HDP için yenilgi mi, zafer mi?...-Cahit Mervan

Sonda söyleyeceğimiz başta söyleyelim. HDP seçimlerden başarıyla çıkmıştır.

Sonda söyleyeceğimiz başta söyleyelim. HDP seçimlerden başarıyla çıkmıştır. Bu başarının en temel özelliği HDP’nin ‘misyonunun’ rakamsal olarak ifade edilmeyeceğinden kaynaklanıyor.

Rakamların diliyle konuştuğumuzda gerçekten HDP bir önceki seçimlere göre 1 Milyon oy kaybetmiştir. Yüzde 13’ten yüzde 11’e inmiştir. Bu manada bir ‘yenilgi’ söz konusudur.

Ancak bu gerçeğin sadece bize sunulan aldatıcı yöndür. Keskin ve belirleyici olan ise HDP’nin hangi ortamda ve hangi araçlarla seçime katıldığıdır. Dahası onun misyonu ile alakalıdır.

Eş başkanlarının da dile getirdiği gibi, HDP sonuçları masaya yatıracak ve enine-boyuna konuyu tartışacaktır. Çıkacak sonucu da kamuoyu ile paylaşacaktır. Eksiklerini, yanlışlarını gizlemeyecektir.  Bunun böyle olacağına eminiz.

Gelelim gerçeğin keskin yüzüne.

Hiç şüphesiz 1 Kasım seçimleri normal koşullarda yapılan, demokratik yarışı esas alan, eşitler arası siyasi rekabete dayanan bir seçim olmadı.

HDP açısından çok ağır koşullar söz konusuydu. Bu koşulları görmeden, doğru analizini yapmadan HDP’nin 1 Kasım seçimlerinde elde ettiği sonucu ilişkin doğru tespitler yapamayız.

7 Haziran öncesinden ve hemen sonrasından bütün olup-bitenleri sıralamaya kalkarsak ciltler dolusu yazmamız gerekiyor. Kısa bir özet yapalım.

1 Kasım Erdoğan ve adamlarının suni olarak yarattıkları ‘olağanüstü’ koşullarda yapıldı. 7 Haziran’da baraj altında bırakamadıkları HDP’ye karşı sınırsız bir terör ve baskı ortamında gerçekleşti. AKP, HDP’yi baraj altında bırakmayı temel hedef haline getirdi. Bunun için yapmadıkları kalmadı. Erdoğan-Davutoğlu ikilisi bunu İstanbul’da yapılan, ırkçılığın ve Kürt düşmanlığının tavan yaptığı mitingde açık açık söylediler. 

Önce Suruç katliamı yapıldı. Sonradan savaş ilan ettiler. Kürdistan’ı baştanbaşa askeri işgal altına alındı. Yüzlerce, hatta binleri bulan HDP yöneticisi, üye ve seçmeni tutuklandı.  400’e yakın HDP il ve ilçe binası saldırıya uğradı. Onlarca belediye eş başkanı, meclis üyesi tutuklandı. Büyük bir kısmı görevden el çektirildi. Onlarca üyesi katledildi. En son DAİŞ eliyle Ankara kana bulandı. Çoğu HDP’li 102 kişi hunharca öldürüldü.

HDP’ye medya kapatıldı. Eş başkanlarına karşı suikast planları devreye konuldu. HDP katliam ve kirli propaganda sonucu hiçbir yerde miting yapmadı. Yapamadı. Açıkça katliam tehdidi altına alındı. Birçok şehirde seçim çalışması dahi gerçekleştiremedi. Seçim olduğu günde aynı devlet terörü devredeydi.

Aslında amaç 7 Haziran’da büyük bir başarıya imza atan HDP’yi seçimden çekilmeye zorlamaktı. Bunu başarmadılar. HDP kararlı durdu. İkinci planı devreye koydular. Bu kez hedef HDP’yi yüzde 10 barajının altına itmekti. Bu nedenle dillendirilmese de HDP açısından 1 Kasım’da yüzde on barajını aşmak öncelikli hedef haline geldi. 

Bütün bu saldırı, baskı, yıldırma, tutuklama ve psikolojik savaş ortamında HDP seçimlere girdi. HDP Kürdistan’da daha önce birinci çıktığı illerde üç-aşağı beş yukarı 7 Haziran’daki başarısını tekrarladı. AKP, polis, yargı ve orduyu devreye koyarak, birkaç bin oyu olan Hüda-Par seçim dışı bıraktırarak bazı iller de birer milletvekili kazandı.

Hendeklerin olduğu ve günlerdir AKP rejimine karşı ölümüne direnen merkezlerde ise HDP neredeyse tulum çıkardı. Kürdistan’ı temsil eden yegane güç olduğunu gösterdi. Zaten Türkiye’nin seçim haritasına bakıldığında çıplak gözle görülen yalın gerçek budur.  Elbette bu baktığını gören, gördüğünü ise anlayanlar için geçerli.

