Altı taksitte “şehit” acısı...-Mehdi Atay

Altı taksitte “şehit” acısı...-Mehdi Atay

Kürt halkı ulusal varoluş mücadelesi sürecinde aðır bedeller ödeyerek ciddi bir siyasallaşma sürecinden geçti. Türk nüfusunun yoðunluklu olduðu illerle kıyaslandıðında-ki buna koca koca metropoller de dahil- Kürdistan şehirleri ilçeleri ve köyleriyle çok ciddi bir siyasal duyarlılık merkezleri olarak öne çıktı.

Varoluş mücadelesine paralel gelişen demokrasi ve özgürlük talebinin bedeli, aðır tavır almalarla olgunlaştı Kürdistan'da. Binlerce Kürt köyü boşaltıldı. Milyonlarca Kürt sürgün edildi. Ýnsanlık onurunun ayaklar altına alındıðı asgari yaşam koşullarının dahi bulunmadıðı zeminlerde büyük şehirlerin etrafında yaşamaya mahkum edildiler. Topraklarından koptular ama özgürlük taleplerini demokrasi mücadelelerine ekleyerek batı şehirlerini de gettolardan başlayarak adeta kuşattılar.

Devlet eli ile Kürt halkı başta olmak üzere tüm ötekilere reva görülen bu zulüm karşısında üç maymunları oynayan magazin figürleri, iktidara yaranma ve onun yanında görünme refleksi ile sadece asker ölümlerinde seslerini çıkararak, “buradayız görevimizi yerine getirdik” mesajı vermenin dışında sessiz kalmayı tercih ettiler. Bir tek gün barışın inşası için en ufak bir çaba içerisinde olmadılar. Böylelikle devletin inkarcı politikalarının yanında yer alıp mevcut konumlarını korumakla yetindiler. Timsah gözyaşlarını asker mezarlarına akıttılar. Bu kaos ortamından kişisel “şan” ve servet ürettiler.

Mücadele eden örgütlü Kürt muhalefeti savaşın aðır bedelini öderken savaşın en “uzaðındaki” bir grup savaşı fırsata, pazara dönüştürmekten hiçbir zaman imtina etmedi.

Antep'te yaşanan bombalı saldırı ardından bir kez daha savaşı besleyen timsah gözyaşları “sel” oldu. Türk basını bu medya figürlerinin Antep'te yaşanan patlama ardından yaptıðı deðerlendirmelere, “saðduyu” “ortak acıyı paylaşma” hamaseti başlıðı altında sayfalarında yer verdi. Bunlardan özellikle biri bu “saðduyunun” “samimiyetini” göstermesi bakımında dikkat çekici.

Şarkıcı Gülben Ergen, Antep'te yaşanan bombalı saldırının ardından 21 Aðustos tarihinde twitterde, ”Şarkı yok! Gülmek yok! Bayram yok! 24 Aðustos Kuruçeşme Arena konserimi iptal ettim” diye duyurdu.

Ýlk bakışta ciddi bir “fedakarlık” yapılmış, ölümlerden duyulan acının dışa vurumu olarak bir konser iptal edilmiş gibi görünüyor. Büyük bir maddi kazanç elinin tersiyle itilmiş havası yaratılıyor.

Oysa bu mesajdan iki gün önce 19 Aðustos günü magazin basınına yansıyan haberler Ergen'in “acıdan iptal ettiðini” söylediði konserin biletlerinin satılmadıðını yazıyor. Magazin sitesi Gecce'de, “Gülben Ergen hüsrana uðradı” başlıðı ile yer alan habere göre konser biletleri satılmayınca, “Hemen bir pazarlama stratejisi geliştiren Gülben Ergen ve ekibi, çareyi internetteki fırsat sitelerinde buldu. Ergen, indirim sitelerinden konser biletlerini satışa sunmaya başladı.”

Haberin detaylarına bakacak olursanız, 66 lira olan bilet fiyatlarını satış olmayınca önce 33 liraya indiriyor Ergen. Biletler 33 liradan da satılmayınca bu kez konser biletlerini altı taksitte satışa çıkarıyor. “Yetkililerden edindiðimiz bilgilere göre ise bu 'damping'e raðmen; Gülben Ergen'in 24 Aðustos'ta Kuruçeşme Arena'daki konserine ilgi az...” diyor haber.

Ergen bu detayların hiçbiri yokmuş gibi davranıp, “şehitler için” konserini “iptal” ettiðini duyuruyor.

Ergen, “Çocuklar gülsün diye...” kampanyası ile de okul öncesi eðitim adı altında resmi asimilasyon aygıtına da katkı sunmakta. Ana dil eðitimi tartışmalarını yoðunlaştıðı bir dönemde kampanya başlatan Ergen, okul çaðına gelmeden çocuklara Türkçe öðretilmesinin önünü açan bir projenin de yürütücü yüzü olmayı “görev” bilmişti. Bir “sanatçının” kişisel çabası ile resmi ideolojinin bu denli örtüşmesi sıradan bir tesadüf olmasa gerek.

Başından bu yana Kürt sorunu konusunda Ankara egemenliðinin inkar ve imha politikaları karşısında sessiz kalarak bu politikaları destekleyenler AKP iktidarı döneminde de bu tavırlarını sürdürüyor. PKK gerillalarının kimyasal silahlarla katledilmesi, sivil Kürt köylülerinin savaş uçaklarıyla vurulması karşısında vicdanları kuruyan bu insanların, “şehitleri” karşısında insani bir duygusallık göstermeleri de beklenemez. Yine de halkların acılarını istismar ederek kişisel fayda elde edenlerin yarın yaşanacak daha büyük acılarda payı olduðunu, olacaðını da unutmamaları gerekir.