Bayık: KDP Türkiye ile ilişkilerini gözden geçirmeli

Bayık: Özellikle bu iktidarın son iki yılda Kürtlere yaptığı zulüm ortadayken KDP'nin Türkiye ile bu düzeyde ilişkiler içinde olması Kürtler açısından, Kürtlük, Kürt tarihi açısından yanlış şeylerdir.

KDP’nin AKP-MHP iktidarıyla ilişkilerinin dikkat çekici olduğunu söyleyen KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık, “Özellikle bu iktidarın son iki yılda Kürtlere yaptığı zulüm ortadayken KDP'nin Türkiye ile bu düzeyde ilişkiler içinde olması Kürtler açısından, Kürtlük, Kürt tarihi açısından yanlış şeylerdir. Biz KDP'nin Türkiye ile ilişkilerini gözden geçirmesi gerektiğini düşünüyoruz. AKP iktidarı birçok saldırısını, katliamını, zulmünü KDP ile ilişkileriyle normalleştirmeye, meşrulaştırmaya çalışıyor” dedi.

KDP’nin Êzidîleri 73’üncü fermanla karşı karşıya bırakmasının da çok ciddi bir durum olduğunu ifade eden Bayık, bu durumun görmezlikten gelinemeyeceğini vurguladı.

“KDP bunun belli biçimde bir özeleştirisini vermek durumundadır. Bunun özeleştirisi de esas olarak Şengal’de Êzidîxan’ın özerkliğini, özyönetimini ve öz savunmasını kabul ederek verilebilir” diyen Bayık, ancak böyle olursa KDP'nin 2014’te 73. fermana yol açma sorumluluğu telafi edebileceğini belirtti.

KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Bayık’ın ANF’ye verdiği röportajın III. Bölümü.

Mesut Barzani Türkiye’ye gelerek görüşmelerde bulundu ve hareketinize yönelik saldırılar arttı. Özetle; KDP, AKP-MHP’nin Kürt halkına yönelik saldırı konseptinin neresinde duruyor?

KDP'nin iktidarda olan AKP-MHP iktidarıyla ilişkileri dikkate değerdir. Özellikle bu iktidarın son iki yılda Kürtlere yaptığı zulüm ortadayken KDP'nin Türkiye ile bu düzeyde ilişkiler içinde olması Kürtler açısından, Kürtlük, Kürt tarihi açısından yanlış şeylerdir. Biz KDP'nin Türkiye ile ilişkilerini gözden geçirmesi gerektiğini düşünüyoruz. AKP iktidarı birçok saldırısını, katliamını, zulmünü KDP ile ilişkileriyle normalleştirmeye, meşrulaştırmaya çalışıyor. Kürt şehirleri yakılıp yıkıldı; buna KDP'nin, KDP yanlısı kesimlerin tepkisi olmadı. Böyle olunca da KDP'nin duruşu AKP'nin bu tür uygulamalarını normalleştiriyor, meşrulaştırıyor, cesaretlendiriyor. İki yılda AKP-MHP iktidarının Kürt’e yapmadığı hiçbir zulüm kalmadı. Neredeyse Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki zulmün toplamı kadar zulüm yaptı. Bunun KDP tarafından görmezlikten gelinmesi ve bir tutum alınmaması gerçekten de izah edilecek bir durum değildir.

AKP iktidarı Suriye'yi işgale gidecek, Cerablus’a girmeden önce KDP Türkiye ile görüşme yaptı. Buna dayanarak da Türkiye Suriye'ye yönelik işgal harekatının Kürtlere karşı olmadığını söyleyebiliyor. Biz Kürtlere değil de YPG’ye, PYD’ye, PKK'ye karşıyız gibi bir özel savaş söylemi tutturuyor. Genelde de tüm Kürtlere yaptığı zulmü KDP ile ilişkilerinden dolayı “biz Kürtlere karşı değiliz, şu Kürtlere karşıyız” gibi bir yaklaşım gösteriyor. Bütün sömürgeciler bu dili kullanıyor. Irak'ta Saddam da zamanında bu dili kullanmadı mı? Kendisiyle ilişkili olan Kürtler vardı, her türlü saldırıyı yapıyordu, ama ben Kürtlere karşı değilim, şunlara karşıyım, diyordu. Bu açıdan KDP'nin AKP-MHP ittifakına dayalı iktidarla ilişkileri Türk devletinin saldırılarının artmasına zemin sunmaktadır. Normal siyasal değerlendirme yapan bir siyasetçi bunu başka türlü değerlendirebilir mi? Zaten AKP-MHP iktidarı da KDP ile ilişkilerini bundan dolayı sürdürüyor. KDP'nin bu dönemdeki Türkiye ile ilişkileri herhangi bir siyasi ya da ekonomik ilişki değildir. Dünyanın her tarafında, her yerde olan ilişkilerden değildir. Böyle görürsek kendimizi kandırırız. Bu dönemde KDP'nin Türkiye ile ilişkileri, Türkiye'nin Kürtlere karşı yürüttüğü soykırım politikalarını cesaretlendiren, meşrulaştıran, normalleştiren bir rol oynamaktadır. Başka türlü yorumlamak ve değerlendirmek kafayı kuma gömmek olur, kendimizi kandırmak olur ya da gerçek durumu ifade etmemek olur. Ama bizlerin gerçek durumu ifade etmesi lazım. KDP gibi bir Kürt partisinin böyle bir duruma düşmemesi lazım. Bunun olmaması lazım. Bunu sadece KDP için söylemiyoruz, YNK de olur, PKK de olur, Goran da olur, İslami hareket de olur, PYD de olur; hiçbir Kürt partisinin bu tür durumlara düşmemesi gerekiyor. Düştüğü anda bir tutum alınması ve gerçeklerin ortaya konulması gerekiyor.

20. yüzyılda dört parçaya bölünüp tümden yok edilmek istenen bir halkın partileri, öncüleri, siyasetçileri aralarında siyasal görüş farklılıkları olabilir. Kürtler içinde farklı siyasal partilerin, toplumsal kesimlerin, sınıfların olaylara ve olgulara farklı yaklaşımları olabilir. Bunlar anlaşılabilir bir durumdur. Bunlar demokratik bir zeminde, demokratik anlayış ve ölçülerde birbirlerine karşı mücadele verebilirler, birbirlerini eleştirebilirler. Ama bu farklılıkların bir sömürgeciliğe, hem de soykırımcı sömürgeciliğe dayanarak başka bir Kürt örgütüne karşı tutum takınma, başka bir Kürt örgütüyle sorunlarını herhangi bir sömürgeci güce dayanarak çözme biçiminde ele alınması doğru yaklaşımlar değildir. Geçmişte bu tür yaklaşımlar olmuştur, ama artık bunların son bulması gerekmektedir. Kürtler geçmişteki gibi değildir. Politikleştiler, bir siyasal bilinç edindiler, önemli bir tecrübe kazandılar; en önemlisi de etkili bir güce kavuştular. Ulusal birlik olduklarında, birbirlerini desteklediklerinde hiçbir güç Kürtleri yenemez. Kürtler birlik olduğunda ister Türkiye olsun, ister Irak olsun, ister İran olsun, ister Suriye olsun, isterse başka bir güç olsun kendi Kürt’ünü ezemez, kendi Kürt’ünü etkisizleştiremez. Kürtler birlik olduğu takdirde tüm sömürgeci güçlerin kendi Kürt’ünü ezme şansı kalmamıştır. Kürtler birlik olduğunda soykırımcı sömürgeciler yenilgiye uğratılır, Kürtler üzerinde egemenlik kuran bütün devletler, siyasi güçler Kürtlere eskisi gibi yaklaşamazlar; Kürt sorununu demokratik temelde çözmek zorunda kalırlar. Eğer bugün Kürdistan'ın dört parçasında Kürt sorununun çözümü gerçekleşmiyorsa, bu konuda hala sorunlar yaşanıyorsa bunun en temel nedenlerinden birisi Kürtler arası birliğin oluşmamasıdır. Bu gerçeğin de Kürtler tarafından, hepimiz tarafından görülmesi ve bunun gereklerinin yerine getirilmesi için gerekli sorumlulukların gösterilmesi gerekmektedir.

AKP iktidarı şu anda KDP ile ilişkilerini bir imkan görerek, fırsat görerek, bundan cesaret alarak Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı savaşı her yerde geliştirmek istiyor. Minbic’e saldırdı. Dikkat çekici bir biçimde Barzani’nin Türkiye'ye gidişinden sonra daha da yoğunlaştırıldı. Dönüşten sonra Şengal’e saldırıldı. Şengal’e saldırısını ister istemez herkes Sayın Barzani’nin Ankara’daki görüşmelerine bağladı. Biz de söyledik, eğer öyle değilse o zaman Şengal’e yönelik bu saldırılardan vazgeçilsin. Şimdi Medya Savunma Alanlarına ve Kandil’e yönelik operasyonlardan söz ediliyor. Bunlar nereden kaynaklanıyor? Neden Türk devleti bu kadar Irak'ta istediği zaman istediği hareketi yapabiliyor. İstediği zaman asker sokuyor, Başika’da yerleşiyor, kabadayılık yapıyor, ben çıkmam diyor. Hatta bir ara Abadi’ye sen kimsin diyordu. Niye? KDP ile ilişkilerinden dolayı bunu söylüyordu. Bu açıdan KDP'nin Türkiye ilişkileri bizim açımızdan, halk açısından sorgulanıyor. Başurê Kurdîstan'daki siyasi güçler tarafından da sorgulanıyor. Belki Başurê Kurdîstan’daki siyasi partiler açık biçimde KDP'ye tavır alamıyorlar. Çünkü KDP imkanlarını kullanarak baskı kuruyor. Yoksa KDP'nin bu politikalarına Başur’da da çok büyük rahatsızlık vardır.

