‘PKK, bir direniş hareketinden çıkıp uluslararası bir halk hareketine dönüşmüştür’ - II-

Sosyolog Engin Sustam, Kürt Hareketi’nin bir örgüt olmaktan çoktan çıktığını ve artık uluslararası bir halk hareketine dönüştüğünü belirterek, Hareket’in sosyalizmde ısrar etmesinin önemli olduğuna dikkat çekti.

ENGİN SUSTAM

Sosyolog Engin Sustam, PKK’nin Kürtler için bir direniş ocağı haline geldiğini, mücadelesinin ise bitmek yerine başka bir boyuta evrildiğini belirtti.

Kürt Özgürlük Hareketi’nin klasik bir örgüt olmanın çok ötesine geçtiğini dile getiren Sustam, artık uluslararası bir halk hareketine dönüştüğünü ifade ederek, kongre metninde yer alan sosyalistlere yönelik çağrının önemli olduğunu söyledi. Sustam, solun küresel anlamda mağduriyet yaşadığı bir dönemde, Kürt Özgürlük Hareketi’nin sosyalizme yönelik çağrısının da ayrıca önemli olduğunu vurguladı.

Sosyolog Engin Sustam ile yaptığımız söyleşinin ikinci bölümü şöyle:

Bir diğer konu ise fesih kararıyla birlikte mücadelenin bittiği algısı yaratılmak isteniyor gibi. Gerçekten fesihle birlikte 50 yıllık PKK mücadelesi bitiyor mu?

Bir halk hareketi olarak birçok alanda, birçok parçada bulunan ve birçok mücadele dinamiklerinden biri olarak (toplumsal hareket, silahlı hareket, legal siyaset, kültürel hareket, sivil itaatsizlik hareketi, entelijansiya hareketi, vb.) PKK, aynı zamanda bu dinamiklerin tarihi, hafızası ve Kürtlerin toplumsal varoluşunun direniş ocağı haline gelen bir alan olarak artık başka bir evreye geçiyor.

‘Bitmek’ sözcüğü çok basit bit formül sanırım, sistem karşıtı hareketlerde bedensel olarak mücadele dinamikleri değişir. Kürt Hareketi, bir isyan hareketi olarak kurulduğundan beri başka bir siyasal misyonun içine girerek yok olmuyor; kendini fes ederken de kaybolmuyor, yeni mücadelenin dinamikleri içinde kendine yeni alanlar açıyor.

Silahlı mücadele bitiyor ama bu, Kürtlerin özgürlük mücadelesi bitti demek değil. Kendisi de 1990’ların ortasından beri silahlı mücadelenin tıkandığını söyleyen ve şu ana kadar da muhatap bulamayan bir siyasi yapı olarak diyebiliriz ki bu yapı, gelecekte başka bir direnişin ve toplumsal dönüşümün laboratuvarına dönüşüyor.

Bu anlamda, belirli riskler barındırsa da ben olumlu bakıyorum ve umut etmek istiyorum. Bu sorunun herkes gibi öznelerinden biri olarak, barış akademisyenlerinden biri olup hem lince uğramış hem işinden, yerinden edilmeye maruz kalmış herhangi biri olarak sürgün psikolojisinin ne olduğunu biliyorum. Ama yurdundan edilme psikolojisinin Kürtlerin hepsine ait bir durum olduğunu deneyimlediğim için elbette tedirginliklerimiz ve kaygılarımız var.  

‘KÜRT DİLİNİN KENDİNİ GÜÇLÜ KILMA SİYASETİNE YOĞUNLAŞMASININ ZAMANIDIR’

Ama diğer yandan, yeni mücadelenin en önemli ilk ayağı, bölgenin tamamen demilitarize (askersizleştirilmesi) edilmesi bu sürece inanılmaz bir katkı sunacaktır. Yerinden edilenlerin evlerine dönüşüne yönelik politik adımların atılması ise, güçlü bir demokratik deneyimle birlikte sivil itaatsizliğin kurulmasını sağlayacaktır. 

Sonuçta, silahların gölgesinde konuşmak yerine, sivil ve demokratik alanda Kürt sorunun özgürlük gramerini, Kürtlerin eşit yurttaşlık statüsünü tartışabiliriz. Ve hatta bunu, devletin şiddet, baskı veya denetim katmanlarına rağmen söylüyorum.

