PKKnin silahlı mücadeleyi başlattıðı 15 Aðustos 1984ten bu yana 28 yıl geçti.
Bu yazımda Kürtlerin tarihinde çok önemli bir yer tutan ve diriliş bayramı olarak kutlanan 15 Aðustos Atılımını-kısaca- deðerlendirmek, o günde bu güne hızlı bir yolculuk yapmak istiyorum.
Elbette, 15 Aðustosu ve silahlı mücadeleyi anlayabilmek için her şeyden önce PKKnin ortaya çıkış sürecine ve o sürecin özelliklerine bakmak gerekiyor.
PKKnin ortaya çıkışı Türkiyede köklü deðişimlerin yaşandıðı 1960lı yılların sonlarına tekabül ediyor.
Yukarından inme hızlı bir kapitalistleşmenin dayatıldıðı, toplumun hızla- çözülmeye zorlandıðı, ekonomik-sosyal ve siyasal alanda kargaşa ve kaosun yaşandıðı o dönemde Türkiye, yaşamın her alanında sarsıcı etkileri olan yeni bir şok dalgasıyla karşı karşıya kalmıştı.
Eski ile yeni deðer yargıları, ilerici- gerici düşünce akımları, sefahat arayışları ile sefalet yakınmaları iç içe geçmişti.
Köyler boşalmış, şehirler dolup taşmış, yoksulluk ve işsizlik artmıştı. Yarınından emin olmayan, umudunu yitirmiş kesimler çoðalmıştı. Çözülen geleneksel deðerlerin yerini radikal talepler almaya başlamıştı.
Kapitalist gelişmenin asıl sarsıcı etkileriyse Kürdistanda yaşanmıştı.
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Kürtlere inkar ve imha temelinde uygulan 'milli zulüm' devam ettiði için, sosyal çözülme ulusal tepkiyle iç içe geçmiş, Kürt ulusalcılıðını da tetiklemişti.
(1960lı yılların sonlarında Kürdistan köylerine Komando Harekatları düzenleniyor, köy meydanına toplanan ve çırılçıplak soyundurulan erkeklerin cinsel organlarına ip baðlanıyor, ip bunların anneleri, eşleri, kız kardeşleri ya da kızlarının eline veriliyor, çekmeleri isteniyor, kadınlı-erkekli Kürtler bu şekilde aşaðılanıyordu. )
Bir yandan kapitalizm yarattıðı çözülme, diðer yandan devletin uyguladıðı milli zulüm Kürtlerde ulusal bilinci hızla geliştiriyor, yeni arayışların içine itiyordu.
1970li yılların ortalarına gelindiðinde Kürdistan tarihinin en önemli gelişmelerinden biri ortaya çıktı; Kürt aydınlanması, dünya çapında esen özgürlük ve sosyalizm rüzgarının da etkisiyle nicel ve nitel sıçrama yaptı!
Kürt aydınlanması patladı ve Kürdistanın en ücra köşesine doðru yayılmaya başladı.
Bu gelişme karşısında Türk devleti çare olarak yine ve yeniden şiddete sarıldı.
Ne de olsa şiddet, burjuva demokratik sürecini tamamlayamamış, hatta bildik manada devlet bile olamamış Türk devletinin elindeki tek araçtı.
Türkiye daha 12 Mart 1971de gerçekleştirdiði askeri darbeyle toplumsal gelişmenin önünü şiddetle kesmeye çalışmıştı.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Memduh Taðmanç,'sosyal gelişme ekonomik gelişmenin önüne geçti' demiş, bunu şiddetin gerekçesi yapmıştı.
Tepeden inmeci kapitalist kalkınma modelinin yarattıðı sorunlarla sarsılan Türk devleti, toplumsal gelişmenin bu yeni boyutunun ortaya çıkardıðı sorunları çözme niyeti ve yeteneðine sahip deðildi.
Hele hele Kürt aydınlanmasını 'yumuşatarak' sistem içinde tutmaktan yana hiç deðildi.
Aksine toplumsal gelişmeleri zor kullanarak kontrol altına almak, Kürtleri bastırmak, sistemini çıplak zorla yaşatmak istiyordu.
Türk devleti zordan başka bir şey bilmiyor; zordan başka bir şeyi düşünmek de istemiyordu.
Bu nedenle Kürtleri sistem içinde tutmayı deðil, daða sürmeyi tercih etti. Kürt aydınlanmasının
önünü silahla ve kanla kesmeyi milli politika olarak benimsedi.
Kürtleri ezerek ve aşaðılayarak daða sürmek 12 Eylül 1980de yapılan askeri darbenin en önemli gündem maddesiydi.
Cunta bu yüzden Kürdistanda vahşi bir terör estirdi.
Kürtleri sistem içinde tutmak, onların demokratik haklarını kullanmalarına olanak vermek yerine daða çıkmaya zorlayan devlet, sonunda PKKyle karşı karşıya geldi.
PKK de diðer Kürt oluşumları gibi aydınlanma sürecinin ürünü olan bir partiydi. Nesnel sürecin bir öznesiydi.
Nesnel süreç radikalizme hizmet etmektedir. Bunun bir sonucu olarak PKK de sorunları radikal yöntemlerle çözeceðini ileri sürmekte, iktidara giden yolun namlunun ucundan geçtiðini söylemekteydi.
