Kalıcı barışın olmazsa olmazları-Cahit Mervan

Kalıcı barışın olmazsa olmazları-Cahit Mervan

PKK lideri Abdullah Öcalan kendisiyle 7. kez görüşen BDP heyeti aracılığıyla yaptığı yazılı açıklamada Kürt ve Kürdistan sorununun kapsamına ilişkin şunları söylüyor:

‘Bu mesele100 yıllık bir meseledir. Meselenin tarihi olguları ve maddi olgulara dayanan gerekçeleri vardır. Herkesin bu ciddiyetle yaklaşması gerekir’

Elbette bu sadece bir durum tespit değil. Aynı zamanda başlayan barış ve çözüm sürecinin ilerlemesi için de esaslı bir çağrıdır. Öcalan’ın yaptığı bu çağrının muhatabı ise Türk devleti ve onun adına siyasi tasarruf hakkını kullanarak Onunla İmralı’da masaya oturan Türk hükümetidir. Başbakan Tayyip Erdoğan ve ekibidir.

Öcalan’ın ‘herkesi ciddi olmaya’ çağırmasının nedeni çözüm sürecinin karşı karşıya kaldığı tehlikedir.  

Hiç şüphe yok ki süreç sadece Kürt tarafının atacağı adımlarla bir yere kadar ilerler. Zaten üzerinde uzlaşmaya varılan ‘İmralı mutabakatının’ birinci aşaması Öcalan’ın risk alması ve Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin buna uygun attığı adımlarla sağlandı.

Birinci aşamanın en önemli ayağı silahların susması, yani çift taraflı bir ateşkesin sağlanmasıydı.  PKK’nin gerilla güçlerini Türkiye sınırları dışına çekmesi ikinci aşamaya aitti. Ancak Öcalan süreci hızlandırmak ve olası risklerden ve provokasyonlardan korumak için gerilla güçlerinin sınır dışına çekilmesini öne aldı. PKK Öcalan’ın çağrısına uyarak 8 Mayıs’tan itibaren güçlerini sınır dışına çekmeye başladı. Halen bu hareketlik devam ediyor. 

Böylelikle ilk aşamada sadece silahlar susmadı, aynı zamanda ikinci aşamada hükümetin atacağı demokratik adımlara göre şekillenmesi beklenen ‘geri çekilme’ sorunu da büyük oranda çözüldü.

Ancak PKK’nin tüm dünyada saygı uyandıran ‘sözünün eridir’ tutumunun hükümet kanadında yeterli karşılık bulduğu söylenemez. Hükümet gerilla güçlerinin geri çekilmeye başlamasıyla birlikte işi yavaştan almaya ve sürüncemeye bırakmaya başladı. Ve süreç başladığından buyan ilk güven krizi kendisini açığa vurdu. HPG, Öcalan ile 7. görüşme gerçekleşmeden önce ‘hükümetin tutumundan kuşku duyuyoruz’ yönünde açıklama yaptı. Her şart ve koşulda mücadeleye hazır olduklarının altını çizdi.

Çünkü Türk tarafı işi sadece yavaştan almaya başlamadı, aynı zamanda yeni karakolların yapımına hız verdi, korucu kadrosunu genişletme yolunu seçti, askeri hareketliği artırdı. Hatta yer yer gerillanın geçiş güzergahlarına pusu hareketleri gerçekleştirdi. Bu durum zor bin bela ile sağlanmış olan ateşkesi tehlikeye attı. Son helikopter örneğinde olduğu gibi.

Bu nedenle sürecin selameti için olmazsa olmazları bir kez daha hatırlatmakta yarar var.  Aslında ‘yüz yıllık bir sorunu’ çözmek için yola koyulan Kürtler ve Türklerin önünde benzeri sorunların nasıl ve hangi yollarla çözüldüğünü gösteren birçok örnek duruyor. Her örnek veya ‘model’ kendi koşullarında hayat bulsa da, belirli ve her yer için geçerli ilkelerin, prensiplerin oluşmasına yol açtı. Bu ilkeler, araçlar hayat bulmadan sorunları çözmek mümkün değil. Bunlara aslında barış süreçlerinin ‘olmazsa olmazları’ diyebiliriz.   

