Kürt direnişinin Türkiye ortamını ve siyasetini aydınlatma durumu devam ediyor. Özellikle gerilla direnişinin başladıðı 15 Aðustosun yirmisekizinci yıldönümü vesilesiyle artan eylemlilik ortamında bu durum çok daha belirgin bir şekilde yaşanıyor. Siyasetçilerin ve siyasal partilerin iç çelişkileri bir bir ortaya çıkıyor.
Kuşkusuz derin iç çelişkiler yaşamada iktidardaki AKP başı çekiyor. Bir süredir Başbakan Tayyip Erdoðanın dilinden Meclisin içindeki partilerle görüşme olur, AKP terör örgütüyle görüşmez sözü düşmüyor. Yani sorunların çözüm yeri meclistir, mecliste grubu bulunan partiler kendi aralarındaki diyalogla sorunları çözer demeye getiriyor.
Bu sözlere CHP ve BDP yönetimleri inanmış olacaklar ki, Şemdinlide çatışmalar yoðunlaşınca, bu durumu görüşmek üzere Meclisin olaðanüstü toplanmasını gündeme getirdiler. Özellikle CHP yönetimi Meclisi toplantıya çaðırması için TBMM Başkanlıðına başvuruda bulundu. Ýçtüzük gereði Meclis Başkanının da bu önergeyi gündeme koyması gerekiyordu.
Ýşte bu durum AKP gerçeðini, yaşadıðı içi çelişkileri açıða çıkartmaya yetti. Başta Başbakan olmak üzere AKP yöneticileri meclisin işlevine dair defalarca tekrarladıkları sözlerini bir anda unutuverdiler. CHPnin Meclisi toplantıya çaðırmasının Terörün kuyruðuna takılmak olduðunu açıkladılar.
Haklı olarak birçok çevre şu soruları sordu: Hani sorunların çözüm yeri meclisti? Hani Terör örgütüyle görüşülmez, ama meclisteki uzantıları ile görüşülür idi? Hani herkes hakkını meclis çatısı altında aramalıydı?
Eðer AKP yönetimi işine geldiðinde söylediði gibi, sorunların çözüm yeri olarak meclisi görseydi, o zaman CHP grubunun toplantı çaðrısına olumlu yanıt verirdi. Kaldıki BDP yönetimi de Meclisin toplantı yapıp Şemdinlideki olayları görüşmesini istemişti. Ayrıca PKK Lideri ve yönetimi de zaten bu konuda Meclisin inisiyatif olarak çözüm yeri olması gerektiðini defalarca açıklamıştı. Bu konuda meclise çaðrı yapmış, PKK Liderinin önünü açan kararlar almasını istemişti.
Kısaca Kürt sorununun çözümü konusunda TBMMye rol tanınıp oynatılması hakkında genel bir mutabakat vardı. Eðer AKP bu konuda tutarlı olsaydı, o zaman meclis işlevli hale gelir, Kürt sorununun çözümünde yeni bir süreç başlayabilirdi. Meclise dayalı çözüm sürecinin önü açılabilirdi.
Fakat böyle bir gelişme olmadı. Çünkü AKP yönetimi tutarlı deðil, sözünde durmadı. Ýşine geldiðinde meclisi adres gösteriyor, işine gelmediðinde hemen sözünden vazgeçiyor. Ne kadar çelişkili, faydacı, pragmatist bir siyaset izlediði netçe görülüyor.
AKP böyle çelişik ve tutarsız da, CHP çok mu farklı? Deðil, CHP de AKP gibi. Deyim yerindeyse al birini vur ötekine! Adeta birisi diðerini arattırıyor. Daha çok da CHP yönetiminin AKP iktidarına koltuk deðneði olduðu görülüyor.
CHP yönetiminin çelişik ve tutarsız duruşunu da Dersim milletvekili Hüseyin Aygünün birkaç gün gerillalar tarafından alıkonulması olayı ortaya çıkardı.
Halbuki bu olaydan önce CHP yönetimi hep Kürt sorununa çözüm projelerinin olduðundan söz ediyordu. AKP sorunu yeniden çatışmalı hale getirmiş olmakla eleştiriliyordu. Özellikle Genel Başkan Kemal Kılıçdaroðlu miting meydanlarında bunları dile getiriyordu. Hatta bu konuda somut çözüm projelerine sahip oldukları gerekçesiyle Kemal Kılıçdaroðlu-Tayyip Erdoðan görüşmesi yapılmıştı.
