Eren: Kürt tarafının attığı adıma paralel olarak devlet de adım atmalı

DEM Parti Amed Milletvekili Serhat Eren, “Kürt tarafı, Türkiye’nin önünü açacak çok önemli adımlar attı. Türkiye de kendi sorunlarını çözmek ve Ortadoğu’da bir denklemde yer almak istiyorsa, bu konuda somut ve paralel adımlar atmalıdır” dedi.

SERHAT EREN

Önder Apo’nun tarihi çağrısının ardından, PKK’nin düzenlediği kongre sonucunda feshini duyurması, 50 yıllık PKK direnişinde yeni bir sürecin tartışılmasına yol açtı. PKK’nin silahlı mücadeleyi sona erdirdiğini ve mücadelenin farklı boyutlarda, demokratik siyaset zemininde yürütülmesi gerektiğini açıklaması, kamuoyunda ilgiyle karşılandı.

Demokratik mücadele yöntemlerine ağırlık verileceğine dair yapılan açıklamanın ardından, Türkiye kamuoyunda gözler DEM Parti ve Kürt siyasal mücadelesinin aktörlerine çevrildi. Uzun süredir Türkiye ile Kürdistan’da siyasal ve demokratik siyaset deneyimine sahip olan DEM Parti, yeni dönemin ruhuna uygun bir yapılanma sürecine girdi.

DEM Parti Amed Milletvekili Serhat Eren, Türkiye’de başlayan yeni sürecin, Önder Apo’nun Türk devletinin yüzyıllık inkâr ve imha siyasetinin ardından yaşadığı arayışa cevap olmak için attığı adımla başladığını belirtti. Eren, Artık mücadelenin yüzde doksanının demokratik siyaset kanallarında yürütüldüğünü ifade etti.

‘KÜRT HALK ÖNDERİ, TÜRKİYE’NİN YAŞADIĞI KRİZ VE ARAYIŞA BİR CEVAP OLDU’

ANF’ye değerlendirmelerde bulunan Serhat Eren, yaşanan sürece ilişkin şunları söyledi:

“Kısa bir tarihsel yolculuğa da çıkmak gerekiyor, bugünü anlamlandırmak açısından. Çok geçmişe gitmeyeceğim ama Osmanlı’nın dağılmasından sonra Ortadoğu’da ulus-devletler oluştu. Sykes- Picot Anlaşması’ndan sonra Kürdistan dört parçaya bölündü. Yüzyıl boyunca sadece Türkiye değil; Irak, Suriye ve İran, Kürtler başta olmak üzere Ortadoğu’nun en kadim halklarını, kimliklerini kültürlerini, dillerini ve inançlarını yok saydı.

Çok dilli, çok kültürlü, çok inançlı olan halkların değerlerini reddederseniz buna karşı bir mücadele gelişir. Bu, hem insan doğasında hem de toplumların doğasında var olan bir şeydir. Kürtler, inkâr edilen dilleri ve kimlikleri için yüzyıldır mücadele ediyor. Kürtlerin verdiği mücadele ile ulus-devletler tıkanmış, sorunlara çözüm getiremez hâle gelmiştir. Nitekim Suriye’nin çöküşü de bir yönüyle bununla bağlantılıdır.

Artık çok farklı kimliklere sahip olan devletlerde halkların bir arada, eşit koşullarda yaşayabileceği olanaklar yaratmazsanız, ulus- devletin krizini aşamamış olursunuz. Türkiye devleti de yüzyıllık süreçte inkâr, imha ve ret politikasını sürdürdü ama artık bunun mümkün olmayacağı açıktır. Bu kriz, Türkiye’yi hem içeride hem dışarıda denklem dışı bırakmış; iç meselesinde ve uluslararası ölçekteki sorunlarda çözümsüz bırakmış, bir tıkanma noktasına gelmiştir diyebiliriz. Türkiye, bu noktada hem içerideki sorunlarını çözmek hem de uluslararası ölçekte denklem dışında kalmış halini aşmak için bir arayış içerisine girdi. Bu arayışa Kürt Halk Önderi’ de aslında bir cevap verdi.”

