Işık: Öcalan ile tekrardan görüşme başlatılmalı

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecride dikkat çeken gazeteci yazar Fehim Işık, başmüzakereci konumundaki Öcalan ile görüşmelerin başlatılması gerektiğini söyledi.

Fehim Işık, 15 Temmuz darbe girişimi, radikal dincilerin sokak eylemleri ile sorunun muhataplar ve tecrit ile ilgili sorularımızı yanıtladı.

Siz yaşanan darbe girişimini nasıl değerlendiriyorsunuz? Kaosun eşiğinden mi dönüldü?

Türkiye 12 Eylül’den bu yana kaos içinde. Hatta bunun çok öncesi de var. Türkiye’yi tekçi yönetime mahkum edenler, aynı zamanda kaosun da nedenidirler. AKP iktidarı döneminde, durumun farklılaştığı dönemler oldu. Kürt hareketiyle çözüm arayışları, dönem dönem şiddetin durmasını, diyalog ve müzakere ile çözüm kapılarının aralanmasını beraberinde getirdi. AKP iktidarı döneminde kaosun ciddi biçimde toplumu etkilediği, şiddetin kapılarımızın eşiğine dayandığı dönem ise 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası oldu. Bunu biz değil, hükümet üyelerinin kendisi ilan etti. AKP’li vekil Anayasa Profesörü Burhan Kuzu’dan dönemin Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’a kadar birçok AKP’li HDP’nin güçlü bir biçimde parlamentoya gitmesini, kaos olarak değerlendirdi. Nihayetinde kaos söylemi, 7 Haziran sonuçlarının Cumhurbaşkanı yetkisiyle tanınmaması sonrasında ülkeyi 1 Kasım seçimlerine götürdü. Kaosun başlangıcı halk iradesinin görülmeyip Türkiye’nin yeni bir seçime götürülmesiydi. Şimdi olan ise iktidar güçlerinin kendi arasındaki savaşıdır. Sorunuzla bağlantılı olarak söylersem, dönülen bir kaosun eşiği yok, aksine süregelen bir kaos dönemi var. 15 Temmuz darbe girişimi de bu süregelen kaos döneminin bir parçasıdır. Tüm bunlar da bize gösteriyor ki kaostan çıkış iktidar güçlerinin çatışması ile değil, demokrasinin güçlendirilmesi, Kürt sorununun eşitlikçi bir temelde adil, demokratik ve barışçıl çözümü ile mümkün olur.

ALANLARA ÇIKAN KİTLELER KONTROLSÜZ DEĞİL

Darbe girişiminden sonra alanlara çıkan kontrolsüz bazı kitleler genel toplum üzerinde baskı oluşturmaya dönük radikal söylem ve girişimlerde bulunuyorlar. Önümüzdeki dönemde ne tür sıkıntılara neden olabilir?

Alanlara çıkan kitlelerin kontrolsüz olduğunu düşünmüyorum. AKP’ye oy veren 20 milyon civarında insan var. Alanlara çıkanlar ise onbinlerle ifade ediliyor. Sokağa çıkanların bir bölümü de radikal İslamcı, şeriatçı ideolojiyi benimsemiş örgütlü insanlar. Yani ideolojik alt yapıları olan, bir kısmı Suriye’de savaşarak silahlı deneyim de edinmiş bu insanların organize olduğunu ve giderek iktidarın paramiliter sivil güçlerini oluşturacak bir örgütlenmeye yöneleceklerini de söyleyebilirim. Elbet bu kesimlerin kendilerinden farklı düşünenlere nasıl baktığını, fırsatı ele geçirdiklerinde nasıl davrandıklarını biliyoruz. Yanı başımızda Suriye’de DAİŞ’ten El Nusra’ya, Sultan Murat Tugayları’ndan Ehrar-us Şam’a benzer ideolojik bakış açısına sahip radikal İslamcı, selefist ve şeriatçı örgütlerin neler yaptığını gördük. Suriye’de eşhedini getiremedi diye Alevi’yi kurşunlayan, Müslüman değil diye Ezidi erkeklerini katleden kadınlarını cariye yapıp pazarlarda satan, Kürtleri toptan gavur ilan edip başlarını kesmekte dinen sakınca görmeyen bir inancın Türkiye’de farklı davranacağını bekleyebilir miyiz? Tüm bu yaşanmışlıklar kaygı nedenidir ve kaygı duyanlar bu yönüyle haklıdır. Bu konuda şimdiye kadar ciddi bir provokasyon yaşanmadı ise bunda alanlara çıkmakta dikkatli davranan, AKP’ye yakın kesimlerle aynı alanda olmaktan kaçınan diğer siyasi kesimlerin, özellikle de HDP’nin, farklı devrimci ve sosyalist güçlerin payının olduğunu da unutmamak gerek.

