Karasu: Onlar varlıklarını daha da etkili hale getirdiler

“14 Temmuz direnişinin mücadelemizdeki rolü çok büyüktür. Onlar şahadetleriyle büyük değerler yarattılar, büyük militanlar yarattılar. 14 Temmuz direnişçileri büyük fedailer ordusu yarattı.”

14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direnişçilerinin şehadetleriyle büyük değerler yarattığını belirten KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, şöyle dedi: “Bu büyük devrimciler şehit düştüler, onları kaybettik demek çok doğru olmaz. Bu şehadetleri kaybetmek olarak görmemek gerekiyor. Onları kaybetmedik, onlar kaybolmadı. Onlar varlıklarını daha da etkili hale getirdiler. Böyle değerlendirirsek bu şehitleri gerçekten doğru değerlendirmiş oluruz, doğru anlamlandırmış oluruz.”

14 Temmuz direnişçilerinden KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Büyük Ölüm Orucu eylemine ilişkin Yeni Özgür Politika’nın sorularını yanıtladı.

14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu kararı nasıl alındı? Bu direniş Hayri Durmuş ve Kemal Pir’le tartışmalarınızı anlatabilir misiniz?

Büyük ölüm orucu kararının alınması uzun bir zamana dayanır. 1981 26 Mayıs’ta birinci direniş süreci bırakıldıktan üç ay kadar sonra işkenceler tahammül edilemez düzeyde çok yoğunlaştığından direniş tartışmalar başlamıştı. 81 direnişinin sonlanmasından sonra on kadar arkadaş dördüncü kata tek tek hücrelere konulmuştu. İşkenceler yoğunlaştığında artık bir şeyler yapmak gerektiği tartışmaları başladı. Bu tartışmalarda çeşitli direniş biçimleri tartışılıyordu. Bu tartışmalar sonrası savunmalar aşamasında hem baskılara karşı hem de savunma hakkını elde etmek için ölüm orucuna başlanması gerektiği kararına varıldı. Biz tabi savunma aşamasının çabuk geleceğini düşünüyorduk. O zaman Türk solundan idamlar oluyordu hatta MHP’lilerden idamlar oldu, siviller idam ediliyordu. Bu durumda bizler en fazla çatışmalar içine giren biziz, bu çatışmalarda birçok polis ve asker ölmüştür; devletle doğrudan bir savaş içine girmişiz, bu nedenle de bizim duruşmaları erken yaparlar, kararları çabuk verirler düşüncesindeydik. Bu duruşmalardan sonra bütün önemli kadrolara ve eylemde bulunan arkadaşlara idam verileceği düşüncesindeydik, kanaatimiz buydu. Türkiye solundan birçok devrimci idam edilirken, MHP’liler idam edilirken, siviller idam edilirken 12 Eylül askeri faşist darbesinin gerekçesi yapılan PKK’lilere, Apoculara karşı tabi ki sert davranacaktı. Her siyasi gruptan daha fazla PKK’ye karşı sert politika izleyecekti. Gerçekten de Diyarbakır 5 nolu zindanında hiçbir yerde görülmeyecek biçimde baskı ve zulüm politikası yürütüldü.

Ancak mahkemelerin durumu, gelişmesi bizim düşündüğümüz gibi gerçekleşmedi. Aylar geçti bir türlü savunma aşamasına geçilmiyordu. Savunma aşamasına gelme süresi uzayınca ve biz de direniş başlatmayınca zindanda baskılar çok ağırlaşmıştı. Baskılara, işkencelere dayanmayan bir kısım kadrolar ve sempatizanlar itirafa zorlanıyorlardı. Nitekim her gün yeni itirafçılar mahkemelerde konuşturuluyordu. Bu ortamda eylemin geciktiğini düşünen Mazlum Doğan bu tür saldırılara karşı tutumunu ortaya koymak için Newroz’da eylem gerçekleştirdi. Bu eylem olduktan sonra Hayri Durmuş hepimize haber gönderdi. Mazlum Doğan’ın eylemi anlaşılmıştır, mesaj anlaşılmıştır, direnişin zamanının geldiğini ortaya koymuştur ama bundan sonra direnişimiz toplu olsun, biçiminde değerlendirmesi olmuştu. Bizler de cezaevinde her zaman Hayri’nin değerlendirmelerini, söylediklerini dikkate alırdık. Nitekim Kemal Pir kendisine bir şey sorulduğunda Doktor ne diyorsa öyle olsun, diyordu. Öte yandan Kemal Pir her zaman direnişe hazırdı. 1981’deki ölüm orucunun sorumluluğunu Kemal Pir yürütmüştü. Ölüm orucunun doğal önderi durumundaydı. Bu direnişte istenilen sonuç alınamamıştı. Bu nedenle Kemal Pir baskılar arttığında, yeni direniş tartışmaları yapıldığında açıkça şunu söyledi, bana sormayın, direniş gereklidir, doğrudur. Ben daha önce bir defa komutanlık yaptım, bu nedenle birinci olmayacağım, kim başlarsa ikinci arkadaş benim, diyerek tutumunu ortaya koymuştu.