Birinci gerçek şudur: AKP tüm zorbalık, hile ve sahtekarlığına rağmen Kürdistan’da ciddi bir başarı elde edememiştir. O sömürgeci bir parti olarak esas solarak Kürdistani bir dava ile ilişkisi olamayan rant ve çıkar çevrelerinden, polis ve ordu mensuplarından oy almıştır. 

AKP’nin Türkiye genelinde elde ettiği ‘başarıdan’ HDP’yi sorumlu tutmakta başka bir aymazlıktır.

Çünkü AKP’nin bu ‘başarısının’ iki temel nedeni söz konusudur:

Birincisi ve gizlenmeyen gerçek şudur: AKP büyük bir seçim hilesine, oy hırsızlığına başvurmuştur. Öyle ki oyu çalınanlar ve oyu çalan AKP dahi işin bu kadar kolay olabileceğini düşünmemişlerdir.

AKP âdete yağ tulumundan kıl çekercesine yüz binlerce oyu kendi hanesine yazdırmıştır. Özellikle HDP’nin batı illerindeki oyu, örgütlü bir sahiplenme olmadığı için buharlaşmıştır. Bilgi işlem üzerinden, yerelden YSK’ye aktarılırken ne kadar oy çalındığı ise meçhuldür.

İkincisi AKP, bizzat Erdoğan tarafından başlatılan savaş ve yaratılan kaos ortamında seçimi dizayn etti. Kürdistan’daki savaşı şovenizm ve ırkçılık için kullandı. DAİŞ canlı bombalarıyla kaos yarattı. Rojava ve Suriye ile bir savaş hali imajı oluşturdu. Medya ile milyonların doğru haber alma hakkını elinden aldı. Tek yanlı propaganda ile meseleyi bir ‘istikrar’ ve ‘vatanın bölünmesi’ olarak lanse etti. Bu nedenle MHP’nin oylarını âdete yuttu. Kanla oy topladı. Ne yazık ki Türk halkı tercihini büyük oranda bu kan politikasından yana yaptı.   

Hiç kimse normal bir seçimin yaşandığını iddia edemez. Bir seçim değil, olağan üstü koşullarda zoraki bir seçim yaşandı. Hattat o kadar kan döküldü ki, çoğu seçmen son haftaya kadar sandığa gidip gitmem konusunda tereddüt etti.

Hal böyle iken seçim sonuçlarını HDP’nin yenilgisi ve seçmenin PKK’ye ‘kımızı kartı’ olarak yorumlamak, göstermek amiyane deyimle çok ucuza kaçmaktadır.  Kaldı ki söz konusu edilen direnişlerin ve özyönetim ilanlarının olduğu yerde HDP tulum çıkarmıştır. Bu yerlerde oy düşüşü asla söz konusu değil. Bu merkezlerde insanlar silahların gölgesinde, panzer kuşatmasında oylarını kullanış ve oylarına sahip çıkmışlardır.

Özetlersek Türkiye tarihin tanık olduğu en kirli, en kanlı, en sahtekarca numaraların döndüğü, iktidar için ülkenin savaşa sokulduğu, medyanın susturulduğu, kan, vatan, şovenizm, ırkçılığın tavan yaptığı bir ortamda HDP’nin 1 Kasım seçimlerine katılması ve yüzde 11 ile sandıktan çıkması ‘başarı’ olarak değerlendirilmese bile, asla yenilgi olarak değerlendirilemez.  

Zaten önümüzdeki süreçte bu yüzde 11’in ve 60 milletvekilinin ne anlama geldiği görülecektir. 

Bir tarafta tek başına iktidarda kalmak için yapılan kanlı tezgahlar ve senaryolar, diğer tarafta barış ve özgürlük için direneler.

Bu ikisinin siyasette de, hayatta da rakamsal veriler olamadığı seçimlerin üzerinden 24 saat geçmeden anlaşılmış olacak.

Çünkü son 40 yıl Türkiye’sinin değişmez gerçeği şudur: Kürdistan’a iktidar olamayan Türkiye’de iktidar olamaz. En azında Kürtlere rağmen olmaz.

Hale bugünkü Kürdistan ve Ortadoğu’nun siyasi atmosferinde hiç olamaz.  İşte yüzde 11’in gücü ve yüzde 49’ün zayıflığı buradadır.

Bu nedenle Erdoğan ve adamları hiç sevinmesinler, zevkten dört köşe olmasınlar. Ya Kürdistan Özgürlük hareketi ile tekrardan masaya oturacaklar, ya da sadece Ankara’ya sıkışı kalacaklar.

Seçim haritasına bakın, Kürtlerin tercihini göreceksiniz. Gerisi yüzde 49 alanları ilgilendiriyor!