Öcalan’ın AKP analizlerini yeniden hatırlamak-2

“AKP savaştan vazgeçmedi; savaşın kapsam ve boyutlarını geliştirip derinleştirerek devam ettirdi. AKP kendisinden önceki bütün devlet partilerinden daha fazla devlet partisi, hükümeti de tüm önceki hükümetlerden daha fazla ‘özel savaş’ hükümetidir.”

Öcalan, parti olarak AKP’nin karakterine sosyo-psikolojik yaklaşır...

Şu tespit; duymak isteyen kulaklar, görmek için gözler için büyük bir uyarıdır. 2008’de AKP’nin en devletçi parti ve en acımasız özel savaş hükümeti olduğunu söyledi:

“AKP savaştan vazgeçmedi; savaşın kapsam ve boyutlarını geliştirip derinleştirerek devam ettirdi. AKP kendisinden önceki bütün devlet partilerinden daha fazla devlet partisi, hükümeti de tüm önceki hükümetlerden daha fazla ‘özel savaş’ hükümetidir.”

“AKP, Yeşil Türk faşizminin inşa edici ve yürütücü gücü olarak, uzun bir tarihi geçmişe dayanan, hegemonik iç ve dış güçlerin desteğini arkasına alarak iktidara oturmuş bir partidir” der. Denilebilir ki bu partinin pratiklerine dair okumalarda Kürt kimliğine yaklaşım ve hareket etme tarzı başat iki konu olarak ön plana çıkar.

Ayrıca unutulmamalıdır ki; AKP’nin iktidara gelmesi, devlette yeni hegemonik dönemi ifade eder. “Cumhuriyet’in seksen yıllık Beyaz Türk hegemonyası, yerini yavaş yavaş ve sancılı şekilde Cumhuriyet’in Ilımlı İslamcı geçinen Yeşil Türk faşizmine bıraktı. Şüphesiz bu durum devletin tümüyle fethedildiği anlamına gelmez, fakat o yola girilmiştir. Ankara merkezli Beyaz Türk faşizmi yerine, Konya-Kayseri merkezli Yeşil Türk faşizmi yavaş yavaş fakat emin adımlarla Cumhuriyet’in yeni hegemonik gücü olma yolundadır. Cumhuriyet’in 100. yılı olacak 2023 yılının bu hegemonya altında karşılanması daha şimdiden açıkça planlanmaktadır.”

Önce Kürtlere bakış açısı ve ilişkilenme şekline dair analizlere bakalım. Öcalan AKP ile ilgili en derinlikli ve detaylı yorumlarını görüşme notlarından öte, Savunmalar’ında yaptı. Kürt ve Kürtlüğe dair politikalarının hattını Sünni ve Türkçü karakterine vurgu yaparak yaptı. “AKP, Türk kimliği ulus-devletçi niteliğini olduğu gibi korunacak, Sünni İslâmcı ideolojik aygıtlarla daha da pekiştirilecektir. Asıl kimlik problemini yaşayanlar Kürtler olacaktır. Ordunun bir kanadının yeni hegemonik güçle ittifak kurması, Kürt kimliğinin bastırılıp tasfiye edilmesinde İslamcı ideolojik aygıtların önemli rol oynayacaklarına inanmasından ileri gelmektedir. Diğer iki faşist ideolojik aygıtın sıfırlanması, ordunun yeni komuta kademesini buna ikna etmede etkili olmuştur.”

Öcalan Kürt tasfiyesinin AKP tarafından devam edeceğini özellikle vurguluyor:

“Kürt kimliğinin bu yeni hegemonik güç döneminde tasfiyesi için yeni komplo yöntemleri denenmektedir, denenecektir. Bunun provaları ilk defa açıkça Türkiye Hizbullah’ı (Kürdistan halkının Hizbul-Kontra dediği oluşum) adıyla 1990’larda yapıldı. JİTEM’in kurucusu Albay Arif Doğan’ın açıkça dile getirdiği gibi, Hizbul-Kontra kendilerinin inşa ettiği bir oluşumdu. Bu oluşumun on bini aşkın insanın fail-i meçhul bir biçimde katledilmesinde önemli rol oynadığı herkesçe bilinmektedir. Bu deneyimden sonra AKP ile ikinci aşamaya geçildi. AKP’nin müttefikleri (ittifak ettikleri tarikat-holding güçleri, özellikle F. Gülen adıyla tanıtılan, özünde devlet-içi olan ve ABD’nin ülkücü siyah kontralar yerine ikame ettiği yeşil kontra) ile birlikte Kürdistan için öngördüğü temel tasfiyeci model ve bu modelin temel uygulama aracı Ilımlı Sünni İslâmcılık iken, Hizbul-Kontra yerine yeni tetikçi güç olarak öngördüğü yapılanma ise bir nevi Kürt Hamas’ı dediğimiz oluşumdur. Yeni tasfiye planı eski Beyaz ve Siyah Türk faşist yöntemlerini tümüyle devre dışı bırakmıyor, daha çok tamamlayıcı nitelikte olup onların etkisiz kaldıkları alanları yeni baştan düzenliyor. Bu alanları ‘parti ve komelan terörüne karşı’ ekonomik, sosyal, kültürel-psikolojik, askeri, siyasi ve diplomatik olarak beş-altı önemli bölüme ayırarak, daha sistemli ve yoğun olarak düzenlemeyi öngörü yor. AKP özellikle ordunun resmi komuta grubuyla vardığı 4 Mayıs 2007 tarihli Dolmabahçe Protokolü (Başbakan Erdoğan ve dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt arasında varılan, ölünceye kadar gizli kalması kararlaştırılan protokol) ve ABD ile kararlaştırılan 5 Kasım 2007 tarihli Washington Protokolü ile bu düzenlemeleri hızla hayata geçirmeye çalıştı, çalışıyor. ABD-İngiltere-İsrail üçgeninin Ortadoğu’daki hegemonyasına hizmet etmek için bizzat bu üçlü tarafından oluşturulan AKP, hegemonyaya hizmet karşılığında payının arttırılmasını talep etmektedir. Bunun yolu da ordunun kendisine yönelik vesayetinin hafifletilmesi, kendisine karşı yeni darbelerin düzenlenmemesi ve Ortadoğu’daki sömürü pastasından daha fazla pay ayrılmasıdır.”