Ölüm orucu direnişinin böyle bir geçmişi vardı. Mazlum’un şehadetinden sonra bir direnişin gerekliliği ortaya çıkmıştı. İşte bu süreçte 17 Mayıs’ta Dörtlerin eylemi gerçekleşmişti. Biz o zaman hücreler bölümü olan 35. koğuştaydık. Dördüncü kattayken zaman zaman tartışmalarımız, konuşmalarımız oluyordu. Bu arada notlaşmalarımız yakalanmıştı. İşkenceci başı Esat Oktay bizim dördüncü katta bir birimizle konuşmamızı, notlaşmamızı engellemek için her birimizin arasına boşluk koyan bir hücre düzenlemesine gitti. Artık arkadaşlar arasında bir hücre boştu. Bu düzenleme sırasında bende üçüncü kata indirilmiştim. 17 Mayıs gecesi bu eylem gerçekleştikten sonra, bu eylemin gerçekleştirildiği 33. koğuştaki arkadaşlar işkenceden geçiriliyor. Kendilerinin deyimiyle cezalandırıyorlar. O koğuşu da boşaltıyorlar. Bu eylemden birkaç gün sonra iki arkadaş bizim bulunduğumuz 35. koşuğun üçüncü katına getirildiler. Bana kısa bir haber ilettiler, ilettikleri haber şuydu, 17 Mayıs günü 33. koğuşta Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Aynık ve Mahmut Zengin kendilerini yakma eylemi gerçekleştirmişler. Bu yakma eyleminin sonucu iki arkadaş olay yerinde iki arkadaşın da hastanede şehit düştüğünü ilettiler. Bunu duyunca tabi ki çok sarsıldık. Ben bu durumu hemen dördüncü kattaki Hayri arkadaşa ilettim. Dördüncü kattaki arkadaşlar da haberdar oldular. Mazlum arkadaşın eyleminden sonra dört arkadaşın şehadeti bizleri daha da derinden etkiledi. Artık direnişi gerçekleştirme zamanının geldiği düşüncesi ortaya çıktı. Savunma aşamasında ölüm orucuna geçmek istiyorduk, kararımız buydu. Ama bir türlü savunma aşaması gelmiyordu. Bu durum artık savunmaları da beklemeden bir direnişe geçmenin zorunluluğunu dayatıyordu.

Bizim mahkemelerin savunma aşamasına geçmemesi, herhangi bir karar durumunun ortaya çıkmaması PKK’ye yönelik politikanın sonucuydu. PKK darbe yemişti, ama diğer örgütler gibi tümden tasfiye olmamıştı. Önder Apo ve önemli arkadaşlar dışarıdaydı. Bu yönüyle PKK varlığını sürdürüyordu ve Türk devletine karşı mücadele için hazırlık yapılıyordu. Bu nedenden dolayı bizim duruşmalarımız gecikiyor, karar çıkmıyordu. Diğer taraftan da amaçları zindanda baskı yaparak, işkence yaparak, herkesi teslim almak, itirafçılaştırma politikası yürütülüyordu. Bu nedenlerle diğer örgütlerin mahkemelerinde karar alınıp idamlar yapılırken, PKK davasında bir türlü savunma aşamasına gelinmiyor, karar çıkmıyordu. Şunu görüyorlardı, PKK tümden yenilmemiş, tümden tasfiye olmamış, hala mücadele etme kararlılığında. Eğer böyle bir hareketin kadroları idam edilirse bu PKK’nin tasfiye edilmesini değil, PKK’nin mücadele azmini daha fazla bileyeceğinden çekiniyorlardı. Türkiye tarihinde idamlar genellikle isyanlar, ayaklanmalar, devrimci mücadeleler ezildikten sonra bu tasfiye hareketinin sembolleri olarak gerçekleştirilmiştir. Ancak geçmişteki bu idam gerçeğinden farklı olarak PKK tasfiye edilememiş, Önder Apo esaret altına alınamamış, PKK’nin mücadele iradesi kırılamamıştı. Bu durum askeri faşist cuntanın PKK önder kadrolarını idam etmesini engelleyen etken olmuştu.

