olarak anılsa da bir bütünleşme durumu söz konusudur. Şimdi bu devletin Kürt sorununu çözme kararı vermesi lazım. Kürt Özgürlük Mücadelesi’ni tasfiye etmeye deðil, onlarla çözümü tartışmaya karar vermesi gerekiyor.

Ama bakıyoruz, diyor ki, “MÝT gerekli olduðu vakit gider görevini yapar, faydalı olduðu zaman görüşebilir, tüm enstrümanları kullanırız.” Bu tür söylemleri kullanaraktan bu sorunun çözümünü istihbarata havale etmekle bu sorun çözülmez. Bu sorun Türkiye’nin en stratejik ve en temel sorunudur; devletin karar vermesi gerekiyor. Bu sorun bir müsteşarın çözeceði bir şey deðildir; çok daha aðırdır. Ben kimseyi küçümsemiyorum ama bu sorun çok aðırdır, ciddidir. Dolayısıyla karara ihtiyaç vardır.

Çözüm beklentisi olan tüm kesimlere bir kez daha belirtiyorum: “Biz de çözüm istiyoruz ve biz zaten çözüm için mücadele ediyoruz. Ancak AKP’nin, daha doðrusu Erdoðan’ın çözüm için karar vermesi gerekiyor. “Onu bunu oyalarım, bazılarını tehdit ederim, bazılarını ise bastırırım” diyerek deðil, “Kürt sorununu çözeceðim, Kürt halkını, Kürt ulusunu tanıyacaðım” deyip karar vermesi gerekiyor. Yani sen şimdi Kürt halkını tanımadan bu sorunu nasıl çözebilirsin? Öncelikle bu halkı -ya da onlar millet diyor- tanıman lazım.

Biz daha çok ulus ve halk kavramını kullanmayı daha doðru görürken, onlar ise millet kavramını kullanıyorlar. Millet, biraz daha milliyetçiliðe çaðrışım yapıyor. Erdoðan ise, “tek devlet, tek bayrak, tek millet” diyor.

ÇÖZÜM HALKASI KÜRT HALKINI BÝR ULUS OLARAK KABUL ETMEKTE

Nasıl olmalı

Eðer bir millet varsa, bu milletin hakları vardır. En insani hak ise anadilde eðitim hakkıdır. Anadilde eðitim hakkının olmadıðı bir yerde asimilasyon vardır. Sen anadilde eðitimi yasaklıyorsun, bununla en temel bir insan hakkını çiðniyorsun ve bir halkı asimilasyona tabii tutuyorsun, ondan sonra da pişkin bir şekilde kalkıp “asimilasyon ve inkar sona erdi” diyorsun. Kelime oyunu yapıyorsun. Asimilasyon ve inkar nerede sona ermiştir? Bu kadar operasyon yapıyorsun, binlerce insanı tutukluyorsun. Tutuklanan o BDP’lilerin ne gibi bir suçu var, o Kürt Sivil Toplum Kuruluşları aktivistlerinin, sendikacıların ne gibi bir suçu var? Ancak senin suç gördüðün şey, bu kişilerin kendi kimliðine sahip çıkma pozisyonudur.

AKP bu gerçeði, yani Kürt halkının bir ulus olarak varlıðını kabul etmeden Kürt sorununu çözemez. Çünkü çözüm halkası orasıdır.

Empati meselesine ne diyorsunuz?

Yani herkes gerçekleri daha doðru görmeli. Zaman zaman “empati” deniliyor. Evet, empati kuralım. Ne işin var senin bu ülkede? Bu ülkede yaşayan insanlar 10 bin yıldır burada yaşıyor. Gelip işgal etmişsin, dilini ve tarihini yasaklamışsın, her gün çocuklarına zorla, “Türküm, doðruyum, çalışkanım” diye yemin içtiriyorsun. Ondan sonra da demokrasiden bahsediyorsun. Bir de kalkıp bize “milliyetçi-ırkçı” diyorlar.

Erdoðan “biz kimlik siyaseti yapmıyoruz” sözünü çok seviyor ve sık sık kullanıyor. Nasıl yapmıyorsun? Sen bir halk için soykırım politikasını esas alıyorsun, zorla tek millete tabi tutuyorsun, her şeyde “Türk milleti” diyorsun, “ecdadım” diyorsun, ondan sonra kalkıp da kimlik siyaseti yapmadıðını söylüyorsun. Biz kimlik siyaseti mi yapıyoruz? Hayır.

