JİTEM: Devletin ta kendisi!
Türk Başbakanı Ahmet Davutoğlu, "Bize oy vermezseniz beyaz Toros'lar geri gelir" diye nutuk atıyordu. Oysa, ne zaman gittiler ki geri gelsinler...
Türk Başbakanı Ahmet Davutoğlu, "Bize oy vermezseniz beyaz Toros'lar geri gelir" diye nutuk atıyordu. Oysa, ne zaman gittiler ki geri gelsinler...
Konfüçyüs, mezar başında ağlayan kadına "ağlaman, acı üstüne acı çekenlerin ağlamasına benziyor, neden?" diye sorar. Kadın, “öyle” der, “önce kocamı şimdi de oğlumu kaplan öldürdü. ”Üstadın “Öyleyse neden bu diyardan gitmiyorsun?" sorusunu, kadın; “çünkü burada devlet yok" diye yanıtlar. Üstat; "demek ki devletler kaplanlardan daha dehşet verici" der.
FAİLİ DEVLET OLAN DAVALAR BİR BİR KAPATILDI
Türk Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Bize oy vermezseniz beyaz Toros'lar geri gelir" diye nutuk atıyordu. Oysa, ne zaman gittiler ki geri gelsinler... Ya da beyaz Toros'ları kullanan, onlarla cinayet işleyen, devletin hangi kolluk kuvveti herhangi bir cezai yaptırıma uğradı ki? Bu soruların cevabı için, son altı ayın bilançosuna dahi bir göz attığımızda durumu tüm açıklığıyla görebiliriz.
Kürdistan'da 1990’lı yıllarda işlenen ve faili devlet olan cinayetlerle ilgili açılan davalar son 6 ayda bir bir kapatılarak, sanıklar beraat ettirildi. Yıllardır yüzleşme ve adalet bekleyen aileler, bir kez daha hayal kırıklığı yaşadı. Ailelerin gözlerinin içine baka baka katillerini serbest bıraktılar. "Çözüm Süreci" ile birlikte açılan davalar 'sürecin buzdolabına konulmasıyla' kapatıldı; devlet katilleri bir kez daha ödüllendirildi, cesaretlendirildi.
Şırnak’ın Silopi ilçesine bağlı Görümlü beldesinde 14 Haziran 1993’te 6 köylünün gözaltında kaybedilmesiyle ilgili açılan davada, dönemin Şırnak 23. Jandarma Sınır Tümen Komutanı emekli Tuğgeneral Mete Sayar dahil olmak üzere 5 subay, Temmuz ayındaki duruşmada beraat etti.
Mardin’in Derik ilçesinde 13 köylünün öldürülmesiyle ilgili süren davada yargılanan Tuğgeneral Musa Çitil, geçen Ağutos ayında beraat etti ve hemen ardından rütbesi arttırıldı.
Hakkâri’nin Yüksekova ilçesinin Aşağı Ölçek köyünde Nisan 1995'de Nezir Tekçi’nin gözaltında öldürülmesi ve cesedinin bombalanarak yok edilmesiyle ilgili açılan davada yargılanan Yarbay Kemal Alkan ile emekli Albay Ali Osman Akın, geçen Eylül ayında beraat etti.
Yargı süreci devam eden 29 Ekim 1995 tarihinde Mardin Dargeçit'te kaybedilen 7 kişinin katledilmesinden sorumlu eski CHP Sivas Çepni Belediyesi Başkanı Hurşit İmren ve Eski AKP Bodrum Gümüşlük Belediyesi Başkanı Mehmet Tire'nin davası da beraatle sonuçlanma riski taşıyor.
KÜRTLERİ KATLETTİĞİ İÇİN 127 TANE BAŞARI ÖDÜLÜ!
100 yıllık devlet geleneği değişmemişken; devlet işlediği cinayetler ile ilgili herhangi bir yüzleşmeye gitmemişken, insanlık suçlarının hesabını vermemişken, kendi katilini cezalandırması Cemal Temizöz gibi insanlara haksızlık olurdu! Çünkü bu devlet, Temizöz'e Kürtleri katlettiği yada kaybettiği için 127 tane başarı ödülü verdi. Birkaç gün önce beraat eden Temizöz ve arkadaşlarını da bir dahaki seçimlerde parlamentoda görebiliriz.
