'Adaleti sağlamak için beklemeye gerek yok'

Dr. Nisan Alıcı, geçiş dönemi adaletinin sağlaması için bir engel olmadığını ve hatta bir barış anlaşması beklenmeden de bu mekanizmaların kurulabileceğini söyledi.

NİSAN ALICI

Derby Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Nisan Alıcı, Türkiye’de özellikle 2000’lerden başlayarak birçok hakikat komisyonu vb. mekanizmanın sivil toplum aracılığıyla tartışıldığını hatırlatarak, yeni dönemde bunların yeniden hayata geçirilebileceğini, bunun için de anlaşmadan çok siyasi bir iradeye ihtiyaç olduğunu vurguladı. 

Çatışmalı süreçler sonrası geçiş dönemi adaleti üzerine çalışan DEMOS Araştırma Kolektifi gönüllüsü ve Derby Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Nisan Alıcı, ANF'nin sorularını yanıtladı. 

Açıklayıcı olması bakımından 'Geçiş Dönemi Adaleti' kavramı tam olarak neye karşılık geliyor?

Bu kavramı çatışmadan barışa ya da otoriter, diktatör bir rejimden demokratik bir rejime geçen toplumların hem geçmişiyle hesaplaşması hem de o çatışmalı dönemdeki suçların yargılanabilmesi, hesabının sorulabilmesi için kullanılan çeşitli mekanizmaların bütünü diye özetleyebiliriz. Dolayısıyla içinde daha legal, yani adli yargılamaların olduğu ama hakikat komisyonu gibi daha uzlaşmaya dönük, belki içinde affetmenin de olduğu, yaraların sarılmasına ve sağlatılmasına dönük mekanizmaların da mevcut olduğu ve epey kapsamlı bir mekanizmalar bütünü. Her ülke, bunu kendi özgün çatışma koşullarına göre uyarlayıp bazen tamamını, bazen içinden sadece bazı mekanizmaları ve araçları kullanıyor.

Türkiye'de şu an halihazırda imzalanmış bir barış anlaşması yok. Öte yandan sadece PKK’den gelen adımlar var. Henüz devletin kalıcı adımları yok. Geçiş dönemi adaleti için illa bir barış anlaşmasının imzalanmış olması gerekiyor mu?

Benim de doktora tezimde odaklandığım, hatta yakında çıkacak kitabımın da odaklandığı soru, tam olarak bu. Şimdiye kadar geçiş dönemi adaleti çoğunlukla barış anlaşmaları imzalandıktan sonra uygulanmış. Örneğin yakın dönemde Kolombiya. Barış anlaşmasının içinde geçiş dönemi adaleti mekanizmaları çok ayrıntılı tasarlanmıştı. Aslında gitgide şunu daha fazla görüyoruz; bir barış anlaşması yokken, hatta çatışma devam ediyorken bile parçalı da olsa barışa dair bazı adımlar olabiliyor. Bir şekilde bu tür durumlarda da geçiş dönemi adaletinin bazı mekanizmaları kullanılmış. Bunlar çoğunlukla yargılamalar olmuş ama daha sivil toplumun başlattığı farklı mekanizmalar da var.

Nedir mesele bu farklı mekanizmalar?

Türkiye özeline bakarsak 2004’te yürürlüğe giren “Tazminat Yasası” bile bunun başarısız, küçük ama yine de bir örneği olarak sayılabilir. Sivil toplumun Diyarbakır Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu var, özellikle 78'liler Girişimi’nin öncülüğünde başlatılan böyle bir deneyim. 2007’de başlayan ve 4-5 sene neredeyse tam teşekküllü bir hakikat komisyonu gibi çalışıp 500 tane eski tutukludan, hükümlüden tanıklık toplayan böyle bir komisyon örneği. Ortalıkta hiçbir şekilde yasal bir zemin ya da bir barış süreci olmadığı halde yapıldı bu çalışma.