Biz bir kültürün bir halkın bu biçimde paçavraya dönüştürülmesine, soykırıma tabii tutulmasına karşı vicdanımıza dayanarak başkaldırmış bir hareketiz. Buna vicdanı dayanmayan Türk yoldaşlarımız ve Arap yoldaşlarımız da bizimle hareket etmiştir. Bugün, Kürt halkına yapılan mezalimi kabul etmeyen Türk, Arap, Fars ve diðer halklardan binlerce, on binlerce dostumuz vardır. Ýnsan elini biraz vicdanına koyar: Bugün Kürt halkına yapılan zulmü kim yapabilir? Gerçekten Ýslam’a inanan, gerçekten zulme karşı olan ve adil paylaşımdan yana olan bir vicdan bunu kabul edebilir mi? Ýslamiyet’te bunun yeri var mıdır? Hangi dinde bunun yeri vardır? Sen gelip bir ülkeyi işgal edeceksin, ondan sonra bu ülkenin her şeyini yasaklayacaksın, orada hakimiyetini icra edeceksin, buna karşı bir şey söyleyenleri de yok edeceksin, “terörist” diyeceksin, “müstahak” diyeceksin.

Bu konuda AKP’nin geliştirdiði bir sömürgeci siyaset vardır. Dilini ve üslubunu biraz deðiştirmek kaydıyla, Kemalizm’i olduðu gibi uygulayan milliyetçi-ırkçı bir politika vardır. Bunu biraz kamufle eden kelime ve kavramlarla, yine bir biçimde insanları oyalayan taktiklerle bunun üstünü örtme çabası vardır. Ama bunun üstü örtülemez; gerçekler ayan beyan ortadadır. Ortada bir Kürt ulusu vardır ve Kürt ulusunun ulusal hakları vardır. TC Devleti bu ulusal haklarını kabul ederse biz bunları masada, Türkiye’nin birliði içerisinde ve Demokratik Özerklik çerçevesinde çözmeye varız; her zaman diyaloga hazır oluruz ama önce bunun kabul edilmesi gerekiyor.

Problem de orada başlıyor...

Evet, problem orada başlıyor. Şimdi eðer Ýmralı’da Önderliðimizle yapılan görüşmeler sonuç vermemişse, tıkanmışsa, onun temelinde de yine bu vardır; Türk devletinin Kürt halkını kabul etmemesi, bir irade olarak görmemesi ve temel haklarını tanımak istememesi vardır. Bunlar halkımızın temel ve doðal haklarıdır ama “şunu verelim, versek parçalanırız, yok şunu versek daha fazla isterler” diyorlar.

Erdoðan çeşitli platformlarında hatta tramvay ya da metro açılışlarında bile bir biçimde lafı size getiriyor. Zerdüştlüðe atıfta bulunarak hem geçmişe hem bugüne hakaretlerde bulunuyor, Kürt halkına aynı şekilde…

Onların bu söylemlerinin aslı yoktur. Bu nedenle -bazıları farkında olmadan ama çoðu bilinçli bir şekilde- hakaret içerikli söylemleri çokça oluyor. Özellikle bu konuda Erdoðan’da hakaret edici, küçümseyen, dışlayan, egemenlik kokan üslup sürekli var.

Biliniyor, Zerdüştlük suçlaması aslında tüm Kürt halkına yapılmış bir suçlamadır. Sivil Cuma Namazları’nın ilk çıktıðı dönemlerde bu vesilesiyle gündeme getirildi ve bu tüm Kürt halkına söylendi. Ancak geçtiðimiz günlerde bölgedeki siyasetçileriyle toplantı yapan Erdoðan, -basına yansıdıðı kadarıyla- “ben BDP’ye ve BDP’ye oy verenlere Zerdüşt demedim, işte her gün daðda Zerdüştlük ayinlerini yapanlar var (yani güya biz yapıyormuşuz), onlara söyledim” demiş.

Yapılıyor mu?

