Asimilasyon sömürgeci bir zihniyetin ürünü
Asimilasyon sömürgeci bir zihniyetin ürünü
Asimilasyon sömürgeci bir zihniyetin ürünü
Kürdoloji Çalışmaları Grubundan Alişan Akpınar, Kürtlerin anılarında Türk devletinin sömürgeci bir anlayışla insanların nasıl asimile edildiğinin görüldüğünü ifade ederek bu durumdan sadece Kürtçe'nin değil, Türk kültürüne ait birçok yerel ağzın da etkilendiğini belirtti.
Kürtleri asimilasyona karşı mücadele geliştirdiği bu süreçte "Aşiret, Mektep, Devlet" kitabının yazarı ve uzun yıllardır Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu ve Kürdoloji Çalışmaları Grubundan Alişan Akpınar’a sorduk.
Akpınar, Türk devletinin okullarda sadece dilsel ya da kültürel bir doktirinizasyon değil aynı zamanda sisteme sadık, devleti yüce bir kurum olarak gören bireyler yetiştirmek istediğini belirterek Kürtlerin yaşadığı bölgelere açılan okullarda, çocukların Kürtçe konuşmalarının yasaklandığını, buna uymayanlar dayakla cezalandırıldığını ve öğrencilerden Kürtçe konuşan arkadaşlarını ihbar etmelerinin istendiğini hatırlatıyor.
ÖNCE KIRIM SONRA ASİMİLASYON BAŞLADI
Türkiye’nin ulusal eğitim politikasının başlarında Kürtler nasıl ele alındı ve nasıl hedefler belirlendi?
Bilindiği gibi 1923 sonrasında ulus devlet modelinin seçilmesi ve vatandaşlığın Türklük üzerinden tanımlanmaya başlamasıyla eğitim sistemi de bu doğrultuda dizayn edildi. Amaç tek dilli, tek kültürlü bir Türk kimliği yaratmak olarak konuldu. Ancak bu eğitim anlayışı bir taraftan içe dönük tekçi bir yaklaşım sergilerken dışarıya dönük olarak kendisini modern dünyanın bir parçası olarak göstermek ister, modernleşmeci bir yan içerir. Bu nedenle ‘Türk Tarih Tezi’ olarak bilinen tezler ortaya atıldı ve Türk etnisitesinin aslında büyük uygarlıkların tümünün kurucusu olduğu, bu nedenle de ‘muasır medeniyet’ âleminin bir parçası olduğu fikri işledi. Akademik dünyada gerçekten akla ziyan bu tezler fazla bir etki yapmazken, bu tez doğrultusunda hazırlanan ders kitapları çok uzun süreler ortaokul ve liselerde kullanıldı.
Kürtlere gelince, öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Cumhuriyetin ilk yıllarında Kürdistan topraklarında ciddi bir isyan, çatışma ve kırım dönemi yaşanmıştır. Dolayısıyla da 1940’lı yıllara kadar buralarda ciddi bir eğitim hamlesi yoktur. 1924-25 ve 26 yıllarında ard arda çıkan Kürt isyanları çok sert bir şekilde bastırılmış, 1927 yılında çıkan Ağrı isyanı neredeyse 4 yıl boyunca bölgede bir iç savaş dönemi yaşatmış ve 1935-38 yılları arasında Dersimde tam bir katliam gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle ilk yıllarda Kürtlerin eğitim yoluyla asimilasyonundan çok, ulus devlet kurgusuna yönelik tepkilerinin şiddetle bastırılması ve bir daha kafalarını kaldıramayacak durumu gelerek, iradelerinin tamamen kırılması süreci yaşanmıştır. Yani asimilasyon değil kırım politikası izlenmiştir. Bu ‘başarıya’ ulaştıktan sonra kalanların asimilasyonu gündeme gelmiştir.
Bu noktada özellikle 1930’lu yılların sondan itibaren Köy Enstitüleri önemli bir rol üstlenmiştir. Köy Enstitüleri eğitim açısından gerçekten ilginç bir denemedir ancak bu okulların Kürtler açısından taşıdığı asimilasyoncu yönün eğitimciler tarafından tartışılmamasını ahlaklı bir davranış olarak görmüyorum. Yine 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra, Kürtlerin asimilasyonunun başarıyla yürütülemediği, Kürtlerin hala asimile olmadığı, hala Kürtlük davası yürütenlerin olduğu ( 49’lar olayına atıfta bulunulur) ve Demokrat Parti döneminin asimilasyonu akamete uğrattığı tespiti yapılarak Kürtlere yönelik programlı ve planlı bir asimilasyon süreci başlatılır. Örneğin Yatılı İlköğretim Bölge Okulları (YİBO) projesi asıl olarak Kürtlerin asimile edilmesine yönelik olarak hayata bu dönemde geçirilmiştir. İlk aşamada açılan 70 YİBO’nun 60 tanesinin Kürt illerinde ve Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde açılmış olması bunu göstermektedir.