Tıpkı CHP ve BDPnin meclisi toplantıya çaðırması karşısında AKPnin gösterdiði refleks gibi, Milletvekili Hüseyin Aygünün kaçırılması ardından CHP de benzer bir refleks gösterdi. Bizzat Kemal Kılıçdaroðlu, bir sosyaldemokrat partinin aðıza almaması gereken sözler söyledi. Gerçekte Kürt sorununun çözümüne dair hiçbir çözüm projelerinin olmadıðını, söylediklerinin bir aldatmacadan ibaret olduðunu, Kürt karşıtı faşist-milliyetçi çizgiyi CHPnin de benimsediðini ortaya koydu.
Ýşin ilginç tarafı, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroðlu kürsüden böyle milliyetçi ve tutarsız sözler söylerken, CHP grubu Faşizme karşı omuz omuza sloganını atıyordu. Kuşkusuz izleyenler Hangi faşizme? diye kendilerine sormaktan edememişlerdir. Çünkü Kemal Kılıçdaroðlu kürsüden PKK şahsında Kürtlere gözdaðı veriyordu. Herhalde CHP de, AKP yönetimi gibi, faşizmin PKK ve Kürtlere ait olduðunu düşünüyor.
Siyasal arena Dersim Milletvekili Hüseyin Aygünün bırakılışı ve yaptıðı açıklamalar ardından daha da karıştı. Hüseyin Aygünün kendini kaçıranlar için Arkadaşlar demesi, gerillaların kendinden taleplerini kamuoyuna açıklaması, kısaca gördüklerini ve yaşadıklarını olduðu gibi anlatması basın ve siyaset dünyasını birbirine kattı.
Bu kez karışan sadece CHPnin içi veya partiler arası çatışma deðil, bunların hepsi birden yaşandı. CHP ciddi bir iç çatışmaya sahne olurken, onunla birlikte CHP-MHP-AKP arasında şiddetli bir aðız dalaşı başladı. Buna psikolojik savaş medyasının da eklenmesi, faşist-milliyetçi tabloyu tümüyle tamamladı.
Hepsi birleşerek ve elbirliði ederek Hüseyin Aygüne saldırdılar. Niçin? Niye doðru söylüyor, yalan söylemiyorsun diye! Öyle ya, faşizmin ve şoven-milliyetçiliðin çıkarına yalan söylemeliydi! Onun için milletvekili yapılmıştı ve devletten maaş alıyordu! Gördüklerini ve yaşadıklarını deðil, devlet çıkarına gereken yalan ve yanlışı dile getirmeliydi!
Kısaca bir milletvekili göz göre göre Yanlış söylemeye zorlandı. Niye doðru söylüyorsun? diye suçlandı. Neden PKK ve Kürtler aleyhine konuşmuyorsun? diye neredeyse afaroz edilecekti.
Bütün bunlar AKP, MHP ve CHP tarafından temsil edilen hâkim siyasetin yalancı ve faşist karakterini açıkça gösteriyor. Kürt direnişinin aydınlatıcılıðı bu hâkim siyaseti iyice teşhir edip daraltıyor. Bu da AKP siyasetinin daraltılması ve kuşatılması oluyor. Buradan ve bunlara karşı mücadele içinde demokratik siyaset gelişebilir. Hâkim siyasetin yalancı ve faşist karakterinin teşhir edilmesi, demokratik siyasetin zeminini güçlendirip önünü açabilir. Buradan da doðru ve halkçı demokratik siyaset çıkış yapıp gelişebilir.
Bu gerçeði tüm demokratik ve sol güçler iyi görmek ve deðerlendirmek durumundadır. Özellikle demokratik siyasetin birleşik örgütlü gücü olarak Halkların Demokratik Kongresi bütün bunları deðerlendirmeyi bilmelidir. Bu çerçevede de AKP iktidarının alternatifini oluştururken, aynı zamanda hâkim siyaseti aşan bir demokratik alternatif yaratmayı başarmalıdır!..
KAYNAK: Yeni Özgür Politika