Şimdi Erdoğan diyor ki, nerede olursa ben gidip ezerim. KDP bu konularda biraz tutum alsa, AKP iktidarı Kürtlere karşı bu tür uygulamaları gerçekleştiremez. Kürdistan'da bu kadar zulüm ve tutuklamalar yapamaz. Tutuklamalar oluyor, KDP diyor biz de istemiyoruz; ama AKP ile ilişkileri ve bu temelde yürüttüğü politikalar bu tutuklamaları cesaretlendiriyor. AKP ile ittifak kurmak MHP ile de ilişki kurmaktır. İlişki kurulacak, bu iktidara destek verilecek, ama sonrasında bu tutuklamalardan biz de rahatsızız denilecek! Bu da bir çelişkidir. Zaten AKP iktidarı bu tür söylemleri ciddiye de almıyor, dikkate de almıyor.

Türk devletinin Kürtlere yönelik saldırısında KDP'nin yeri nedir diye soruyorsunuz. KDP'nin yerini esas olarak da AKP iktidarının yetkilileri söylüyor. ‘Bizim en iyi müttefikimizdir’ diyorlar. Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı kendilerine tek desteği, esas desteği KDP'nin verdiğini söylüyorlar. Bu tabii çok önemlidir. Şu anda Türk devletinin en temel sorunu Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı savaştır, Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı mücadeledir. Türkiye'nin birinci gündemi budur. Bu, Türkiye'nin en temel sorunudur. Fethullahcılarmış, IŞİD’miş bunların hepsi kılıftır. Bu yönlü bütün söylemlerin arkasında kesinlikle Kürt Özgürlük Hareketini ezmek, tasfiye etmek, Kürt halkının iradesini kırmak ve sindirmek vardır. Türk devletinin bütün politikası bu yönlüdür. Bu politika ortadayken KDP Türkiye ilişkilerinin sıklığı doğal olarak herkes tarafından PKK'ye karşı ortak politika yürütülmesi olarak değerlendiriliyor. AKP yetkilileri KDP ile ilişkilerini öyle bir biçimde ortaya koyuyorlar ki, basınıyla, yetkilileriyle “kullanıyoruz” diyorlar. KDP'yi bile çok kötü duruma düşüren, KDP açısından itibar kıran söylemleri bizzat Türk devlet yetkilileri ortaya koymaktadırlar. Bu açıdan bizim değerlendirip değerlendirmememizden öte, ilişkileri o kadar net, açık, bunu herkes Türk devletinin PKK'ye karşı KDP'yi kullandığı biçiminde yorumluyor ve ifade ediyor.

Önceki bölümde sorduğumuz gibi, Medya Savunma Alanlarına bir askeri operasyon bekliyor musunuz? Birçok gözlemciye göre KDP bu konuda AKP ile anlaşmış durumda, siz nasıl yorumluyorsunuz?

Medya Savunma Alanlarına bir operasyon yapılacağı aylardır dillendiriliyor. Bunun bir psikolojik savaş yanı var. Fakat AKP iktidarı çok zor bir durumda olduğu için dışa yönelik bir saldırı gerçekleştirebilir. Bu da mümkündür. Kesin bir durum olmamakla birlikte biz hazırlıklarımızı yapmışız, bu seçeneği de göz ardı etmiyoruz. Çünkü AKP iktidarı çok zor durumdadır, ayakta durmak için kendine göre başarılara ihtiyaç duyuyor. Bunun için en flaş durum da Kandil’e gitmek olabilir. “Kimsenin gidemediği yere ben gittim” diyerek iktidarını ayakta tutmaya çalışabilir. Referandum var, referandumda kaybetme durumunu gördüğünde böyle bir operasyona girişebilir.

KDP ile nasıl ne düzeyde anlaştıklarını kesin bilmiyoruz. Ancak şu var, AKP ile KDP görüşmelerinde gündeme gelmiş, KDP'nin böyle bir operasyona karşı çıkmayacağı biçiminde bilgi geldi. Ama ne kadar destek verecek onu bilmiyoruz. KDP'nin açık destek verme yerine istihbarat desteği verme, yine zirevan denen özel kuvvetlerin ve PKK'ye karşı savaşta tecrübesi olan peşmerge komutanlarının Türk askerlerinin yanında operasyona katılabileceği söylenmektedir. Bu tür duyumlar almaktayız. AKP iktidarı zaten KDP ile ilişkilerinden faydalanıp Kürt Özgürlük Hareketi'ne darbe vurmak istiyor. PKK ile KDP'yi çatıştırıp rahatlamak istiyor. KDP de Türk devletinin Kürt Özgürlük Hareketi'ne yönelik saldırısından kendine göre yararlanmak istiyor. Kürt Özgürlük Hareketi zayıfladığında kendisinin güçleneceğini düşünüyor. KDP'nin Kürt Özgürlük Hareketi'nin güçlenmesinden korktuğu söyleniyor. AKP iktidarı da bunu söylüyor, basın da bunu söylüyor, bütün yorumcular da KDP'nin AKP iktidarıyla ilişkilerinde böyle değerlendirmeler yapıyorlar.

Geçmişte de KDP'nin Türkiye ile birlikte Özgürlük Hareketi'ne yönelik birçok operasyonu oldu. Defalarca Türk askerleriyle KDP yan yana gerillalara karşı savaştılar. Türk tankları, 1997’de Kandil’e kadar gitti; uçaklar gerillalara saldırı yönelttiler. Bu açıdan KDP'nin geçmişinde, geleneğinde bu tür ortak saldırılar var. Fakat biz uzun süredir KDP'nin bundan kaçınacağını düşünüyorduk, artık bir daha yapmaz diyorduk. Bir daha KDP ile Türk ordusu birlikte bize karşı savaşmaz, ya da Türk devletine destek vermez diye düşünüyorduk. Öte yandan Sayın Mesut Barzani’nin bundan sonra bırakuji olmayacak biçiminde yaptığı değerlendirmeler vardı. Biz bunlara samimiyetle inanmak istedik. Ama görüyoruz ki bu tür değerlendirmelerimiz hem belirli bir yanılgı içeriyor, hem de KDP'nin, KDP yetkililerinin söylediklerinin tutarlı olmadığı, sözlerine göre davranmadıkları görülüyor.

Bunu KDP'nin eski klasik politikaları bırakmaması biçiminde değerlendiriyoruz. Geçmişte de oldu. Türkiye ile de oldu, Irak’la da, İran’la da ilişkilerinde oldu. Kürtler üzerinde egemenlik kuran bölge devletleriyle ilişki kurarak farklı Kürt gruplarına karşı ortak tutum göstermeleri oldu. Şimdi de bu tür yaklaşımların bırakılmadığı, bunun gündeme gelebileceği görülüyor. Biz bu durumu KDP'nin sıkıştığı, zorlandığı, bu zorlanmasını, sıkışıklığını Kürtlerle ilişkiyi, birliği geliştirmek, ulusal birliği geliştirme çerçevesinde gidermeyi değil de kolay görünen, ama KDP'yi de zor duruma sokan bu tür yaklaşımlarla aşmayı düşündüğünü görüyoruz.

Bu ‘sınır ötesi’ operasyona karşı Güney Kürdistan’da halk ve siyasi partilerden nasıl bir tutum bekliyorsunuz?

Medya Savunma Alanlarına ve Kandil’e yönelik böyle bir saldırıya bütün Kürt siyasi partileri de karşı çıkacaktır, halk da karşı çıkacaktır. Bunu söyleyebiliriz. Başurê Kurdîstan'da böyle bir operasyonu destekleyecek hiçbir siyasi güç de yoktur, halk da yoktur. Başurê Kurdîstan halkı 2008’de Zap operasyonunda Türk devletinin bozguna uğratılmasında önemli bir rol oynamıştı. Biz herhangi bir saldırıda Başurê Kurdîstan halkının yine Türk ordusuna tepki duyacağını düşünüyoruz. Artık Başur halkı Türk ordusunun Başurê Kurdîstan’da olmasını istemiyor, onu işgalci olarak görüyor. Çünkü Başurê Kurdîstan’ın birçok yerine Türk askeri yerleşmiş. Bunu Başurê Kurdîstan’ın özgür ve demokratik yaşamı açısından bir tecavüz olarak görüyorlar. Başurê Kurdîstan’daki kazanımları tehlikeye sokacak, hatta Başurê Kurdîstan’daki kazanımları gölgeleyen bir durum olarak değerlendiriyorlar. Bu yönüyle de böyle bir saldırı ve işgal durumunda Başur’daki siyasi güçler de Başurê Kurdîstan halkı da bu işgal vesilesiyle sadece Kandil’e yönelik saldırıyı değil, Başurê Kurdîstan'da Türk devletinin saldırısına karşı bir tutum gösterecektir. Bu tutum işgale karşı bir direnişe dönüşecektir. Biz hem siyasi güçlerin, hem de halkın tutumunun böyle olacağını düşünüyoruz.