Bu durumda zindandaki tutsaklar şahsında, önder kadrolar şahsında PKK tasfiye edilmek ve zindandaki tutsaklar şahsında halkın özgürlük ve demokrasi mücadelesine, özgür Kürdistan mücadelesine inancı kırılmak isteniyordu. İşte böyle bir ortamda Mazlum’un şehadeti, arkasından Dörtlerin eylemiyle birlikte bu zor ortamda artık direnişin geciktirilmeden başlatılması eğilimi ortaya çıktı. Ferhatların eyleminden 13-14 gün sonra 31 Mayıs’ta PKK ana davasının Diyarbakır duruşması başladı. O zaman ana dava dört temel davadan oluşuyordu. Bunlar; Diyarbakır davası, Siirt-Batman davası, Hilvan-Siverek-Urfa davası ve Mardin davasıydı. Hayri, Kemal ve Mazlum bu davaların tümüne katılıyorlardı. Ben de Diyarbakır duruşmalarına katılıyordum. Biz 31 Mayıs’ta her zaman olduğu gibi erkenden koridorlara götürüldük. Koridorlara götürüldüğümüzde bizi elimiz arkamızdan kelepçeli duvara dizdiler. Kemal’le aramızda iki arkadaş vardı. Duvara dizdikten sonra ben fırsatını bulup Kemal arkadaşın yanına geçtim. Kemal’e artık bir şeyler yapmamız gerekir, biçiminde kısaca düşüncemi belirttim. Kemal Pir, benim sözlerim karşısında beni de şaşırtan ve düşündüren biçimde ‘artık benden kokular çıkmaya başlıyor’ dedi. Şunu söylemek istiyordu, artık direnme zamanıdır. Çünkü kendisi bir kişi başlarsa ikincisi ben olacağım demişti. Kemal bu sözleriyle direnişin artık geciktirilemeyeceği tutumunu ortaya koydu. Daha sonra biz ring denilen tamamen kapalı arabalara istiflenmiş biçimde bindirildik. Ben arabada Hayri’ye yanaştım. Artık eyleme geçmek lazım, Kemal’de bu düşüncededir, dedim. Hayri tamam, dedi. Hayri de eylem başlatma düşüncesine katıldı. Ve duruşmaya gittik. Duruşmadan dönerken yine Hayri’yle konuştuk. Hayri tamam direniş başlatalım, fakat bu Urfa grubunda olsun, dedi. Urfa duruşmaları mücadelemizin yoğunluğunun olduğu davadır, önemli duruşmalar olacak, orada arkadaşlara, partiye sahip çıkmak lazım, dedi. Öte yandan en fazla avukat ve aile ziyaretçisi oraya geliyor, dışarı yansıması açısından da başlatmak için Urfa davasının uygun olduğunu söyledi. Bende bu düşünceleri Kemal’e aktardım. Kemal’de Doktor ne diyorsa öyle olsun, dedi. Kemal zaten bir kişi direnişe başladığı takdirde, direnme iradesini, kararlılığını daha önce ortaya koymuştu. 14 Temmuz büyük ölüm orucunun karar alma aşaması böyle gerçekleşti.

Direniş zamanı böyle kararlaştıktan sonra birkaç gün daha Diyarbakır duruşmaları sürdü. Artık Hayri’nin dediği gibi Urfa duruşmalarını bekleyecektik. Diyarbakır duruşmaları sırasında iki arkadaşa daha da eyleme geçme kararı aldığımızı ilettik. Diyarbakır duruşmalarına katılan bir arkadaş üzerinden böyle bir kararımız olduğunu Akif arkadaşa da ilettik. Amed duruşmaları bittikten sonra Temmuz ayında da Urfa davası başladı. Urfa davasında çok fazla arkadaş vardı. Hilvan, Siverek başta olmak üzere Urfa genelinde mücadele silahlı bir savaş biçiminde sürdüğü için birçok kadro, sempatizan ve taraftar tutuklanmıştı. Hayri arkadaş birkaç gün duruşmalara katılıp bazı olaylarda arkadaşları ve partiyi savunduktan sonra ölüm orucunu başlatma kararındaydı. Nitekim birkaç gün sonra ‘ben yarın ki duruşmada ölüm orucuna başlayacağımızı açıklayacağım’ dedi. Bizim hücrelerimiz üçüncü ve dördüncü katta üst üsteydi. Bazen musluk boruları aracılığıyla çok kısa konuşuyorduk. Hayri ölüm orucunu açıklamaya gitti akşam üstü döndüğünde musluk borusuna vurdu. Kulağımı dayayıp dinlediğimde Hayri ‘bugün açıklayacaktım, ısrar da ettim ama söz vermedi, artık yarın açıklarım’ dedi. Diğer gün sabah duruşmalara gidildi. Tabi biz açıklamasını bekliyoruz. Hayri başlattığında Kemal’de başlatacak. Akşama doğru geldiler, Hayri tekrar musluğa vurdu, biraz heyecanla, biraz da boğuk ve titrek bir sesle ‘söz almak istedim, çok ısrar ettim ama söz vermedi. Ne kadar ısrar ettiysem de söz alamadım’ dedi. Ama bunları söylerken büyük bir mahcubiyet içinde sesi titreyerek söylüyordu. Herhalde şunu düşünüyordu, ben bir görev üstlendim, ölüm orucunu başlatacağım, ama başlatamıyorum. Acaba arkadaşlar ne düşünür gibi bir kaygıyla böyle boğuk, titrek bir sesle söz alamadığını ama mutlaka söz alacağını belirtiyordu.

Ertesi gün tekrar gitti. Yine ısrarla söz almak istiyor ama hâkim söz vermek istemiyor. Hayri defalarca önemli bir konuda konuşacağını söylüyor ama söz verilmiyor. Israrla çok önemli belirteceklerim var deyince o zaman hâkim Emrullah Kaya Hayri’yi kürsüye çağırıyor. Hayri kürsüye gidince zindandaki işkenceleri anlatıyor, uygulamaları anlatıyor, baskıları anlatıyor, bunları defalarca dile getirdiklerini ama hiçbir şeyin değişmediğini söylüyor. Bu temelde de cezaevindeki baskılara karşı ve savunma hakkını elde etmek için ölüm orucuna başladığını belirtiyor. Baş yargıç olan Emrullah Kaya Hayri’yi tanıyor. Hayri bir karar alırsa sonuna kadar götürür düşüncesinde olduğundan telaşa kapılıyor. Hayri’ye ‘dilekçe yazın, Kolordu’ya iletelim, taleplerinizi dikkate alırlar’ diyor. Hayri, ‘defalarca biz ilettik bir şey değişmedi, ben kararlıyım ölüm orucunu sonuna kadar götüreceğim’ diyor. Ölüm orucunu böyle başlatıyor. Arkasından Kemal Pir, Ali Çiçek olmak üzere Hayri’yle birlikte toplam altı arkadaş ölüm orucuna başladıklarını açıklıyorlar. Hâkim duruşmayı uzatırsa başkalarının da ölüm orucuna katılacağı kaygısıyla apar topar dosyaları toplayıp sakonu terk ediyorlar.