ATEŞKESİN DENETLENMESİ ZARÜRİDİR

Örneğin KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın 23 Mart Bonn Newrozu’nda ilan ettiği ateşkesin hem çift taraflı ve hem de denetlenebilir bir ateşkes haline gelmesi ilk akla gelen olmazsa olmazlardandır.

Çünkü ateşkeste ciddi sorunlar yaşanıyor.  Kazara patlayacak bir tüfek bile her şeyi alt-üst edebilir. Doğrudur. PKK’nin ilan ettiği ateşkese Türk ordusu büyük oranda uyum gösteriyor. Ancak bu alanın hassasiyeti itibariyle denetlemesi gerekiyor. Kaldı ki ateşkes resmi olarak halen tek taraflıdır. Bunun çift taraflı olarak kabul görmesi ve ateşkesin bağımsız, her iki tarafa da eşit mesafede duran bir gözlemci grup tarafından izlenmesi ve rapor edilmesi gerekmektedir.

Dahası İrlanda barış görüşmelerinde önemi bir ol oynayan diplomat Jonathan Powell gazeteci Cansu Çamlıbel’e verdiği mülakatta dediği gibi ateşkesle çözüm için atılacak adımlar arasında ciddi bir boşluk doğmamalıdır. Bu boşluğun uzaması süreci tehlikeye atabilir. Bu nedenle Öcalan, görüşmelerin düzenli yapılmasına dikkat çekiyor, adımların zamanında atılması gerektiğini belirtiyor ve verinle sözlerin tutulmasının önemli olduğunun altını her seferinde tekrardan çiziyor.

TÜRK TARAFI GÜVEN TAZELEMELİ

Kamuoyu bilmelidir ki sadece Kürt tarafının güven verici adımları sürecin ilerlemesi için artık yeterli değil. Türk tarafının da barış süreçlerinin olmaza olmazları arasında sayılan ‘güven sorununu’ kendi açısından çözmesi gerekiyor. Atacağı adımlarla muhataplarına güven vermesi gerekiyor. Bu kavramın içini doldurması gerekiyor.

Güney Afrika’da ırkçı beyaz rejimin son devlet başkanı ve ANC lideri Nelson Mandela ile barış görüşmelerini başlatan ve sonuca götüren  F.W. De Klerk’in altını çizdiği gibi ‘düşmanlarınız konusunda klişeleşmiş-kalıplaşmış kavramlardan kurtulmak’  başka bir olmazsa olmazı oluşturuyor.  

Türk başbakanı Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, Öcalan ve PKK ile müzakereyi yürüten taraf halen eski döneme ait dili kullanıyor. Örneğin ‘terörist’, ‘bölücü başı’, ‘terörist başı’ gibi. Sürecin ilerlemesi ve kalıcı hale gelmesi isteniyorsa Türk tarafının bu klişe ve Kürtleri rencide eden söylemlerden vazgeçmesi gerekiyor. Muhatabına karşı saygılı olmak bu işin başka bir olmazsa olmazıdır.

Türk hükümeti sadece muhatabına karşı saygısızlık yapmıyor. Başka alanlarda da ihlale gidiyor. Örneğin muhatabını bütün olarak görmek, onu parçalama, iç problemle yorma veya iç problemler varmış gibi sunma taktiğinden uzak durmak diğer bir olmazsa olmazı oluşturuyor. Türk tarafı bu alanda da rüştünü ispatlamış değil.

