Doğan medyasının yazarlarının kafasına kayyum girmiş!.. - ERDAL ER

Türkiye’nin şansızlığı sadece geçmişten günümüze kalan kötü miras değil, bugün de ülkenin Recep Tayyip Erdoğan zihniyeti tarafından yönetiliyor olmasıdır....

Türkiye’nin şansızlığı sadece geçmişten günümüze kalan kötü miras değil, bugün de ülkenin Recep Tayyip Erdoğan zihniyeti tarafından yönetiliyor olmasıdır. Erdoğan’dan korkanların, çıkar çevrelerinin, yalana, ahlaksızlığa teslim olanların, Kürt düşmanlığından mevkii- para kazanan medya, yazarlarının var olması tek kelimeyle utançtır ve toplumsal barış önünde aşılması gereken ciddi engel olarak duruyor.

Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri bugüne kadar Kürt düşmanlığı ve inkârı üzerinden sürdürdükleri savaşı sektör haline getirdiler. Sistem böyle kurulunca iş dünyasından medyaya, siyaset dünyasından sıradan bir memura kadar herkes bu çarkın içinde payına düşeni aldı. Aktörler değişti ancak sistemin kendisi değişmedi. Zamanla bu bir siyasi kültüre dönüştü. Ne acıdır ki Türkiye’de hala Kürt düşmanlığı yapmak devlet katında itibar görüyor, kişiye para, mevki ve koruma zırhı sağlıyor.

Türkiye’de bir süre öncesine kadar AKP karşıtı görüşleriyle bilinen bazı yazarlar, 1 Kasım seçim sonuçları AKP lehine çıkınca  gerçekle örtüşmeyecek haksız yorumlar da bulundular ve yazılar yazdılar. HDP’nin aldığı onucu ‘yenilgi’ olarak sundular ve bunun nedenini ise ‘PKK’ olduğunu söylediler.

Hatta CNN Türk ekranlarında Ahmet Hakan gibi isimler seçim gecesi parmak sallayarak  şunu söylemekten geri durmadılar:

‘Demirtaş’a, HDP’ye o kadar söyledik; PKK ile aranıza mesafe koyun, koymadılar böyle oldu.’

Erdoğan darbesine açık tutum alan Hasan Cemal, Ergun Babahan, Ahmet Altan ve Aydın Engin gibi aydınları saymazsak Doğan medya grubunda, T24 sitesinde ve Cumhuriyet gazetesinde yazı yazan kimi yazarlarda benzer yorumlarda bulundular. Devletin, AKP ve Erdoğan’ın yaptıklarını (Kobanê, Suruç, Ankara katliamlarını)  görmeyip karanlıkta mumla PKK’nin hatasını aramaları aslında içine düştükleri içler acısı durumu gösteriyor.

Devletin ve AKP’nin yaptıklarını yok sayıp PKK’yi suçlamak işin kolayına kaçmaktır. Ne oldu da 30 Ekim ile 1 Kasım arasında görüşleri değişti? Seçim öncesi HDP’ye övgüler dizen yazarlar bir anda AKP yandaşı olup çıktılar. Tam da Erdoğan’ın kurmak istediği Sultanlık rejimine uygun bir davranış gösterdiler, o da biat etmek!

Bu yenilginin, korkunun, teslimiyetin ruh halidir. Yenilen sorumluluğu kendisinde aramaz mutlaka bir neden bulur. Darbe yaparak iktidarı bırakmayan AKP’ye bir taş atmaktan korkan ve geleceğini garantiye almak isteyen yazarlar Kürt Özgürlük Hareketi’ne “neden kendini savunuyorsun?” diye çıkışta bulunuyorlar ve AKP’yi övüyorlar.

Bu şuraya çıkar.

Kürtler rahat dursaydı Koçgiri olmazdı!

Kürtler rahat dursaydı, Şeh Sait idam edilmez, on binlerce insan katledilmezdi!

Kürtler rahat dursaydı Zilan yaşanmazdı!

Kürtler rahat dursaydı Dersim soykırımı yapılmazdı! 