Ölüm orucunun ilan edilmesinden sonra, eskiden saatlerce bekletilen tutsaklar ölüm orucunun başlamasıyla mahkeme alanında hiç bekletilmeden ringlere bindirilerek cezaevine getiriliyor. Önceden ring içinde geliş gidişlerde işkence yapılırken bu defa hiç karışılmıyor. Biz de heyecanla bekliyoruz. Akşama doğruydu, tekrar kapılar açıldı, Hayri’ler geldiler, Hayri’nin kapısı açıldı, Hayri musluğa vurdu ben kulağımı dayadım; Hayri arkadaş büyük bir heyecanla, coşkuyla üzerinde büyük bir yükü atmış olmanın rahatlığıyla büyük bir görevi yerine getirmenin huzuruyla ‘başardık, başardık, altı kişiyle başardık’ diyerek ölüm orucunu mahkemede ilan ettiğini dile getirmiştir.

Kemal Pir, Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek’in şehadetlerinin son anları, vasiyetleri ve son sözleri ne olmuştu?

14 Temmuz’da şehit düşen arkadaşların son anları gerçekten de önemlidir. Kemal Pir de Hayri Durmuş da Akif Yılmaz da, Ali Çiçek de şehadete yaklaştıkça moralleri daha da yükselmiştir. Şehadete yaklaştıkça yüzleri daha da gülmüştür. Şehadet yaklaşması onları daha huzurlu kılmıştır. Görevlerini yerine getirmenin huzuruyla son nefeslerini vermişlerdir. Büyük inancın ve dava adamlığının şehadetlerde ne anlam taşıdığını, büyük inanç sahiplerinin nasıl şehit düştüğünü, nasıl yaşamlarını verdiğini, son nefeslerini nasıl alıp verdiklerini göstermesi açısından 14 Temmuz direnişi şehitleri gerçekten de çok önemlidir. Onlar yaşamlarını en yüksek düzeyde anlamlandırmışlardır. En anlamlı yaşamı yaşamışlardır. Bu nedenle şehadet yaklaştıkça daha moralli ve coşkulu olmuşlardır. Bu dünyada yaşamlarını en büyük anlamlandıran insanlar safında tarihe geçmişlerdir.

Hayri Durmuş’un şehit düşmeden önce ‘mezarıma borçlu yazın’ demesi çok anlamlıdır. ‘Ben mücadele ettim, yaşamımı veriyorum, ama bu yaşama daha büyük mücadeleler sığdırmam gerekirdi; ben daha büyük mücadeleler için yaşamalıydım, halkım için daha büyük sorumluluklar yerine getirebilmeliydim duygusuyla mezarıma borçlu yazın’ demiştir. Gerçekten de Hayri Durmuş son nefesine kadar da partiyi, Önderliği, yoldaşlarını düşünmüştür. Her anını Önder Apo’yla, partili yoldaşlarıyla yaşamış, onlara layık olma sorumluluğuyla nefes alıp vermiştir. Son nefesini verirken bile PKK’nin kadrolarının, PKK yapısının cezaevindeki durumunu düşünmüştür. Şehadete giderken bile kalan arkadaşların nasıl davranması gerektiğini söylemiştir. Parti kadrosuna, yapısına, yoldaşlara sahip çıkılmasını istemiştir. Direnen, emek veren arkadaşlara daha fazla değer verilmesini istemiştir. Daha hastaneye gitmeden önce ölüm orucunun sonlarına doğru bana (hücrelerimiz arada bir hücre boş olsa da yan yanaydı) ‘Batmanlı arkadaşlara sahip çıkmak, ilgilenmek gerekir’ diyordu. Bunu Batmanlıların ziyaretçileri her hafta ve sık geldiği için arkadaşlar her ziyarete gittiklerinde işkence görüp döndüklerinden dolayı söylüyordu. Yine bu direnişten sonra direnişçi tutumun, mücadelenin nasıl sürdürülmesi gerektiği konusunda düşüncelerini belirtmiştir. Bu yönüyle kendileri şehadete ulaşarak sorumluluklarını yerine getirme rahatlığıyla, düşüncesiyle kalan arkadaşlara sahip çıkılmasını ve örgütlendirilmesini istemiştir. Böylece kendi direnişlerinin zindanda devrimci bir duruş halinde devam ettirilmesini istemişlerdir.  Yine Ali Çiçek için yaptığı değerlendirmeler vardır. Ali Çiçek bizim Kızıl Yıldızımız, Stêrka Sor’umuz demiştir. Ali Çiçek’in genç yaşındaki o duruşunun, o direnişçi tutumunun anlamlandırılması gerektiğini söylemiştir. Bunu söylediği zaman daha Ali Çiçek hayattadır. Ama bir genç arkadaşın dışarıda partiye bağlılığı, eylemciliği, yakalandığında işkence altında hiçbir şey konuşmaması, zindandaki bütün direnişlere katılması, 14 Temmuz’da direniş açıklandığında hemen bu direnişe katılma iradesini göstermesi Hayri Durmuş’un Ali Çiçek için bizim ‘Kızıl Yıldızımızdır’ değerlendirmesini yapmasını sağlamıştır.