‘TÜRK DEVLETİ BAŞUR’DAKİ SİYASİ GÜÇLERİ BASKI ALTINA ALIYOR’

Kuşkusuz Türk devleti Başur’da sadece KDP’yi değil, diğer siyasi güçleri de baskı altına alıyor; onlarla görüşerek onların da Başurê Kurdîstan’a yapılacak bir işgale, bir saldırıya sessiz kalmalarını sağlamaya çalışıyor. Bu yönüyle KDP ile birlikte Başur’daki siyasi güçlerin ve Kürt halkının bu saldırılara, bu işgal harekatına sessiz kalması için çaba gösteriyorlar. Biz bunları biliyoruz, bunlarını farkındayız. AKP-KDP ilişkilerini de biliyoruz, AKP-KDP ilişkilerinin Başur’a nasıl yansıdığını da biliyoruz. Bu ilişkilerin Başur’daki diğer siyasal güçler üzerinde nasıl bir siyasal baskı yaratmak istediğini, onları da nasıl bir çizgiye getirmek istediklerini de biliyoruz. Türk devleti sadece KDP'yi değil, diğer Kürt siyasi güçlerini de aynı çizgiye getirmek istiyor. Onları da Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı yürüttüğü savaşa ortak etmek istiyor. Kürdü Kürde karşı kullanma politikasına diğer güçleri de ortak etmek istiyor. Böylelikle onların deyimiyle iti ite kırdırma politikası yürütecekler. Zaten Kürt partileri arasındaki gerilimi ve çekişmeyi böyle görüyorlar. KDP ile ilişkiyi de böyle ele alıyorlar, diğer Kürt siyasi güçleriyle ilişkiyi de. Bu güçlerle ilişkiyi bunun için geliştiriyorlar. PKK'nin varlığı, Kürt Özgürlük Hareketi olmazsa onları da kendisi için tehlike görecek. Nasıl ki Rojava’da Kürtler biraz kazanım elde edince onu tehlike görüyorsa, Başur’daki kazanımları da böyle değerlendirecektir. Bunu aklı olan her Kürt bilmektedir. Biz bu yönüyle Kürt siyasi güçlerinin de Kürt halkının da soykırımcı sömürgeci güçlerin oyunları konusunda bir bilince sahip olduğunu biliyoruz. Bu yönüyle de artık Başurê Kurdîstan halkı bu tür saldırılara sessiz kalmayacaktır.

Eskiden Başurê Kurdîstan halkı ya da Kürtler bir siyasi parti ne derse ona uyardı. Şimdi öyle değildir, durum değişti. Kürdistan halkı bilinçlendi, bir Kürt kamuoyu oluştu. Artık Kürtlerin aydınlarının, yazarlarının, sanatçılarının, sivil toplum örgütlerinin, demokratik kuruluşların, kadınların, gençlerin bir tutumu var. Artık öyle herhangi bir siyasi parti şöyle dediğinde bütün halkın onun peşinden gideceği, ya da bir siyasi parti yanlış yaptı diye bütün diğer siyasi partilerin de ona uyacağı biçiminde bir toplumsal ve siyasal durum yoktur. Belki eskiden böyle şeyler vardı, ama bunlar önemli düzeyde aşıldı. Kürdistan'da önemli bir demokratikleşme gelişiyor, demokratik bilinç, özgürlük bilinci oluşuyor. Sadece siyasi partiler değil, Kürt toplumu da bilinçleniyor, önemli bir deney, tecrübe kazandı.

Öte yandan Başurê Kurdîstanlı siyasi partiler de, halk da, herkes de biliyor ki PKK'nin varlığı kendilerinin özgür ve demokratik yaşamı için çok önemlidir. PKK'nin varlığı kendi kazanımları için çok önemlidir. PKK'nin mücadelesi Kürdistan'ın bütün parçalarındaki mücadeleye güç vermektedir. PKK tasfiye olduğunda, mücadelesi ortadan kalktığında bütün paçalar öksüz ve yetim kalacaktır, bütün siyasi güçler öksüz ve yetim kalacaktır. Geleceğe umutsuzlukla bakacaklardır. PKK'nin olmadığı bir Kürdistan gerçeğinde durumun ne olacağını Başur’daki siyasi güçler de biliyor, Kürt halkı da biliyor. Bu bakımdan biz Türk devletinin herhangi bir saldırısında bu defa tepkilerin daha fazla gelişeceğini, halkın özgürlük mücadelemizin etrafında daha fazla birleşerek bu işgalcilere karşı bir savaş içine gireceğine inanıyoruz. Hatta bu savaş Türk devletini tümden Başur’dan atma savaşına dönüşecektir. Bu açıdan biz Kürt halkının eski Kürt halkı olmadığını, Kürt siyasi güçlerinin de eski siyasi güçler olmadığını biliyoruz. Kürt halkı bir bütün olarak güçlendikçe bütün parçalarda Kürt siyasi güçleri de artık kendilerine güveniyorlar, bir güven durumu ortaya çıkıyor. Doğru ve iradeli tutum takınma, güçlü tutum takınma gibi duruşlar, tutumlar gelişiyor. Bu yönüyle Türk devletinin bir işgal saldırısında ulusal demokratik tutumun ortaya çıkacağına inanıyoruz.

ABD AKP-MHP’nin Suriye’de kendilerine teslim olması için olası bir sınır ötesi operasyona onay vermiş olabilir mi?

ABD’nin son zamanlarda böyle bir politika izlediğini biliyoruz. Türk devletine “Bakur’da, Türkiye içinde PKK'ye ne yaparsanız yapın size destek veriyoruz, arkanızdayız” diyorlar. Ama Suriye'de de bizim politikalarımıza engel olmayacaksınız, diyorlar. Türkiye'nin PYD yaklaşımlarını kabul etmiyorlar, ama PKK'ye de ne yaparsanız yapın, sizi destekleriz, hakkınızdır, PKK teröristtir biçimindeki politikalarını sürdürüyorlar. Zaten Türk devleti Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı her türlü saldırıyı sürdürüyor. ABD de, Avrupa da destek oluyor. Bu saldırılara karşı çıkmıyorlar. O kadar Kürt şehri yakılıp yıkıldı, o kadar sivil katledildi, insanlar öldürüldü. Buna karşı ciddi bir tutum ortaya koymadılar. Şimdi AKP iktidarının sadece Kürtlere değil, demokrasi güçlerine baskıları var, saldırıları var, Avrupa bu konuda bazı eleştiriler getiriyor, ama bu eleştirileri Türk devletini engelleyecek biçimde açık bir tutuma dönüşmüyor. Güya ilişkileri sürdürerek etkilemeyi düşünüyorlar. Erdoğan da bu gerçeği, bu tutumlarını biliyor, hiç onları ciddiye almıyor. Ne biçim tutum takınacaklarını bildiği için, ya da politikalarının ne olacağını bildiği için onlar öyle düşünsün, ben bildiğimi okurum diyor. Her türlü saldırıyı yapıyor.

‘ABD, AKP İKTİDARINA DESTEK VERİYOR’

ABD de AKP iktidarına genel olarak destek veriyor. Dünyanın başka yerinde AKP iktidarının yaptığını başka bir iktidar yapsaydı ABD de, Avrupa da o iktidarın başına dünyayı yıkarlardı. Ya da bu düzeyde destek vermezlerdi. Ama sıra Kürtlere geldiğinde Türkiye'ye bazı eleştiriler yapıyorlar, ama esas olarak Türkiye'de ve Bakurê Kurdîstan’daki mücadelede Türk devletine desteği sürdürüyorlar. Bu yönüyle Suriye'de kendi politikalarına uyması için Medya Savunma Alanlarına, Kandil’e bir operasyon yapmasına destek vermiş olabilirler. Zaten KDP'nin Türkiye ile bu kadar ilişki sürdürmesinin bir nedeni de budur. KDP ABD, İsrail ve Avrupa’ya çok bağlıdır. Onlardan biraz ikaz gelse Türkiye ilişkilerini bu düzeyde sürdüremez. Demek ki Türkiye'nin Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı yürüttüğü savaşta destek verdikleri için KDP de ona paralel olarak Türk devletiyle bu tür ilişkileri sürdürüyor.

ABD’nin Türk devletiyle şöyle bir politik ilişki içinde olduğunu duyuyoruz. ABD “Sen Suriye’de benim politikalarıma engel olma, ben sana PKK yönetiminin tasfiye edilmesi için her türlü istihbarat desteği vereceğim” demiş. Bu ne kadar doğrudur, bilemiyoruz. Eğer doğruysa çok kirli bir politikadır. Bir taraftan Rojava’da Kürtlerle ilişki kur, Suriye politikasında Kürtlerle ilişkilen, Önderlik çizgisinde olan YPG’nin fedai güçleriyle ilişki kur, ama diğer taraftan Türk devletine PKK yöneticilerine yönelik saldırılar için, operasyonlar için, suikastlar için istihbarat desteği vereceğim de! Bu doğruysa ahlaki bir durum değildir. Kürt halkı açısından kabul edilir bir durum değildir. Bu ciddi bir durumdur. Bu tür ilişkilerin ABD tarafından da, KDP tarafından da gözden geçirilmesi gerekmektedir. KDP'nin de PKK'nin yöneticilerinin, PKK'nin kadrolarının tasfiye edilmesi için AKP-MHP iktidarına istihbarat verdiği söylenmektedir. Parastın’la MİT’in bu konuda ortak çalışmalar yürüttüğü konusunda duyumlar almaktayız.

Önder Apo'nun esaret altına alınmasında ABD belirleyici rol oynadı, halkımıza acı çektirdi. Kürt halkının bir önderinin Türkiye'ye teslim edilmesi tabii ki Kürt halkına karşı da işlenmiş bir suçtur. Biz, yeni yönetimin Kürt halkına karşı bu yönlü işlenecek suçlara ortak olmaması gerektiğini düşünüyoruz, söylüyoruz. Hatta Önder Apo'nun esaret altına alınması, 18 yıldan fazladır İmralı’da zindanda tutulması konusunda ABD'nin sorumluluğu var. Bu yönüyle Önder Apo üzerindeki tecridin kaldırılması, Önder Apo'ya ve Kürt halkına karşı işlenen bu suçun giderilmesi açısından biz ABD yönetiminden bu durumu düzeltmesini bekliyoruz. Biz bütün ABD yönetimleri değiştiğinde çağrı yaptık, mektuplar gönderdik. Yeni seçilen yönetimlerden Bill Clinton zamanında gerçekleşen uluslararası komploda halkımıza işlenen bu suçun ve saldırıların yarattığı ağır sonuçların düzeltilmesi için gerekli yaklaşımların gösterilmesini istedik.

