Siyaset her şeyden önce bir öngörü işidir. Çünkü zafer veya yenilgi buradan başlar.
Olay ve olgular sağlam analiz edildiğinde, öngörüler de bir o kadar gerçekçi olup, tarihe mal olur.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bundan 15 yıl önce “Erdoğan cesaretli biri değil, bürokrasiye teslim olacaktır. Kürt sorununa yaklaşımında maskesi düşecektir çok geçmeden. MHP’nin bile yapmadığını yapacaktır. Etrafına topladığı bir avuç hainle ne yapmak istedikleri sorgulanmaya değerdir” dediğinde günümüz Türkiye’sinde siyaset yapan hiçbir yapı böyle bir öngörüde bulunmaz, denilen şeylere de anlam vermezdi.
AKP’nin gelecekte “gelmiş geçmiş tüm hükümetlerden daha fazla özel savaş hükümeti” olacağını söylediğinde de çok çok erkendi!
Yine aynı yıllarda AKP’nin ilk yerel seçimlerinden yola çıkarak partinin on yıllar sonra gireceği şablonu satır satır tarif etti. Şöyle demişti “Özellikle yerel seçimlerde ortaya çıkan gerçeklik, güdümlü sağcı bir 'devlet partisi' olma ihtimalini güçlendirmektedir. Türban, laiklik tartışması gerçek gündemi saptırmak için uydurulmuş bir oyun olabilir. İflas eden ve halkın derin nefretini çeken DSP, ANAP ve MHP koalisyonu ile 'Cumhuriyet muhafızları' rolünü oynayan tamamen devletçi CHP ve kontra-çete partisi DYP'nin bıraktığı boşluğu alelacele doldurmak için, tekelci ve orta boy şirketlerle devletin bir bölümünün ortak girişimi ile AKP'nin sahneye çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Ilımlı İslam’la karışık muhafazakâr demokratlığın bir ideolojik kılıf, cila olarak yorumlanması daha doğrudur. ANAP'tan bile daha sağcıdır. Bir şirketler grubunu andırmaktadır. Özellikle ABD ve AB'nin desteğini elde etmek için uydurulmuş Türk-İslam sentezli koalisyonu andırmaktadır.”
Bugün baktığımızda ‘en sağcı devlet partisi’, sahte demokratlık halleri, taktığı maskelerin her konuda düşmesi, bir ihale ve şirket partisine dönmesi ve öyle yol almaya devam etmesi net şekilde gerçekleşen öngörülerdir. Tüm bunlar önemli yoğunlaşmaların ve siyaset teorisini özümsemenin sade göstergeleridir. Sezgi gücünün yoğunluğu, ayrıca incelenmeye değerdir.
Bu yazıda AKP’yi neden yeniden okumaya ihtiyaç duyduğumuzun cevaplarını Öcalan’ın analizleri ışığında bulmaya çalışacağız. Bugün AKP üzerine yeniden yoğunlaşmak bu partiyi yeniden düşünmek faydadan öte bir zorunluluğa denk geliyor. Çünkü faşizmi her şeyi ile yayan ve alanını genişleten AKP, kendi sağ siyasetinin en şiddet ve acımasız kulvarında zirveye oynamaya devam ediyor. Kendinden öncekilerin hepsinden daha fazla sivil katletti, savaş tertipledi ve toplumu ayrıştırıp toplumsallığı öldürdü. O anlamda bu rejime sadece ‘kötü’ bir parti, art niyetli bir yapı, faşist bir sistem deyip yaptıkları şeyler bunlara bağlanamaz. AKP ve onun faşizmi, kaçkınlığı kendine has bir sürece, tarihsel arka plana sahiptir:
“AKP’nin çıkışı öyle sanıldığı gibi 2001’de değildir; en azından 12 Eylül darbesine kadar giden bir kökeni vardır. ABD Cumhurbaşkanı G. W. Bush döneminde BOP’un gündeme girmesi, Afganistan ve Irak işgalleri Türkiye’deki Ilımlı İslâm projesini yeni bir alternatif haline getirdi. Beyaz Türk faşizmi laikçi ve eskimiş yapısı nedeniyle kitlelerden tecrit olmuştu. Ayrıca içe kapanmacıydı. Küresel kapitalizme pek açık değildi. Karşısında ciddi bir sosyalist ve demokratik hareket olmadığı için, ABD bir ırkçı faşizme pek ihtiyaç duymuyordu. Daha da önemlisi, Kürdistan genelinde olduğu gibi Türk egemenliğindeki Kürdistan’da da büyük gelişme sağlamış olan Kürt Demokratik Özgürlük Hareketi gelişimini sürdürüyordu.”
