'Gazetecilerin davası AKP'nin samimiyet sınavıdır'

'Gazetecilerin davası AKP'nin samimiyet sınavıdır'

KCK basın davasında yargılanan, 11 ay cezaevinde tutulduktan sonra tahliye olan gazeteci Oktay Candemir, davanın AKP iktidarının samimiyet sınavı olduğunun altını çizerek, çözümün basın ve fikir özgürlüğünün tam anlamıyla hayat bulmasıyla mümkün olacağını vurguladı. Gazetecilerin avukatlarından Feyzi Çelik ise yargılanan gazetecilere yöneltilen suçlamaların hiçbir yasal dayanağının olmadığına dikkat çekti: "Dava tamamen siyasidir. Ancak son dönemde çıkarılan 3. ve 4. yargı paketleri gereği gazetecilerin tamamının tahliye olması gerekli."

KCK basın davası, 22 Nisan’daki 12. duruşmanın görülmesiyle devam edecek. 24’ü tutuklu 44 basın çalışanının yargılandığı KCK basın davası Silivri’deki 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek. İlk duruşması 10 Eylül 2012’de görülmeye başlayan davanın 4-8 Şubat tarihlerindeki duruşmalarında anadilde savunma talebi reddedilmişti. İki gün sonraki duruşmada gazeteciler anadilde savunma talebini yineleyecek. Ayrıca kitlesel yürüyüş ve sosyal medya üzerinden yapılan çağrılarla gazetecilerin davasına dikkat çekiliyor.

11 ay cezaevinde tutulduktan sonra tahliye edilen gazetecilerden Oktay Candemir, operasyondan bir hafta sonra gerçekleştirilen Roboski katliamının, akabinde Pozantı cezaevinde yaşananların Kürt basını tarafından kamuoyuna duyurulmasının aslında bu operasyonun nedenlerini ortaya koyduğuna dikkat çekti. “Amaç yıldırmak ve özgür basını susturmaktı. 90'lı yıllarda bombalayarak, öldürerek özgür basını susturmaya çalışan zihniyet bu defa hukuki kılıflarla susturmaya çalıştı özgür basını” diyen Candemir, “Bakın bizim operasyondan önce medyada ‘1400 kişi KCK'den tutuklanacak' şeklinde yazılar yazıldı ve sonrasında binlerce insan tutuklanarak cezaevine konuldu. Yani Kürt basınına yönelik bir operasyonun olacağı belliydi ve aslında herkes bu operasyonu bekliyordu. Ben ve İsmail Yıldız operasyondan bir gün önce birlikte oturuyorduk. Gülerek dedim ki; İsmail Kürt gazetecilere yönelik bir operasyon olacak kendine dikkat et. O da güldü ve asıl sen kendine dikkat et, dedikten sadece bir gün sonra nezarette karşılaştık ve karşılıklı gülüşmeye başladık” ifadelerinde bulundu. 

Cezaevindeyken iddianameyi defalarca okuduğunu, tutuklu bulunan ya da tutuksuz yargılanan arkadaşlarının dosyasına ve isnat edilen suçlara defalarca baktığını ancak tutuklanmaları için hiç bir neden olmadığını vurgulayan Candemir, “İddianame 800 sayfa ve yüzde 90'ı yapılan haberler ve yazılan yazılardan oluşuyor. Mahkeme bizim tutuklanma kararını bize açıklamadan önce STV'den tutuklandığımıza dair haber yapıldı” dedi.

‘TUTUKLU GAZETECİLER BUGÜNKÜ SÜRECİ ELE ALMIŞTI’

Bugün gelinen noktada tutuklu bulunan gazetecilerin yıllardır haberlerinde, yazılarında dile getirdiği hususların güncellendiğini söyleyen Candemir, “Ne istiyordu Kürt basını? 'Kürt sorunu şiddetle çözülemez. Bu sorun diyalogla çözülür. Bu sorunu PKK Lideri Abdullah Öcalan ile çözebilirsiniz' diyordu tutuklu gazeteciler. İddianameye bakın tutuklu gazetecilerin yazılarında hep bu talepler var. Şu anda devlet yetkilileri İmralı'da Abdullah Öcalan ile görüşüyor. Demek ki bu insanlar doğru şeyler yazmışlar. O zaman bu insanlar neden hala tutuklu ve artık serbest bırakılmaları gerekiyor. İfade ve basın özgürlü Türkiye'nin en önemli sorunlarından biridir. Eğer bir ülkenin gerçek bir demokrasiye sahip olup olmadığını öğrenmek istiyorsanız öncelikle basın ve ifade özgürlüğündeki durumuna bakarsınız. Türkiye'de bu anlamda tablo iç karartıcıdır ve üzücüdür” diye kaydetti.