‘KÜRTLER NE ÇÖKERTİLEBİLDİ NE DE TASFİYE EDİLEBİLDİ’

Ortadoğu’da yaşanan yeni gelişmelerin ve uzun süredir devam eden savaş halinin, Türk devletini sorunlarını Kürtlerle birlikte çözme konusunda bir zorunlulukla karşı karşıya bıraktığını dile getiren Eren, şöyle devam etti:

“Ortadoğu’daki yeni gelişmeler ve savaş hali, Kürtlerin ve Türk devletinin kendi sorunlarını birlikte, bir arada ve eşit koşullarda bir yaşamı önceleyerek çözmek zorunda kaldıklarını ortaya koydu. Nitekim belki de son on yıldır, Kürtlerin tasfiye olması hem Türkiye’de hem Ortadoğu’da özne olmaktan çıkması hedeflendi. Türkiye devleti, bütün aygıtlarını harekete geçirerek bir tasfiye ve çökertme sürecine girdi ama başarılı olamadı.

Kürtleri çökertemedi, tasfiye edemedi. Kürtlerin ortaya koyduğu mücadele sayesinde Türkiye’deki temel toplumsal sorunlarda bir tıkanıklık yaşandı. Dolayısıyla Önder Apo, yüzyıllık tıkanıklığı aşmak, Türkiye ve Ortadoğu halklarının önünü açmak ve Türkiye’nin de bu meselesini çözebilmesi için büyük bir olanak sundu.

Dolayısıyla Kürtler bu anlamda büyük adımlar attı. Hem Kürt Halk Önderi’nin 27 Şubat çağrısı hem de PKK’nin ortaya koyduğu tutum, muazzam bir olanak sağladı. Bu adım, artık hem Türkiye’de hem de Ortadoğu’da temel toplumsal sorunların ve Kürt sorununun demokratik siyaset zemininde çözülmesi gerektiğini gösterdi.

Ama bu adıma paralel olarak, devletin de yüzyıldır biriken, aşamadığı ve bu yüzden hem içeride toplumsal, ekonomik, siyasal ve hukuksal krizler yaşadığı hem de uluslararası ölçekte tamamen zora düştüğü ve denklem dışında kaldığı bu meseleyi çözmesi için paralel birtakım adımlar atması lazım.”

‘DEMOKRATİK SİYASET ZEMİNİNE MUAZZAM BİR OLANAK SUNULDU’

Serhat Eren, “Kürt tarafı, Türkiye’nin önünü açacak çok önemli adımlar attı. Türkiye de kendi sorunlarını çözmek ve Ortadoğu’da bir denklemde yer almak istiyorsa, bu konuda somut ve paralel adımlar atmalıdır.

Devlet, hem ülkenin demokratikleşmesi hem de Kürt sorununun çözümü açısından bu adımları atmak zorundadır; kendisi için de yapmak zorundadır. Kürt Halk Önderi’nin ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ ile PKK’nin almış olduğu kararlar karşısında devletin de bazı adımlar atmasına vesile olmak durumundadır.

Bayramdan önce bazı adımların atılması gerekiyor. Devletin yaklaşımı açısından toplumun da bir beklentisi var. Bu adımlar, devletin yaklaşımları açısından bir ölçü ve kriterdir. Doğrusu, şu an devletin nasıl bir tutum alacağını da beklemek gerek. Demokratik siyaset zeminine muazzam bir olanak sunuldu.

Kürtler, tarihlerinde hiç olmadığı kadar güçlü oldukları bir dönemde bu kararı verdiler. Varlığı bile kabul edilmeyen bir halk, Ortadoğu’da temel bir aktör haline gelmiş; yüzlerce, binlerce kurum ve kuruluşuyla dört parça Kürdistan’dan tutun, dünyanın her yerine uzanan örgütlü bir halk haline gelmiştir. Kürt Halk Önderi ve PKK, Suriye’de, bütün Ortadoğu’ya model olabilecek, halkların ortak yaşayabileceğini gösteren yeni bir model inşa ettikleri bir dönemde ve bu modele dünyanın önem atfettiği, kabul ettiği, yeni yüzyılda Ortadoğu’yu değiştirme, dönüştürme potansiyeline sahip bir dönemde bu adımları attı.