Elbette yazılan ders kitaplarında Kürtlerden ya da Kürt kültüründen tek bir kelimeyle bir bahsedilmezken, Kürtlerin aslında Türk olduğu yolunda birçok kitap ve makale yazılmış, bu kitap ve makaleler Milli Eğitim aracılığıyla yaygınlaştırılmıştır. 1960’lı yıllara kadar Kürtlerle ilgili derin bir sessizlik dönemi yaşanmışken, 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Kürtlerin aslında Türk olduklarını ispatlamak amacıyla birçok kitap ve makale kaleme alınmış özellikle YİBO’larda Kürt çocuklarının asimilasyonu için planlı bir çaba içerisine girilmiştir.
AKP DİLİNİ İSTEYEN GENÇLERİ HAPSE KAPATTI
AKP’nin eğitim politikaları dönemine gelmek istiyoruz. Hüseyin Çelik dönemi çok önemli gibi geliyor örneğin “Hadi Kızlar Okula” gibi bazı eğitim kampanyaları var. AKP dönemi eğitim ve asimilasyon politikaları biraz değerlendirir misiniz?
Elbette AKP dönemi yani 2000’li yıllar hem Türkiye, hem Ortadoğu hem de Kürtler açısından tamamen farklı bir dönem. Öncelikle bu dönemde, ‘Türkiye’de Kürt diye bir topluluk yoktur, Kürtler Türk’tür’ gibi bir tez anlamını yitirdi. Kürtler örgütlendi, Kürt siyasi hareketi güçlendi, Kürtlerin hak talepleri yoğun bir şekilde dillendirilir oldu. Özellikle AKP’nin ilk yıllarında AB sürecinin de hızlanması ciddi bir umut doğurdu. Ancak bu güne kadar ne Türk eğitim sisteminin genel yapısında ne de ders kitaplarının temel yapısında en ufak bir değişiklik bile olmadı. Hala tek tip Türk vatandaşı yaratmak temel hedeflerden biri, Türkiye’nin çok kültürlü yapısını yansıtan en ufak bir iz veya değişiklik yok. Ders kitaplarında Kürt, Ermeni, Rum, Süryani uygarlıklarına ve kültürlerine dair en ufak bir şey bulamazsınız. Örneğin hala Kürt adını sadece ‘Zararlı Cemiyetler’ başlığı altında ‘Kürt Teali Cemiyetini kurarak ihanet ettiler’ şeklinde bulabilirsiniz. Ermeniler, Osmanlı’nın onlara gösterdiği ‘hoşgörüye’ rağmen I. Dünya savaşı yıllarında ihanet eden bir topluluk olarak resmedilir. Örneğin Alevilik müfredata eklendi ama tamamen Sünni yorumuyla yapıldı bu.
Belirttiğiniz gibi ‘Baba beni okula gönder’, ‘Haydi kızlar okula’ gibi projeler Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yoğun bir şekilde desteklendi bu dönemde. Bir insanın en temel haklarından bir olan anadilinde eğitim hakkı tartışmaya bile açılmadı. Anadilde eğitim görme talebiyle imza kampanyası başlatan yüzlerce öğrenci okullarından atıldı, hapse girdiler ve ağır cezalar aldılar.
Özetlemek gerekirse, Türkiye Cumhuriyeti’nin, Türk soylu olma esasına dayalı, otoriteryan, merkeziyetçi ve tek tipçi sistemi yerini çok kültürlü demokratik bir Türkiye anlayışına bırakmadan, Milli Eğitim sisteminde de köklü bir değişiklik beklemek hayalcilik olur.
Siz bir makalenizde Türklerin asimilasyona teorik bir zemin hazırlarken çok incelikli bir dil kullandığından söz ediyorsunuz bunu biraz değerlendirir misiniz?