Bu bir çarpıtma, bir yalan. Her şeyden önce biz çaðdaş, demokratik, seküler bir hareketiz. Kalkıp da 2 bin yıl önceki bir inanışın ayinini daðda yapacak deðiliz. Bizi Türkiye kamuoyunun gözünde kötülemek isteyen, aleyhimizde antipropaganda geliştirmek isteyen Cemaat çevresinin, hiçbir gerçeðe dayanmadan tamamen uydurma senaryolarla hazırlamış oldukları kimi diziler vardır. Başbakan oralarda görmüş olabilir ve bu dizilere dayanarak Kürt halkının hepsine “Zerdüştsünüz” diyerek suçlama getiriyor. Evet, tarihi biraz okuyanlar bilir ki Ýslamiyet’ten önce bu topraklarda Kürtler de dahil olmak üzere, Farslar, Acemler ve daha birçok halk Zerdüşt’tür. Ama o 1500 yıl öncedir. Şimdi ise Kürt toplumu çoðunluðu Müslüman olan ve kendi inancına baðlı olan bir toplumdur. Şimdi kalkıp Kürtleri Zerdüştlükle suçlama, küçümseme, yok sayma ve kara çalma politikaları gereðidir.

Şimdi Ezidilik de bir din. Kalkıp ona da öyle, Alevilere de öyle yaklaşıyor. Yani bu tekçilik özünde sadece millet için deðil, aynı zamanda din içindir de. Tek din ve tek dil.

ARTIK 19. YÜZYILIN TEORÝLERÝ GEÇTÝ TÜRKÝYE BUNU GÖRMELÝ

AKP ve Fethullah Gülen Grubu, Sri Lanka modelini tartışıyordu, halen o noktadalar mı?

Tamil örneðini sıkça kullandılar ve kendilerince denemeye de kalkıştılar. Fakat kendilerine döndü. Mesela onlar, 2012 yılını bizim açımızdan bir yıkım, bir tasfiye ve Tamiller gibi bir katliam yılına dönüştürmek istediler. Planları böyleydi. Fakat tam tersine 2012 yılı gerilla için bir hamle yılı oldu. Fakat gerillanın, AKP’nin öngördüðü, tekniðe, istihbarata, özel güçlere ve bilgiye dayalı olarak nokta operasyonlarını geliştiren stratejilerini tümüyle alt üst eden farklı bir taktik yaklaşımla sürece müdahale etmesi, ona dayanarak 2012 hamlesini geliştirmesiyle onların o yönlü teorileri ve planlamalarının hepsi gümbürtüye gitti, sonuç almadı. 2012 yılı 1998’den bu yana gerilla mücadelesinin Kürdistan’da en çok geliştiði ve en sıkı yaşandıðı bir yıl oldu. Oysa onlar Tamiller gibi katliamdan geçirmek istiyorlardı ve hakim olmayı amaçlıyorlardı. Bu amaçla örgütledikleri paralı güçler vardı. Onlar pratikte tamamen tasfiye oldu; işe yaramaz hale geldiler. Bu nedenle tekrardan Genelkurmay’ın özel kuvvetlerini devreye sokmak zorunda kaldılar. Kısaca o politikaları tutmadı ve aslında yenildiler.

Yenildiler ama bundan da vazgeçmemişler. Yani diyelim onların “biz tümden yok edeceðiz, tümden güçten düşüreceðiz” planlamaları karşısında gerillanın arazi denetimine dayalı taktiði gelişti. Gerillanın hamlesi daha yaygın bir biçimde gelişti, halkla daha fazla kucaklaşması söz konusu oldu. Yani şimdi parlamenterlerin kucaklaşmasını sorun yapıyorlar ama gerilla her gün halkıyla kucaklaşıyor. Ama bunu fazla gündemleştirmediler. Kısaca bu süreçte gerillada bir büyüme yaşandı. Bu açıktır. Şimdi ise bunu gizleyemiyorlar. “Dışarıdan destek alıyorlar” diyorlar; Ýran’a ve Suriye’ye, yine bölgedeki konjonktürel duruma baðlıyorlar. Bunların tümü safsatadır. Biz hareket olarak halen özgücümüze dayanıyoruz. Kürdistan üzerinde egemen olan devletlerin hepsi bizden belli bir düzeyde çekiniyor ve kimsenin bize herhangi bir yardım verdiði falan yoktur. Belki biz bölgedeki gelişmelerden bir biçimde yararlanmış olabiliriz. Doðru atmosfer var, yani konjonktürel bir durumdur. Ama “şu devlet, bu devlet yardım etmiş, şuraya buraya dayanıyor” sözleri doðru deðildir. Gerilla Türk devletinin kendisini yok etmesine ve topyekun savaşına karşı savunma amaçlı kapsamlı bir hamle geliştirdi. Devrimci Halk Savaşı esasen bu eksende gelişen bir direniş biçimi oldu. Bu onların taktiklerini tümüyle sonuçsuz bıraktı.