Yine Kürt olgusu ile ilintili olarak, Öcalan özellikle AKP’nin ordu şahsında rejimin eski iktidar sahipleriyle yaptığı uzlaşmanın temelinde Kürt varlığının (ontolojik gerçeklik) ve özgürlüğünün (bilinç ve örgütlülük) tasfiyesi ve kültürel soykırımın sürdürülmesi yattığının altını çizer.

“İktidar başka türlü AKP’ye teslim edilemezdi. 1925’teki Siyonist milliyetçilik ve Türk ulusçuluğu arasındaki uzlaşmanın temelinde de Kürt varlığının inkârı ve isyancı güçlerin şiddetle tasfiye edilmesi yatmaktaydı. Bu uzlaşma AKP döneminde sadece olduğu gibi kabullenilmekle kalmamış, İslami argümanlarla daha da güçlendirilerek devam ettirilmiştir. Özcesi, her üç ana akım milliyetçiliğin (Siyonist Türk ulusçuluğu, ırkçı Türk milliyetçiliği ve Türk-İslâm milliyetçiliği) ortak paydası Kürtlerin kültürel soykırımıdır. Her üç milliyetçilik diğer tüm konularda birbirlerine karşı darbe yapıp kanlı mücadelelere girseler de Kürt gerçekliği karşısında hep ortak tavır alırlar. Faşist rejimin ‘tunç yasası’ denen olgu budur.”

Öcalan’a göre AKP iktidarının ilk sekiz yılı CHP’nin ilk sekiz yılına (1923-1931) çok benzemektedir. İkisinde de tek partili rejim egemendir. Tıpkı 1931’den itibaren (M. Kemal’in Serbest Fırka denemesine rağmen) ağırlaşan İsmet İnönü ve Recep Peker faşizmi gibi, AKP’nin de 2011 seçimlerinden itibaren (Hitler’in 1933 seçimlerindeki konumuna oldukça benzemektedir) diktatoryasını yoğunlaştırma ve kendi anayasasıyla pekiştirme olasılığı yüksektir. Yine tıpkı dönemin CHP’sinde olduğu gibi sürecin sancılı geçmesi ve iç çelişkilerin artması (Mustafa Kemal ile İsmet İnönü arasında olduğu gibi) AKP’yi farklı rotalara saptırabilir. (Nitekim Erdoğan-Gül-Arınç ekseninde yaşananlar açıkça bu durumu doğruladı.)

Peki AKP’nin bugün ve ileriye yönelik politikaların dair öngörüler nedir?

Kürtlere yönelik tasfiye çalışmalarının devam edeceğini söylüyor!

Öcalan’a göre AKP hükümeti sadece adım adım devlet iktidarını ele geçirmiyor, aynı zamanda hegemonikleştiriyor. Tıpkı Cumhuriyet’in kuruluş döneminde olduğu gibi çöküş sürecinde de iktidarı hegemonikleştirerek sürdürmek istiyor. Kuruluş sürecinde Kürtlere yönelik tasfiye hareketi nasıl Beyaz Türk faşist hegemonyasına götürdüyse, faşizmin çözülüş sürecinde de Kürt özgür kimlik hareketi hedeflenerek aynı hegemonya yeniden inşa edilmektedir. Kürtlerin tasfiye edilmesi Cumhuriyet’i tüm aydınlanmacı ve demokratik özünden uzaklaştıran etkenlerin başında gelmektedir. Nasıl ki Kürtlerin tasfiyesi Cumhuriyet’teki tüm olumsuz gelişmelerin temel etkeniyse, bunun tersi de doğrudur. Yani başta demokratikleşme olmak üzere, Cumhuriyet’in olumlu temelde ilerlemesi de Kürtlerin özgürleştirilmesiyle bağlantılıdır.

Son olarak gelinen aşamaya dair Öcalan birkaç uyarı yapmaktadır AKP şahsında:

Birincisi AKP’nin devlet içindeki dengelere göre eğilim gösterdiğini ve Ergenekon meselesinden iyi dersler çıkarılması gerektiğini ima eder.

İkincisi AKP içten bir barış ve demokrasi talebinde bulunmayacaktır. Ancak etkili bir muhalefetle buna zorlanabilir. Özellikle Kürt oylarına güvenerek vazgeçilmezliğini ısrarla dayatma amacındadır. Fakat Kürtlerin anlamlı bir barış ve demokratik çözüm yaklaşımını görmemesi onları da benzerleri konumuna itebilecekti.

Üçüncüsü, onurlu barış ve anlamlı bir demokratik çözüme gelmediği sürece darbeci-komplocu savaş yolundan çıkamayacaktır. Nitekim bugün de gördüğümüz ve yaşadığımız tüm süreç, tam da seçtiği yolun darbe ve komplo yolu olduğu ortadadır.