ABD eğer Suriye'de Türkiye'nin kendi politikasına engel olmaması karşılığında PKK yöneticilerinin suikast yapılması, öldürülmesi için istihbarat veriyorsa, yine Suriye politikası karşılığında yüzlerce insanın ölümüne yol açacak sınır ötesi operasyona onay vermişse, bunlar gerçekten kabul edilebilir değildir. Sizin sorunuza tamamen hayır, böyle bir şey yoktur diyemeyiz. Bu mümkündür. Hatırlarsanız Ecevit, Önder Apo esaret altına alındığında neden bize teslim ettiler anlayamadım, demişti. Bu tür desteklerin mutlaka bir karşılığı vardır. Türkiye yöneticilerinin de bu destek bize niye veriliyor diye kendilerine sormaları gerekiyor. Ama Türkiye'de öyle iradeli, halkların iradesine göre hareket eden demokratik zihniyette bir yönetim ve iktidar yoktur. Hepsi işbirlikçidir. Yeter ki, Kürdün tasfiye edilmesi, PKK'nin tasfiye edilmesi, PKK'nin bir iki yönetiminin öldürülmesine izin verilsin, onlar Türkiye'yi bir defa değil, on defa satmaya hazırdırlar. Herkes de, dünya da Türkiye'nin bu politikasını bildiğinden dolayı Türkiye'yi bu yönlü kullanmaktadır.

Başurê Kurdîstan’a yönelik bir operasyona eğer ABD böyle bir onay vermişse, bunun ABD halkının çıkarıyla bir alakası yoktur. Hatta ABD devletinin de çıkarıyla alakası yoktur. Bu, geçmişten beri izlenen yanlış politikaların devamıdır. Soğuk savaş döneminin politik yaklaşımlarıyla hareket etmektir. Bunun hiç kimseye bir hayrı olmaz. Zaten olmuyor da, ne ABD'ye hayrı oluyor, ne Türkiye'ye, ne KDP'ye. Böyle kötü, çirkin işlerin içine girmek hiç kimseye hayır getirmez. Bu tür tutumlar, ilişkiler içinde olanlar sonunda bunun acısını mutlaka çekerler. Derler ya alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste! Kürde yönelik her türlü olumsuz durum karşısında bunu yapanların içine düşecekleri durum da böyle olacaktır.

Siz KDP ile bu konuları konuşuyor musunuz veya konuştunuz mu? KDP, PKK’den tam olarak ne istiyor?

KDP ile zaman zaman görüşmelerimiz olmuştur. Şengal saldırısından önce Ocak ayında KDP ile bir görüşme oldu. Görüşmelerle sorunların çözülmesi konusunda bir yaklaşım ortaya çıktı. Ancak daha sonra KDP görüşmelerle sorunların çözülmesi yaklaşımının gelişeceği toplantıları hep erteledi. Sonradan da karşımıza böyle bir durum çıktı.

‘KDP ŞENGAL’İN ÖZ YÖNETİMİNİ TANIMAYAN BİR YAKLAŞIM ORTAYA KOYUYOR’

Diğer yandan KDP'ye bu görüşmelerde Türk devletiyle birlikte operasyon yapmayın, Türk devletinin operasyonlarına destek vermeyin gibi bir değerlendirme yapmamız ya da KDP'den böyle istekte bulunmamız söz konusu olamaz. Çünkü bunlar olması gereken şeylerdir. Eğer yapılmıyorsa o zaman bilerek yapılmıyordur. Bu açıdan eğer Kandil’e operasyon olursa, şuraya operasyon olursa sizin tutumunuz ne olur gibi tartışmalar, değerlendirmeler içinde bulunmak çok anlamlı bir şey değil. Ancak çeşitli konularda tartışmalarımız, konuşmalarımız, görüşmelerimiz olmuştur. Şengal, Rojava konusunda olmuştur. Bu konularda bir orta yol çözüm bulma yaklaşımları geliştirmişiz. Ancak KDP'nin yaklaşımlarında, görüşmelerinde orta yol bir çözüm bulmaktan çok, kendi isteklerinin olmasını istemektedirler. Bu yönüyle KDP'nin politikalarında belli bir dayatma var. Nitekim sık sık Şengal’den çıkacaksınız diyor. Biz de diyoruz ki sorun çıkıp çıkmama sorunu değil; sorun, Êzidîler Şengal’de özerkliğe kavuşacak mı, özyönetime kavuşacak mı, öz savunması olacak mı, bir daha soykırıma uğramaması için kendi kendini yönetecek bir sisteme kavuşacaklar mı, bunlar önemlidir. Bu konularda ortak tutumumuz olursa, ki olmalıdır diyoruz, ortak tutum takınarak Şengal’de böyle bir durum ortaya çıkarılmalıdır diyoruz. Ama KDP sanki 3 Ağustos’tan sonra hiçbir şey değişmemiş gibi orası bizimdir, bize bağlı olacak diyor. Yani oranın özyönetimini, öz iradesini tanımayan bir yaklaşım ortaya koyuyor.

Rojava’da kendisine bağlı, kendisine yakın bulduğu marjinalleşmiş gruplar var. Onlar başından itibaren devrime katılmadıkları gibi, devrim karşıtı rol oynamışlar. Şimdi onları oradaki devrimin eşit ortağı yapmak istiyor. Ya da o devrimin kendi kontrolüne girmesini istiyor. Rojava ile ilgili konularda bizim yaklaşımımız Rojava’daki yönetimin, devrimcilerin alacağı kararların esas olması gerektiğini söylüyoruz. Oradaki siyasi grupların sorunlarını Rojava Devriminin yönetimiyle çözmesini istiyoruz. Ama biz her zaman şunu söylemişiz; Rojava’da her türlü siyasi parti özgürce örgütlenmeli, politika yapmalı, sistem içinde yer almalıdır. Bizim bu yaklaşımımız olmuştur. Bu yaklaşımımızı Rojava yönetimi de bilmektedir. Orada seçimler olmalı, seçime girmeli, mahallede de, şehirde de, kasabada da her şey seçimle, demokratik yollardan olmalı. Böyle bir yaklaşımla herkes Rojava’daki sosyal yaşamın da, siyasal yaşamın da, kültürel yaşamın da içinde yer alabilir. Bizim yaklaşımımız budur. Hatta bu konuda çok güçleri olmadıkları halde, onların da belli düzeyde sistem içinde yer alması gerektiği konusunda düşüncelerimizi ortaya koymuşuz. Fakat demokratik bir yaklaşım yerine belli dayatmalar olunca, Rojava kanton yönetimleri de kabul etmiyor. Sorunlar esas olarak buralardan çıkıyor.

Zaman zaman KDP tarafından PKK Başurê Kurdîstan'ın iç işlerine karışıyor biçiminde bir yaklaşım gösteriliyor. Öyle bir yaklaşımımız yoktur. Bizim kimseyle bir olup KDP'ye karşı mücadele yürütmemiz söz konusu değil. Ama bunu da dillendirdikleri oluyor. Biz tabii ki Rojava’da da olsun, Başur’da da olsun her yerde her siyasi partinin demokratik temelde özgürce örgütlenmesinden yanayız. Hegemonyacı bir yaklaşımı hiçbir yerde doğru bulmuyoruz. İhanetçi olmadığı, dış güçlerle işbirliği yapmadığı takdirde her Kürt gücünün özgürce örgütlenip siyaset yapmasını, küçük büyük demeden hiçbir baskı altında kalmadan siyaset yapmasını savunuyoruz. Bunu Rojava için de, Başur için de, Bakur için de, her yer için de savunuyoruz. Genel yaklaşımımız böyledir.

Biz KDP ile sorunları görüşmelerle çözmek istedik. Hatta daha ötesi, ulusal birlik olsun, ulusal kongre olsun, sorunlarımızı burada çözelim diyoruz. Özellikle diplomasi ve ulusal savunma konusunda ortak politikalar geliştirmenin gerektiğini vurguluyor. Ama bir sonuç alamıyoruz. Son Şengal saldırısında görüldü ki görüşmelerden herhangi bir sonuç çıkmamıştır. Hem Şengal’e saldırılıyor, hem de KDP Rojava’dan kaçanları eğitip, paralı asker yapıp Rojava’ya sürmek istiyor. Şengal’deki saldırı hem Şengal’e yönelik bir saldırı, hem de Rojava’ya yönelik bir saldırıdır. Biz böyle görüyoruz. Bizden istediği ne olabilir? Biz demokratik ilişki içinde her sorunun çözülmesini istiyoruz. Bizim kimseden bir şey istememiz ya da vermemiz söz konusu değil. Görüşmelerde, tartışmalarda, konuşmalarda Kürt örgütlerinin birbirlerine tutum almaması, birbirine zarar vermemesi gerektiği yaklaşımını söylüyoruz. Sorunların görüşmeler yoluyla çözülmesini tercih ediyoruz. Türk devletinin Kürt karşıtı bir politikaya sahip olduğunu, bu yönüyle bizim kesinlikle Kürtlerin sorunlarını kendi arasında çözmesi gerektiğini, hiçbir sömürgeci gücün Kürtlerin hayrına bir yaklaşım içinde olmayacağını söylüyoruz. Ama Şengal bize teslim edilsin, Şengal’de 3 Ağustos öncesine dönülsün ya da Rojava Devrimi oradaki gruplara teslim edilsin, demokratik temelde olmayacak biçimde Rojava Devrimi bölüşülsün ya da paralı askerler Rojava’ya sokulsun gibi yaklaşımlar Şengal’deki Êzidî yönetiminin, Rojava Devriminin, Demokratik Kuzey Suriye Federasyonunun kabul etmediği şeylerdir. Bize bu tür kabul edilmeyen şeyler de söylenmektedir. Böyle olunca da bir orta yol ve uzlaşma da çıkmıyor. Sonuçta da Şengal’de görüldüğü gibi çatışma durumu ortaya çıkıyor.