Şırnak'ın Cizre ilçesinde '93-95 yılları arasında 21 kişinin gözaltında kaybedildiği veya infaz edildiği iddiasıyla açılan davada beraat ve zaman aşımı kararı çıktı. 21 cinayetle ilgili olarak haklarında dava açılan, aralarında dönemin Cizre Jandarma Komutanı emekli Albay Cemal Temizöz ile Cizre eski Belediye Başkanı Kamil Atağ'ın da bulunduğu 8 tutuksuz sanığın tamamı beraat etti. Mahkeme itirafçıların ve korucuların da aralarında yer aldığı bu 8 sanık hakkındaki delillerin yetersiz olduğunu savundu.
AİLELERLE ALAY ETTİLER: BİLDİĞİM TEK JİTEM...
Karar duruşmasında sanıklar mağdurlarla adeta dalga geçer gibi savunmalar yaptı. Adem Yakin, "JİTEM nedir bilmem. Benim bildiğim tek JİTEM Fransızca seni seviyorum demek” dedi. Sanık Adem Yakin, "İnsanlığa karşı suç deyince benim aklıma PKK’nin korucu ailelerini öldürmesi geliyor" derken, hakkında cinayetlerle ilgili 8 kez müebbet istenen Atağ ise "haklı" olarak, "Ben görevimi yaptım. Olayla alakam yok. Devletime sadığım" diyordu. Davanın “paralel yapı ve bölücü çevrelerin oluşturduğu bir koalisyon tarafından açıldığını” ileri süren ve 9 kez müebbet hapis istemiyle yargılanan Temizöz, "Algı operasyonunun başında Soros kaynaklı vakıflar var. Terörle mücadelede başarılı olanların üzerine çullanmak istediler" dedi. Bunun üzerine mahkeme de böyle düşünmüş olmalı ki, tüm sanıklar hakkındaki öldürme, kaybetme suçlarına ve delillere rağmen beraat kararı vererek olayı devlet adına sahiplendi. Suç işlemek amacıyla teşekkül suçundan ötürü açılan davanın zaman aşımı gerekçesiyle düşmesine karar veren mahkeme, sanıklar Yakın ve Abdulhakim Güven hakkında ise daha önce aynı suçtan beraat etmeleri nedeniyle davanın reddine hükmetti. Ayrıca tutuklu yargılanan sanıklar, beraat kararı Yargıtay tarafından onanırsa hazineden haksız tutuklama tazminatı alabilecekler. Mahkeme son olarak da gizli tanık olarak verdiği ifadeyle davanın açılmasını sağlayan Kamil Atağ’ın kardeşi Mehmet Nuri Binzet hakkında suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi. Belki de uzun süredir bütün zorluklara rağmen her ay yaşamlarını erteleyerek devletten hesap sormak ve adalet sağlamak için toplumun vicdanı olan Cizreli anneler mahkemece, “neden mahkemeyi bu kadar uzun süre takip ederek oyaladınız” diye cezalandırılırlar!
KARAR MERKEZİ: MİLLİ GÜVENLİK KURULU
Yoğun cinayetlerin yaşandığı 1990-96 yıllarında, Temizöz öncesi de birçok cinayet işlendi. 1993’e kadar Cemal Temizöz Cizre’de değildi. 1993’te Cizre’ye atandı ve '93-96 yıllarında görev yaptı. Dolayısıyla görev yılları cinayetlerin en yoğun yaşandığı dönem oldu. JİTEM aslında özellikle '90'lı yıllarda var olan devletin ta kendisiydi. Devlet dışında bir örgüt ya da yapı değildi. Devlet, o dönem sadece JİTEM’i kurmadı, koruculuk sistemi ve Hizbul-Kontra gibi değişik paramiliter güçlerle sayısız cinayetler işledi. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Olağanüstü Hal Valisi, bölge komutanları gibi devletin en üst kademelerinde yer alan görevliler milli güvenlik kurullarında kararlar alır, alınan kararlara ilişkin Özel Harp Dairesi'nde planlar yapılır ve bölgedeki paramiliter güçler de o kararlar ve planlamalar doğrultusunda devlet için tehlikeli cinayetler işlerdi! Bu cinayetler çoğu zaman halkın gözü önünde açıkça, bazen de insanlar kaçırılıp kaybedilerek işlenirdi. Her zaman bu iş, resmi kıyafetli devletin kolluk kuvvetleri, bazı “sivil”ler, korucular ve Hizbullah’ın içinde bulunduğu ekiplerce yapılırdı. Parasını, silahını, gücünü Genelkurmay'dan, parlamentodan ve Ankara’dan alırlardı. Bunu da hiçbir zaman inkar etmediler. Son bir kaç yılda ortaya çıkan pek çok itirafçı, o dönem işlemiş olduğu bu cinayetleri itiraf etti ve devletten aldığı para makbuzları, onur ödülleri ve sahte kimlikleri kamuoyuyla defalarca paylaştı. Türkiye Cumhuriyeti derin devlete ihtiyaç duymayacak kadar şeffaf cinayetler işlemiştir. Bu davada beraat edenler çok somut delillerle ve tanıklıklarla toplam 21 cinayetten yargılanıp beraat ettiler. O dönemle ilgili zikredilen rakamlar ise 10 binin üzerinde kayıp ve katledilmiş insan... Dolayısıyla bu beraat davası oldukça küçük bir kısmını ifade ediyor.