Şu anda bunun zemini çok daha fazla. Soruya geri dönersem; evet, bence barış anlaşması olmadan da kesinlikle geçiş dönemi adaletinin mekanizmaları kullanılabilir. Örneğin kayıplar meselesi var. Zorla kaybetmenin faili olan pek çok kişi yargılandıysa bile sonuçta aklandı ve cezasızlık devam etti. Bu haftalarda gitgide tekrar bu talebin yükseldiğini de duyuyoruz. Zorla kaybetmelerin failleri yargılanabilir, o dosyalar tekrar açılabilir, düşürülen dosyalar tekrar ele alınabilir. Bunun için bir barış anlaşmasına hiç ihtiyacımız yok. Mahkeme süreci başlatılır ve bu büyük bir adalet talebinin karşılanması anlamına gelir. Çatışmadan etkilenen pek çok ailenin ve mağdurların yakınlarının içine su serpen, umut veren ve bundan sonra gerçekten bunların tekrarlanmayacağı duygusuyla biraz rahatlatan önemli bir adım olur. Somut ve en temel adımlardan biri olur.

Başka bir örnek, bir hakikat komisyonu kurulabilir. Eğer mağdurların, hayatta kalanların ya da kayıp yakınlarının böyle talepleri varsa Meclis aracılığıyla ya da yapılabilecek başka bir şekilde de kurulabilir. Bizim illa bir barış anlaşmasına ihtiyacımız yok ama bunun için bir siyasi iradeye ihtiyacımız var. Belki sivil toplumun da daha yüksek sesle ve daha güçlü bir şekilde geçiş dönem adaletine ihtiyaç olduğunu dile getirmesi ve belki biraz yol göstermesi lazım. Bizim DEMOS’ta da tartıştığımız bir şey. Sivil toplum olarak biz bu sürece nasıl müdahalede bulunabileceğiz diye uzun zamandır tartışıyoruz. Belki bunlar bir yöntem olabilir.

Zaten Türkiye'de uzun süreli bir adalet mücadelesi var, bunu yürüten pek çok sivil toplum örgütü ve bir sürü kurum da var. Bunlar aslında ailelerle, örneğin kayıp yakınlarıyla, işkenceye uğramış, zorla yerinden edilmiş insanlarla çok yakından çalışmış kurumlar. Dolayısıyla adalet talebinin ne olduğuna bakıp hangi mekanizmaların burada işe yarayıp iyi bir şekilde uygulanabileceğini belki sivil toplumun netleştirmesi, bir yol haritası sunması gerekiyor. Bir hakikat komisyonu kurulacaksa hangi konulara odaklansın, hangi döneme odaklansın, kimler o komisyonda yer almalı, nasıl işlemeli gibi öneriler de yapılabilir.

Türkiye'ye benzeri bir süreci en yakın 2013-2015 döneminde de yaşadı. Bu dönemin koşulları tabii daha farklı. Uluslararası anlamda bir sürü denklem değişti. Biz yine sonuçta barış sürecini konuşuyoruz. O dönemde de çeşitli adalet süreçleri işletilmeye çalışıldı. O dönemle bu dönem kıyaslanmalı mı, farkları nedir?

Örneğini verdiğim Hakikat Komisyonu, 2007'deydi. Barış sürecinden bile çok daha önce yapılmış bir şeydi ama sadece 2013-2015 yılları ile sınırlı düşünmezsek ondan 5-10 sene öncesine yayılmış bir durum söz konusuydu. Yüzleşme meselesinin, geçmişle hesaplaşmanın daha konuşulur olduğu bir dönemdi. Ermeni Soykırımı konusunun da Kürt meselesi konusunun da daha çok konuşulduğu bir dönemden bahsediyoruz. O zaman hem sivil toplum bu alanda daha fazla çalışma yapıyordu hem de de hafızaya, hatırlamaya dair siyasi ve toplumsal alan buna biraz daha fazla müsaade ediyordu. Bu kavramların daha yaygın kullanıldığı bir zamandı. Tabii barış süreci döneminde de artık meselenin toplumca bilindiği, resmi bir sürecin yürütüldüğü zaman bu talepler daha da yoğunlaşmıştı.