Barzani’nin Ankara dönüşünde Şengal’e bir saldırı oldu. Bölgedeki gerilim devam ediyor. PKK’nin oradan çıkması isteniyor. Gerçekten sorun PKK’nin Şengal’de olması mıdır?

Türk devleti zaten son aylarda burası ikinci Kandil olacak, PKK oradan çıkmalı, orada teröristler var gibi bir algı operasyonu yürüttü. Bunu KDP de destekledi. KDP de PKK oradan çıkmalıdır, çıkmazsa PKK'yi oradan çıkaracağız gibi tehditler savurdu. Bunu sadece bir KDP yetkilisi yapmadı, başbakanından birçok yetkilisine kadar PKK oradan çıksın, biz oradan çıkaracağız biçiminde değerlendirmeler yaptılar. Yine çeşitli biçimlerde PKK oradan çıkmazsa Türk devleti saldıracak diyerek halkı korkutmaya, halka Türk devleti saldırır, zarar görürsünüz, bunun için PKK'ye karşı çıkın biçiminde tehdit ve şantajlar yapıldı. Öte yandan Şengal’e gelen hiçbir yardım kabul edilmiyor, engelleniyor, ambargo konuyor. KDP sadece Rojava’ya değil, Şengal’e de ambargo koymuştur. Şu anda Şengal bir ambargo altındadır. Sadece Rojava’dan nefes alıyor. Zaten bir amaç da Rojava kapısı da kapatılıp Şengal tümden boğulmak isteniyor. Bu yönüyle Ankara’nın istediği yapılmıştır. Çünkü en fazla da Ankara “orası ikinci Kandil yapılacak, buna izin vermeyiz” diyerek bu konuda algı oluşturdu. Arkasından da KDP bu algıya dayanarak tehdit yaparak oradaki Êzidîleri sindirmek istedi. Êzidîleri özyönetim, öz irade, öz savunma yapma tutumundan çıkarmak istedi. Bu yönüyle biz bu saldırıyı en fazla isteyenin Türk devleti olduğunu biliyoruz.

Bu saldırı Sayın Barzani’nin Ankara dönüşünden sonra oldu. Eğer bu değerlendirmemiz doğru değilse, o zaman Şengal’den bu askeri güçler çekilsin dedik. Bu güçler hala çekilmedi ve gerilim devam ediyor. Kimsenin o güçlerin oradaki varlığını kabul etmesi mümkün değildir. Eğer KDP “ben buraya o güçleri koydum, meşrulaştırırım, kabul ettiririm” diyorsa bu bir yanılgıdır. Bu işler böyle dayatmalarla olmaz. Evet, önceden Şengal’in içinde bazı yerlere KDP'nin girmesine Hareketimiz göz yumdu, KDP girdi. Ama Hareketimiz sorun olmasın diye böyle yaklaşım gösterdi. Eğer isteseydik baştan beri şu anda KDP’nin bulunduğu birçok yerde KDP olmazdı. Ama iyi niyetle, kavga, çatışma olmasın, bu sorunu bir uzlaşmayla çözelim yaklaşımı nedeniyle KDP'nin bazı güçlerinin Şengal’e gelmesine izin verilmiştir. Şimdi bu kötüye kullanılmıştır. Oraya dayanılarak bir dayatmada bulunuluyor. Bunun bizim tarafımızdan kabul edilmesi mümkün değildir. 3 Ağustos oldu, gerilla müdahale etti, tarihi bir sorumluluk altına girdik. Şengalliler artık kendi öz güçlerine güvenmelidirler; özyönetim olsun, öz savunma olsun, ancak öyle bir daha soykırıma uğramazlar yaklaşımıyla öz savunma ve özyönetimlerini oluşturmalarına destek olduk.

‘ŞENGAL’DE SAS OLARAK YBŞ GÜÇLERİ BULUNUYOR’

Zaten şu anda gerillanın desteğiyle öz savunmalarını oluşturmuş durumdalar. Orada gerilla sınırlıdır, esas olarak YBŞ güçleridir, Êzidîlerin kendi öz güçleridir. Êzidîlerin öz gücünün varlığı ve oradaki meclise bağlı olması kabul edilmiyor. YBŞ Êzidîlerin öz gücüdür ve oradaki Êzidî meclisine bağlıdır. Demokrasinin gereği bir yerde öz savunma varsa o öz savunmanın meclise bağlı olması gerekiyor. Ondan sonra bir genel özerklik olur, o genel özerklik Başurê Kurdîstan’a da bağlı olabilir. Buna da karar verecek olan yine Êzidîlerdir, Êzidîlerin meclisidir. Orada da dayatmayla değil, bir onayla, meclisin iradesiyle siyasi ilişkilerinin, statülerinin ne olacağının belirlenmesi gerekiyor.

Xanesor’a gönderilen güçlerin çoğunluğu peşmerge falan değildir. Onlar paralı askerdir, beslemedir, kaçkınlardır. KDP de onları parayla beslemiş ve kontralaştırmıştır. Bir nevi bir zamanların dışarıdan eğitilip Angola’ya sokulan Unitalar’ı gibidirler. Bunu Êzidî halkı kabul edemez. Bizim de kabul etmemiz mümkün değildir.

Sorun sınırlı sayıda bulunan gerillanın Şengal’den çıkıp çıkmaması sorunu değildir. Sorunu böyle koymak saptırmaktır. Biz sorunu böyle görmüyoruz. Sorun, Şengal özerk olacak mı, Şengal özyönetimine ve öz savunmasına sahip olacak mı, böyle görmek lazım. Bu kabul edilecek mi, edilmeyecek mi? KDP ile aramızdaki sorun buradan kaynaklanıyor. Yoksa sorun orada gerillanın varlığından kaynaklanmıyor. Gerillanın niye gittiği oradadır. Gerilla kimseyi oradan kovmadı, kimseyi çıkarmadı. Gerilla gittiğinde KDP de yoktu, peşmerge de yoktu, hiç kimse de yoktu. Bu açıdan sorunu doğru koymak lazım. Sorun, Êzidîlerin statüsü ne olacak, konumu ne olacak, bunun konuşulması ve tartışılması gerekiyor. Bu konuşulduktan sonra diğer konular da konuşulabilir. Arabayı atın önüne koşmak olmaz. Çünkü orada bir ferman yaşandı, bir soykırım yaşandı. Bir daha bir soykırımın yaşanmaması için oranın statüsünün ne olması gerekiyor? Bunun konuşulması ve tartışılması gerekiyor. Sadece KDP ile PKK de tartışamaz. YNK de bu işin içinde olmalı, Goran da olmalı, İslami hareket de olmalı, Irak da olmalı. Hatta küçük bir toplumdur, hep soykırıma uğramıştır, bu nedenle Birleşmiş Milletler de, Dünya İnsan Hakları örgütleri de devreye girmeli. Êzidî sorunu böyle bir sorundur. Êzidî sorunu, bütün insanlığın sorunudur. Êzidîlerin Kürtler başta olmak üzere tüm insanlık tarafından korunması lazım.

Êzidîlerin özyönetim ve öz savunmasının sağlanması lazım. Özerkliğinin sağlanması lazım. İhtiyaç budur. Çünkü yakın zamanda bir ferman olmuş. Şimdi Êzidîler kendi iradelerini, kendi kaderlerini nasıl KDP'nin eline bırakacaklar ya da nasıl merkezi hükümete bırakacaklar? Merkezi hükümete de bağlı olabilir, Başurê Kurdîstan’a da bağlı olabilir. Böyle ikili, üçlü ilişkiler olabilir. Sorun bu değil ki! Artık demokrasinin gereği, ferman yaşamış bir toplumun orada özyönetime kavuşması lazım. Bu konuda Kürt örgütlerinin ortak bir yaklaşım göstermesi lazım. Doğru olan budur. Doğru olan, Êzidîlerin üzerine gidip Şengal'de hakimiyet kurmak değildir, egemen olmak değildir. Orası bana bağlı olsun ya da olmasın deme sorunu değildir. PKK orası bana bağlı olsun demiyor ki! Orası bana aittir demiyor ki! Şengal Şengallilerindir, Şengal hakkında Şengalliler karar versin diyor. Irak için de Başurê Kurdîstan Federasyonu için de özerk bir bölge olsun diyor. Söylenen budur. Yoksa PKK'nin oradan çıkması tartışması yanlış bir tartışmadır ve çarpıtmadır. Bu çarpıtma şu anlama geliyor: orada Êzidîlerin durumunu dikkate almama, Êzidîlerin durumu ne olacak, bunu birilerin insafına bırakma! Hiç kimse şunu da söyleyemez: gerilla çıksın, PKK çıksın, ondan sonra biz bir şeyler yaparız. Böyle de olmaz. Biz tabii ki uzlaşmayla sonuç almak istiyoruz. Ama uzlaşma Êzidîlerin statüsü olursa olur, orada uzlaşmamız lazım. Yoksa kim hakim olacak, kime bağlı olacak üzerinden bir tartışma yürütmek uzlaşma değildir. Özcesi Êzidîlerin bir özyönetime ve öz savunmaya kavuşturulması gerekmektedir.