ARTIK PARLAMENTONUN KANUN YAPMA GÜCÜ YOK

Darbe girişiminin hemen ardından OHAL uygulaması devreye konuldu. OHAL'i uzun yıllar yaşayan toplumun bir bölümü kaygılanmaya başladı. OHAL süreçlerinde yaşanan birçok hak ihlallerini gazeteci olarak takip etmiştiniz. Ne dersiniz? Kaygılananlara hak vermek gerekir mi?

Elbet hak vermek gerekir. Bir kere OHAL ile parlamento tamamen devre dışı bırakıldı. Artık parlamentonun kanun yapma gücü yoktur. Hükümet, Bakanlar Kurulu kararı ile istediği kanun hükmünde kararnameyi çıkararak toplumu istediği gibi yönetebiliyor. Şimdiye kadar çıkarılan 3 kararnameye de baktığımızda bunların tümünün hükümetin elini güçlendiren, sistemi istediği gibi değiştirebileceği olanakları hükümete sunan kararnameler olduğunu görüyoruz. Bunların tümü kaygı nedenidir. Bu kaygıları hükümet de görmüş olacak ki sürekli OHAL’in halka karşı değil devleti çürüklerden ayıklamaya dönük ilan edildiğini söylüyor. Uygulamalara baktığımızda darbe yaptığı ve silahlı terör örgütü olduğu iddia edilen Gülen Cemaati dışında henüz toplumun diğer kesimlerine ciddi bir yönelme yaşanmadığını görüyoruz. Ancak bu bir güvence değil. Tüm toplumu kontrol ettiğinden emin olduğu anda Cumhurbaşkanı ve hükümetin bu kararnamelerin verdiği güçle toplumu tamamıyla zapturapt altına almaya yöneleceğini düşünüyorum.

AKP’NİN TÜM DERDİ İKTİDAR

AKP, OHAL'i kaldıran parti kimliğiyle propaganda yapıyordu. Bu tutumu yer yer halkın desteğini de aldı. AKP iktidarının tekrardan OHAL'i getirmesi ne tür sıkıntılar doğurur?

AKP, 2002’den beri attığı tüm adımlarda sadece kendi iktidarını pekiştirecek ve hakimiyetini sağlayacak adımlar attı. Bu nedenle neredeyse ilk 10 yılını olduğu gibi demokratik değerleri kullanarak geçirdi. Kendisi muhafazakar İslamcı bir parti olmasına rağmen 2010’lara kadar kullandığı dil demokratik değerleri savunan partilerin diline daha yakındı. Buna ihtiyacı vardı. Şimdi durum değişti. Artık tamamen kendi jargonunu kullanan, iktidarını pekiştirmek için kitlesini sokak ile buluşturan, devletin tüm kurum ve kurumlarını denetimine almış bir AKP ile karşı karşıyayız. Önümüzdeki dönemlerde OHAL kaldırılsa bile artık tüm yasaların OHAL’den farksız olacağı bir dönem yaşayacağımız görünüyor. Bunu alt etmenin birincil yolu hiç kuşku yok demokratik mücadeleyi büyütmektir. Cemaat demokratik mücadelede yer alabilecek bir kesim değildi. O, devlet içine yerleşmiş kadrolarla faşizan hüküm kurmak için örgütlenen bir kadrolar hareketiydi. Bu tür bir kadrolar hareketinin ne direniş geleneği, ne de demokratik mücadele yönü olabilir. AKP’de bu yönüyle farklı değil. Güç ile yöneten anlayışın sahipleridir onlar. MHP’yi demokrasi mücadelesinin bir tarafı olarak görmenin mümkün olmadığı çok açık. Geriye kalıyor CHP, HDP ve diğer yurtsever, sol, sosyalist hareketler. Görünen o CHP bu konuda ikircikli davranıyor. Demokrasinin önünün açılmasını sağlayacak bir zeminde mücadeleyi yürütmek yerine iktidarın elini güçlendirecek bir siyasetin yürütücülüğünü yapıyor. Oysa OHAL’in yol açacağı tekçi faşizan yönetimin yenilmesi, demokrasinin egemenliği için toplumun en geniş kesiminin demokrasi cephesine ve bu cephe ile en etkin mücadeleyi yürütmeye gereklilik var.