Hayri Durmuş bilge özellikleri olan bir arkadaştı. Duygularıyla hareket etmezdi. Duyguları çok güçlüydü ama olaylara olgulara halkın çıkarları, partinin çıkarları nasıl olur, hangi adım atılırsa gelecek açısından daha doğru olur yaklaşımıyla hareket ederdi. Bu açıdan da Kemal Pir görüşü her sorulduğunda Hayri’nin görüşünü esas almış; ‘Doktor ne derse öyle olsun’ demiştir. Bu tabi ki Hayri Durmuş’un karakterini gösteriyor. Hayri Durmuş sadece Kemal açısından değil bütün cezaevindeki arkadaşlar için sözü dinlenen, sözüne değer verilen bir arkadaştı. Gerçekten de duruşuyla, tutumuyla herkese güven veren, düşüncesi dinlenilen bir arkadaştı.

Kemal Pir her zaman coşkuluydu. Devrimci heyecanını, coşkusunu son ana kadar sürdürmüştür. Ölüm orucu içinde iki gözünü kaybetmesine, gözleri görmemesine rağmen direniş iradesinden hiçbir tereddüt göstermemiştir. Hatta ilk başlarda gözlerinin görmediğini arkadaşlara bile hissettirmemiştir. Arkadaşları etkilenmesin diye, direnişe herhangi bir olumsuz etkisi olmasın diye gözlerini kaybettiğini, görmediğini arkadaşlara söylememiştir. Düşman gözlerinin göremediğini fark edince bırak tedavi olursan gözlerin görür, dediğinde buna büyük bir öfke duymuştur. Siz bizi olduğumuz gibi kabul ediyor musunuz, demiştir. Kabul etmiyorsanız sizin söylediklerinizin anlamı yok, demiştir. Siz diyorsunuz ki, Kemal’in gözü olsun ama Kemal olmasın, Kemal’in gözü olsun ama Kemal’in iradesi olmasın, Kemal’in gözü olsun ama Kemal’in kendisi olmasın, ben böyle Kemal istemiyorum, diyerek tutumunu net ortaya koymuştur. Bu tutumuyla bütün yoldaşlara, herkese mesaj vermiştir. Önemli olan iradedir, önemli olan devrimci inanca, yoldaşlara, partiye bağlılıktır, bu mücadelede kararlı olmaktır. Göz, ayak, el önemli değildir. Devrimcinin gözü olmasa da büyük olur, ayağı olmasa da eli olmasa da büyük olur. Ama iradesi olmadı mı gözün, elin, ayağın anlamı yoktur, duruşunu en açık biçimde ortaya koymuştur. Ölüm orucu içinde Önder Apo’nun ve büyük komutan Mahsum Korkmaz’ın bu mücadeleyi mutlaka başarıya götüreceğine inanmıştır. Önder Apo’yu kastederek ‘Arkadaş mutlaka mücadeleyi başarıya götürür’ demiştir. Çünkü Önder Apo’yu tanıyor. Önder Apo’nun nasıl bir Önder olduğunu biliyor. Onun için şehadete giderken gönül rahatlığıyla gidiyor. Bu devrimin başarıya götürüleceği huzuruyla şehadete gidiyor. Şehadete gittiği an da en coşkulu anıdır. Görevini yapmanın huzuru ve coşkusu vardır Kemal Pir’de. Kemal Pir bir devrimcidir, devrimci görevini yapıyorsa onun için en büyük moral ve coşku odur. Kemal de bu coşkuyu ölüm orucu içinde çok açık ve net bir biçimde göstermiştir. Hatta direniş başladıktan sonra ölüm orucunun ortalarında ‘oh be özgürlük ne kadar da güzelmiş’ demiştir. Yani direnmenin özgürlük olduğunu, şehadete giderken bu özgürlüğün ne kadar güzel olduğunu, devrimci iradenin ortaya konulmasının ne kadar değerli olduğunu açıkça ifade etmiştir.

