Cerablus ve Davutoğlu’nun olmayan akrabaları - Cahit Mervan
YPG-YPJ güçlerinin de katılacağı Cerablus’un özgürleştirme operasyonunun eli kulağında. Hatta kısmen başladı diyebiliriz. Cerablus’un özgürleştirilmesi üç açıdan stratejik öneme sahip.
YPG-YPJ güçlerinin de katılacağı Cerablus’un özgürleştirme operasyonunun eli kulağında. Hatta kısmen başladı diyebiliriz. Cerablus’un özgürleştirilmesi üç açıdan stratejik öneme sahip.
YPG-YPJ güçlerinin de katılacağı Cerablus’un özgürleştirme operasyonunun eli kulağında. Hatta kısmen başladı diyebiliriz. Cerablus’un özgürleştirilmesi üç açıdan stratejik öneme sahip.
CERABLUS’UN ÖZGÜRLEŞTİRİLMESİ NEDEN ÖNEMLİ?
Birincisi DAİŞ adlı katiller ordusunun Türkiye ile ‘sınırı’ sona ermiş olacak. Türk devletinden ve Türkiye üzerinden sağladığı her türlü lojistik büyük darbe alacak. DAİŞ elamanlarının geçişi için neredeyse ‘altın köprü’ görevi gören bölge kontrol altına alınacak. DAİŞ’in şah damarı kesilmiş olacak.
İkincisi ise Efrîn ile Kobanê Kantonu arasındaki bölge güvenlikli hale gelmiş olacak. Yani Efrîn Kantonu’nu kuşatmaya çalışan DAİŞ, El-Nusra ve Ahraruş Şam gibi çete grupları bu olanaktan mahrum kalacak.
Üçüncüsü ise DAİŞ ve benzeri çete gruplarının tasfiye edilmesi için ortaya büyük bir imkân çıkmış olacak. Suriye’de demokratik ve çoğulcu bir sistemin kurulmasından yana olan güçlerin moral ve motivasyonu artacak. Suriye’de iç savaşın sonlandırılması ve demokratik bir yönetimin iş başına gelmesi için önemli bir eşik açılmış olacak.
İşte bu nedenle Cerablus’un DAİŞ çetelerinden kurtarılması Suriye’de beşinci yılına giren iç savaşın dengelerini kökünden değiştirecek ve çözüm kapısını aralayacak kadar önemli.
YPG CERABLUS OPERASYONUNDA YER ALACAK
YPG güçlerinin Cerablus’u özgürleştirme operasyonunda yer almasına karşı başını ABD’nin çektiği koalisyon güçleri arasında itiraz eden hiç kimse yok. Hatta ABD’li yetkililer yaptıkları açıklamada YPG’nin ‘en önemli güvenilir partner’ olduğunu bir çok kez dile getirdiler. Türkiye’nin YPG ve PYD konusunda ileri sürdüğü görüşleri kimi zaman diplomatik nezaket içinde kalarak, kimi zaman ise sert bir dille uyararak, karşı çıktılar.
Türkiye DAİŞ karşıtı koalisyonda aktif olmadığı halde YPG güçlerinin Cerablus’u özgürleştirme operasyonunda yer almasına itiraz ediyor. Bunun yerine kendisi adı geçen yerde bir tampon bölge oluşturmak istiyor. Bu DAİŞ karşıtı koalisyon güçleri tarafından kabul görmüyor.
TÜRKİYE’NİN KABUL GÖRMEYEN GEREKÇELERİ
Türkiye ‘tampon’ veya ‘güvenlikli bölge’ için iki gerekçe öne sürüyor.
Birincisi, Suriye’den gelen mülteci akımının önlenmesi ve bugüne kadar Türkiye’ye gelen sığınmacıların bu bölgeye yerleştirilmesini istiyor.
İkincisi ise Rojava’de ortaya çıkan özerkliğin kendi ulusal güvenliği açısından tehdit olduğunu öne sürüyor. Efrîn-Kobanê arasında var olan bölgenin DAİŞ ve benzeri güçlerin elinden çıkmasını kendi kaybı olarak yorumluyor.
MÜLTECİLERİ AVRUPA KAPISINA KİM YIĞIYOR?
Türk devleti Suriye sınırları içinde ‘güvenlikli bölge’ oluşturmak için on binlerce mülteciyi Avrupa’nın kapsına yığmış durumda. Avrupa’yı mülteci akınlarıyla korkutarak ikna etmeye çalışıyor. Sözü ‘güvenlikli bölge olursa yüz binlerce mülteci sizin kapınıza dayanmayacak’ demeye getiriyor.