AKP denince ilk akla gelmesi gereken şey bu partinin bir proje olduğudur. Öcalan AKP’yi tartıştığı tüm metinlerde ilk iş olarak bu partinin esas çıkış mantığının nereden başladığı ve nasıl buraya geldiği üzerinde durur. Bundan ötürü bir iktidar eksen kayması tarihinden ibaret olan TC’nin tarihini mercek altına alıyor. AKP’nin kurgulanmış tarihi anlaşılmadan bugün başımıza gelenler de eksik anlaşılacaktır ya da hiç anlaşılmayacaktır. Bu bakımdan Öcalan’ın AKP analizlerini doğru okumak için öncelikle nasıl bir özet arka plan sunduğuna ve gelişim evrimi geçirdiğine 3 madde ile bakalım:
Öcalan, zihniyet olarak AKP’nin tam olarak neyin ürünü olduğunu ve gelişimini şöyle açıklıyor:
**Birincisi dış hegemonik güçlerin değişimi ile başlayan yeni komplo ve darbeler dönemidir.
Öcalan şöyle diyor: “1950-1980 dönemi Beyaz Türk faşizminin olgunluk dönemidir. Ancak komplo ve darbelerle yürütülebilmiştir. Dış hegemonik gücün değişmesinin (İngiltere’nin yerine ABD’nin geçmesi) gereği olarak farklı bazı uygulamalar (çok partili parlamenter demokrasicilik, liberal kapitalizme açılım, laiklikten kısmi tavizler verme) gelişse de, oligarşik faşist diktatörlük esas yapısını koruyarak sürdürmüştür. Sert toplumsal ve sınıfsal çatışmalar sonuç vermemiştir. Sonuç 12 Eylül askeri darbesi olmuştur. İç ve dış konjonktür gereği (Ortadoğu’da İran Devrimi ve Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgal etmesi nedeniyle bozulan dış denge, içteki devrimci mücadelenin yükselişinin durdurulamaması nedeniyle bozulan iç denge) tezgâhlanmış olan darbe, tarihsel anlamda Beyaz Türk faşist sisteminin çöküş sürecine denk gelmiş ve çöküşü durdurmak istemiştir. Bunun için ideolojik planda laik ulusçuluk yerine Türk-İslâm milliyetçiliği esas alınmış, ekonomik alanda içe kapanmacılıktan küresel tekellerle bütünleşmeye açılım sağlanmış, bürokratik ağırlıklı burjuvaziden özel sermayenin öncülüğüne geçilmiş, siyasi-iktidar alanında askeri vesayet geçerli kılınmıştır. Bu düzenlemeyi sağlayan 12 Eylül Anayasası zorla kabul ettirilmiştir.”
**İkincisi, “Yeşil Kuşak” teorisini hatırlamamız gerekiyor.
Bu proje önemlidir. Peki nedir? Yeşil Kuşak, Amerika Birleşik Devletleri başkanı Jimmy Carter'ın ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski tarafından 1977'de geliştirilen bir projedir. Yeşil kuşak projesinin amacı, İslam'ı komünizme karşı bir savunma olarak kullanarak, SSCB'nin petrol zengini Basra Körfezi civarında etkinlik sağlamasını engellemekti. Müslüman ülkelerdeki, İslamcı yapılar desteklenmeye başlamıştı. Ana hatlarıyla desteklenen bu yapılar radikal unsurlar, antikomünist unsurlar ve direkt Amerikancı – batıcı unsurlar olarak öngörülmüştü. “Temel hedefi, İslâmî kültürün yaygın yaşandığı toplumların demokratikleştirilmesini ve sosyalistleştirilmesini barajlamak, İslâm kültürünü kapitalizme entegre etmektir.” Yani Rusya etkili olmasın diye İslam ülkelerine has bir politika benimsendi ve buradaki ılımlı yapıların iktidara gelmesi sağlandı.