‘AKP SAMİMİYSE GAZETECİLER TAHLİYE EDİLMELİ’

Türkiye'nin en önemli sorunu olan Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yollarla çözüldüğü zaman buna bağlı olarak birçok sorunun da ortadan kalkacağını belirten Candemir, gazetecilerin davasının AKP iktidarı için bir samimiyet sınavı anlamını taşıdığını söyledi. Gazetecilerin ısrarla içeride tutulmaya devam edilmek istenmesinin samimiyetsizlik anlamına geleceğini dile getiren Candemir, haksız yere 16 aydır cezaevinde yatan gazetecilerin serbest bırakılması gerektiğini ifade etti. “Başbakan, silahlar sussun fikirler konuşsun  diyorsa öncelikle fikirleri yüzünden içeride yatan gazetecilerin serbest bırakılmasını sağlamalıdır” diyen Candemir, silahların fikirlerin susturulduğu yerde konuştuğunu, bu nedenle silahların susması isteniyorsa fikirlerin artık özgür olması gerektiğine dikkat çekti. 

Son dönemdeki KCK davalarında tahliyeler yaşandığını hatırlatan Candemir, “İstanbul'daki mahkemeler gördüğüm kadarıyla bu anlamda bir direnç gösteriyor. Buna rağmen ben yinede bizim davada tüm arkadaşların serbest bırakılacağını düşünüyorum. Çünkü ortada suç yok. Muhtemelen mahkeme heyeti içinde bulunduğumuz sürecide değerlendirecek ve toplu tahliye kararı verecektir diye düşünüyorum. Umarım yanılmam ve tüm arkadaşlarımız serbest kalır” dedi.

‘BASIN VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ OLURSA ÇÖZÜM GELİŞİR’

Türkiye'de hiç bir zaman basın özgür olamadığını ifade eden Candemir, şunları söyledi: “Tarihsel sürece baktığınız zaman basın özgürlüğü konusunda hep bir geriye gidişin olduğunu görüyoruz. İktidara kim geldiyse öncelikle basını kendi politikaları doğrultusunda dizayn etmeye çalışıyor. Ama Türkiye özellikle son 4-5 yıldır basın özgürlüğü konusunda oldukça vahim bir noktaya geldi. Türkiye'de ilk defa 20 Aralık 2011'de 44 gazeteci gözaltına alında ve 36 gazeteci tutuklanarak cezaevine konuldu. Aykırı her ses susturulmaya çalışılıyor, gerçekleri yazdıkları söyledikleri için gazeteciler tutuklanıyor ve işsiz bırakılıyor. Eğer çözüm diyorsanız önce işe buradan başlamalısınız. Basın ve ifade özgürlüğü konusunda Türkiye uygar diye tabir edilen ülkelerin çok ama çok gerisinde. Tutuklu gazeteci sayısına bakıldığında bunu net olarak görüyoruz.”

AV. ÇELİK: MERKEZDEN YÖNETİLEN SİYASİ BİR OPERASYON

Gazetecilerin avukatlarından Feyzi Çelik, davanın siyasi eksenli olduğunu belirterek, “Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü için 2009 yılından itibaren İmralı ve Oslo eksenli diyaloglar gerçekleşti.  Bir yandan görüşme ve diyaloglar yapılırken diğer yandan polis ve yargı organları Kürt siyasetini 2007 yılından itibaren takibe almışlardı. Genel ve yerel seçimlerine denk gelen bu dönemde Kürt siyasetçilerine yönelik tutuklama vs olmadığı görülürken özellikle 2009 yerel seçimlerinde Kürt siyasi hareketinin demokratik alandaki büyük başarısından sonra 14 Nisan 20009 tarihinde KCK adı altında hukuk dışı yöntemlerle Diyarbakır’da  belediye başkanlarına, parti yöneticilerine yönelik gözaltı operasyonları yapıldı. Bazı internet sitelerinde yayınlandığından bahisle KCK adlı bir sözleşmenin olduğu, bu sözleşme ile Kürtlerle ilgili yasal demokratik alanların tamamı sanki KCK ile bağlantılıymış gibi gösterilerek davaya hukuksal dayanak oluşturulmaya çalışıldı. KCK, Basın davası olarak adlandırılan basın emekçilerine yönelik bu operasyon diğer KCK davalarının bir parçası konumundadır. Nasıl ki, diğer davalar hükümetin siyasi kararı ile açıldıysa bu da aynı nedenle açıldı. Sadece soruşturmanın yapılışı değil, soruşturmanın içeriğinin ne şekilde olacağı, soruşturulacak kişilere yöneltilecek eylemlerin hangi suç kapsamına girdiği dahi merkezi bir şekilde yapılıyordu. Örneğin daha önceleri basına yönelik açılan davalar daha çok silahlı örgüt propagandası gibi suçlarla ilişkilendirilirken, basın davasında görüleceği gibi silahlı örgüt yöneticiliği ve üyeliği suçlarıyla ilişkilendirildi. Böylece basın davasından yargılananların gazeteci olmadığı şeklinde kamuoyu oluşturmak amaçlandı. Bizzat başbakan defalarca bunların gazeteci olmadığını vurguladı” dedi.