Ancak Avrupa’nın bu açık Osmanlı Oyunu’nu yuttuğu söylenemez. Sığınmacıların en çok rağbet gösterdiği ve en çok sığınmacı alan Almanya başbakanı Angela Merkel dahi Türkiye’nin önerisine sıcak bakmıyor. Sığınmacı akınına Almanya üzerinde baskı kuran Türkiye’nin önerisini Merkel, "Suriye'deki çatışmalar ve Türkiye'nin Kürtlerle yaşadığı çatışma nedeniyle şu an hayata geçirilmesinin çok zor olduğunu" belirterek kesip attı.
ERDOĞAN-DAVUTOĞLU’NUN DERDİ İNSANİ DEĞİL
Türk devleti bir taraftan Suriyeli mülteciler eliyle Avrupa sınırlarında ciddi bir kriz ve insani drama yol açarken, öte taraftan elinden geldikçe ve becerebildiği oranda YPG güçlerinin Rojava ve Suriye’nin özgürleştirilmesindeki etkisini ve rolünü aşağı çekmek ve sınırlamak istiyor.
Erdoğan-Davutoğlu yönetiminin derdi ne Suriye’deki halk, ne de savaştan kaçan mültecilerdir. Böyle bir dertlerinin olmadığını dünya âlem biliyor. Çünkü onlar Suriye’de krizinin bir iç savaşa dönüştüğü günden bugüne kadar yaptıkları tek şey ateşe benzin dökmek oldu. Türkiye’nin bu kışkırtıcı ve savaşı derinleştirici politikası bizzat onun müttefikleri tarafından teyit edildi.
Hatırlayalım. Bundan bir yıl önce ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Harvard Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada şöyle demişti:
“Bizim en büyük sorunumuz bölgedeki müttefiklerimizdi. Türkler, ki ABD’nin iyi dostu ve benim de cumhurbaşkanı ile arkadaşlığım eskiye gider, Suudiler, Birleşik Arap Emirlikleri…. Onlar neler yapıyordu? Esad’ı devirmeye o kadar kararlıydılar ki, temelde taşeronlar vasıtasıyla Sunni-Şii savaşına giriştiler. Ne yaptılar? Yüz milyonlarca dolar para ve binlerce ton silahı, Esad’a karşı savaşan herkese akıttılar. Ama desteklenenler El Nusra, El Kaide, dünyanın farklı yerlerinden gelen aşırılıkçı, cihatçı unsurlardı.”
Biden’in söyledikleri bu geçen zaman zarfında onlarca kez, hatta yüzlerce kez ispatlandı. En son Almanya Federal Parlamentosu’na bir soru önergesi üzerine istihbarat örgütünün verdiği cevapta Türk devletinin 2014 yılında Ahraruş Şam adlı çete örgütlenmesine yüklü miktarda silah gönderdiği belirtiliyor.
Bütün bir kirli savaş oyunları içinde olan bir devletin insanların hayatlarına değer vereceğini düşünmek saflık olur. Bu nedenle Türk devleti kıyıya vuran Aylan Kurdi’den yüz binlerce mültecinin karşı karşıya kaldığı insanlık dramını kendi kirli emelleri için gerekçe yapıyor. Onları kışkırtarak, yönlendirerek Avrupa devletlerinin sınırlarına yığıyor. Ölüme gönderiyor.
Halbuki bugün Rojava dünyanın bir çok yerinden daha güvenliklidir. Erdoğan ve adamları Suriye’nin de bir parçası olan Rojava Kürdistanı’na karşı savaşı sonlandırır, DAİŞ ve benzeri örgütleri desteklemekten vazgeçerse mülteci sorunu da, Suriye’de akla ziyan yıkıcı savaşta büyük oranda son bulur.
Ama dert bu değil. Dert Kürtler olunca işin rengi değişiyor.
ERDOĞAN’IN KÜRTLERE KARŞI SAVAŞ İLANI
Türk devleti esas olarak Rojava’da Kürtlerin bir statü elde etmesini istemiyor. Yoksa durup dururken Erdoğan 27 Haziran günü "Suriye'nin kuzeyinde, güneyimizde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Bedeli ne olursa olsun bu konudaki mücadelemizi sürdüreceğiz" dedi.
Aslında Erdoğan bu açıklamasıyla hem Rojava’da hem de Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da Kürtlere karşı yürüttüğü örtülü savaşı, açıkça itiraf etmiş oldu.
Pekala, Erdoğan ve adamları ‘Suriye’nin Kuzeyi’nde, yani Rojava’da bir devletin kurulmadığını, Kürtlerin böylesine bir amaç içinde olmadıklarını biliyorlar. Kürtlerin Suriye’nin siyasi sınırları değişmeden çözüm için çalıştıklarını görüyorlar. Ama kirli amaçlarına ulaşmak, iç kamuoyunu harekete geçirmek için ‘sınırda’ bir tehlike varmış gibi algı yaratıyorlar.