Bu mücadelenin başarıya ulaşacağına çok inançlıydı. Önder Apo’yu, partiyi, yoldaşlarını tanıdığı için ölüm orucunun ortalarında PKK’nin tarih sahnesine çıkması anlamında şunu söylemiştir; biz bu devlete bir kazık çaktık, çıkarabilirse çıkarsın, demiştir. Yani PKK’nin tarih sahnesine çıkmasının aslında soykırımcı sömürgecinin ölümü olarak görmüştür. PKK’nin tarih sahnesine çıkmasından sonra artık sömürgeciliğe yaşam yoktur, sömürgeciliğin başarması mümkün değildir anlamına gelen bu sözleri kullanmıştır. Bu yönüyle bir devrimci nasıl inançlı olur bunu Kemal Pir’de görebiliriz. Onun için kendisinin yaşaması, hayatta kalması önemli değildir. Önemli olan mücadelenin ayakta kalması, başarmasıdır. Bunu zaten hissettikten sonra bu partinin kurucusu olarak, militanı olarak şehadeti tarihi bir görevi yerine getirme olmuştur. Ve bunu da herkese örnek biçimde, bütün yoldaşlara örnek biçimde bir devrimci nasıl yaşar, nasıl mücadele eder, yaşamını nasıl ortaya koyar, şehadete giderken hangi duyguları taşır bunları çarpıcı biçimde ortaya koymuştur. Zaten bugün PKK ayaktaysa, bütün saldırılara rağmen PKK sarsılmıyorsa, mücadeleyi sürdürüyorsa bu şehitlerin 14 Temmuz’daki gösterdikleri iradenin PKK iradesi olmasıdır. 14 Temmuz’da gösterdikleri ruhun PKK ruhu olmasıdır. Bu nedenle Önder APO PKK’nin ruhunu 14 Temmuz ruhu olarak değerlendirmiştir.

Akif Yılmaz son nefesini benim yanımda vermiştir. Şehadete düşmeden önceki bir haftayı hastane odalarında beraber geçirdik. Ben askeri hastaneye gittiğimde Akif’in yanına götürüldüm. Yaşamını yitirene kadar da beraber kaldık. Kolordudan kurmay subay gelmişti, hastane müdürü gelmişti. Bunlar direnişi bırakın artık eskisi gibi olmayacak dediğinde bu sözlere inanmadığını söyleyerek tutumunu net ortaya koymuştur. Bu yönüyle şehadete giderken en ufacık bir kararsızlık ve tereddüt göstermemiştir. Örnek bir militan, bir partili olduğunu ortaya koymuştur. Düşman bu yoldaş şahsında PKK’nin, PKK militanlığının ne olduğunu görmüştür. Akif zaten direniş anını her an bekliyordu. Direniş olmasını, direnişte yaşamını ortaya koymasını bekliyordu. Gerçekleşecek direnişin en önlerinde olmayı temel hedef olarak önüne koymuştu. Özellikle de kendisinin de içinde olduğu Mazlum Doğan’ın cezaevinden kaçırılışı planında başarılı olunamaması ve daha sonra Mazlum yoldaşın şehadeti Akif yoldaşı çok etkilemiştir. Akif, Mazlum şehit düştükten sonra’ bu yaşam artık bana ait değil’ demiştir. Bu yaşamın partiye, halka, devrime ait olduğunu düşünmüştür. Ve önüne çıkan ilk büyük direnişe de hiç tereddüt etmeden katılmış, son nefesine kadar da bu kararlılığını sürdürmüş ve şehit düşmüştür.

Akif Yılmaz’la son anlarımızda duygusal anlar da yaşandı. Saati vardı, ama onun da gözleri görmüyordu, gözlerini kaybetmişti. Bu nedenle saati benim almamı istemişti. Benim artık fazla günüm kalmadı, diyerek şehadetin yaklaştığını söylüyordu. Kendisine böyle değil dediğimde, yok diyordu sen saati al, benim fazla zamanım kalmadı, dedi ve saati ben aldım koluma taktım. Ve saatini de yeğenlerine gönderilmesini istedi. Şehadete giderken böyle bir duygusallığını da ortaya koydu. Kararlılık örneği bir militan olarak şehit düştü. Gözlerinin görmemesi onun için hiçbir sorun değildi. Bu yönüyle de Akif de şehadete giderken büyük bir huzurla gitti. Halka, partiye görevlerini yerine getirmenin huzuruyla son nefeslerini verdi. Davaya adanmış devrimcilerin nasıl olduğunu, yaşamlarını nasıl ortaya koyduklarını 14 Temmuz direnişçilerinde bizzat gördük.

Önder Apo beni dağa gönderdiğinde Karasu ‘sen git bütün yoldaşlara, herkese bu arkadaşları anlat, onların direnişini anlat, senden fazla bir şey istemiyorum, onların direnişlerini, duruşlarını gençlere ve bütün parti yapısına mal et bundan daha büyük görev yoktur’ diyordu. Bu şehadetlerin anlamını kavramının, anlamanın zaten büyük devrimcilik yaratacağını, büyük direnişçiler yaratacağını, büyük başarılar getireceğini, bu şehitleri anlayarak yaşamanın mücadeleyi başarıya götüreceğini düşündüğü için Önder Apo beni özgürlük mücadelesi alanları olan dağa gönderirken özellikle bu arkadaşların yaşamlarını, duruşlarını anlatmamı istemiştir. Gerçekten de bütün halkımızın, bütün yoldaşlarımızın, mücadele eden bütün militanların, mücadele eden bütün yurtsever kurum ve kişilerin bu arkadaşların, bu yoldaşlarımızın nasıl direndiklerini, nasıl şehadete ulaştıklarını, şehadete giderken son anlarını nasıl yaşadıklarını bilince çıkarmaları gerekiyor. Bu arkadaşlar anlaşıldığı an herkes direnişçi, militan, fedai olur, herkes halkın özgürlüğü için, özgür yaşamı için büyük mücadele verir.