Halen İmralı’ya gidecek heyetlere yaptığı yersiz müdahale, bazen o kadar saçma bir hal alıyor ki, kamuoyunda zaten var olan ‘bu adamlarla barışta olmaz, çözümde olmaz’ yargısını güçlendiriyor.  Gereksiz zaman kaybına yol açıyor. Halbuki sorunu çözmek istediğiniz güçle yapacağınız ‘heyet kavgası’ sizi hiçbir yere götürmez.

Bu konularda yüz kat meslektaşı Erdoğan’dan daha tecrübeli De Klerk’in dediği gibi ‘bütün tarafları içermeyen görüşmeler, takımlardan birinin sahaya çıkmamasına benzer.’  Türk hükümeti eğer maçın başlamasını ve devam etmesini istiyorsa artık şunu anlamalıdır: İster müzakere heyetlerinde, isterse  İmralı heyetinde kimin yer alıp almayacağına karar vermek Kürtlere aittir. Bu hakka tecavüz kabul edilmez. Çünkü tarafların kendi heyetlerini özgürce belirlemesi olmazsa olmazlardandır.

TARAFLARIN ZAMAN MEFHUMUNA İHTİYAÇLARI VAR

Barış görüşmelerinin olduğu her yerde en çok üzerinde durulan şey ise ‘zaman’ kavramıdır. Optimal zaman kavramı bu süreçlerin olmazsa olmazlarının başında gelir. Çünkü tarih her zaman karşınıza çözüm fırsatını getirmez. İç ve dış birçok faktörün bir araya gelmesi ve çoğu zamanda sübjektif müdahale sonucu bir sorunun çözümü için fırsat doğar. İşte tüm marifet bu fırsatı doğru zaman diliminde ele almakta yatıyor. Unutmamak gerekir ki zaman her an avuçlarınızın içinde kayıp gidebilir. Bu nedenle çözüm süreçlerinde tarafların mutlaka, ama mutlaka bir zaman mefhumuna sahip olmaları gerekiyor. Bu işlerde sınırsız zaman söz konusu değildir.

Çözüm süreçlerinde zaman kadar, bu zaman diliminde neyi ne zaman ele alacağınız sıralamada önem kazanıyor. Örneğin Kürt sorununun çözümünde silahların susmasıyla, bırakılması meselesi iç içe tartışıldığı için çok zaman kaybedildi.

Hâlbuki silahların susması ilk aşama ise, silahlara tümden veda son aşamadır. Son yapılacak olanı ilk tartışmak, atılacak adımlar için ön şart olarak en son aşamanın en son şıkkını getirip aşamalardan herhangi birisinin öne koymak ve tartıştırmak süreci kilitlemekten ve açmaza itmekten başka bir şeye yaramaz. Türk tarafı bunu sıklıkla yaptı, yapıyor da. Veya üçüncü aşamada gerçekleşmesi gereken ve kaçınılmaz olan Öcalan’ın özgürlüğü Kürt tarafınca birinci veya ikinci aşamada gündeme getirilirse yine süreç kilitlenir.

Bu nedenle çözüm süreçlerinin olmazsa olmazlarından birisi de her iki taraf açısından önceliklerin makul olarak kabul görmesidir. İşe ilk önce üzerinde mutabakata varılan alandan başlamak sonuca gitmek açısından en gerçekçi yoldur.

SORUN ‘ZAFER’ VE ‘YENİLGİ’ DEĞİL

Barışın kalıcı hale gelmesi için olmazsa olmazların en önemlisi belki de her iki tarafın çıkarlarını, hakkını ve hukukunu gözeten, tek taraflı bir ‘zafer’ ve ‘kazanç’ üzerine kurgulanmamış bir sürecin varlığıdır.