KÜRTLERE OHAL’DEN DAHA AĞIR KOŞULLAR YAŞATILIYOR

Kürt sorununu 'asayiş sorunu' olarak ele alan AKP Hükümeti ‘çözüm süreci buzdolabında’ sözüyle, sorunun ‘çözümünü’ askere devretti. Daha sonra bölgede birçok kent ve kasaba bu askerler eliyle yakılıp yıkıldı. Darbe girişimi öncesi 'kahraman' ilan edilen askeri komutanlar şimdi darbeci olarak cezaevlerinde. Bu durumu nasıl değerlendirmek gerekir? Bir tezat değil mi?

OHAL’in Kürdistan’daki uygulamalarında farklılıklar var elbet. En başta gelen farklılık da geçmişte herhangi bir yasal dayanak olmamasına rağmen OHAL’den daha ağır koşulların Kürt halkına yaşatıldığı gerçeğidir. İnsanların evleri başlarına yıkılırken de, bodrumlarda katledilirken de ne OHAL, ne de bu uygulamaları meşru gösterecek bir yasal düzenleme vardı. Ordu ile hükümet anlaşmış, polisin de desteğiyle her türlü pervasızlığı Kürt halkına gösterebiliyorlardı. Ne yazık ki HDP ile bir kısım yurtsever, sol ve demokrat çevre dışında bu uygulamalara karşı çıkan olmadı. Şimdilerde hükümet bu yapılanları darbecilere yükleme gibi bir yol denemek istiyor. Ancak biliyoruz ki darbe olduğu güne kadar da yapılanların hiçbirinin hükümetten bağımsız ve habersiz yapılmadı. Kürdistan’daki her uygulama bir mutabakatın ürünüydü ve siyasi sorumluluğu da iktidarındı. Hükümetin bu konuda ciddi olup olmadığını, önümüzdeki dönemlerde başlayacak darbe davalarında göreceğiz. Ergenekon mahkemeleri döneminde de Kürdistan’da sbuç işleyen birçok asker tutukluydu. Ancak bunların hiçbiri Kürdistan’daki suçları nedeniyle yargılanmadılar. Görünen o hükümet de kendi siyasi sorumluluğunu gizlemek için Kürdistan’daki hak ihlallerinin, katliamların yargı konusu olmasını engelleyecek.

ÖCALAN’A UYGULANAN TECRİDİN ÇOK CİDDİ GERİ DÖNÜŞÜ OLUR

Darbe mekaniğinin dinamik olduğuna sürekli vurgu yapan Sayın Öcalan'ın uyarılarına rağmen çözüm süreci sonlandırıldı. Şimdi de Öcalan'dan hiç bir haber alınamıyor. Bu konuda ne demek istersiniz?

Her şeyden önce Öcalan’ın çözüm gücünü ve yeteneğini görmek gerekir. Kürt sorunu bu ülkenin en devasa sorunu ve sorunun en güçlü tarafı olan KCK ve diğer bileşenleri başmüzakerecinin Öcalan olduğunu bir komplo ile yakalanıp Türkiye’ye teslim edildiği günden beri söylüyor. Sorunu çözmeye niyetli olan, sorunun çözümünü isteyen herkes bunu görmeli. Hal böyle iken Kürtleri daha da kaygılandıracak adımlar atılıyor. OHAL ilanından sonra Öcalan’a yönelik tecridin daha da ağırlaştırılarak sürdürülmesi bu türden bir davranıştır. Bir diğer kaygı da darbe gecesi yaşananlardan sonra Öcalan’a ne olduğunun bilinmemesidir. Bizzat bu ülkenin güvenlik kaynakları bir grup askerin İmralı adasına gitmek için botlara bindiğini ve hedeflerinin Öcalan’ı öldürmek olduğunu söylüyor. Öte yandan İmralı’da ne kadar kontrol dışı asker olduğu konusunda da bir bilgi yok. Bunların tümü yalnız kaygıyı artırmakla kalmaz, beraberinde riski de artırır. Kürt halkının, çözümün en güçlü taraflarının önder olarak gördüğü, çözümün başmüzakerecisi olarak kabul ettiği bir siyasi lidere yapılacak her olumsuz uygulamanın çok ciddi biçimde geri tepeceğini hesaba katmaları gerekir. Bir diğeri ise Öcalan’ın gelinin noktadaki öngörülerinde ne kadar haklı olduğunun anlaşılmasıdır. Bu haklılık eğer istenirse sorunun çözümünde bundan sonra daha ciddi fırsatların doğmasına da neden olabilir. Ancak bunun için hükümetin sorumluluk duyması, hem iktidarın, hem de muhalefetin adım atması gerekir.