KÜÇÜK BİR GRUBA MAL EDİLEMEZ
Aslında cinayetlere ilişkin çok somut veriler var: Veli Küçük, Arif Doğan, Ayhan Çarkın, Abdülkadir Aygan’ın JİTEM'le ilgili itirafları var. Bu itirafların yanında, o dönem işlediği cinayetler nedeniyle aldıkları başarı belgeleri ve JİTEM adına değişik adlarla onlara çıkarılan kimlikler, devletten aldıkları maaşlar, nasıl cinayet işlediklerine ilişkin şemalar son dönemde kamuoyunda çokça paylaşıldı ve hâlâ tartışılıyor. JİTEM elemanları da bu davada bir çok cinayeti JİTEM adına işledikleri itiraf ediyor. Bu veriler de ayrıca dava dosyasında yer alıyor. Zaten M. Nuri Binzet kendi adıyla itiraflarda bulunmuştu. Sonradan Eskişehir'e alınan Amed'deki JİTEM davasında 3 itirafçı vardı: Mehmet Nuri Binzet, Sokak Lambası ve Tükenmez Kalem kod adlı 2 gizli tanık o dönem Cizre’de işlenen birçok cinayeti savcılığa itiraf etmişti. Yine O dönem Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı olan üst düzey askerlerin, Cemal Temizöz'ün, Kamil Atağ’ın ve Hizbul-Kontranın da bu cinayetlerde ismi itirafçılarca sürekli tekrarlanmaktaydı. Belki o dönem tetiği bu kişiler çekti ya da çektirdi, cinayeti bizzat işledi ya da işletti. Fakat açık ki, bu bir devlet politikasıydı ve o küçük gruba mal edilecek kadar basit şeyler değildi.
'90-96 yılları arasında devlet adına Cizre’de görev yapan doktorlar, savcılar, hakimler, kaymakam, vali, emniyet müdürleri, askeri personelin hepsinin bu cinayetlerde bir şekilde parmağı oldu. Kimi hazırladığı raporlarla, kimi verdiği kararlarla, kimi tetiği çekerek, kimi emri vererek… Cizre’de bu yıllarda 350'ye yakın kaybedilmiş ya da katledilmiş insandan bahsediliyor. Bunlardan pek çoğunun cesedi ailelerinin kendi çabalarıyla bulunmuş olmasına rağmen pek çok olayda savcılık herhangi bir soruşturma açma gereği duymadı, konuyla ilgili araştırma bile yapılmadı. Hazırlanan bazı raporlarda öldürülen sivil insanların ya PKK tarafından öldürüldüğü ya da çatışmalarda öldürülen PKK’lilere ait olduğu yalanına başvuruldu. Kimi savcı ve hakimler soruşturma açmaya cesaret edememiş ya da bilerek bu işe ortak oldular.
AKP 'FAİLİ MEÇHUL' ARAŞTIRMASINI REDDETTİ, ÇÜNKÜ...