Diğer yandan, belki de ısrar edilmesi gereken başka bir alan ise diplomasiyle ve kültürel varoluşun kaynağı olarak işaretlenen Kürt dilinin kendini güçlü kılma siyasetine yoğunlaşmanın zamanıdır. Bu nedenle fesih durumu, hiçbir talebin olmadığı değil, aslında birçok talebin zaten neşredildiği, kazanıldığı ama daha iyi bir konuma getirilmesi için yeni bir mücadele alanının önünü açıyor.

Bu durum, devlet arzulamasa bile ve hatta belki birçok kişinin ‘yenilgi’ diye çok ucuz bir şekilde tanımlamasının ötesinde bir durum. Çünkü şu an, başka bir kuşağın, bir post-PKK kuşağının deneyimlendiği bir zamanın eşiğine geldik.

PKK, bir toplumsal hareket olarak, bir direniş hareketi olarak, bir örgüt olarak, bir kitle hareketi olarak Ortadoğu’yu, Kürdistan’ı ve Türkiye’yi değiştirecek bir kolektif siyasetin bilincini yaratabilecek bir siyasal hat ve kuşak yarattı. Bu nedenle bir şeylerin bittiği anlamına gelmiyor; tersine, adı bile hâlâ konulmamış bir barış süreciyle zorlu bir mücadelenin kapıları aralanıyor.

Sistem karşıtı toplumsal hareketlerde aktörler her zaman mücadele yöntemlerini değiştirir. Yani silah onlar için bir amaç değildi zaten; zorunluluktu. Ve şimdi, bu karşı-șiddet metodunu bırakıyorlar.

‘KÜRT HAREKETİ ULUSLARARASI BİR HALK HAREKETİNE DÖNDÜ’

Ayrıca bugün, sanırım 2000’ler sonrası süreçte başlayan güçlü belediyecilik deneyimleri, Türkiye alanında legal siyasetin geldiği noktanın muhalefette üçüncü konum oluşu, Kürt Hareketi kendini feshetse bile başka bir yola kanalize olmasını sağlıyor.

2012’de Rojava’da yaşanan devrim sonrası özerklik ve konfederalizm pratikleri, bugün nasıl ki Suriye’de tek demokratik adres olarak görünüyorsa, Kürt siyasal hareketinin Türkiye’de legal alanda, şiddetsiz bir ortamda alan açacak aşağıdan demokratik atılımın adresi olacağı aşikâr. Bu durum, bütün risklerine rağmen sadece Kürt sorununu çözmeyecek, Türkiye’nin de kendi dinamikleriyle demokratikleşmesini sağlaması açısından önemli.

Tekrarlayalım ki, ne Öcalan’ın dedikleri ne de PKK’nin son 12. Kongre kararları yeni bir durum değil. Bunu Özal döneminde görüşmelere bakarak hatırlayabiliriz. Yani karşımızda şiddete aşık bir örgütten çok, bunu araç olarak kullanmış ve bu mücadelenin aktörü olarak kendini feshetme kararı almış bir oluşumdan bahsediyoruz.

Bu, şu demek değil: 1980 ve 1990’larda yaşananların eleştirel okumadan geçmeyeceği anlamına gelmiyor. Tersine, Kürt sorununun tarihsel konumlanışını ve hafızasını görünür kılmış, şiddeti anti-kolonyal bağlamda araç olarak ele almış bir örgütlenme dinamiğinden bahsediyoruz.

Bildiğiniz üzere, PKK’den önce elbette birçok farklı politik Kürt ulusal deneyimi oldu. 1970’ler deneyimlerinden farklı olarak, sanırım PKK, Kürt tarihi içinde ilk kez bu meselenin konumunu değiştirerek, bunun ulus-aşırı boyuta taşınmasına ve devletler-aşırı bir gerilla hareketi olarak bu sorunsalın kurucu gücü olarak bir toplumsal, politik ve kültürel hafıza oluşturdu.

Bakınız, PDK 60 yıldan fazla süren silahlı mücadelesinin meyvelerini, YNK ile birlikte -yani Kürtlerin statüsünü- 1990’larda Saddam’ın yıkılmasıyla elde etti ve silahsız bir dönemin aralanmasına, Kürdistan’da bir dekolonyal hafızasının oluşmasına katkı sunacak federatif bir oluşuma yöneldi.