‘ÊZİDÎLERİN STATÜYE KAVUŞMASI KÜRTLERİN SORUMLULUĞUNDADIR’

Êzidîlerin bir statüye kavuşturulması esas olarak da Kürtlerin sorumluluğundadır. KDP'nin de sorumluluğundadır, YNK’nin de, PKK'nin de, Goran’ın da, İslami hareketin de. Böyle bakmak lazım. KDP'nin Avrupa’yla, ABD’yle, dünyayla ilişkileri yok mu? Yeri geldiğinde Avrupa değerlerinden söz ediyorlar. O değerleri sahiplendiklerini vurguluyorlar. Öyleyse böyle bir farklılığın özerkliği olmayacak mı? Dünyanın her yerinde var, neden Kürdistan'da olmasın? Bunun neresi yanlış? Sorun kesinlikle gerillanın Şengal'de olması değildir; böyle bir sorun yoktur. Gerilla oraya hakim olmak için gitmemiştir. Gerilla orada Êzidîleri kurtarmaya gitmiştir, şimdi orada da onun için vardır, onun için kalıyor. Hala Êzidîler üzerinde tehlike kalkmış değildir. Yoksa niye gitti, hiç gitmesine gerek yoktu. Yine birisi gelip hakim olacak! Kaldı ki KDP'nin artık hak iddia etmeden çok Êzidîlerin özyönetim ve öz savunması konusunda bir sorumluluk duyması gerekir. Çünkü 3 Ağustos’taki ferman KDP'ye böyle bir sorumluluk yüklemiştir. Biz Şengal’deki statünün ne olacağı konusunda KDP ile tartışmanın önemli olduğunu söylüyoruz. Başur’daki yönetim gücünün en büyük ortağıdır. Bu açıdan ortak çözüm bulalım diyoruz. Eğer soruna ahlaki, vicdani ve adalet ölçülerine göre baksak KDP böyle bir tartışmanın içinde olmasın derdik. Ancak biz makul ve çözümleyici bir yaklaşım içinde olmak istiyoruz. Êzidîlerin yeni sorunlarla karşılaşmasını istemiyoruz.

Tabii ki sorun PKK'nin, gerillanın oradan çıkması sorunu değildir; sorun buradan kaynaklanmıyor. Sorun, KDP'nin oraya yeniden hegemon olmak istemesinden kaynaklanıyor. Hegemon zihniyet bırakılsa, demokratik zihniyete kavuşulsa, farklı bir kimlik var onun için bunun özerkliği gerekir gibi yaklaşım ortaya çıksa sorun çözülür, uzlaşılır. Yoksa bize bağlı olacak demekle olmaz. Meclis olur, her şey ona bağlı olur, orada bir statü oluşur, ondan sonra Başurê Kurdîstan’a bağlı olur, Irak'a bağlı olur, bunun kararı ancak böyle bir özyönetim gerçeği olduktan sonra verilir, verilmesi gerekir. Kaldı ki Şengal’in sorunlarına bizimle KDP arasında konuşularak çözülecek bir sorun olarak bakmak da yanlıştır. En başta herkesin oradaki halkın iradesini tanıması gerekiyor. Bizler ancak onlara yardımcı olabiliriz.

KDP’nin kaderini bu düzeyde AKP’ye bağlaması kendisi açısından da sorunlu değil mi?

KDP’nin Türkiye'ye bu düzeyde kaderini bağlaması tabii ki sorunludur. Özellikle AKP gibi hem yurtiçinde hem de yurtdışında teşhir olmuş, iktidarı için her türlü değeri çiğneyen, iktidarı için Kürt düşmanlığı yaparak Kürtlere zulüm yapan AKP ile bu düzeyde ilişkisi KDP'yi tarih karşısında çok zor duruma düşürmektedir. Bu ilişki sadece Kürtler tarafından değil, birçok güç tarafından sorgulanmaktadır. Bu konuda karşılıklı zor durumdan kurtulmak için birbirine sarılan iki güç var. AKP KDP ile ilişkiyi kendini kurtarmak için yürütmektedir. AKP-MHP iktidarı Kürt Özgürlük Hareketi karşısında zorlanmaktadır. AKP Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı mücadele etmezse, bu konuda etkinlik sağlayamazsa tasfiye olacaktır. Kürt Özgürlük Hareketi’ni ezerim iddiasıyla iktidarda kalmaktadır, iktidarını buna bağlamış durumdadır. Bunun için de KDP'ye ihtiyaç duymaktadır. Şu anda AKP iktidarına en fazla siyasi destek veren KDP’dir. KDP bu düzeyde siyasi destek vermeseydi AKP iktidarı bu düzeyde Kürt düşmanlığı yapamayacağı gibi, Kürt sorununu çözmek zorunda kalırdı. Türkiye'yi Kürt sorununun çözümünden kurtaran, KDP'nin Türkiye ile ilişkileri olmaktadır. AKP, KDP ilişkilerine dayanarak bir kısım Kürdün kafasını karıştırmaktadır, ben Kürtlere karşı değilim demektedir. Hatta KDP zaman zaman AKP Kürtler için iyidir diyerek AKP'nin iktidarda kalmasını sağladığı gibi, Kürt sorununda çözümsüz politikalarına onay vermektedir.

AKP'yi iktidarda tutan kesinlikle Kürt karşıtlığıdır, Kürde yönelik politikalarıdır. Öte yandan Türkiye'yi ekonomik olarak da kurtaran, Türkiye'nin ekonomisinin çok fazla krize girmemesini sağlayan da KDP ve Başurê Kurdîstan’la ilişkilerdir. Başurê Kurdîstan’daki petrol gelirlerinin yüzde 70-80’i şu veya bu yolla Türkiye'ye akmaktadır. Bunu kesinlikle böyle belirtmek gerekir. Zaten Türkiye'nin defolu denilerek depolara atılan, atılması gereken ürünleri de Başurê Kurdîstan’a gönderilmektedir. Türkiye oradan da para kazanmaktadır. Bu yönüyle AKP iktidarını ayakta tutan KDP'nin siyasi desteğidir, Başurê Kurdîstan’ın ekonomik kaynaklarının büyük çoğunluğunun Türkiye'ye akmasıdır.

‘KDP TÜRKİYE’YE DAYANARAK, BAŞURÊ KURDÎSTAN’A TEK BAŞINA HAKİM OLMAK İSTİYOR’

KDP’den AKP iktidarının yararlandığı kesindir. KDP ise Türkiye'ye dayanarak Başurê Kurdîstan'da tüm güçleri etkisizleştirip tek başına hakim olmak istiyor. Bunun için Türkiye'nin askeri tehdidini kullanıyor, siyasi tehdidini kullanıyor. Böyle anlaşılmaz bir politika izliyor. Bu KDP'nin politik tarzından kaynaklanıyor. Politik tarzı geçmişten beri hep çelişkilerden yararlanma, bazı güçleri kullanma biçiminde olduğu için şimdi aynı politik tarzı Türkiye ilişkilerinde de sürdürüyor. Ama bu ilişkiler ne kadar Kürt’e yararlıdır, bu ilişkilerin sonu Kürtler için ne durumlar ortaya çıkarır, bunlar fazla düşünülmüyor. Bu ilişkiler ileride Başurê Kurdîstan'daki kazanımları da tehlikeye atacak ilişkilerdir. Türkiye'yi bu kadar Başurê Kurdîstan içine sokmak, Türk devletinin şu andaki Kürt düşmanı karakteri düşünülünce çok tehlikeli bir durumdur.

Bunlar KDP için de tehlikeler taşımaktadır. Geleceği olmayan bir iktidar için, dünya ülkeleri tarafından dışlanmış bir iktidara bu kadar kendini bağlaması ileride KDP'yi zor duruma sokacaktır. KDP'nin AKP ile ilişkileri sorgulanacaktır. Belki dünya Türkiye'yi bırakmamıştır, bırakmaz da, ama AKP iktidarından kurtulmak istedikleri açıktır. Çünkü AKP her şeyi politika için kullanıyor. Bu da insanlığı tehdit ediyor. Bugün hala IŞİD'e ve IŞİD gibi güçlere zemin sunan AKP'nin politikalarıdır. AKP'nin batı karşıtlığı kendisinden olmayan her kesime düşman bir zihniyet ortaya çıkarıyor. İslam ülkelerinde böyle fanatik, insanlık dışı eğilimlerin ortaya çıkmasına zemin sunan en temel politika Türkiye'nin politikasıdır. Türkiye'nin politikası her türlü farklılığa düşman olan, herkese düşman olan bir toplumsal şekillenme, bireyler ortaya çıkarıyor. Şu anda Türkiye'de ortaya çıkan bireylerin nasıl bireyler olduğu, nasıl toplumsal refleksler ortaya çıkardığı görülüyor. Bu, AKP'nin yürüttüğü politikalarla oluyor. Bu herkes için tehlikelidir. Son olarak Avrupa ile yaşanan gerilimi haç ile hilalin savaşı olarak değerlendirerek IŞİD gibi insanlık dışı çetelere nasıl gübrelik olduğunu bir daha ortaya koymuştur. AKP'nin tüm politikaları sadece Bakurê Kurdîstan'daki Kürtler için değil Başur için de tehlikeli bir zihniyetten kaynaklanmaktadır. İleride bu AKP ilişkileri sorgulanacağı gibi, KDP'yi de, Başurê Kurdîstan’ı da boğacak bir ilişki biçimidir. KDP artık eskisi gibi kurnazca yaklaşımlarla ben kullanırım, kullandıktan sonra yine kendi işimi bilirim gibi yaklaşımlarla süreci kurtaramaz. Bu tür yaklaşımlar tamamen kendini kandırmayla ilgilidir.

