2023 Demokratik Cumhuriyetle taçlanacaktır

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu'nun Yeni Özgür Politika'da yayınlanan makalesi...

Tayyip Erdoğan ve AKP iktidara gelmek için 2002 yılında demokrasiden, özgürlüklerden söz etti, yolsuzluklara karşı mücadele edeceğiz, dedi. 1980 12 Eylül askeri faşist darbesinden 2000 yılına kadar süren baskı, zulüm ve savaş ekonomisinin yükünün halkın sırtına bindirilmesi Türkiye halklarında demokrasiye özlemi artırmıştı. Ancak 2002 seçimlerinde demokratik güçler dağınık olduğundan ve ortak hareket edemediğinden bu ortamdan yararlanan AKP iktidara geldi. Eğer demokratik siyasi bir ittifak kurulsaydı AKP kesinlikle iktidara gelemezdi. AKP demokrasi gülerinin mücadelesi ve toplumda yarattığı demokrasi özlemine dayanarak ve bu özlemleri sömürerek iktidara geldi. O zamanın Baykal’ın CHP’si bugünün Kılıçdaroğlu’nun CHP’si gibi AKP’nin seçimleri kazanmasının önünü açmıştı. Zaten Erdoğan’ın başbakan olmasını da Baykal sağlamıştı.

Erdoğan geleneğinin birinci cumhuriyeti kabul etmediği bilinir. Çünkü cumhuriyet kurulurken siyasi İslamcı kesimler devletten dışlanmıştır. Bu durum yüz yıllardır devlet içinde etkili olan bu kesimi rahatsız etmişti. Demokratik karakterleri olmadığından bu devleti kabul etmeseler de çok açıktan bir mücadele içinde de olmadılar. Zaten devlet de bu çevreleri devlet dışında bıraksa ve baskı altına alsa da Kürtler ve sosyalistler gibi üzerlerine şiddetli gitmemiştir. Zaten dini daha baştan devlete hizmet ettirmek için Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurmuştur. Yeni cumhuriyet bir taraftan siyasi İslam’ı devlet dışı tutarken diğer taraftan Sünni İslam’ı devletin dini olarak kabul etmiştir. Ne kadar laiklikten söz etseler de Sünni İslam devlet dini olarak korunmuş ve kollanmıştır. Bu açıdan cumhuriyetin dine yaklaşımı ikili karakterde olduğu gibi dini kesimlerin de devlete yaklaşımı ikili olmuştur. Zaten siyasal İslamcılar devlete kendi kontrollerinde olmadığı için muhaliftirler. Bu nedenle muhaliflikleri de hiçbir zaman Kürtler ve sosyalist güçler gibi olmamıştır.

Bu karakterleri nedeniyle esas amaçları devleti ele geçirmek olmuştur. Bu devleti de demokratikleştirmeyi düşünmemişlerdir. Çünkü demokratikleşmede, demokraside bir inancın ya da bir etnik kesimin toplum üzerinde egemenliği olamaz. Bu açıdan demokrasiyi her zaman amaçlarına ters görmüşlerdir. Nitekim 2002 yılında iktidara geldiklerinde gerçek anlamda bir demokratikleşme düşünmemişleridir. Sadece Fethullhaçılarla birlikte halkın demokrasi özlemini sömürerek ve bazı liberal kesimleri kullanarak o güne kadar cumhuriyete hakim olanları öteleyip kendileri devletin sahibi olmak istemişlerdir. Bu konuda Avrupa ve ABD’nin desteğini alarak klasik iktidar bloklarını geriletmişler, devletin içine adım adım yerleşmişler; kendilerine bağlı bir sermaye oluşumuna da gitmişlerdir. Klasik iktidar blokları geriletilince AKP ile Fethullahçılar arasında devleti hangi siyasal İslamcı kanat ele geçirecek mücadelesi başlamış; bu mücadeleden klasik iktidar bloklarının bir kısmını yanına alan Tayyip Erdoğan ve AKP galip çıkmıştır. Tayyip Erdoğan ve AKP 15 Temmuz darbe girişimini gerekçe yaparak ve bir kısım Kürt düşmanlarını da yanına alarak daha doğrusu Kürt düşmanlığının öncülüğünü yaparak devletin hakim gücü olmayı hedeflemiştir.