Dolayısıyla Türkiye’de Kürt Hareketi, bir örgüt olmaktan çıkıp yarattığı kurumsal, toplumsal, kültürel ve siyasal dinamikleriyle sınır-aşırı ve uluslararası bir halk harekete dönüşürken, aynı şekilde sivil siyasetin yolunu şu an güçlü şekilde açarak toplumsal diyaloğun yolunu döşemektedir.

Fesih süreci, aslında silahların tarafları açısından silahın dışında konuşabilme imkânlarını sorgulamamıza da yardım ediyor. Bu saatten sonra konuşması gereken silah değil, tam da diyalog ve toplumsal barışın etkin olduğu sivil siyasettir.

‘KÜRTLERİN İLKİN KENDİ İÇİNDE ORTAK MÜCADELE KARARI ALMASI ÖNEMLİDİR’

Kongre metninde özellikle sosyalistlere ortak mücadele çağrısı var. Ortak mücadele imkânı var mı?

Ortak mücadele imkânı her zaman vardı ve elbette var. Asıl sorumuz, Türkiye sosyalistleri buna hazır mı? Sanırım ne zaman ‘yaşasın’ ve ‘kahrolsun’ bir şeyler yerine, yani slogan ajitasyonu yerine, mücadele alanlarına yönelip sokağı barışın ve toplumsal dayanışmanın diline evriltirsek, o zaman ortak mücadele alanı kendiliğinden görselleşecektir.

Bakın Rojava’ya. Ortak mücadele alanı; şiddet, otoriterizm ve faşizm karşısında birçok farklı dinamik ortak hareket ediyor ve hepsi sosyalist vesaire de değiller.

Asıl sorumuz, Türkiye solu kendi milliyetçi ve ulus-devletçi girdabından ne zaman sıyrılacağıdır. Yani Kürdistan’a bakış açısını Misak-ı Milli’ci bir yerden değil, ortak yurttaşlık ve özerklik üzerinden kurarsak, Kürtlerin kurtulmasını da başka bir bahara, devrim sonrasına bırakmayız gibime geliyor.

Şimdi biraz belki tarihsel bir izlekle hareket etmekte fayda var. Yani belki de son radikal isyancı silahlı hareket olarak Kürt Hareketine bakmak gerekir. Oradan acaba ortak mücadele gerçekten söz konusu mu, bunu biraz da alana bırakmak gerekir diye düşünüyorum.

İlkin, Kürtlerin kendi içinde ortak mücadele kararı alması çok önemli ve elbette bu alan Türk, Arap veya Fars demokratlar ve solcularıyla tabii ki etkileşecektir. Ya da diğer türlü söylersek, 1960’lardan beri gelen birçok Kürt siyasal hareketini kapsayan (KUK, Rizgarî, Kawa, DDKO, DDKD, PSK, TKDP, vs.) bir tarih var önümüzde. Ama son 45 yılını alanda PKK ile devam ettiren bir Kürt tarihi bu. Ve bu hafıza içinde de vesselam, bir silahlı mücadelenin sonuna geldik.

Kürt Hareketi, 1970’lerin darbe sonrası ortamında, askeri şiddetle bastırılan, radikalleşen bir kuşağın toplumsal ve siyasal sistem karşıtı hareketlerinin halet-i ruhiyesi içinde doğdu. Aynı Deniz Gezmişlerin THKO’su, Mahirlerin THKP-C’si ya da Kaypakkaya’cıların TİKKO’su gibi (ki Kaypakkaya’nın Kürt sorununun kökenine yönelik analizlerinin hâlâ güncel oluşunu unutmadan), dönemin Kürt kuşağı da UKKTH (Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı) siyasetinde, Sovyet ve Çin devriminin veya Guevaracı gerillacılığın inanılmaz etkisi altında, Kürdistan halkının anti-kolonyal bağlamda özgürlüğüne inanarak yola çıktı.