Bunları dikkate aldığımızda, devletin de en kısa sürede bunlara uygun yasal adımlar atması lazım. Sadece yasal adımlar yetmiyor; bu sürecin devamı için bunlar gerekiyor. Kürt Halk Önderi’nin süreci yönetmesi için daha rahat çalışması gerekiyor. Aydınlarla, yazarlarla, farklı kesimlerle bir araya gelmesi, bu süreci değerlendirmesi ve herkesin görüşünü alması gerekiyor. Bunun için de koşullarının değişmesi gerekiyor.

AİHM’in verdiği bir ‘umut hakkı’ kararı var, ancak bu kararı politik bağlamda değerlendirmek gerekiyor. Sayın Öcalan, barışı inşa etmek için muhatap alınıyorsa ve Suriye’de, Ortadoğu’da bir muhatap olarak kabul ediliyorsa, artık bu umut hakkını halkların umut hakkı olarak değerlendirmek gerekiyor.

Halkların geleceğine yön verme açısından Sayın Öcalan eğer muhatapsa, o vakit halkın umut hakkı bağlamında bunu değerlendirip en kısa sürede koşullarının düzeltilmesi gerekiyor” diye ifade etti.

‘TEKÇİ ANAYASA İLE ÇÖZÜME GİDEMEZSİNİZ’

Anayasa değişikliğine de değinen Eren, çözümün olabilmesi için toplumsal bir uzlaşma metnine ihtiyaç olduğunu belirterek, anayasanın tekçi çizgide olması halinde sorunların çözülemeyeceği uyarısında bulundu. Eren, şöyle devam etti:

“Bu meselenin çözümü için toplumsal bir barışa, toplumsal bir uzlaşma metnine ihtiyacımız var ve bu da anayasadır. Anayasa, toplumun her kesiminin bir araya gelerek devletin nasıl işleyeceğine karar vereceği bir metindir. Anayasa tekçi, merkeziyetçi bir ruha sahipse, sadece Türkiye’de bir etnik yapıyı koruyacak bir metin ise, dilediğiniz kadar yasaları değiştirin bir çözüme gidemezsiniz.

Anayasa tekçi ise, diğer halkları kabul etmiyorsa, o anayasa aynı zamanda kendi yargı sistemini, eğitim sistemini, hukuk sistemini oluşturur ve hukuk sistemi de tekçi olur; halkları reddeder. Siyasal ve sosyal bütün alanlar sadece belli bir grubun temel haklarını korur, dolayısıyla diğer halkları yine dışlar.

O nedenle diyoruz ki, bu meselenin Türkiye özelinde çözülmesi ve Ortadoğu’ya örnek olması için -Sayın Öcalan’ın dediği gibi- toplumsal bir barış metnine ihtiyacımız vardır. Herkesin kendisini içinde gördüğü, benim anayasam diyebildiği, kendi kültürünü, dilini, varlığını gördüğü bir anayasa, toplumsal uzlaşma metni olabilir.

Kuşkusuz hasta tutsakların bırakılması, infaz rejiminde değişiklikler olması, cezaevlerindeki bütün siyasi tutsakların tahliye edilmesi bu sürecin devamı açısından olmazsa olmaz koşullardan biridir. Ancak bu meselenin kökten çözümü, tamamen toplumsal bir uzlaşı metniyle mümkün olabilir.”

‘MÜCADELENİN YÜZDE DOKSANI ARTIK DEMOKRATİK SİYASET ALANINDADIR’

Demokratik mücadele yöntemlerinin değişmesi gerektiğini belirten Eren, yükün yüzde doksanının artık demokratik siyaset kanallarında olduğuna dikkat çekti. Sorunun sadece Kürtlerin değil, sonuçları itibarıyla tüm Türkiye halklarının sorunu olduğunu belirten Eren şöyle devam etti:

“Şimdiye kadar belki yükün yüzde doksanı farklı bir kesim üzerindeydi. Ama bu artık, Sayın Öcalan’ın 27 Şubat çağrısı ve PKK’nin 12 Mayıs’taki açıklamasından sonra, yükün yüzde doksanı demokratik siyaset alanındadır.