‘AKP BÜTÜN ORTADOĞU’YA ZARAR VERİYOR’

Öte yandan sadece dünyada değil, Ortadoğu'da bütün herkes AKP'nin politikalarından zarar görüyor. KDP bu yönüyle de Ortadoğu'da kendisini zor duruma düşürüyor. Türkiye ve bazı Sünni kesimlerle bir cephe kurması tamamen Kürtlerin aleyhine bir durumdur. Kürtler için en tehlikeli şey mezhep çatışmaları içinde bir taraf tutmaktır. Kürtlerin mezhep çatışmaları içinde taraf tutmaması gerekirken, KDP yaklaşımında olduğu gibi taraf tutması, ileride Başurê Kurdîstan için büyük tehlikeler ortaya çıkaracaktır. Kaldı ki Sünni toplum da, kimi Sünni ülkeler de Erdoğan’a karşıdır. Erdoğan’ın ne kadar milliyetçi olduğunu bilmektedirler. Erdoğan dinci milliyetçidir. Dini milliyetçiliği için kullanan bir iktidar haline gelmiştir. Bu gerçekliğin görülmesi gerekir. Bu karakteri Arap-Sünni dünyasında da rahatsızlık yaratmaktadır. Bu kadar herkeste rahatsızlık yaratan bir iktidarla bu kadar ilişki içine girmek, geleceğini bu iktidara bağlamak kadar yanlış bir politika olamaz.

Bu kadar kendini Türkiye'ye, AKP'ye bağlamak, seçeneksiz bırakmak, ileride bu AKP iktidarına, Türkiye'ye her konuda boyun eğme gibi bir konuma düşme durumu ortaya çıkarabilir. Türkiye'ye muhtaç durumda kalması KDP'yi ne tür durumlara düşürür bunların görülmesi gerekmektedir. Ama şimdi kader Türkiye'ye bağlanmıştır. AKP kaderini KDP'ye bağlamış, KDP de kaderini Türkiye'ye. Böyle olunca da AKP'nin dağılması, gitmesi durumunda; AKP'nin Türkiye üzerindeki etkisini yitirmesi durumunda KDP de büyük bir sıkıntı yaşayacaktır. Büyük kaybedecektir. Kaldı ki AKP iktidarda kaldığında ise daha tehlikeli durum olacaktır. Belki şimdi KDP'yi kullanıyor, ama iktidarını pekiştirip de gerçekten Türkiye'nin gerçek hegemonu olduğunda sıra KDP'ye de gelecektir. Bu gerçeğin de burada bilinmesi gerekiyor. Türkiye gerçeğini görmeyenler, Türkiye'deki hegemonik şövenist iktidar anlayışını anlamayanlar, bunu görmeyerek günlük politika izleyenler ileride bin pişman olabilirler. KDP'yi de kurtaracak olan Bakurê Kurdîstan'da yürütülen özgürlük mücadelesidir. Özgürlük mücadelesi gelişir, başarılı olursa o zaman KDP bu düzeyde kendisini AKP'ye ve Türkiye'ye bağlamaktan kurtarabilir. Yoksa KDP bütün Kürtlerle birlikte kendisini de bitirecek bir duruma düşebilir.

KDP’nin birçok yerde etkinlik alanı zayıflarken neden 2014’te direnmeden terk ettiği Şengal’e tekrar geri gelmek ve gerillaların oradan çıkmasını istemektedir.

KDP'nin Êzidîleri 73. fermanla karşı karşıya bırakması çok ciddi bir durumdur. Bu durum görmezlikten gelinemez. KDP bunun belli biçimde bir özeleştirisini vermek durumundadır. Bunun özeleştirisi de esas olarak Şengal’de Êzidîxan’ın özerkliğini, özyönetimini ve öz savunmasını kabul ederek verilebilir. Ancak böyle olursa KDP'nin 2014’te 73. fermana yol açma sorumluluğu telafi edilmiş olur. Tabii ki acılar unutulmaz, ölenler geri gelmez, ama bir daha bu durumlara düşülmeyecek bir gücün yaratılmasında KDP bu sorumluluğu yerine getirirse bu doğru bir tutum olur. Fakat KDP böyle yaklaşacağına, ben tekrar oraya hakim olacağım diyor. Bu çok çelişkili bir durumdur.

Neden 3 Ağustos 2014 öncesine dönmek istiyor, yine hegemon olmak istiyor? Bunun tabii zihniyetle, yönetme anlayışıyla, siyaset anlayışıyla bağı var. KDP klasik siyaset anlayışını, yönetme anlayışını bırakmamıştır. Ortadoğu'daki geçmişteki despot, otoriter iktidarların yönetim anlayışının bir versiyonu gibidir. Merkeziyetçi, her yere ve herkese hakim olmak isteyen bir yaklaşımı var. Bu nedenle 73. fermana yol açan bir politikanın sahibi olduğu halde Şengal’i yeniden sahiplenmek istemektedir. Öte yandan Rojava’yla bağlantısı vardır. IŞİD Şengal’i alarak Rojava Devrimini boğmak istiyordu. IŞİD böyle bir politika, anlayış ve hedefle Şengal’e saldırdı, ama amacına ulaşamadı. KDP de Rojava üzerinde baskı yapmak için Şengal’e yöneldi. Bu da yanlış bir politikadır.

Öte yandan Şengallilerin KDP’den rahatsızlığı var. 73. Ferman Êzidîlerin hafızasından çıkmayacak, unutulmayacak bir gerçekliktir. Şimdi hakim olarak bu rahatsızlıkların kökünü kazımak istiyor, unutturmak istiyor. 73. fermandan dolayı, 3 Ağustos’ta bırakıp gitmesinden dolayı kimse KDP'yi eleştirmemeli; bu olayı unutmalı, bu olay yaşanmamış gibi sayılmalı. Herhalde hakim olarak orada böyle bir tarihi gerçeğin kökünü kazımak, kendini hakim kılarak bunu unutturmak istiyor. Bir nedeni de bu görülüyor.

Öte yandan şu anda Şengal'de belli düzeyde KDP'nin de güçleri var. Hareketimiz, gerillalar KDP ile ciddi bir sorun yaşamamak için Türk devletinin KDP ile Özgürlük Hareketini çatıştırmasına fırsat vermemek için Şengal’de bazı yerlere yerleşmesine izin verilmiştir. Şimdi buna dayanarak tümden hakim olmak istiyor. KDP genelde demokratik bir yaklaşımdan çok hakimiyetci bir politika izliyor. Burada da hakim olmak istiyor. Başur’da, bir yerde demokratik yaklaşımla herkesin var olabileceği bir siyaset anlayışı değil de, herhangi bir parti bir yere hakim olduysa onun hakim olduğu, diğerlerini etkisizleştirmeye çalıştığı bir siyasi anlayış var. Şengal’de YBŞ var, özgür Êzidî güçleri var, KDP gibi düşünmeyen güçler, Êzidîler var, onları etkisizleştirip Şengal’e hakim olmak istiyor. Bunun için oradan gerillayı çıkarmaya çalışıyor. Çünkü gerilla oranın demokratikleşmesini, demokratik bir yönetime kavuşmasını istiyor. Şundan da korkuyor; Şengal’de demokratik yönetim olursa, özerklik ve özyönetim olursa bu Başurê Kurdîstan'da birçok yere olumlu örnek olabilir, etkileyebilir, merkezi yönetim anlayışına karşı demokratik toplumun, yerellerin güç olduğu bir toplum anlayışı ortaya çıkarabilir. Şengal’in özerkliği böyle bir yerel demokrasinin kapısını açar. Bu da KDP'nin mevcut yönetim anlayışına, iktidar anlayışına uygun olmadığı için engellemeye çalışıyor. Bir nedeni de bu gözüküyor.

Gerçekten de Şengal’de bir demokratik özerk yönetim olursa, yerel demokrasi gelişirse bu sadece Başurê Kurdîstan'da değil, dalga dalga Irak'ı da etkileyecektir. Farklı kimliklerin, kültürlerin yerel demokraside kendini ifade ettiği bir Başurê Kurdîstan, bir KDP gerçeği ortaya çıkacaktır. Tabii ki bu bir bölünme biçiminde değil, mevcut sınırlar içinde bir yerel demokrasi olacaktır. Zaten yerel demokrasi değil de merkezi iktidar arayışına girmek demokratik olmayan otoriter bir yönetim anlayışından kaynaklanmaktadır. Yerel demokrasinin güçlendirilmesi ise halkı güç yapar. Halka dayalı bir özerklik, federasyon daha güçlü olur. Ama merkezi iktidar anlayışı nedeniyle yerel demokrasinin güçlenmesi istenmemektedir. Merkeziyetçi iktidar ve yönetim anlayışları bu tür şeylere kapalı olduğundan Şengal’de gelişen yerel demokrasi eğilimi engellenmek istenmektedir. PKK var olduğu müddetçe, gerilla var olduğu müddetçe yerel demokrasi eğilimi, özyönetim ve öz savunma eğilimi gelişeceğinden PKK'nin, gerillanın oradan tümden çıkması istenmektedir.

Kuşkusuz önemli bir etken ise Şengal’de Xanesor ve çevresini kontrol ederek Rojava Devrimini tehdit etmeyi ve baskıyı arttırmayı düşünülmeleridir. Zaten paralı askerleri, kaçkınları Rojava peşmergeleri gibi göstermeleri bu nedenledir. Yani zorla Rojava’ya silahlı güçleri sokup orada provokasyonlar yaratarak bir iç savaşa yol açma temelinde etkinlik sağlama da düşünülmüş olabilir. Bu provokasyon temelinde de kendilerinin ve Türkiye'nin Rojava’ya müdahalesinin sağlanması gibi hesapların yapıldığı da düşünülebilir.

Irak Merkezi Hükümeti, ABD, İran, YNK ve birçok yerel güç Şengal veya etrafında etkin. Birçok gücün Şengal’i bu kadar gündeme almış olmasını neye bağlıyorsunuz?