‘SOLUN KÜRESEL MAĞDURİYET YAŞADIĞI BİR DÖNEMDE ‘SOSYALİZMDE ISRAR İNSAN OLMAKTA ISRARDIR’ SÖZÜNÜ YENİDEN KURUYORLAR’

Komplo teorilerini bir kenara bırakırsak, Kürt Hareketi, tam da bir yandan Filistin direnişi, bir yandan anti-kolonyal Cezayir veya Vietnam savaşlarının direnişini, içindeki 1968 kuşağının en radikalleşen donanımıyla hem Öcalan hem de diğer yol arkadaşları olan Hakî Karer, Mazlum Doğan, Kemal Pir, Sakine Cansız, Rıza Altun, Ali Haydar Kaytan, Cemil Bayık gibi daha nice aktörlerin oluşumuyla, aslında Türkiye kentlerinde öğrenci olan bir entelijansiya kuşağının etkisi tarafından yaratıldı. Ve dönemin sosyalist mücadelesinin güçlü etkisiyle, 80 darbesinin vesayet rejiminin etkisi altında sadece Diyarbakır cezaevinde değil; 20.yüzyılın başından beri süregelen ama özellikle 1960 sonrası bütün Kürt dinamiklerinin hafızasının aktarıldığı alanın sonucu olarak ortaya çıktı.

Kürt siyasal hareketi, Kürt alanında etkisi uzun sürecek bir dönüşümün sağlandığı bir yer, bir yuva oldu ve bütün Kürt isyanlarının hafızasının toplamı ve sonucu olarak radikalleşti. Ayrıca Kürt toplumunun kılcal damarlarına kadar yayılmış bir sistem karşıtı silahlı mücadele hareketi olarak dünya sol siyasal alanına dâhil oldu.

Dünyanın belki de sosyo-politik kartografyası en geniş ve enternasyonal sınır-aşırı ağları olan en büyük silahlı örgütlerinden biriydi. Latin Amerika’dan Avrupa’ya, Afrika’dan Uzak Asya’ya kadar; Topraksızlar Hareketi’nden Zapatistalara kadar birçok toplumsal ve siyasal hareketle ilişki içindeydi ve inanılmaz şekilde bugünün güçlü bir halk hareketine dönüştü.

Bu, sosyolojik ve jeopolitik bir olgu, bir gerçekliktir. Ve son elli yılın en çok konuşulan, tartışılan, karşıtlaşılan veya arzulanan bir dinamiği haline geldi. Mesela 2000’lerin başlarında Wallerstein’in derslerinden hatırladıklarım, Kürt Hareketi’nin tam da bir sistem karşıtı hareket olarak kitlesel boyutuyla dikkatli şekilde Avrupalı filozoflar tarafından okunmasıydı.

Yani klasik siyasal Hareket okumalarının çok dışında ele alınması gereken; farklı dönemsel, belleksel ritimleri olan bir sosyolojik olaylar dizgesini barındıran bir bedenden bahsediyoruz. Elbette Wallerstein’in söyledikleri, Terence K. Hopkins ve Giovanni Arrighi’yle ortak yazdıkları kitaplarındaki söylediklerinden farksız değildi.

Özellikle Sovyetlerin yıkılışıyla daha etkinleşen bu okumanın temel analizleri, tarihsel olarak 1789 Fransız Devrimi sonrası ile 1968 arası dönemdeki farklı dinamikleri analiz ederken, bence birçok haliyle Kürt Siyasal Hareketi’ni de kapsıyordu. (Sınıfsal mücadelenin özgürlüğü) -Ki o dönemde dersinde Kürt Hareketi’ni izlemekteydi. Sistem karşıtlığı hareketlere dair sunduğu analizlerinden edindiğim çıkarım en açık anlamıyla şuydu: 

Sistem karşıtlığının en temel dayanaklarından birisi (burada kapitalist sistemden bahsediliyor), hâkim siyasi kurumları eleştiren bireylerin, grupların veya siyasi hareketlerin konumlanışında sundukları alternatif modellerdir.

Bu yüzden PKK gibi siyasal bir kitle hareketini analiz yaparken iki türlü ele almakta fayda var: Hem sistem karşıtı bir silahlı mücadele hareketi olarak hem de toplumsal hareket olarak. Çünkü bu dinamiğin bulunduğu alanlarda bir toplumsal projesi de var.