Türkiye’de demokratikleşme olmadığı müddetçe iktidar olmanın kanunu Kürtleri egemenlik altında tutma ve bu temelde soykırım politikalarının yürümesini sağlama kapasitesidir. Tayyip Erdoğan bu gerçeği görmüş ilk önce Kürtler ve demokrasi güçlerini ürkütmemek için “Kürtleri en iyi ben oyalarım, en iyi ben kontrol ederim” diyerek iktidarını sürdürmüş; Kürtleri ve demokrasi güçlerini oyalayamayacağını görünce de bu defa “Kürtleri en iyi ben ezerim, ben tasfiye ederim” diyerek iktidarda kalmayı hedeflemiştir. Önder APO hiçbir zaman AKP iktidarının demokratikleşme doğrultusunda adım atacağına inanmamıştır. Ancak bu iktidarın yaşadığı bazı zorluklardan yararlanarak demokratikleşmenin önünü açacak bazı adımlar attırmaya çalışmıştır. Ancak demokrasi güçleri ve Kürt demokratik hareketi bu çabaları destekleyecek bir mücadeleci duruş içine giremeyince bu çabalar yeterince sonuç vermemiştir.

Önder APO AKP iktidarının esas karakterini ‘Soykırım Kıskacında Kürtler’(Demokratik Ulus Çözümü) adlı savunmasında “T.C’DE HEGEMONİK İKTİDAR KAYMASI” bölümünde açıkça ifade etmiştir. Cumhuriyetin kuruluş dönemi nasıl ki otoriter olduysa cumhuriyetin çöküş sürecinde de böyle bir otoriter faşist rejim ortaya çıkmıştır. Cumhuriyetin yarattığı sorunlar ve çözümsüzlük AKP iktidarını yaratmıştır. AKP bu çözümsüzlüğe bir çözüm bulma iktidarı değildir; sorunları daha da ağırlaştırarak cumhuriyeti bir çıkmaz içine sokacaktır. Önder APO, AKP iktidarını 12 Eylül faşizminin liberal versiyonu olarak tanımlamaktadır. Daha doğrusu 12 Eylül faşizminin özgürlük mücadelesi karşısında yeni koşullarda güncellenmesini ifade etmektedir. Zaten AKP iktidarının önünü esas olarak açan 12 Eylül faşizmi olmuştur. 12 Eylül faşizmi NATO’nun da desteğiyle cumhuriyet krizini siyasal İslam’ı sistem içine alarak aşmayı ifade ediyordu. Ancak Kürt özgürlük mücadelesinin gelişimi bunu sekteye uğratmıştı. Ne zamanki Önder APO esaret altına alındı, çatışmasızlık ortamı doğdu; egemen sınıflar bu koşullarda PKK’nin bir daha ayağa kalkamayacağını düşünerek siyasal İslam’ı sistem içine alıp cumhuriyeti restore etmek istediler.

Cumhuriyetin çözümsüzlük içine girdiği dönemde siyasal İslam sistem içileştirilerek Kürt soykırımını hedefleyen yeni bir devlet yapılanması amaçlanmaktadır. AKP’nin iktidara gelmesi ve iktidarda tutulması esas olarak bu amaçladır. Tayyip Erdoğan başkanlık sistemine geçerek 2023 yılına kadar bu devlet yapılanmasını tamamlamayı hedeflemektedir. Din soykırımcı devlet yapılanmasının boyası yapılmaktadır. Zaten Erdoğan’ın tek millet, tek vatan, tek devlet ve tek bayrak demesi bu gerçekliğin sembolik ifadesidir. Bu tekler içinde tek mezhep de vardır. Ancak bunun açıkça ifade edilmesi dünyada çok tepki çekeceğinden dillendirilmemektedir.

Tayyip Erdoğan Devlet Bahçeli ile ittifak yaparak böyle bir cumhuriyet şekillendirmek istemektedir. Birinci cumhuriyet 1920’li yıllar koşullarında kurulmuştur. Büyük topraklar kaybetmiş olan bir devletin içinden çıkan cumhuriyet bir yönüyle de travmatik bir cumhuriyettir. Daha fazla toprak kaybetmenin korkusu ve bu temelde ulus-devlet kurma amacı cumhuriyeti Kürt düşmanı otoriter bir devlet olmaya yöneltmiştir. Bu da tabi ki demokrasi düşmanlığıyla birlikte yürütülmüştür. Ancak bu politika Türkiye’yi sürekli siyasi krizlerle karşı karşıya getirmiştir. Cumhuriyet bu politikasını Sovyet karşıtlığı ve soğuk savaş sürecinde dış güçlerin tam desteğini alarak yürütmeye çalışmıştır. Ancak bu politika Kürt halkının özgürlük mücadelesi, sosyalistler başta olmak üzere demokrasi güçlerinin onlarca yıldır yürüttükleri demokratik devrim mücadelesi ve soğuk savaş dengelerinin dağılmasıyla sürdürülemez hale gelmiştir.