Demokrasi ve Kürt meselesi sadece Kürtlerin değil; sonuçları itibarıyla bütün Türkiye halklarını etkiliyorsa, bu mesele tüm Türkiye halklarının sorunudur demektir. Eğer sorunun şiddet zemininden siyasal ve hukuksal zemine evrilmesine karar verilmişse, bugüne kadar geçen 50 yıllık süre zarfında sadece bu savaş koşullarından kaynaklı 3 trilyon dolarlık bir kayıp varsa, bunlardan tüm Türkiye halkları etkilenmiştir.

Bu ülkede yüzyıllık bir demokratik zemin inşa edilmemişse; işçiler, emekçiler, solcular, demokratlar, barıştan ve demokrasiden yana bütün kesimler bu işin mağduru olmuştur. DEM Parti’nin de önüne koyduğu hedeflerden biri, Türkiye’nin demokratikleşmesi için bütün toplumsal kesimlerle, sivil toplum örgütleriyle, siyasi partilerle bir araya gelmek; bu meseleyi konuşmak, tartışmak ve ortak bir mücadele hattı üzerinden yürümektir.

Bu mücadeleyi sadece Kürtlerin mücadelesi olmaktan çıkarıp, Türkiye’deki ezilen emekçisinden tutun da farklı inançlara kadar bütün kesimlerin ortak bir mücadelesi haline getirmek, bu sürecin temel sorumluluğudur.”

‘DEM PARTİ’NİN SORUMLULUKLARI ARTMIŞTIR’

DEM Parti’nin önemli bir sorumluluk aldığını söyleyen Serhat Eren, devletin bugüne kadar kullandığı birçok argümanın ortadan kalktığını belirterek, artık DEM Parti’ye büyük sorumluluklar düştüğünü dile getirdi:

“DEM Parti’nin aynı zamanda barışın ve çözümün toplumsallaştırılması konusunda da temel bir sorumluluğu var. En nihayetinde bazı adımlar atılıyor ama bu sürecin toplumsallaştırılması gerekiyor. Devlet ve hükümet üzerine düşeni yapmıyor; ortaya koyduğu tutum ve dil maalesef bu sürecin, barışın toplumsallaşması konusunda gereğini yerine getirmediğini gösteriyor. Ama bu konuda biz kendimizi sorumlu görüyoruz.

Evet; çatışmasız, savaşsız bir Türkiye’de ülkenin durumu ne olur? Savaşın, çatışmanın olduğu bir ülkenin hali ne olur? Bunu tüm Türkiye toplumuna anlatmak ve barışın, tüm Türkiye toplumu için aslında bir ihtiyaç haline geldiğini göstermek gibi bir sorumluluğumuz var. 

Kuşkusuz bu meselenin çözümü; barışın toplumsallaştırılması, demokratik bir sistemin inşası için, bütün sivil toplum dinamikleriyle, siyasal ve sosyal kesimlerle bir araya gelmeyi gerektiriyor. Ama aynı zamanda meclisi de yasal ve anayasal değişikliklerin merkez üssü haline getirmek gibi bir sorumluluğumuz var.

Şimdiye kadar demokratik siyaset zemininde sürekli karşımıza şöyle bir şey çıkartılırdı: ‘Ama şiddet’, ‘ama savaş’, ‘ama terör.’ Bu argümanların hem içeride hem dışarıda alıcıları vardı. Uluslararası ilişkilerde de devlet, Kürt meselesini maniple etmek, perdelemek açısından sürekli bu argümanları ifade ediyordu. Ama artık bu argümanlar bunlar yok. Dolayısıyla bu meselenin hem iyi anlaşılması hem de savunusunun içeride ve dışarıda, diplomatik anlamda da iyi yapılabilmesi açısından DEM Parti’nin yapması gereken çok şey var.

DEM Parti, bunu yaparken Kürt halkı başta olmak üzere bütün halklarla birlikte bu işi örgütleyerek yürütmek zorundadır. Her zamankinden daha fazla örgütlenmek, daha fazla mücadele etmek gibi bir sorumluluğu var. Bu mücadele ruhunu, parlamento zemininde de aktif bir muhalefete ve aktif bir mücadeleye dönüştürmek gibi bir sorumluluğu var. Bunun mücadelesini ortaya koyacağız, yapmak zorundayız.”