Örneğin Kürt halkının kendi geleceğine saygı duyulması, Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü Kürtler açısından bir ‘zafer’ sayılmayacağı gibi, Türkler için de bir ‘yenilgi’ sayılmayacaktır. Veya gerilla güçlerinin geri çekilmesi ve en son aşamada Türkiye sınırları içinde silah kullanmaktan stratejik olarak vazgeçildiğinin duyurulması Kürt tarafı için bir ‘yenilgi’, Türk tarafı için bir ‘zafer’ anlamına gelmeyecektir.  Çünkü bir halkın kendi geleceğini belirleme hakkı için başlatılan çözüm sürecinin varacağı nokta, yani özgür Kürdistan, demokratik Türkiye her iki tarafı da sonuç olarak ‘mutlu’ etmelidir.

Belki bu saydıklarımızdan öteye, maddi koşulları da aşan bir başka olmazsa olmaz daha gereklidir. O da her iki tarafta çözüm için gerekli inanç, irade, kararlılık ve sözünü söyleyecek, gerektiğinde risk alacak, kısa ve orta vadeli çıkarlarını dahi riske edebilecek lidere ihtiyaç vardır. Bu her iki taraf için de geçerlidir. Bir taraftaki eksiklik süreci zaafa uğratır. Tıkanmasına ve tekrardan savaşın başlamasına kadar gider.

ÇÖZÜM İRADESİ GÖSTERECEK LİDER LAZIM

Hiçbir komplekse kapılmadan şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Kürt tarafında sorunu çözmek ve kalıcı bir barışı sağlamak için gerekli inanç, irade, kararlılık var. Dahası gerektiğinde risk alan ve süreci ilerletmek için, İmralı’da esir olmasına rağmen çözüm için her fırsatı değerlendirmek isteyen ve bunun için neredeyse ‘iğne ile kuyu kazıyan’ bir lider, onu etrafında kenetlenmiş gerilla güçleri, KCK, parlamentoda güçlü temsile sahip BDP ve Kuzey Kürdistan Konferansıyla birlikte ortaya çıkmış Kürt iradesi var.  

Ancak ‘karşı tarafta’ işler tam böyledir diyemiyoruz. Halen ortaya çıkmış ve bütün yönleriyle muhatabına güven veren bir inanç ve kararlılık söz konusu değil. Tayyip Erdoğan’ın barışın kalıcı hale gelmesi ve çözüm sürecinin geri dönülmez şekilde ilerlemesi için ne kadar risk alacağı ise kuşkuludur.

Gerçekte Erdoğan’ın derdinin ne olduğu tam anlaşılmış değil. Acaba Erdoğan’ın derdi Öcalan’ın ‘yüz yıllık sorun’ olarak adlandırdığı Kürt sorununu çözmek mi?  Yoksa barış sürecini kendi ve partisinin bencil çıkarları için bir zemin olarak kullanmak mı?  İşte bu en acil cevaplanması gereken soru olarak orta yerde duruyor.

Bu cevaplanmadan, yani bu olmazsa olmaz yerine gelmeden, başlamış olan ikinci aşamanın ilerlemesi mümkün görünmüyor. Çünkü İngiltereli diplomat Jonathan Powell’in dediği gibi ‘Bu yola giren siyasi lider büyük siyasi acılar çekmeye hazır olmalı.’’

Daha birkaç ay önce Türk başbakanı Tayip Erdoğan barış ve çözüm için gerekirse ‘baldıran zehri içerim’ demişti. Sözünde durup durmayacağını göreceğiz. Bu konuda sözün ve demagojinin artık bittiği noktadayız. Bu iş siyasi acı çekmeden olmuyor. Olmaz da…

Barış için Öcalan ve Kürt tarafının çektiği ‘acının’ binde birini Erdoğan ve ekibi çekse, takdir edersiniz ki, baldıran zehri içmeye gerek kalmaz. İkinci aşama da, üçüncü aşama da tamamlanır. Barış kalıcı hale gelir. Kürt sorunu çözülür. Silahlar sonsuza kadar susar.                               

Kim ne derse desin: bence barış için, her iki halkın mutluğu ve özgür geleceği için çekilmeye değer bir acı.