Şengal’in merkezinde ağırlıklı olarak YBŞ var. Şengal’de Êzidî meclisinin etkin olduğu bir gerçek. Yine Şengal’in çevresinde Şengal’in korumasını yapan gerillalar var. KDP de Şengal içinde bazı yerlerde bulunmaktadır. Ama Şengal’in dışında Irak merkezi hükümetinin de Şengal’e yakın olmasa da çevresinde belli düzeyde etkisi var. Öte yandan IŞİD Musul’a dayanarak hala Şengal çevresini kontrol etmektedir.

Şengal ve çevresindeki mücadele sadece Şengal’le bağlantılı değil, Musul’la bağlantılı bir mücadele sürmektedir. Kuşkusuz Şengal’in de önemli, stratejik bir yeri var. O bölgede tek dağlık alan Şengal’dir. Bu bakımdan askeri olarak özgünlüğü var, belli yönüyle stratejik değer ifade edecek bir konumu da var. Musul’a yakın, Rojava’ya yakın; Başurê Kurdîstan’ın bir parçası. Bu yönüyle Şengal ve çevresine farklı güçlerin ilgisi var. Yine Telafer de Şengal’e yakın bir alanda. Telafer’le ve Suriye sınırıyla İran da Irak da ilgileniyor. İran’ın Şengal ve çevresinde etkin olma durumu yok. ABD de Musul ve çevresindeki etkinliğini önemli görüyor. Çünkü Musul ve çevresindeki etkinlik bir nevi Irak üzerinde de bir etkinliği ifade ediyor. Yine Irak’ta Şiilerin yanında Sünnilerin var olduğu gerçeği var. Musul ağırlıklı olarak Sünni inancın hakim olduğu bir kenttir. Musul’da etkin olmak, Sünni Arapların da bir denge unsuru olarak elde tutulmasını ifade ediyor. Bu açıdan bir mücadele var. Kuşkusuz YNK’nin belli düzeyde etkisi ve ilişkileri var, ama KDP gibi çok fazla bir etkinliği söz konusu değil.

IŞİD'e karşı mücadele alanı açısından da Şengal önemli bir nokta. Eğer IŞİD Şengal’i almış olsaydı Başurê Kurdîstan’ı da kontrol edecekti, Rojava’ya da yönelecekti. Bu yönüyle IŞİD’in Şengal’de durdurulması çok önemliydi. Bu açıdan da çeşitli güçler ilgileniyor. Şengal için bir denge bölgesi de diyebiliriz. Bir taraftan Sünniler var, bir taraftan Şiiler var, bu arada Êzidîlerin varlığı bir dengeyi de ifade etmektedir. Şengal kime yakın olursa o siyasi güç biraz daha etkinlik sağlayabilir. O bakımdan hakim olmasalar bile Şengal’in kendilerine karşı bir siyasi konumda bulunmamasını önemli görmektedirler. Rojava’yla da ilişkisi var, Suriye’yle de, Başur’la da. Rojava’yı da etkileyen, Başurê Kurdîstan’ı da etkileyen, Musul’u da etkileyen, Suriye'yi de etkileyen bir özelliğe sahip. Bu açıdan Şengal önemli görülmektedir. Öte yandan Musul’un durumu aslında Irak'ın durumunun ne olacağını, bölgenin durumunun ne olacağını belirleyecek bir karaktere sahiptir. Musul ekseninde bir demokratikleşme mi doğacak, Musul ekseninde bir mezhep çatışması mı çıkacak, Musul ekseninde Irak'ta yeni güç odakları mı kendini hakim kılacak, bunlar cevabını bekleyen önemli sorulardır. Bu bakımdan Şengal de Musul’a yakın olduğundan Musul ve çevresindeki dengeleri yakından etkilediğinden herkes, her güç Şengal’e ilgi göstermektedir.

Güney Kürdistan’daki STÖ, siyasi partiler ve halkın bu duruma ilişkin duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz ve beklentileriniz nelerdir?

Şengal’in işgaline karşı Başurê Kurdîstan’daki Sivil Toplum Örgütlerinin, partilerin ve halkın tutumu KDP'nin yönlendirdiği çetelerin Şengal’e girişini kabul etmeme yönündedir. KDP'nin bazı paralı askerler üzerinden Şengal’in en önemli kasabası olan Xanesor’u işgal etmek istemesi, Başurê Kurdîstan'da hiçbir sivil toplum örgütü, siyasi parti ve halk tarafından doğru görülmemektedir. Çünkü Şengal’in durumunu dünyanın başka yerleri iyi bilmese de Kürdistan'ın diğer parçaları çok iyi bilmese de Başurê Kurdîstanlılar çok iyi bilmektedir. Çünkü onlar Şengal’e yönelik 73. fermanı yakından yaşamışlardır. Bu fermanın etkilerinin nasıl olduğunu görmüşlerdir. Yine IŞİD’in Şengal, Maxmur, Kerkük’e saldırdığı dönemde gerillaların nasıl fedaice savaştığını, IŞİD'i durdurduğunu, Başurê Kurdîstan'daki demokratik kurumlar, aydınlar, yazarlar, siyasi partiler, halk çok iyi görmüştür. Bu açıdan KDP'nin Şengal politikasını doğru bulmamaktadırlar. KDP'nin Şengal’de bir çatışma yaratmasının Kürtler arası birliğin en fazla gerekli olduğu, ihtiyaç duyulduğu bir dönemde Kürtlerin aleyhine sonuç doğuracağını bilmektedirler. Esas olarak Türk devleti Şengal’i hedef gösterdiğinden KDP Şengal’de çatışma durumu yaşatmak istediğinden Başurê Kurdîstan halkı da Sivil Toplum Örgütleri de bu durumu doğru bulmamaktadır. Zaten tepkilerini ortaya koyuyorlar.

Aslında siyasi partiler de KDP'nin Şengal’e böyle bir girişimde bulunmasına tepkililer. Ama Başurê Kurdîstan'da birçok güç Şengal’deki durumu doğru bulmamasına rağmen KDP'ye açık eleştirip tutum koyduklarında başlarına kötü şeyler geleceğini düşünüyorlar. Onun için açıktan karşıya almaktan korkuları var. Ama genel kamuoyu olarak KDP'nin Şengal politikasına karşı çıkış var. Zaten açıklamalarda, yürüyüşlerde bunu görüyoruz. KDP'nin tutumunu bir birakuji olarak görüyorlar. Biz tabii böyle görmüyoruz. Orada bir kardeş kavgası yok, bir saldırı var. Oradaki Êzidî Kürtlere bir saldırı var. Ama Başurê Kurdîstan halkı bunu bir birakuji biçiminde de görse karşı çıkmaktadır. Biz bu karşı çıkışların daha da gelişmesi beklentisi içindeyiz. Şengal’de KDP'nin gönderdiği askeri güçleri geri çekmesini istemelidirler. Çünkü içinde bir kısım peşmergeleri de var. Çoğunluğu peşmerge değil, ama en azından KDP yönlendirdiği için, KDP Almanya’dan, ABD’den aldığı araçları tahsis ettiği için bu askeri güçlerin KDP'ye baskı yaparak geri çekilmesini sağlamalıdırlar. Yoksa her an çatışma çıkabilir. Çatışma çıktığı zaman da Şengal’le sınırlı kalmaz.

KDP eğer Şengal’e yönelik bu saldırısını durdurmaz ve geri çekilmezse bu çatışmaları yaymak anlamına gelir. Şengal’deki çatışmaların ucunun nereye gideceği, nereye varacağı şimdiden kestirilemez. Bu açıdan Başurê Kurdîstan halkının buna müdahale etmesi gerekiyor. Çünkü bu sorun Başurê Kurdîstan sorunudur. Başurê Kurdîstan dışındaki herhangi bir halkın sorunu değildir. Oradaki bir çatışma en fazla da Başurê Kurdîstan’ı ve halkı etkileyecektir. Sadece Şengal’le sınırlı değil, bütün Başurê Kurdîstan bir nevi bu savaşın etkisi altına girecektir, bunun sonuçlarını yaşayacaktır. Bu çatışmalarla birlikte Başurê Kurdîstan için olumsuz sonuçlar ortaya çıkar. Zaten ekonomik ve siyasi kriz var. Bunun daha da ağırlaşması Başurê Kurdîstan'ın faydasına olmayacaktır. Bu bakımdan halkımız, siyasi partiler, sivil toplum örgütleri Başurê Kurdîstan’ı olumsuz etkileyecek böyle bir çatışmanın önüne geçmek için KDP'nin işgal güçlerinin geri çekilmesini sağlamaları gerekir.

KDP'nin Türkiye'nin isteğiyle bu tür Kürtler arası çatışmalara girmemesi gerekir. Tabii ki KDP oraya paralı çeteler göndermiş, ama savaş çıktı mı o savaş o çetelerle sınırlı kalmayacak, bizzat KDP ile PKK arasındaki çatışmaya dönüşecek. Gerilla ile peşmerge karşı karşıya gelecek. Bunu da Başurê Kurdîstan halkının istemediği açıktır. Biz zaten itemiyoruz, istemediğimizi açıkça söyledik. Başurê Kurdîstan halkı da istemez. Sivil Toplum Örgütleri de istemez. Bu nedenle Şengal’deki bu duruma Kürt kamuoyu kesinlikle müdahale etmelidir. Sıcak çatışma yok diye duyarsız kalınırsa yanlış yapılmış olur. Özcesi bu tehlikenin giderilmesinin tek yolu, oradaki güçlerin çıkarılmasıdır.

Röportajın 1. bölümü: http://anfturkce.net/guncel/bayik-2017-newroz-u-fasizme-guclu-bir-cevap-olacaktir

Röportajın 2. bölümü: http://anfturkce.net/guncel/bayik-kurt-gercegi-onder-ocalan-gercegiyle-ic-ice-gecmistir