Bir anti-sistemik hareket olarak Kürt Hareketi, klasik anlamda sadece UKKTH içinde okunabilecek bir dinamik değil. Mesela sömürge sistemi hakkında sınıfsal analitik bir bakışı olmasına rağmen, bir dizi anti-sistemik önerileri de olan, kurucu bir iktidar biçiminde ilerleyen ve tarihsel kapitalizmin dünya sisteminin geldiği noktada da ciddi eleştirileri bulunan sosyalist gelenekten bir hareket.

Bu nedenle ‘insanda ısrar, sosyalizmde ısrardır’ söylemini yeniden kuruyorlar hem de solun bu kadar küresel mağduriyet yaşadığı ve güçlü söz kuramadığı bir çağda.

‘TÜRK SOLUNUN ORTAK MÜCADELE İÇİN ‘ABİLİK’ DİLİNDEN VAZGEÇMESİ GEREKİYOR’

Bu biçimiyle, sadece Osmanlı’dan beri gelen bir hafızanın eşiğindeki direnişi (serhildanları) örgütlememiş veya Kürt halkına sadece politik bilinç taşımamış, aynı zamanda uzun erimli bir ulusal direniş mücadelesini kendi çeperinden koparıp ulus-aşırı bir hale getirerek Kürt alanlarında küresel politik meselelerin toplumsallaşmasına katkı sunmuştur.

Bugün Kürdistan’ın birçok alanında eğer kadın hareketi bu kadar güçlüyse veya ekolojik tartışmalar yoğun şekilde hayatımıza sızmışsa, özerklik, demokratik belediyecilik deneyimleri, kültürel faaliyetler, felsefi önemli tartışmalar (bunu sadece ben demiyorum, Chomsky, Negri, Graeber, Hardt, Zizek de söylüyor) sadece Kürt ulusal alanında kalmayıp dünyaya açılmışsa, hak verirsiniz ki bunda Kürt Hareketi’nin çok güçlü etkisi vardır.

Kürt Hareketi, ısrarlı şekilde Sovyet ve Çin deneyimlerinden gelse bile, onları sert şekilde eleştirmesi, onu başka türlü bir sistem karşıtı ve anti-kapitalist alana götürmüştür. Örneğin, Rojava’ya sunduğu devrimci dönüşüm arzusu, dünya soluna sunduğu inanılmaz katkıyla hâlâ etkisini sürdürüyor.

Rojava alanında, Baas diktasından kurtulmuş bölgelerde kurucu bir iktidar ağıyla kurduğu bütün toplumsal dinamiklerle gelişen diyalog, özgürleşme, kendi kendini yönetme fırsatı, bize bu siyasetin çoklu aurasını gösteriyor. Bu da elbette, ortak diyalog ve mücadelenin ancak eşit ve ortak paydalarda hareket etmekle mümkün olduğunu gösteriyor.

Türkiye solunun çok açık bir şekilde, büyük kesiminin ortak mücadele için eşit alanlarda kurulacak müştereklikler için kesinlikle kendi ‘abilik’ dilinden vazgeçmesi ve Kemalizm, Stalinizm gibi birçok ideolojik durumla yüzleşmesi gerektiği pek açık gibime geliyor. Elbette eleştirilecek pek çok noktası var hem Kürt Hareketi’nin hem de Türkiye solunun. Ancak her halükârda şu çok açık ki, Kürt Hareketi pek de sıradan bir hareket değil. Yani onu sadece silahlı mücadele hareketi olarak okuyamayacağımız ortadadır.

Ekim 2024’te Bianet’teki röportajında Michael Hardt şunu demekteydi; bu sanırım sorunuza katkı sunabilir: ‘Kürt hareketi, dünya genelindeki hareketler için bir ilham kaynağı.’ Bunu öylesine demiyor ve sadece o değil, Murray Bookchin, David Graeber, Antonio Negri gibi isimler de vefatlarından önce; Slavoj Zizek ise farklı zamanlarda dile getiriyor.

Burada bazı aşırı oryantalist kapmaları, aşırı yorumsal eleştirilerin riskini göze alarak, Kürt siyasal hareketinin bu küresel ağının ilk seri direniş biçimi olan asiliğinin tohumlarının ekildiği Kürdistan’ın çok ötesine ulaştığını söylemeye çalışıyorum.