Şimdi de “niye böyle büyüdü” diyorlar. E sen konsept geliştirdin, topyekun savaş ilan ettin. Gerilla da tabii şimdiye kadar sürdürdüðü kontrollü savaşın dozajını belli düzeyde arttırmak durumunda kaldı ve ben şunu söyleyeyim daha da arttırabilir. Kürdistan Özgürlük Gerillası’nın o dinamiði vardır.

Bir röportajınızda silahlanma meselesini gündeme getirdiniz ve daha fazla silahlanacaðız dediniz. Ne demek istediniz?

Şimdi bölgede zaten herkes silahlanıyor. NATO bile silahlarını Türkiye’ye getirdi ve bölge giderek bir savaşa doðru gidiyor. Şimdi devam eden bir savaş vardır ve bu savaş yıl içinde sonuçlanmayarak önümüzdeki sürece dönük bir sürü şey bıraktı. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte savaşın daha da yaygınlaşacaðı görülüyor. O açıdan Kürt halkının savunma güçleri daha fazla silahlanma ihtiyacını hissediyor tabii. Bizler de elbette bölgede yaşanan gelişmeler çerçevesinde kendimizi daha iyi hazırlamak durumundayız. Buna ihtiyaç hissediyoruz. Bunu çok samimi bir biçimde söyledim; “ciddi anlamda silahlanma sorunlarımız var, onlarla uðraşıyoruz” dedim. Aynen öyledir. Ama “eðer gerçekten Türk devleti bu sorunu barışçıl yöntemlerle çözmeye karar verirse biz ona da varız” dedim. Yoksa tabii ki silahlanacaðız. Kimse aptal deðil. Kürt halkı da kendisini savunacak, direnecek ve bölge yeniden biçimleniyorsa Kürt halkı da bu yeni düzenlemede yerini alacaktır. Bunun önüne kimse geçemez.

Kürt halkının geleceðini nasıl görüyorsunuz?

Bölge halkları demokratik ulus perspektifiyle demokratik konfederal bir sistemle gayet tabii bir arada eşit-özgür bir biçimde yaşayabilir. Bizim esas amacımız budur. Ama buna gelinmezse, sömürgecilik bunun bütün yollarını kapatırsa o zaman Kürtler de başının çaresine gayet tabi bakar. Ortadoðu bölgesi yeniden biçimlenecektir. Bu yeniden biçimlenmede tabii ki Kürt halkı da yerini almaya çalışacaktır.

Şimdi Türk devleti hem bundan korkuyor, ürküyor hem de herhangi bir adım atmıyor. “Güney’de Kürtler statü kazandı, eðer Suriye’de de statü kazansalar ben ne yaparım” diye düşünüyor. “Ben ne yaparım” var mı? Artık 19. yüzyılın teorileri geçti. Artık bu konsepti deðiştirmeniz gerekiyor.

TÜRKÝYE KÜRTLERÝN STATÜ KAZANMASINI ÝSTEMÝYOR

Batı Kürdistan’la ilgili gelişmeler gündemde. Özellikle AKP Hükümeti’nin tutumu bu konuda ortada. Kürtlerin varlıðını pek de isteyen bir noktada deðil. AKP’nin Batı Kürdistan hakkındaki politikası hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’nin temel politikası Batı Kürdistan’daki Kürt halkının anayasal düzeyde statü kazanmamasının önüne geçmedir.

Yakın zamanda PYD’nin dışındaki Kürt Ulusal Meclisi altındaki oluşuma üye 16 örgüt Ankara’ya davet edilmiş. “Devlet uçaðını gönderiyoruz, devlet misafiri olarak sizi davet ediyoruz” denilmiş. Bu ilgi nereden kaynaklanıyor? Gerçi onların gideceðini de sanmıyorum.