CHP gibi statükocu bir partinin bile birçok kez “faili meçhul” cinayetlere ilişkin araştırma önergesi vermiş olmasına rağmen AKP bunu reddetti. Çünkü o süreçte işlenen birçok cinayetin altında kendi milletvekillerinin adı da geçiyor. Kayıp ve cinayetlerde ismi geçen, bölgede görev almış ve emekli olmuş birçok insan şimdi siyasi partilerde görevde. Oysa gerçek bir adalet için, acil olarak hakikatleri araştırma komisyonları kurarak, tüm taraflarla görüşerek ve samimi davranarak devlet bu işe el atmak zorunda. Temizöz Davası gibi devleti aklayan mahkemelerden vazgeçilmesi de gerekiyor. Kayıplar ve cinayetler devletin yüzünde kara bir leke olarak her zaman kalacak. Ailelerin acılarını hafifletmek için kaybolanların kemiklerini ailelerine teslim etmek ve faili devlet olan cinayetlerin sorumlularını yargılamak ve cezalandırmak gerekir. Bu sürece benzer süreçleri yaşayan birçok ülke geçmişiyle kısmen yüzleşti. Arjantin, Şili, Güney Afrika bunlardan bazıları.
İTİRAFLAR, GERÇEKLER...
JİTEM İtirafçısı-Gizli Tanık Tükenmez Kalem:
1993 yılında Diyarbakır cezaevinde güvenlik güçlerince yasal izin ile alınarak Diyarbakır’da İl Jandarma Alay Komutanlığına götürüldüm. Burada Alay Komutanı Eşref Hatipoğlu’nun huzuruna çıkarıldım. O zaman Kolordu Komutanı, Hasan Kundakçı paşa idi. Ben, komutanın odasına girerken Eşref Hatipoğlu kapıdan çıkıyordu, bana 'komutan seni Cizre’de istiyor; gitsin memleketini kurtarsın' dedi. Hasan Kundakçı bana “sana başarılar diliyorum, oraya gideceksin, güvenlik kuvvetlerine yardımcı olacaksın” dedi. Beni, Diyarbakır’dan alıp Cizre ilçesine götürdüler. Oraya gittiğimde, İlçe Jandarma Komutanı Cemal Temizöz’dü. Kendisi bana ilçe ile alakalı ne bildiğimi ve kimleri tanıdığımı, kimlerin örgütle alakası olduğunu sordu. Ben de kendisine her şeyi anlattım.
Cizre’de çalıştığım dönemde PKK terör örgütü içerisinde etkin bir kişi olduğu söylenerek bize getirilmişti, sorgulaması yapıldı. Komutanımız Cemal Temizöz'ün bu şahısın Cizre ilçesinde bulunan keşif taburuna getirilmesi talimatı üzerine, Yavuz, ben ve şu an ismini hatırlayamadığım bir şahısla sorguladığımız bu kişiyi beyaz renkli Toros marka bir araca bindirerek helikopterin yakınına kadar götürdük. Bir sivil kişi ile birlikte bizim sorguladığımız şahıs, Cemal Temizöz, Şırnak Alay Komutanı Baki Albay, Tugay Komutanı Erdal Sipahi paşa helikoptere birlikte binerek havalandılar, biz de ilçe jandarmaya döndük, daha sonra bizim sorguladığımız bu şahsın helikopterden operasyon bölgesine atıldığını aynı bölümde çalıştığım personellerden duydum.
Silopi yolunun yaklaşık 10-15 kilometresinde beyaz bir Toros araç durdurduk. İçinde yanlış hatırlamıyorsam sürücüsü ile birlikte 4 kişi vardı. Araç içindeki bu şahısları araçlarından indirip kendi araçlarımıza bindirerek Cizre yönüne döndük, Bozalan köyü yoluna dönüp devam ettiğimiz sırada, önümüzde seyreden Adem’in kullandığı araçtan bir kişi atlayarak köyün içine doğru kaçmaya başladı. Adem Yakın, Kaleşnikov silah ile kaçan kişiyi seri bir şekilde taradı. Şahıs yere düştü. Sonra Adem'in kullandığı aracın bagajına koyarak yola devam ettik. Bozalan köyüne yakın bir yerde bulunan küçük bir mezrayı geçtikten sonra, bir dere yatağında araçları durdurup, yanımıza aldığımız şahıslarla birlikte aşağıya indik. Yavuz ile Adem bu 3 kişiyi bizden yaklaşık 50 metre kadar uzaklaştıktan sonra, keleşlerle tarayarak öldürdüler. Cesetleri bulunmasın diye öldükleri yerde üzerlerine toprak atıp döndük.