Ve Kürt alanındaki kendi örgütlü devrimci potansiyelinin dışında, Rojava’da ve aslında Bakur’da da toplumsal/ zihinsel bir devrim gerçekleştirmiş, toplumsal barış projesini sunabilen veya toplumsal sözleşmeyi somutlaştırmış ve bunun ikinci adımı olan uluslararası dayanışmayı genişletebilmiş, felsefi ve siyasi katkıları konumlandırmamızı sağlayan bir sentezi oluşturabilmiş bir dinamikten bahsediyoruz.

Yani dağlar, 1990’larda klasik bir gerilla merkeziyken ve Marksist-Leninist ideolojiye sahipken, dünyanın dönüşümünü iyi okuyan ve bu değişim içinde savaşan, emekçilerin gücünü dikkate alarak bir toplumsal sözleşme gerçekleştirmiş; yüzden fazla belediyecilik, eş başkanlık gibi eşitlikçi bir gücü kurabilen bir yapı bu.

1990’ların UKKTH analizlerine yaslanan, Sovyetler'deki gibi iktidarı ele geçirmeye çalışan avangart bir grup/parti değil; bunun ciddi eleştirilerini vermiş, artık bir sistem karşıtı kitle hareketi veya geniş yelpazesi olan bir toplumsal direniş hareketidir. Şu an ise silahlı ayaklanmadan, isyancı bir direniş örgütü olmaktan bir adım öteye geçerek, silahları bırakan, muhatap arayan bir toplumsal dinamiğe dönüştürmüştür.

Şu gerçek ki bu deneyimler, -özerk komün ve komünler için bölgesel koordinasyon organlarını yaratma kapasitesine sahip olmak (Rojava ve belediyecilik), demokratik paylaşımcı yönetim konseyleri kurmak- önemli ölçüde yaygınlaştıkça, aslında PKK’nin kendini feshetmesi arasında ilişkisellik var.

Sivil deneyimlerin, kooperatiflerin veya kültürel çalışmaların çoğalması ve 1990’lara göre daha güçlü bir siyasal bilincin kamusal alanda ve toplumda daha canlı oluşu; geri kazanılan Kürt alanlarındaki birçok farklı siyasal tecrübe (kadın hareketi, kolektif çalışma biçimleri, yerel yönetimler, mahalle örgütlenmeleri, vs.) sayesinde, hatta mesela Rojava’da kendi adalet, arabuluculuk veya hapishaneye başvurmadan toplumsal diyaloğun kurulmaya çalışılması, sağlık ve alternatif pedagoji üzerinden ilerleyen eğitim sistemini geliştirilmesi, aslında bu dönemde pesimizm yerine umut veren kodlar demeliyim.

‘KÜRT HAREKETİ’NİN SORUNU SINIF ÜZERİNDEN KURMASI, TÜRK SOLUNU KEMALİZMİN ETKİSİNDEN KURTARACAKTIR’

Ortak mücadele alanları derken Kürt hareketi artık farklı alanlarda da kendi gücünü, dinamiğini gösterecek mi sizce?

Elbette, işte bu kapasite var demeye çalışıyorum. Eklemek isterim ki, ortak mücadele alanı sadece Kürt sorununu tanıyanlarla ilgili değildir. Ona göre konumlanış önemli olmakla birlikte, siyasetin kurulmasını (anti-ırkçı, anti-faşist ve radikal demokrasi) üzerinden yürütülecek müşterek dil ve dayanışma alanı, Kürt direnişini başka bir boyuta götürebilir.

Örneğin, kadın cinayetleri, ekolojik tahribat, emek sömürüsü ve işçi ölümleri, Kürt sorununun kolonyal bağlamıyla ele alındığında; Kürt sorununun da egemenler karşısında bir sınıf sorunu olduğu kanıksanabilir ve buna göre ortak mücadele kurulabilir. Yoksa açıkçası, Kürt sorununu devrim sonrasına ertelemiş ve hâlâ Kürt sorununu bir halkın özgürlük meselesi olarak okuyamayan dinamiklerin, gelecekte kurulacak ortak diyalog ve yaşamaya dair söz sahibi olabileceğini pek sanmıyorum.