Aslında onu 1930’lu yılların başında gündeme getirilen “Türk Tarih Tezi” için söylemiştim. Çünkü bu tez esas olarak şunu söylüyor; Dünyadaki tüm köklü uygarlıkları kuran ve geliştiren Türklerdir. Yani Mezopotamya uygarlığını da, Anadolu uygarlığını da kuran Turani topluluklardır. Dolayısıyla da siz kendinize Kürt diyorsunuz ama aslında sizler de köken olarak Turanisiniz. Bu nedenle biz bir asimilasyon gerçekleştirmiyoruz, kökenini geçmişini unutmuş topluluklara bu geçmişlerini yeniden hatırlatıyoruz ve unutmuş oldukları bu geçmişlerini onlara yeniden kazandırıyoruz. Sonuç olarak bir asimilasyondan söz edilemez, bu bir öze dönüştür şeklinde bir alt yapı hazırlanıyor. ‘İncelikli’ kelimesini pejoratif anlamda kullandım, asimilasyonun üzerine oturtulduğu teorik zemini anlatmak istedim orada.
ASİMİLASYON SÖMÜRGECİ
Asimilasyonun üzerine çalışan insanlar eğitim disiplinin sadece dil olmadığını okullarda farklı bir yaşam tarzı farklı bir duruş verildiğinden ve bunun toplumsallaştırılmasından söz ederler. Türk Devleti bunu çok iyi yapıyor gibi. Bu konuyu biraz değerlendirir misiniz?
Evet, Türk Devleti ve diğer tüm devletler okullarda sadece dilsel ya da kültürel bir doktirinizasyon gerçekleştirmezler aynı zamanda sisteme sadık, devleti yüce bir kurum olarak gören, her an ajanlaşabilecek bireyler yetiştirmek isterler. Örneğin YİBO’larda ve Kürtlerin yaşadığı bölgelere açılan okullarda, çocukların Kürtçe konuşmaları yasaklanmış, buna uymayanlar dayakla cezalandırılmış, öğrencilerden Kürtçe konuşan arkadaşlarını ihbar etmeleri istenmiş, bu tür ihbarları yapanlar ödüllendirilmiştir. Bu okullarda okuyan insanların anılarını okursanız ya da dinlerseniz, tamamıyla kolonizatör, sömürgeci bir anlayışla insanların nasıl asimile edildiğini, sindirildiğini ve ajanlaştırıldıklarını görürsünüz. Örneğin bir arkadaşım anlatmıştı; köylerindeki öğretmen, okuldayken asla Kürtçe konuşmalarına izin vermezmiş ve öğrencilerinden ailelerinde de okul dışında da Türkçe konuşmalarını, Kürtçe konuşmakta ısrar eden aile bireylerini ve arkadaşlarını gelip kendisine söylemelerini istermiş. Yine bir arkadaşım ilkokula başladığı günlerde, hiç Türkçe bilmediği için öğretmeninden defalarca dayak yemiş ve bu nedenle gayet güzel Kürtçe konuşan türküler söyleyen bir çocukken uzun bir süre kekeme olmuş. Bugün bile heyecanlandığında kekelemeye başlar. Asimilasyon sadece kültürel bir dönüşümü ifade etmez asimilasyon yapısı itibariyle zaten travmatik bir durumdur. O süreci yaşayan bütün Kürtlerde bu travmanın izini bulabilirsiniz.
Kürtler nüfus yoğunluğundan dolayı yok olmadıkları için Türkiye’nin asimilasyon politikalarının başarısız olduğu sanılıyor. Oysa Türkiye’de son 50 yılda 18 dilin yok olduğu söyleniyor. Bu çok tehlikeli bir veri. Bunu nasıl değerlendirmeliyiz.
Söylediğiniz çok doğru, maalesef tüm ulus devlet modellerinde görüldüğü gibi Türkiye’de de bu süreç birçok dilin, lehçenin ve ağzın yok olmasına neden oldu. Sadece Kürtler ve Kürtçe değil, Türk kültürüne ait birçok yerel ağız, yerel kültürel motif de bu tekçi standardizasyon anlayış yüzünden yok oldu. Bu anlayış sadece Kürt kültürünü değil aslında Türk kültürünün yerel birçok unsurunu da yok etti. Lazlar, Arnavutlar, Çerkezler, Boşnaklar ve çoğaltabileceğimiz birçok topluluk bundan nasibini aldı. Kimi gönüllü olarak, kimi istemeyerek bu asimilasyon sürecine girdi.