Birlikte direndiğiniz, mücadele ettiğiniz bu yoldaşların yokluğu sizin için ne anlam ifade ediyor, onların yeri dolduruldu mu?

Şunu söylemek gerekiyor; bu yoldaşların yerini doldurmak gerçekten mümkün değil. Bu yoldaşlar PKK çizgisinin, PKK mücadelesinin, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin farklı karakterlerini, farklı boyutlarını, farklı kapsamlarını ortaya koyan arkadaşlardı. PKK bu arkadaşlarla güçlü olmuştur. Hayri’nin özelliği partinin bir karakterini ortaya çıkarmıştır, Kemal’in özelliği, duruşu farklı bir karakterini yaratmıştır, Akif’in duruşu farklı bir boyutunu yaratmıştır, Ali Çiçek’in direnişi, duruşu da partimizin farklı bir karakterini, farklı bir özelliğini oluşturmuştur. Bu açıdan bu dört arkadaşın özellikleri zaten bir araya geldiğinde ortaya büyük bir devrimci ruh, büyük bir mücadele ruhu ortaya çıkarır, büyük bir karakter ortaya çıkar. Bu yönüyle onların yerini doldurmak mümkün değildir ama onlar zaten şehadetleriyle aslında boşluk bırakmamışlardır. Şehadetleriyle yarattıkları değerlerle kendilerinin boşluğunu doldurmuşlardır. Bu direnişçilerin mücadeledeki yeri, halk içindeki yeri bellidir. Bu bakımdan mücadelemizin her zaman parçasıdırlar. Onlar mücadelemizde, partimizde, şehitlerimizde, yaratılan değerlerde yaşıyorlar. Bunu gerçekten de böyle görmek gerekiyor. Onların bu halkın mücadelesine, PKK’ye, PKK’nin mücadelesine, militanlığına kattığı çok şey var. Önder Apo onların karakterlerini bütün parti yapısına, militanına, halka, topluma vermiştir, yedirmiştir. Bu yönüyle Kemal Pir, Hayri, Akif ve Ali, Partiye, Önderliğe, halka nasıl ki görevlerini, sorumluluklarını yerine getirmişse, Önder Apo da onlara karşı sorumluluklarını yerine getirmek için büyük çaba harcamıştır, büyük mücadele etmiştir. Mücadelesi ve çabasıyla onların duygusu ve çizgisinde halk gerçeğini, mücadele gerçeğini, militan gerçeğini özgür toplum, özgür insan gerçeğini, özgür kadın gerçeğini ortaya çıkarmıştır.

Onlarla yaşadığımız için, tanıdığımız için onları şu anda yanımızda görmemek bizde tabi ki büyük bir boşluk yaratıyor. Hep hissediyoruz. Bu boşlukları, onların yokluğunu en iyi tabi ki sanat edebiyat ifade edebilir. Nitekim Nazım Hikmet’in bir şiirinde bir yokluğu, bir boşluğu anlatmak için kullandığı imge var. İnsan fiziki varlık, Nazım bir yokluğu omuzunda olmayan kol gibi ifade ediyor. Yani insanın omuzunda bir kol olmadığında nasıl ki boşluğunu çok derinden hissederse Nazım da büyük bir boşluğu, yokluğu, bir kaybı böyle ifade etmiştir. Bizim açımızdan da her an hissettiğimiz bir boşluktur. Bunu böyle gerçekten ifade edebiliriz. Onların yokluğu bizim yükümüzü ağırlaştırıyor, çok ağırlaştırmıştır. Hayri’nin, Kemal’in, Akif’in, Ali’nin şehadetleri bizim açımızdan omuzumuza büyük sorumluluklar yüklemiştir. Bu yüke nasıl cevap verilecek, bunlara karşı sorumluluk nasıl yerine getirilecek, bunlar gerçekten sürekli hissedilen çok ağır bir durumdur. Bir taraftan onlarla yaşamış olmak, bu yoldaşların yoldaşı olmak insana büyük bir güç verirken, büyük bir irade kazandırırken, diğer taraftan böyle yoldaşları genç yaşta kaybetmek, uzun yıllar onların boşluğunu duyarak yaşamak da gerçekten kolay değil. Bu da insan da her zaman farklı duygular yaratıyor.

Onların yokluğu esas olarak biz de ne yapsak da ne çaba göstersek de ne versek de onlara karşı var olan sorumluluklarımızı karşılayamayacağımız duygusunu yaratıyor. Onun için onların mücadelesi karşısında bizim yaptıklarımızın çok az bir şey olduğunu hissediyor, bu mesafeyi görüyoruz. Ne yapsak da onların hakkını vermeyeceğimizi düşünüyoruz. Hep böyle bu duyguyu yaşıyoruz. Bu duyguyu yaşatıyorlar. Bir yönüyle bu duyguyla yaşamak kolay değildir ama onların hakkını veremeyeceğimizi düşünüyor. Hep bu duyguyu yaşıyoruz, bu duyguyu yaşatıyorlar. Diğer yanda da bu duyguyla yaşamak bizim açımızdan bu büyük yoldaşların yoldaşı olmanın onuru, gururunu veriyor. Bu yoldaşlarla omuz omuza mücadele etmenin onuru kadar, gururu kadar değerli bir şey olamaz.