PKK tutsakları teslim olsaydı Diyarbakır zindan vahşeti yaşanmazdı!

Şimdide PKK direnmeseydi 1 Kasım seçimleri kaybedilmez, Kürtlerin kentleri bombalanmaz, Doğan grubu baskı altına alınmaz, Gülen Cemaati baskına uğramaz, söz konusu yazarların rahatı bozulmaz ve  AKP tarafından rahatsız edilmezlerdi.

Liste uzun...

Galiba, memlekette Kürde vurmak devlet belasından korunmak için halen sigorta görevi görüyor. 1 Kasım seçimleri sonrası kuyruğa girip Erdoğan huzurunda koro halinde HDP’yi taşlamalarını başka türlü açıklamak mümkün değildir.  Söz konusu yazarların akıllarına kayyum girdiğinin acı gerçeğiyle karşı karşıyayız.  Erdoğan’dan merhamet dilenmenin,  ‘ben yaptım, sen yapma!’ demek aydın tavrı olmadığı gibi torunlarına bırakacakları kötü bir şöhrettir. Hatta diz çökerek vaziyeti kurtaramazlar.  Ortada farklılıkları kabul etmeyen ülkenin başına bela olmuş faşizm var. Önemli olan zora gelindiğinde kaçmak, sıvışmak değil; faşizme karşı savaşmasını, diz çökmemesini ve gerektiğinde ölmesini de bilmektir.

Kürtler öldürülecek, gençler, çocuklar infaz edilecek, ölülerinin bedeni teşhir edilecek, mezarlıkları bombalanacak, köyleri, ormanları yakılacak, Suruç, Ankara katliamları yapılacak, insanlar göçe zorlanacak, onurları ayaklar altına alınacak, DAİŞ çeteleri Kürtlerin üstüne salınacak, PKK’den Erdoğan öfkelenmesin diye ‘sakin’ olması ve‘sessiz’ kalması ve ‘teslim’ olması istenecek!

Oysa olması gereken korkmadan devlet ve bugünün simgesi Erdoğan faşizmine karşı savaşmaktır. Normalleştirmeye, gerekçe aramaya gerek yok; darbeye karşı ‘ama’, ‘ancak’ cümleleri kurulmaz, savaşılır. Ortada ne yenilmiş bir HDP var, nede mücadeleden vazgeçmiş bir PKK var.

Dolayısıyla mesele seçim değil, Türkiye’nin toplumsal barışı, temek hak ve özgürlükleridir. Kürtlerin hakkı ve hukuku seçimlere kurban edilemez. Vicdan sahibi aydınlar, yazarlar zalimin karşısında, mazlumun yanında yer alır.

Böyle olmaz...

PKK ne durduk yere kimseye savaş açmış ne de başkasının oyununa gelmiştir. Sadece halkı, kendisini savunuyor ve direnme hakkını kullanıyor. PKK’nin varlığı, örgütlü gücü dün olduğu gibi bugün de demokrasi ve özgürlüğün güvencesidir.

İnsanın hayatta kalması, sahip olduklarını kaybetmemesi için Erdoğan’ın yalanlarına, ahlaksızlığına teslim olması cidden acıdır. Mazlum Doğan, Hayri Durmuş, Kemal Pir, Sakine Cansız, Apê Musa ve Hüseyin Deniz zalime teslim olmadılar ve insanlığın onurunu yere düşürmediler. Dolayısıyla bedeli ne olursa olsun Kürtler, demokrasiden yanan olanlar bu yolda yürümeye devam decekler.

İspanya’da faşizm Madrid’e dayandığında; komünist liderlerden Dolores İbarruri’nin Madrid’in savunması için söylediği şu sözle bağlayalım:

‘Ayakta ölmek diz çöküp yaşamaktan iyidir. NO PASARAN!’

PKK, halkların onuru, özgürlükleri için aynısını söylüyor ve uyguluyor:

Asla geçemeyecekler!

Gün yas tutma, korkma, sinme günü değil; dönem faşizmine karşı mücadeleyi büyütme günüdür!