Söylediğinize aynen katılıyorum, bu gün asimilasyon sürecinin başarısızlığa uğradığı gibi bir görüş var ama bu doğru değil. Son 90 yıl içinde onlarca dil, kültür ve yerel değer yok oldu. Örneğin Kürtlerin asimilasyonunun başarısızlığa uğradığı görüşü de eksik bir yaklaşım. Yüz binlerce Kürt kökenli insan bu gün asimile olmuş durumda ve kendisini Türk olarak tanımlıyor. Alevi Kürtlerin çok büyük bir kısmı ‘asıl Türk biziz’ ya da ‘biz Horasan’dan gelen Türkleriz’ şeklindeki yaklaşımlarla Kürtlükle ilgili her türlü bağı yok sayma eğilimindedir. Sonuç olarak elbette ki herkes kendi kimliğini istediği gibi tanımlama hakkına sahiptir, hiç kimse çıkıp ‘hayır siz Kürt’sünüz kendinize Türk’üz diyemezsiniz’ gibi bir yaklaşım sergileyemez ancak Türkiye’de yaşanan 90 yıllık asimilasyon sürecini göz ardı ederek de bu mesele tartışılamaz.
KÜRTLER GEÇ KALMAMALIDIR
Türklerin tüm çabalarına rağmen Kürtler uzun yıllar eğitimden uzak durdu. Ama artık aynı direnci gösteremiyor gibi. Kürtlerin asimilasyona karşı direnci kırılıyor mu?
Aslında birçok süreç şu anda iç içe yaşanıyor diyebiliriz. Bir taraftan Kürt kimliği konusunda çok olumlu gelişmeler yaşanıyor, Kürtler kendi kimliklerine sahip çıkıyor ama çeşitli nedenlerle asimilasyon süreci de işlemeye devam ediyor. Özellikle 1970’lerin ortalarına kadar kırsal nüfusu ağır basan Kürtlerin bu nedenle eğitim ve onun asimilasyoncu süreçlerinden uzak kaldığı söylenebilir. Ancak 60’lı yıllarda başlayan planlı asimilasyon süreci, 70’lerden itibaren Kürt nüfusunun şehirlere yönelmesi, 90’lı yıllardaki köy boşaltmalar sonucu milyonlarca Kürdün şehirlere gelmesi, eğitim süzgecinden geçenlerin sayısını arttırıyor. Ayrıca şehir sosyolojik olarak çok başka bir mekandır ve yerel değerlerinizi yaşatmanız çok zordur. Bu nedenle özellikle son yıllarda yaşanan Kürt nüfusunun şehirleşmesi durumu asimilasyonu hızlandırdı bana kalırsa. Kürt siyasi hareketine yakınlık duyan hatta içinde bulunan birçok insanda bile Kürtlük, kültürel bir kimlikten çok siyasal bir kimlik olarak bulunuyor.
Bu süreç tersine dönebilir mi? Yaşanan başka örneklerden de gördüğümüz kadarıyla evet cevabını verebiliriz. Örneğin İspanya’daki Bask örneğine baktığımızda, Bask dilinin ve kültürünün yasak olduğu dönemde yetişen ve asimilasyondan geçen kuşaklarla, bu gün Bask dilinde eğitim görerek büyüyen kuşaklar arasında ciddi bir fark var. Bu gün kendi anadilleriyle eğitim gören ve büyüyen kuşaklar dillerini çok daha iyi kullanıyorlar, hem İspanyolcayı hem Bask dilini daha iyi konuşuyorlar ve eğitimin farklı süreçlerinde de daha başarılılar. Hatta bir arkadaşım Bask bölgesine gidip döndükten sonra, yeni kuşakların annelerinin ve babalarının Baskçasıyla ve İspanyolcasıyla epeyce dalga geçtiklerini söylemişti. Kendi ana dilinde eğitim görmeyen, onu iyi öğrenemeyen bir insanın başka bir dili de mükemmelen öğrenmesi çok zordur.
Kürtlerin direncinin kırıldığını sanmıyorum ama kültürel çalışmalar konusunda ciddi bir sorun olduğu açık. Bu kadar güçlü bir siyasi hareketin kültürel ayağının bu kadar zayıf olmasını mutlaka sorunsallaştırmak ve konuşmak gerekir. Devletten anadilde eğitime izin vermesi ve anadilde eğitim veren okullar açması isteniyor, elbette doğrusu bu ancak devlet bunu vermiyor diye beklemek kabul edilemez. Örneğin Kürt Enstitülerinin çoktan binlerce öğretmen yetiştirmiş, okullarını, çalışma gruplarını, üniversitelerini açmış olması gerekirdi. Ansiklopedilerin Kürtçeleştirilmesi, sözlüklerin hazırlanması, dünya klasiklerinin çevrilmesi gibi işlerin şimdiye kadar çoktan bitirilmiş olması gerekirdi. Hala küçük küçük çalışmalar ve bireysel gayretlerle ilerleyen bir süreç var ne yazık ki.