Batı Kürdistan’da PYD’nin de içinde bulunduðu Batı Kürdistan Halk Meclisi ile farklı partilerin yer aldıðı Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi bir araya gelmiş ve Kürt Yüksek Konseyi’ni oluşturmuşlar. Ancak Türkiye bu oluşumu bozmak için çok çaba sarf ediyor.

Serêkaniyê’ye saldırıları bu kapsamda mı ele almak lazım?

Elbette. Örneðin; Türk Dışişleri Bakanı bu 16 örgüte “siz PYD’yi dışlayın, biz size her türlü hakkı hatta federasyonun bile elde edilmesi için yardım ederiz. Bunun için aðırlıðımızı koyarız. Siz yeter ki PYD’yi dışlayın” diyor.

Peki, PYD nasıl dışlanacak?

Bakın, PYD oradaki kitlenin yüzde 60’ını 70’ini temsil eden kitlesel bir örgüttür. Bu, Kürtlere “birbirinizle çatışın” demektir. “PYD’yle çatışın, biz sizin arkanızda oluruz” demektir. Tabii onlar PYD’yle çatışırsa öyle bir hak da elde edilemez, onun ortamı bile kalmaz. Zaten Suriye en küçük parçadır; bir de iç çatışma olursa bırakın hak elde etmeyi, olan da gider.

Öbür yandan ise deðişik Suriye Arap örgütlenmelerini de askeri, ekonomik, vb. her türlü imkanı sunarak ve bu biçimde destekleyerek, Halep’te, Afrin’de ve Serêkaniyê’de Kürtlerin kendi kendini yönetme sürecinin önüne geçmek için onları saldırttı. Serêkaniyê’deki çetelerin hepsi zaten Türkiye’den geldi. Yani bir devlet belki de ilk kez bu kadar ayan beyan bir şekilde bazı silahlı gruplara destek sunmuş oluyor. Mesela Serêkaniyê’de saldırganların arka cephesi Türkiye’dir. Oradan geliyor, çatışıyor, yaralanıyor, yoruluyor, orada gidip dinleniyor, yaralısını götürüyor. Yani tamamen arka cephe biçimindedir.

Türkiye uluslararası hukuk ihlali yapmıyor mu?

Bu ihlaldir tabii. Fakat kimse bunu öyle fazla dillendirmiyor, deşifre etmiyor. Türk basınının önemli bir kesimi zaten yandaştır, onlar es geçiyor. Diðer kesim de sanırsam ürküyor. Biliyorsunuz Türkiye’de basın üzerinde bir baskı vardır. Bu biçimde istenmeyen şeyleri kimse yazamıyor, çizemiyor, söyleyemiyor, böylece gerçekler Türkiye kamuoyundan gizleniyor. Şimdi Ceylanpınar’daki şey tamamen Türk devletinin orada geliştirdiði bir projedir ve Türkiye çok açık bir biçimde destekliyor. Ýlginçtir, bunu uluslararası güçler de seyretmesine raðmen, uluslararası basın da çok fazla dillendirmiyor. Böyle bir şey var. AKP, halkları birbirine kırdırtarak ve kan dökerek nereye varacak?

Türkiye El Kaide’yi mi destekliyor?

Türklerin orada desteklediði gruplar, El Kaide’yle ittifak yapmış ve Kürtlere karşıdırlar. Kürtlere karşı El Kaide’yle, Selefilerle ittifak yapmış. Bunu kendileri de söylüyor; o söz konusu örgütlerin kendileri de ifade etmişler. Bu kadar da olmaz. Bu, Kürt düşmanlıðıdır. Bunun üstünü örtmek için de PYD’nin Serêkaniyê’deki varlıðını gerekçe göstermekte. Orada bir mahalleyi hedefliyorsun ve tarıyorsun. Mermiler nasıl gidiyor, illa PYD’lileri mi buluyor? Açık ki orada hedeflediðin toplumdur. Türk devleti nasıl yapıyor? Araştırıyor, nerede Kürt karşıtı bir Arap aşireti varsa onların hepsini Urfa’ya davet ediyor; kendisi senaryoyu oluşturuyor, kendisi geliştiriyor, sonra da “ben demokrasiden ve Kürt haklarından yanayım” diyor. En son Dışişleri Bakanı “bizim için oradaki Kürt varlıðı tehlike deðil” demiş. Safsata bunlar. Bu kadar da olmaz. Koskoca bir devlet, kendi yönetimini kurmuş ve varlıðını korumaya çalışan küçük bir şehrin üzerine kendisinin silahlandırdıðı örgütleri gönderiyor.