PKKden önce de bazı Kürt örgütleri silahlı mücadele kararı almış, bu amaçla Filistin ve Lübnanda gerilla grupları bile eðitmişlerdi.
Ancak askeri cuntanın uyguladıðı terör bu örgütleri sindirmişti.
Darbe sonrası Kürt halkının Türk devletine olan öfkesi de kabarmış, vahşi bir barbarlıðın egemen olduðu 12 Eylül koşullarında silahlı mücadele tek seçenek haline gelmişti.
PKK, halkın öfkesini ve tepkisini arkalayarak devlete anladıðı dilden karşılık verdi.
Halk PKKye o süreçte intikam hareketi misyonu biçmişti.
Bu sayede kısa sürede de yükseldi. Zamanla Kürdistanda hem devletin otoritesini geriletti hem de Türk devletine Kürtlerin varlıðını kabul ettirdi.
Tabii ki PKKnin ortaya çıkış süreci bu kadarla sınırlı deðil. Nesnel süreçle ilgili bir dizi iç ve dış etmen vardır. Soðuk Savaş da bunlardan biridir.
O dönemin özelliklerine bakmadan, yakın tarihi önümüze koymadan PKKyi Ergenekon kurdu, yok, MÝT kurdu demek, komplo teorileri üretmek,ırkçı, inkarcı ve imhacı sistemi aklamaya çalışmaktan başka bir şey deðildir.
Hiçbir halk hareketi hele hele PKKnin öncülük ettiði şekliyle şiddetli ve yaygın bir halk isyanı birileri istedi diye başlamaz. Ayrıca alt yapısı olmayan hiçbir öznenin geleceði de olmaz.
Kaldı ki Kürt sorunun yaratan PKK deðildir.
Aksine PKKyi yaratan Kürt sorunudur. Her nesnel süreç kendi öznesini yaratır. Türkiyenin mevcut sisteminden, bu çalkantı ve çelişkilerden bir savaş çıkacaktı.
Yaşanması gereken yaşanacaktı. Kürt halkı da kaçınılmaz bir biçimde bir Abdullah Öcalan, bir Mazlum Doðan, bir Mahsum Korkmaz vd. yaratacaktı.
Bundan kaçış yoktu.
Çok acılar yaşandı ancak, tarihin savaşa evirilen akışını o zamanlar deðiştirmek mümkün olmadı, olamazdı.
Bugün artık hem Kürtlerin hem de Türklerin 28 yıldır süren savaşın muhasebesini yapmaları ve bazı dersler çıkarmaları gerekiyor.
Geçmişte yaşanması gereken yaşandı ancak hiç olmasa gelecekte bunlar yaşanmayabilir.
Ne var ki Türkiye devleti, hükümeti, siyaseti, akademik dünyası ve medyasıyla aradan geçen 28 yıldan gerekli dersleri çıkarmış deðil.
Sorunu anlamış, kavramış da deðil.
Bu yüzden Kürtlerin insani, ulusal ve demokratik haklarını vermek yerine, hala terör ve hala taşeron edebiyatı yapıyor.
Türk devleti kurulduðunda bu yana önce Ýngilizlere, sonra da Amerikaya tetikçilik yapıyor,başkalarının çıkarları için kendi halkıyla ve vatandaşlarıyla savaşıyor ve aynaya bakma ihtiyacı hissetmeden de temel insani hakları için mücadele eden yoksul Kürtleri başkalarının taşeronu olmakla suçluyor.
Türkiyenin en kıdemli istihbaratçısı bir Türkiyeyi Türkler yönetmiyor diyor ama, o kalkmış Kürtlere ders vermeye çalışıyor.!
Maalesef Türkiye kendi gerçeðiyle yüzleşmek istemiyor.
Batının onu içine düşürdüðü ulus devlet tuzaðından da bu yüzden kurtulamıyor.
Böyle giderse de başımıza bela olacaða benziyor. Kendisi bilir; ne de olsa böylesi kapışma süreçlerinde azdan az çoktan çok gidiyor.
*
Son olarak: Kürt halkı 15 Aðustosla birlikte devrimsel bir deðişim ve dönüşüm sürecinin içine çekilmiş, orada yeniden yaratılmak suretiyle, kendisiyle, kendi deðerleriyle, tarihsel kökleriyle buluşturulmuştur.
Kürt meselesi öyle bir hale geldi ki artık ne Türkler ve Türkiye eskisi gibi kalabilir ne de Kürtler ve Kürdistan.
Bundan böyle artık Türkiyenin bölgenin ve dünyanın sahnesinde bir aktör olarak Kürtler de var; Kürdistanda.
15 Aðustos öncesi Kürtlerin bir ismi bile yoktu, şimdi elle tutacakları kadar yakın bir ülkeleri ve özgürlükleri var!
Var ve Türk kardeşlerimizin o çok sevdikleri ifadeyle sonsuza kadar da var olacak.
Elbette, Türklerle birlikte mi, yoksa onlardan ayrı mı var olmaya devam edecek sorusuna zaman yanıt verecek.
Bunun kararını da Kürtlerden önce Türkler verecek.
Zira, nam-ı diðer Özgürlük Hareketi olan ve Kürdistan halkının kökleri 200 yıl kadar öncesine uzanan özgürlük mücadelesinin en şiddetli ve dolayısıyla da en sarsıcı ifadesi olan PKKnin girdiði yoldan geri dönmesi, ya da tasfiyesi artık mümkün deðildir
[email protected]