Basın davası iddianamesi incelendiğinde dosyada yargılanan gazetecilerin hiçbirinin hakkında silahlı veya silahsız örgüt üyesi, yöneticisi olduğu konusunda hiçbir delil gösterilmediğine işaret eden Av. Çelik, “Davada yargılananların tamamına yakını Özgür Gündem, Azadiya Welat, Demokratik Modernite, Fırat Haber Ajansı, Dicle Haber Ajansı, Fırat Basım Yayım şirketi, Gün Matbaası çalışanlarından oluşmaktadır. Tamamı da gazetecidir. Daha çok yaptıklar haber içeriklerine bakılarak onların örgüt üyesi veya yöneticisi olduğu sonucuna ulaşılmıştır. İşin ilginç yanı bu haberlerin çoğu operasyon tarihinden önceki tarihlerde yapılan haberlerle ilgili olup, bu haberlerle ilgili başkaca bir soruşturmanın olmayışıdır. Çünkü mevcut hukuk sistemi ve mevzuatına göre bu tür faaliyetlerin örgüt üyeliği veya yöneticiliği olduğu konusunda herhangi yargısal bir pratik de yoktur. Gazetecilikten ileri gelen suçların ne olduğu gerek yasalar gerekse Türkiye yargısının içtihatları da bu yöndeydi. İnternet sitelerinden alınıp da davanın dayanağı olarak gösterilen KCK sözleşmesinde yer alan basın komitesi ile bu davada yargılanan gazeteciler arasında hiçbir bağlantı da kurulmamıştır. İddia ettikleri gibi KCK sözleşmesi diye bir şey olsa bile orada adı geçen basın komitesi ile bu gazetecilerin bir ilgisi yoktur” diye konuştu.

PKK’nin kurulmadığı 1970’li yılların ilk dönemindeki yayın faaliyetlerine iddianamede yer verilerek bu dava ile bağlantı kurulmaya çalışıldığını ifade eden Çelik, devletin resmi kayıtlarında dahi KCK’nin 2007’de kurulduğu iddia edilmesi karşısında daha önceki basın faaliyetlerinin KCK faaliyeti şeklinde görülmüş olmasının davaya hukuksal dayanak yaratmak için ne kadar zorlama yorum yapıldığını ortaya koyduğunu söyledi. Çelik, Diyarbakır KCK ana davası, BDP İstanbul Kent Meclisi, BDP Siyaset Akademisi ve Öcalan’ın avukatlarına yönelik açılan davaların iddianamelerinde de PKK/KCK bağlantısı kurabilmek için hepsinde geniş bir şekilde PKK tarihçesi, Öcalan’ın görüşme notlarıyla ilgili basın ve yayın organlarında yer alan haberlerin, konuyla ilgisi olmasa da bazı gizli tanık beyanları dosyaya eklenerek yapay bir delillendirme yoluna gidildiğini belirtti.

YASAL DÜZENLEMELERE GÖRE GAZETECİLER SERBEST KALMALI

Gazetecilerin işlemedikleri suçlardan dolayı tutuklu kaldıklarına vurgu yapan Av. Çelik, “Normalde dava konusu dahi edilmeyecek nedenlerden dolayı gazetecilerin tutuklu olmaya devam etmeleri büyük bir hukuksuzluktur. Bundan sadece gazeteciler değil, toplumun tamamı zarar görmüştür. Her şeyden önce önemli bir mesleği devam ettiren genç gazetecilerin önü kapatılmak istenilmiştir. Bana göre 3. ve 4. yargı paketleri beklenmeden dahi gazetecilerin tahliyesine karar verilmeliydi. Ancak hukuksal anlamda 3 ve 4. yargı paketlerindeki düzenlemeler dikkate alındığında bunların basın mensuplarının lehine düzenlemeler olduğu görülmektedir. Az önce de belirttiğim gibi gazetecilere yöneltilebilecek suçların tamamı silahlı örgüt propagandası veya toplantı ve gösteri kanununa muhalefet suçunu oluşturabilmektedir. 3. yargı paketine göre 31 Aralık 2011 tarihine kadar örgüt propagandası ve benzeri suçlardan dolayı açılan davaların ertelenmesine karar verilmesi gerekmektedir.  Çünkü gazetecilerin tamamına yöneltilen suçların tarihi 20 Aralık 2011 öncesidir. Yine 4. yargı paketine göre silahlı örgüt propagandasının oluşabilmesi için cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerin meşru göstermek veya övmek gerekli hale gelmiştir. Gazetecilerin haber içeriklerine bakıldığında hiçbirinde yasanın tanımladığı anlamda bir suçlama da yoktur” dedi.