Öcalan’a göre AKP’de ılımlı İslam ve onun gelişim hattı üzerinden okunmalıdır. Yoksa bugünkü varlığı ve kuruluş mantığı anlaşılmaz: “Yeşil Türk faşizmi diyebileceğimiz bu akım, 1970’lerden itibaren Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’da yayılmasını önlemek, Sovyet Rusya’yı Afganistan’dan atmak ve Orta Asya’da sorunlarla uğraştırmak, İslâm ülkelerinin demokrasiye ve sosyalizme kayışını önlemek isteyen ABD’nin ırkçı milliyetçiliğe göre daha kullanılır görmesi ve desteklemesi sonucunda gelişim sağlamıştır. AKP 1980’de başlayan İkinci Cumhuriyet döneminin daha yaygın ve oturmuş aşamasının hegemonik partisi olarak tasarlandı. İkinci Cumhuriyet’in temel iç ve dış politikalarına bağlı, ama artık hegemonyasını tamamlamak isteyen bir parti olarak kurgulandı. Bir nevi İkinci Cumhuriyet’in CHP’si olarak tasarlandı. Günümüzde AKP’nin İsrail’le yaşadığı yapay çelişkiler kimseyi şaşırtmamalıdır. Aralarında hiç çelişki olmadığı da iddia edilemez; fakat bu çelişkiler aynı hegemonik sistem içinde çözülebilir çıkar çelişkileridir.”
**Üçüncüsü AKP’nin hazırlanış aşamasıdır.
Ve onun siyasete bir proje olarak girmesine sebep olan önemli duraklardır. Öcalan yine ‘ikinci cumhuriyet” dediği dönem aralığına ve bu dönemde gerçekleşen olaylara dikkat çekiyor:
“İç savaşta rejimin aşırı yıpranması ve ABD’nin Irak operasyonu (görünüşte provokatif El Kaide örgütünün İkiz Kulelere saldırısı bahane edilse de) Türkiye’de yeni bir iktidar hegemonyasını zorunlu kılmıştır. Yeni hegemonyanın iç araçları 1970’lerden beri zaten derlenmekteydi. Türk-İslâm sentezinin benimsenmesi, 24 Ocak 1980 Ekonomik Kararları (küresel finans sermayesine açılım), 12 Eylül darbesi, Beyaz Türk ulus-devletçi partilerin kapatılması, Genelkurmay’da kural dışı atamalar, Doğru Yol Partisi’nde Tansu Çiller Operasyonu ve Hükümeti, 28 Şubat süreci, Erbakan Hükümeti’nin düşürülüşü ve en son Bülent Ecevit’in hem kişisel hem de hükümet olarak tasfiyesi bu sürecin belirgin aşamaları olarak sıralanabilir. AKP’yi böylesi aşamaların tüm iç ve dış unsurlarının bir düzenlemesi olarak değerlendirmek büyük önem taşır.”
Öcalan’a göre AKP çok önemli bir dönüşümün adıdır ve dönüşüm en az CHP’nin kurgulanması kadar önemlidir. “AKP ideolojik arka bahçesini kime yaslıyor?” sorusuna şöyle cevap veriyor:
“AKP’nin düzenlenmesi, Türkiye çağdaş tarihinin Cumhuriyet hamlesi kadar önemli bir hamledir; o ayarda bir dönüşümün adıdır. Nasıl ki CHP Tanzimat, Birinci ve İkinci Meşrutiyet ve Ulusal Kurtuluş sürecinin merkezî devlet partisiyse, AKP de aynı süreçlerde çoğunlukla muhalif kalmış, Abdülhamit rejimiyle uzlaşmış, Alman hegemonyasına karşı İngiltere hegemonyasını esas almış, laik ulusçuluğa karşı İslâmî milliyetçiliği geliştirmiş, Siyonist milliyetçiliğe karşı Karaim Yahudi evrenselciliğiyle ittifak kurmuş, ordunun 12 Eylül darbesinde desteklediği Türk-İslâm ideolojisini kendine destek yapmış, bizzat ordunun 28 Şubat süreciyle radikal millici Necmettin Erbakan’ın partisini parçalaması sonucu hayat bulmuş uzun bir sürecin merkezî ulus-devlet partisidir.”