Sonra Yavuz’un parmağında altın bir yüzük olduğunu gördüm. Zaten kendisi de yüzüğü göstererek aldığını ima etmeye çalışıyordu. O sırada Adem Yakın cebindeki bir deste parayı çıkartıp sayarak bize hava atmaya başladı. Hatta, bir süre sonra bu para paylaşımı sırasında aralarında tartışma çıktığına da şahit oldum. İlk alındıkları zaman Yavuz, bu şahısların kimliklerini toplamıştı. Jandarma binasına dönünce de kimliklerini İlçe Jandarma komutanı Cemal Temizöz'e götürdü. Çünkü kim öldürüldüyse, kimlikleri mutlaka jandarma komutanlığına teslim ediliyordu.
İtirafçı-Korucu Mehmet Nuri Binzet:
1994 yılında Cizre ilçe Jandarma Komutanı olan Binbaşı Cemal Temizöz'ün emri ile İskân Aslan’ın evine gece saat 04.00 sıralarında operasyon başlatıldı. İskân Aslan evinden alındı. Bu operasyon sonunda Cizre’de yaklaşık 200 kişiyi evlerinden alarak boş alanda topladık. Bu kişilerden sadece İskan Aslan, diğer kişilerin bilgisi haricinde kimseye gösterilmeden evinden alındı. İskan Aslan’ın karısı, eşinin evden gözaltına alındığını gördü. Karısı, eşinin peşinden gelerek serbest bırakılması için yalvardıysa da, ağabeyim Kamil Atağ'ın bana verdiği emir doğrultusunda eşinin takip etmesini engelledim. İskan’ı nezarette 4 gün boyunca sorguladık. Sonra, JİTEM elemanı olarak bildiğim astsubay tarafından Kuştepe köyüne bir evin altında bulunan sığınağa birlikte götürdük. Sığınağa Âdem Yakın, Abdulhakim Güven ve Selim Hoca İskân ile silahlı olarak birlikte girdiler. Ben dışarıda Ahmet Page ve Şahin Pürnek ile birlikte kaldım. Ben, İskan'ın burada infaz edileceğini, öldürüleceğini biliyordum. Sığınakta bir el ateş edilerek öldürüldü. Sığınaktan 3 kişi birlikte çıktılar. Aramızda kimin İskân’ı öldürdüğü konuşulmadı. Konuşmamamızın sebebi, bizim için bir insan öldürülmesinin alışıldık, normal bir durum olmasıydı. Her gün birçok kimseyi öldürüyorduk.
Mustafa Aydın, amcasının oğlu Arafat Aydın ve Mehmet İlbasan’ı gözaltına almıştık. Şimdi Hisar taburu olarak kullanılan alanda, Mustafa Aydın, Arafat Aydın ve Mehmet İlbasan kelepçeli vaziyette yerde oturuyorlardı, Mustafa Aydın ise tamamen çıplaktı, diğer ikisinin üzerinde ise elbise vardı. Yanımızda, İlçe Jandarma Komutanı Binbaşı Cemal Temizöz, ağabeyim Kamil Atağ ve çok sayıda asker de vardı. İtirafçılar Abdulhakim Güven, Adem Yakın da oradaydı. Özellikle Mustafa sorgulanıp dövüldü. Mustafa’ya yiyecek hiçbir şey verilmiyordu. İnfaz günü ben oradaydım. Arafat’ı oradan gönderdiler, Mehmet İlbasan, ben gittiğimde öldürülmüş, kenarda yatıyordu. Nasıl öldürüldüğünü bilmiyorum, Mustafa Aydın ise çıplak halde el ve ayakları bağlı karınca yuvasının üstüne oturtulmuştu. Hatta, olay yerindeki korucular, 'burada kaç tane ağa var, bu adama bu reva görülmemeli, öldürülecekse öldürülsün, adama böyle işkence yapılmasın' diye konuşuyordu. Binbaşı Cemal Temizöz karınca yuvasının üstüne oturtulan Mustafa'nın yanına yaklaşarak tabanca ile Mustafa’ya, bir el ateş etti. Ama Mustafa’ya değip değmediğini ben o an görmedim, Mustafa bağırdı, bunun üzerine Âdem ile Adulhakim, Mustafa'yı aynı anda öldürdüler.