Bütün Kürt halkı şunu iyi bilmeli: Türk devletinin yaptıðı bu şey Kürt halkına düşmanlıktır. Bunun başka bir izahı yoktur. Bu, PYD’yle izah edilemez. Ýnsanların düşüncesini mi okuyor? Kim PYD’li kim deðil nasıl belirliyor? Kaldı ki orada PYD bir örgüt, PYD dışında bir sürü Sivil Toplum Kuruluşu Halk Meclisi’nde yer alıyor. Kısaca AKP’nin Batı Kürdistan’da yaptıðı şey, gerçekten çok iðrenç bir şey. Ýç çatışmayı ve birbirine kırdırtmayı kendilerine politika olarak belirlemişler. Buna karşı çıkmak gerekiyor. Her ne kadar Türk devleti ulusal birlik önünde engel olup sürekli sorun çıkarsa da, batı Kürdistan’da ulusal birlik kurulacaktır. Çünkü tabandan istem vardır. Türk devletinin politikaları şimdiye kadar orada sonuç alamadı. Davutoðlu’nun bu kadar çaba sergilemesine karşın Kürt halkı birliðini korumaktadır. Yeni Demokratik Suriye’nin oluşumunda Kürt halkı demokrasinin bayraktarlıðını yapacak ve aktif bir rol oynayacaktır. Türk devleti bunun önüne geçemez. Çünkü oradaki toplum ulusal bilince ve demokratik bakış açısına sahip bir toplumdur. Onun için bana göre bu yönlü politikaların hepsi ters teper. Bir de oradaki güçlerin belli bir direnme dinamiðinin de olduðu açıða çıktı. Mesela bu çatışmalarda gördük, gerçekten de kendini savunma anlamında oldukça güçlü bir direnme dinamiðine sahip olduðu da anlaşıldı.

Ulusal birlik açısından bu konuyu tamamlamak için söylüyorum, Kürtler ne yapmalı, nasıl pozisyon almalı?

Demin ifade etmeye çalıştık, bölge önemli bir süreçten geçiyor. Bu önemli-tarihi süreçte Kürt halkının ulusal birliði çok gerekli bir şeydir. Fakat bu yönlü geliştirilen tüm çabalar (özellikle hareketimizin yoðun çabaları oldu) somut sonuç ya da resmi oluşmuş bir birlik olma bakımından pek belirgin bir sonucu ortaya çıkarmadı. Biz artık şunu söylüyoruz: Resmi bir ulusal platformda bir araya gelinip ortak karar alınamayacaksa da -ki bunun önünde de engel bölge devletleridir, bölgedeki konjonkturel durumdur- bu olmayacaksa da her Kürt hareketi yani deðişik parçalarla dayanışma içinde olmalıdırlar, ulusal politikayı, ulusal diplomasiyi esas almalıdırlar. Bir birlerine zarar vermemelidirler. Bir kere Kürtler arası çatışma asla ve asla olmamalıdır. Bu çok büyük bir tarihsel gaflet olur, hata olur. Buna yer vermemek gerekiyor. Ama sadece çatışma deðil, siyaseten de birbirini boşluða düşürmeme, zarar vermeme önemlidir. Bu anlamda bir ulusal konsensüs olmalıdır. Biz şimdi ona dönük çaba gösteriyoruz. Umarız bu konuda gelişmeler yaşanır. Belli bir düzey var zaten, eskisi gibi deðil. Elbette ki şimdi belli bir duruş söz konusudur. Yani her şeyden önce tüm parçalardaki Kürt toplumunda bir gelişme ve ilerleme vardır. Yani ulusal çıkarlara ters davranan herhangi bir örgüt bu toplumda artık teveccüh göremez. Bunu herkes biliyor. Dolayısıyla yani bir araya gelinme ve resmileşmiş bir birlik olmasa da ulusal çıkarlar temelinde politika yürütme ve bu temelde tüm örgütlerin belli bir pozisyon alma durumlarına dönük çaba göstermek gerekiyor. Biz şimdi bunun üzerinde duruyoruz.

DEVAM EDECEK