Kürt kültür aktivistlerinin sayısı inanılmaz derecede az, açılan kültür merkezleri ya piyasaya insan yetiştiriyor ya da toplumla bağı kopmuş işler yapıyor. Alternatif bir okullaşma pratiği hayata geçirilmiyor. Dediğim gibi kültür aktivizmi o kadar zayıf ki, siyasal anlamda gözüken başarı kültürel anlamda karşılık bulmuyor. Bu da iç içe geçmiş karmaşık bir süreç yaşamamıza neden oluyor. Bir taraftan Kürtler kimliklerine sahip çıkarken diğer taraftan asimilasyon süreci işlemeye devam ediyor.
DİL İÇİN DE FACTO DURUM YARATMAK GEREKİYOR
Türk devleti anadilde eğitime karşı ısrarlı duruşunu sürdürecek mi?
Siyasi olarak ne planlanıyor bilemem tabi ancak AKP’nin tedrici bir demokratikleşme ve kademeli bir süreç işlettiği görülüyor. Birincisi anadilde eğitimin kabulü tüm sistemin baştan aşağıya değişmesi anlamına gelir. Yani yapısal bir dönüşüm gerektirir ki AKP’nin şu an için yapısal dönüşümlerle uğraşmak istediğini sanmıyorum. Yapısal dönüşümler çok zorlu süreçlerdir. Bu nedenle şimdilik Kürtçenin seçmeli ders haline gelmesi gerçekleşecek gibi görünüyor. İkincisi eski sistemin siyasi ve askeri bürokrasisiyle anlaşmaya varmış bir siyasi yapının bu anlaşmayı bir çırpıda tehlikeye atmak istemeyeceğini düşünüyorum. Üçüncüsü AKP’nin içindeki birçok yapı, başta Gülen cemaati Türk-İslamcı bir anlayışa sahiptir. Bunların tümünün devre dışı bırakılıp anadilde eğitim gibi köklü bir zihniyet değişikliğinin yapılabilmesi şu süreçte zor görünüyor. Son olarak burası Ortadoğu, bir sene sonra ne olacağını, havanın kime döneceğini bilemezsiniz bu nedenle tedrici bir iyileştirme modeli benimsenmiş görünüyor.
Ancak bu işler maalesef böyle işler, yukarıda da değindiğim gibi Kürt kültür aktivistlerinin bu gündeme kitlenmemesi, kendi gündemlerini oluşturarak, anadilde eğitim başta olmak üzere asimilasyona karşı defacto durumlar oluşturması gerekiyor. Devletten hak talep etmek ve bunun için mücadele etmek zaruridir ama hak verilecek günü beklememek gerekiyor. Ben AKP’nin oluşturduğu gündemin peşine fazla takıldığımızı düşünüyorum. Kürt kültürü aktivistlerinin gündemleri nedir? Bu gündemlerini kamuoyuna ulaştırmak için ne yapacaklar? Ne tür sivil itaatsizlik girişimleri örgütleyecekler? Bence bu sorular ve bunlara verilecek cevaplar daha önemli.
Kürtlerin okulları bir süre boykot eylemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Elbette ki bu, asimilasyona karşı bir tepkidir ancak yukarıda da anlattığım gibi yeterli olduğunu düşünmüyorum. Belki 90’lı yıllarda veya 2000’li yılların başında tek başına bile önemli bir sivil itaatsizlik eylemiydi bu eylem biçimi ancak bu gün için daha farklı ve daha zengin eylemler de bulmak gerekir. Anadilde eğitim bir insanın, yaşam hakkı kadar önemli temel haklarından biridir ve bu hak ihlalini artık tanımamak gerekiyor.
Alişan Akpınar: "Aşiret, Mektep, Devlet" kitabının yazarı. Uzun yıllardır Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (bgst) ve Kürdoloji Çalışmaları Grubunda, Kürt tarihi üzerine çalışmalar yapıyor. Son olarak Bgst yayınlarından çıkmış olan "Osmanlı Kürdistanı" ve İstanbul Kürt Enstitüsünden çıkmış olan "Rojî Kurd 1913" kitaplarını Kürdoloji Çalışmaları Grubu ile birlikte yayına hazırladı.