Şimdi bu sürdürülemez birinci cumhuriyete nasıl bir yön verilecek? Siyasal İslam’ın sistem içine alınmasıyla eski cumhuriyet restore mi edilecek, yoksa krizlere yol açan sorunlara demokrasi içinde çözüm bulunarak Demokratik Cumhuriyete mi ulaşılacak? Demokrasi geldiğinde siyasal arenada kalamayacak AKP ve MHP demokratikleşmeyi engellemek için sonuna kadar gerici faşist direnişlerini sürdürecektir. Tayyip Erdoğan başkanlık sistemiyle yeni bir Türkiye yaratacağını ve bunun kurucusu olduğunu ortaya koymak için Birinci Meclis binasında ilk başkanlık sistemi toplantısını yapsa da bu sadece halkları aldatmadan öte bir anlam taşımamaktadır. Erdoğan’ın kurduğu sistemin ne Birinci Meclis ile alakası vardır; ne de cumhuriyeti kurtaracak bir özelliğe sahiptir. Türkiye’yi çıkmaza sokan politikaları, dinci-milliyetçi faşist bir zihniyet ve yapılanmayla sürdürmek istiyor. 1923’te kurulan ve daha sonra çıkmaza giren otoriter cumhuriyeti bugünkü dünya, Türkiye, Ortadoğu ve Kürdistan koşullarında yeni bir otoriter sistem haline getirmek sonuç vermeyecektir.

AKP-MHP iktidarının Türkiye’yi sürekli krizler içinde tutan Kürt ve demokrasi düşmanı politikalarının Türkiye’yi düzlüğe çıkarması, istikrar ve barışı getirmesi mümkün değildir. Zaten bu politikalar sorunları çözemediği için sürekli beka sorunundan söz etmektedir. Kendilerinin varlığı ve politikaları Türkiye’yi sıkıntılardan kurtaramamaktadır. Bu da bu partilerin varlığını sorgulatmaktadır. Bu nedenle baskı politikalarını sürdüremedikleri takdirde iktidarını kaybedeceklerdir. Türkiye’nin beka sorunu var, diyerek baskılarla kendilerini iktidarda tutmaya çalışmaktadırlar.

Her ne kadar tek adamlık sistemine geçseler de ve mecliste çoğunluğu sağlasalar da düşündükleri gibi 2023 yılına kadar iktidarda kalmaları zordur. Cumhuriyeti krize sokan ve onların iktidar olmasını sağlayan çözümsüzlük onların da iktidarını yıkacak zemindir. Demokrasi güçleri ve Kürt halkı onlarca yıldır hatta 95 yıldır bir mücadele yürütmektedirler. Demokrasi güçlerinin mücadele zemini ve potansiyelleri bu faşist güçlerin dayandığı imkânlardan daha güçlüdür. Onlar başarısızlığı kanıtlanmış zihniyet ve zemine dayanırken, demokrasi güçleri Türkiye’nin sorunlarını çözecek zihniyete ve zemine sahiptirler. Hiçbir ideolojik ve siyasi güç geleceğini elindeki imkânlarla kurtaramaz. Ancak toplumların ihtiyacı ve zamanın ruhuna cevap olanlar başarılı olur. Bu diyalektik günümüzün dünyasında daha fazla geçerlidir.

AKP-MHP faşist iktidarına karşı mücadele edildiğinde 2023’ü göremeyeceklerdir. Zorla, şiddetle, para gücüyle iktidarını sürdürmek isteseler de siyasal, toplumsal sorunlar ve bu sorunların yarattığı ağır kriz ve çıkmazlar mücadele yürütüldüğünde onları iktidardan edecektir. Türkiye’nin bugünü de, geleceği de demokrasi güçlerinin olacaktır. Demokrasi güçleri Kürt halkıyla birlikte mücadele ederek bu 2023 yılı despotik bir dinci-milliyetçi cumhuriyetin gerçekleşmesiyle değil, Demokratik Cumhuriyet’in gerçekleşmesiyle karşılanacaktır. İlk cumhuriyetten bugüne yaratılan ve var olan olumlu değerler de ancak cumhuriyetin demokratikleşmesiyle anlam bulacaktır. Kim cumhuriyetin çıkmazdan kurtulmasını istiyorsa, bu cumhuriyetin hak, adalet, özgürlük, eşitlik temelinde köklü yenilenmesini arzuluyorsa demokratikleşmeyi hedeflemelidir. Demokrasi güçlerinin Kürt halkıyla birlikte yürüttükleri mücadeleyle hedefledikleri Türkiye’yi demokratikleştirme amacına destek vermelidirler. Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratikleşmesi dışında istikrar ve barışa kavuşması mümkün değildir.

Şunu bir daha vurgulamalıyız ki; tarih, toplum ve tüm veriler Tayyip Erdoğan ve Bahçeli’nin değil, demokrasi güçleri ve Kürt halkının 2023 hedeflerinin gerçekleşeceğini göstermektedir. Tüm Türkiye halkları 2023 yılında cumhuriyetin demokratikleşmesini kutlayacaklardır…