‘TUTUKLULUĞUN HUKUKSAL DAYANAĞI YOK’

4. yargı paketi olarak adlandırılan kanun tasarısında olmayan bir hususun yasa TBMM’de görüşülürken eklendiğini belirten Çelik, buna göre “silahlı örgüt propagandası” ve “2911 Sayılı Toplantı ve “Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na Muhalefet” suçundan dolayı ceza verilse dahi TCK’nin 220/6. maddesi gereğince “örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen” kişiye örgüt üyeliğinden ceza verilmeyeceğinin altını çizdi. “Her ne kadar gazetecilere örgüt üyesi/yöneticiliğinden dava açılmışsa da hiçbir gazetecinin örgüt üyeliğinin en önemli unsurları olan hiyerarşik yapıya dahil olma, süreklilik ve örgüte katılma iradesi ile hareket ettiklerine dair delil olmayışı da dikkate alındığında suçun niteliğinin örgüt adına suç şeklinde değerlendirilmesi kuvvetle olasıdır” diyen Av. Çelik, şunları ifade etti: “Bu durumda 4. yargı paketiyle bu suç yönünden beraat kararı verilmesi gerekmektedir. Tutukluluğun hukuksal dayanağı da kalmamıştır. 22 Nisan’da yapılacak duruşmalarda tahliye karar verilmesi hukukun bir gereğidir. Bu konuda meclis siyasi iradesini ortaya koymuştur. Mahkemelerin yasa koyucunun bu iradesine karşı koyma noktasında takdir yetkileri de yoktur.”

Davanın siyasi organların etkisinde açıldığı konusunda hiçbir kuşku olmadığını söyleyen Çelik, “Haziran 2011 genel seçimlerinden sonra Oslo görüşmelerindeki tıkanmanın yaşayışı, soruşturmanın giderek MİT müsteşarını kapsar duruma gelişi ve bundan sonraki süreçte hükümetin MİT hakkındaki soruşturmayı durduracak yasal düzenleme yapması, açlık grevleriyle birlikte İmralı’da yeniden görüşmelere başlanması, Öcalan’ın Newroz’da okunan mesajı da dikkate alındığında KCK operasyonları adı altında yapılan operasyonların siyasi dayanağının da kalmadığı görülmektedir. Başta Van ve KESK ve Mersin davalarında  tüm tutukluların tahliyelerine karar verilmesi buna örnektir. Yani hukuksal dayanağı olmayan soruşturmanın siyasal dayanağı da kalmadığından bu davada yargılanan tüm gazetecilerin tahliye olabileceklerini düşünüyorum” dedi.

NELER OLMUŞTU?

İstanbul Özel Yetkili 9. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararı ile 20 Aralık 2011’de Özgür Gündem Gazetesi, DİHA'nın tüm büroları, Demokratik Modernite Dergisi, Etik Ajans ve Fırat Dağıtım'ın bürolarına, gazetecilerin evlerine düzenlenen baskın sonrasında çoğunluğu Kürt 44 gazeteci gözaltına alındı. 4 gün sonra sevk edildikleri adliyede 44 gazeteciden 36’sı tutuklanmıştı. 10 Eylül 2012’de görülmeye başlanan davanın 16 Kasım 2012’deki duruşmasında Oktay Candemir ve Çiğdem Aslan tahliye edildi. 8 Şubat’taki duruşmada da Fırat haber Ajansı (ANF) muhabiri İsmail Yıldız, Dicle Haber Ajansı (DİHA) muhasebecisi Pervin Yerlikaya, DİHA imtiyaz sahibi Zuhal Tekiner, Özgür Gündem imtiyaz sahibi ve yazı işleri müdürü Ziya Çiçekçi, DİHA İstanbul muhabiri Çağdaş Kaplan, Demokratik Modernite imtiyaz sahibi Ömer Çiftçi, Demokratik Modernite Dergisi çalışanı Saffet Orman tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Serbest bırakılan 7 kişiye yurtdışına çıkış yasağı konuldu.