Dolayısıyla bence şöyle bir temel fark var; o zaman barış süreci konuşulurken geçmişle hesaplaşma meselesiyle geçiş dönemi adaleti birlikte konuşuluyordu. O dönem yapılan toplantılarda bir hakikat komisyonu kurulsa “neleri ele almalı?” örneğin “Sadece Kürt meselesiyle mi sınırlı kalmalı, Ermenilerin de barışması lazım, o zaman onları da mı dahil etmeli” gibi daha ayrıntılı tartışmalar yapıldığını, daha fazla kurumun bu talepleri açıkça sahiplendiğini hatırlıyorum. Aradan geçen süreçte otoriter rejim, hem sivil toplumun hem de politik sosyal hayatın üzerinden o kadar ağır geçti ki bu taleplerin gitgide sesi duyulmaz hale geldi.

Benim gözlemim şu; zaten yakın zamana kadar barış süreci var mı yok mu onu anlamaya çalışıyorduk. O güvensizlik varken adalet, geçmişle hesaplaşma, geçiş dönemi adaleti talepleri vs. pek duyulur değildi. Bunu sivil toplum içinden bakarak da söylüyorum. Şu anda artık Meclis'te bir komisyon kurulması tartışılıyor, işlerin daha somutlaştığını da görüyoruz. Bu taleplerin de daha çok yoğunlaştığını gözlemliyorum. Birkaç haftadır Amed'deyim, burada da daha çok konuşulduğunu görüyorum. Önümüzdeki haftalarda, aylarda adalet ve yüzleşme talebinin de barış sürecinin ayrılmaz bir parçası olması gerektiğini sanki daha çok duyacağız.

Bir de bu çok uzun yıllara yayılacak bir dönem. Barış süreci gerçekten devam eder ve fiziksel çatışma kalıcı bir şekilde sonlanmış olursa önümüzde bu meseleleri ele almak için bir sürü zaman var ve yapılacak tabii ki çok iş var. Yaşanan pek çok kayıp, onun travması, cenazelerin geri gelmesi, mezarlar meselesi, bu toplumsal yas nasıl tutulacak gibi adaletin yanında pek çok konu olacak. Bunların hepsi geçiş dönemi adaletinin alanına giriyor.

Amed’de bu alana dair mi bir saha çalışması yapıyorsunuz, oradaki izlenimlerinizi paylaşır mısınız?

Şu an yaptığım çalışma tam olarak bu konuya dair değil. Daha ziyade ekoloji ve çevre tahribatı. Bir araştırmacı arkadaşımla beraber yapıyoruz. Dolayısıyla doğrudan ilgili değil ama tesadüfen bu çalışmayı yaptığımız dönem tam da barış süreci tartışmalarının çok yoğun olduğu zamana denk geldi. Doğalında bu konu açılıyor, doğrudan biz ona bakmasak da. Burada çok önemli bir başka şey karşımıza çıkıyor, ekolojik tahribat, ekolojik yıkım da çatışmanın önemli sonuçlarından biri. Çatışma bittiği zaman bitecek bir etki değil. Dolayısıyla bu kısma da epey bir ciddiyetle bakmak gerekiyor. Son zamanlarda özellikle Şirnex'te olanlar ama şu an Amed ve çevresinde de olan ekolojik tahribat epey yakıcı.

Genel olarak dünyadaki başka örneklere baktığımızda görülen risk, burada da insanların endişelendiği bir şey. Bir barış sürecinin başlaması ne demek? O alanlarda artık silahlı çatışmanın olmaması demek. Dolayısıyla bu bölgelerin uluslararası sermaye için de daha rahat yatırım yapılabilecek, daha elverişli alanlara dönüşmesi de demek. Bu da buradaki doğanın daha fazla sermaye açılması, yani tahribatın artması gibi bir risk barındırıyor. Bunu da kesinlikle bu önümüzdeki sürecin bir parçası olarak ele almak, düşünmek ve önlemek için mücadele etmek gerekiyor.