Elbette ki, Kürtlerin de herhangi bir halk gibi kendi geleceğini belirleme hakkı var. Bu hak bağımsız devlet kurmayı da kapsar. Kürtlerin bu hakkı nasıl kullanacakları, hangi modeli benimseyecekleri ayrı bir konudur. Ancak Erdoğan’ın kast ettiği şey herhangi bir şekilde Kürtlerin statü elde etmesinin önüne geçmektir.
Bugün Kuzey Kürdistan’da Erdoğan’ın başlattığı savaş esas olarak da bu Kürt düşmanı siyasetle alakalıdır. Kürtlere ister sınırları içinde, isterse sırları dışında olsun düşman hukuku uygulayacaklarının açık ifadesidir.
TÜRK DEVLETİ HARİÇ HERKES KÜRTLERİN ROLÜNÜ KABUL EDİYOR
Kürtlerin Suriye’de nasıl bir güç oldukları en son Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yapılan konuşmalarla bir kez daha tescillendi. Örneğin Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin yaptığı konuşmada Kürtlerin belirleyici rolüne dikkat çekti. Herkesin kabul ettiği ve hakkını vermeye çalıştığı bilinen bir gerçeğin altını kalın çizgilerle çizdi. Suriye’de ve bölgede giderekten daha aktif bir pozisyon alan Rusya denilebilir ki, ABD ve NATO üyesi koalisyon güçleriyle YPG’nin rolüne ilişkin ortak fikre sahip. Bu konuda aralarında hiçbir görüş ayrılığı söz konusu değil.
Bu ise Türk yöneticileri çileden çıkarıyor. Kürt düşmanlığını sabit bir fikir haline getirenleri açmaza itiyor. Siyaset üreteceklerine, hamasi sözler sarf etmelerine neden oluyor. Birleşmiş Milletler Örgütü’nün 70. Genel Kurul toplantısını neredeyse seçim meydanı sanacak kadar akıl ve fikirden, sağduyudan yoksun bırakıyor.
Türk başbakanının herkesin doğru dürüst bir cümle kurduğu Suriye ve Rojava politikasını ilişkin söylediği ise ‘onlar bizim akrabalarımızdır’ sözünden öteye geçmiyor.
KÜRTLER DAVUTOĞLU’NUN AKRABASI DEĞİL
Davutoğlu iflas eden Rojava ve Suriye politikasını siyasette, halklar, devletler ve güçler arası ilişkide ‘beş kuruş’ dahi değeri olmayan ‘akrabalık’ gibi bir şey üzerinden yeniden üretmeye çalışıyor. Daha doğrusu düştükleri bataklıktan bu şekilde demagoji yaparak çıkabileceklerini hesaplıyor.
Davutoğlu sözüm ona bir de Rojava açılımı yapmış!
‘Suriye Kürtleri, Türkmenlerle Araplar gibi akrabamızdır. Ilımlı muhalefetle birlikte oldukları sürece her türlü kazanımlarını destekleriz’
Garip değil mi?
Davutoğlu Atlantik ötesinde havaya girerek Kürtlerle akrabalık üzerine edebiyat kestiği saat ve dakikalarda emrindeki özel hareketçiler patır patır Kürt çocuklarını infaz ediyordu?
Hem Kürtlerin kökünü kazımaktan bahset, bunun için her gün hatta her saat Kürt çocuklarını acımasızca infaz et, dön birde akraba olduğunu söyle! Utanmazlığın başka bir zirvesi bu olsa gerek.
Kaldı ki, günlerce Kobanê’yi kuşatan DAİŞ güçlerini kutsayanlar, Kürtlerin gözlerinin içine bakarak ‘Kobani düştü, düşecek’ diyerek sevinç naraları atanların Rojavalı Kürtlerle nasıl bir akrabalığı olabilir ki?
Arapların, Türkmenlerin de bu ‘akrabalık’ yakıştırmasından pek haz aldıkları söylenemez.
Bir de kim bu ılımlı Suriyeli muhalifler? Acaba? Yıllardır kucaklarında besledikleri DAİŞ, El-Nusra veya son dönmedeki gözdeleri Ahraruş Şam olmasın mı?
Davutoğlu herhalde kendisini AKP grup toplantısında konuşuyor sandığından olsa gerek bir de PYD’ye öneride bulunmuş:
‘PYD, Esed ve PKK’yla olan ilişkileri hakkında açık bir tutum sergilemelidir.’
Yani laf olsun torba dolsun hikâyesi.
Neyse ki Davutoğlu’nun söylediklerinin hayatta bir karşılığı yok.
Ufukta ise Cerablus’un özgürlüğü gözüyor. Allah çok şükür ki, Kürtler ve büyük insanlık bakacakları yeri çok iyi biliyorlar.