Onların yeri zaten doldurulamaz, farklı özelliklere sahiptirler. Ama şöyle de düşünmemek gerekiyor, onlar şehit düştü bu nedenle çok büyük kayıplar yaşadık, bir daha onların yarattığı kayıpları gideremeyiz biçiminde düşünmemek lazım. Tabi ki o arkadaşlar yaşasaydı mücadeleye büyük katkı sunardı. İşte Kemal Pir bir taburu, yüz kişiyi on bin kişi kadar savaştırırdı. Gerçekten de Önderlik zaman zaman bu mücadelenin büyük komutanları olmalıydı, diyor. Kemal Pir bu özelliklere sahipti. Ama onların yarattığı çok büyük değerler var. Onlar da yaşamını ortaya koyarak büyük değerler yarattılar. Mücadelenin gelişmesinde büyük rolleri oldu. Kemal Pir’in zaten partinin kuruluşundan itibaren mücadelenin gelişmesinde çok büyük rolü olmuştur. Daha sonra da büyük rolü olmuştur. Yine Hayri Durmuş ideolojik aşamada ve Kürdistan'da yürütülen mücadelenin gelişmesinde çok büyük rolü olmuştur. 

14 Temmuz direnişinin mücadelemizdeki rolü çok büyüktür. Önderlik bunu defalarca ortaya koymuştur. Partimizin 1980 ve 84 arasındaki büyük mücadele boşluğunu doldurmuşlardır. 15 Ağustos’a köprü oldukları gibi bu mücadelenin geliştirilmesinin en büyük moral değerleri olmuşlardır. Onlar şehadetleriyle büyük değerler yarattılar, büyük militanlar yarattılar. 14 Temmuz direnişçileri büyük fedailer ordusu yarattı. Bunu böyle görmek lazım. Yoksa yeri dolduruldu mu, dersek onların yerini doldurmak zaten mümkün değil. Önemli olan onların ortaya koyduğu değerleri, duruşları, militanlığı, kişiliği yaşatmak, bir halk gerçeği, toplum gerçeği, militanlar gerçeği, parti gerçeği haline getirmektir. İşte bu konuda eksikliklerimiz var. Yani onların o büyük duruşlarını tamamen bir toplum gerçeği, militanlar gerçeği, parti gerçeği, halk gerçeği haline getirmede eksikliklerimiz var. Böyle belirtirsek daha doğru olacağını düşünüyorum. Çünkü onlar şehit düştüler, ama bu dört yoldaşımız dört bin, on dört bin, kırk bin, on binlerce militan ortaya çıkardı. Şehadetleriyle de büyük değerler yarattı. Onların şehadet gerçeği, kişilikleri de mücadeleyi her zaman geliştirdi, büyüttü. İşte ölümsüzlük derler ya, ölümsüzlük gerçekten onlar için tam ifade edilebilir bir kavramdır. Ölmediler, hatta daha da büyüdüler. Şehadetleriyle kişilikleri, karakterleri, karakterlerinde bulunan özellikleri daha da çarpıcı, etkili hale geldi. Böyle değerlendirirsek o zaman onlara layık olmaya çalışırız. Bu büyük devrimciler şehit düştüler, onları kaybettik demek çok doğru olmaz. Bu şehadetleri kaybetmek olarak görmemek gerekiyor. Onları kaybetmedik, onlar kaybolmadı. Onlar varlıklarını daha da etkili hale getirdiler. Böyle değerlendirirsek bu şehitleri gerçekten doğru değerlendirmiş oluruz, doğru anlamlandırmış oluruz.

Onların yokluğu bizim açımızdan ancak ve ancak mücadele gerekçesi olabilir. Onların yokluğu aslında onları daha fazla hatırlamamızı gerektiriyor. Onların yokluğu, onları yanımızda görmeme aslında onları sürekli hatırlama, her zaman hatırlama gibi bir sorumluluk yüklüyor. Benim açımdan onların yokluğu her zaman onlara layık olma, onları hatırlama sorumluluğu anlamına geliyor. Bu vesileyle tabi bir daha minnetle ve saygıyla anıyorum. Onları tanımak, onların yoldaşı olmak kadar değerli ve anlamlı bir şey yoktur. Onları tanımak yaşamın zaten anlamlı hale gelmesidir. Ve bütün militanlar açısından, bütün yoldaşlar açısından onların direnişi, mücadelesi, ortaya koydukları şehadet gerçeği aslında biz militanların, bütün parti yapısının artık yaşamlarımızın onlara ait olması anlamına geliyor. Böyle büyük şehadetler, büyük devrimciler yoldaşlarının yaşamını da anlamlandırırlar. Yoldaşlarının yaşamını tamamen bir dava yaşamı haline getirirler. Bugün PKK’de büyük bir fedailik varsa, davaya büyük adanmışlık varsa, binlerce, on binlerce yoldaşımızın yaşamı bu şehadetlere, bu büyük devrimcilere ait hale gelmişse onların mücadelesini yükseltecek onlara ait bir yaşam haline gelmişse bunda tabi ki bu şehadetlerin rolü belirleyicidir.