Klasik anlamda Ortodoks bir sol dinamiğin; kadın, ekoloji, toplumsal cinsiyet, Kürt sorunu, soykırım hafızası veya diğer mikro kimlikler gibi olgularla birlikte konumlanışı ve bunu elbette sınıf meselesi üzerinden kurup (Stalinist veya Maoist deneyimler anlamında demiyorum, yeni bir sınıfsal okuma gerekliliğini vurguluyorum) gelecekte değil, şu anda olması gereken bir mücadele ve müdahalede bulunması, sanırım yeni müşterekliğin önünü açabilir. Aynı zamanda bu yaklaşım, Türk solunun sağ, nasyonal sosyalist veya Kemalist çizgiden uzaklaşmasına da katkı sunacaktır.

Yani, 19 Mayıs’ın aynı zamanda Pontuslu Rumların katledildiği bir tarih olduğunu görebilecek bir sol yüzleşmeden bahsediyorum. Keza alanda olan aşırı milliyetçi, reaksiyoner okumalar ve hâlâ bölünme paranoyası olan bazı sol eklemlenmeler buna izin vermiyor.

Mesela her gün kadın cinayetleri korkunç boyutlarda artıyor. Kürt coğrafyasında bir sürü şiddet mekanizmasının altında devletin paramiliter güçleri (korucular) veya kolluk güçlerinin izleri ortaya çıkıyor. Rojin Kabaiş cinayetinde olduğu gibi üniversiteli genç kadınlar kaçırılıyor, katlediliyor; çocuklar öldürülüyor.

İşte belki de yeni dönemin, yeni siyasetinin dili, bu alanların hepsi için bir mücadele geliştirmek ve örgütlemeyi buradan, sokaktan oluşturarak buna karşı bir güç kurmaktır. Hak, yüzleşme ve adalet arayışını sokaktan meclise doğru veya yerel yönetimler bazında ve elbette sokaktan kurmak gerekiyor.

Yani bir dekolonyal direniş süreci, Türkiye Kürt alanında sorunun konumunu değiştirecek ve çok açık ki, solu da bu anlamda hak ettiği isyancı, kurucu özne konumuna kavuşturacaktır. Ve tabii ki, bu direniş alanının yeni hafızası üzerinden örülmesine katkı sunacaktır.

‘DEVLET ADALET DAĞITICI DEĞİL, ADALETİN SAĞLANMASINDA ARAÇ OLMALIDIR’

Diğer yandan bakınız, devletlere güvenmeyen biri olarak sadece entelektüel kimliğimle konuşmuyorum; Kürtlerin Ortadoğu alanında çok ciddi değişimlere gebe bir toplumsal demokratik proje ürettiklerini söylemeliyim. Kürt Hareketi’nin buna katkısını tekrarlamaya gerek yok sanırım. Rojava’nın devrim sonrası ‘Toplumsal Sözleşmesi’ bu deneyimden doğdu; sadece ona bakmak bile yeterli.

Ondan belki de bu sürece sadece Türkiye dinamikleri değil, Suriye ve Irak da dahil edilmeli. Bu sürecin yapıcı ve onarıcı olabilmesi için elbette devletin belirli hukuki adımları şu an atıp yasal güvenceyi oluşturması gerekir ki, onarıcı bir adaletin harekete geçirilmesiyle toplumsal barışın en önemli ayaklarından biri olan birçok konuda yüzleşme sağlanabilsin.

Yani demek istediğim, ilkin en önemli süreçlerden biri olan Abdullah Öcalan ile diğer bütün siyasi tutsakların serbest bırakılmasıdır. Bununla birlikte yine önemli aktörlerden biri olan Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve tüm diğer legal siyasetin siyasi tutsaklarının özgürlüğünün sağlanması gerekir ki, sürecin kendisi politik olarak kurucu bir dinamiğe dönüşebilsin.

Kürt sorunu, Türkiye’de sadece bir şiddet aracının bırakılması sorunu değil; devletin veya sömürge aygıtlarının politik, sembolik veya inkâr edici şiddet parametrelerinin lağvedilmesi, tanınma ve eşit yurttaşlık hakkı çerçevesinde Kürtlerin özerklik taleplerinin dikkate alınmasıdır.

Ondan belki de ilkin dilden başlamak, barışı dilde örmek lazım ki 2015 öncesi sürece dönülmesin ve Kürtleri, onların Kürt siyasal hareketinin aktörlerini damgalayan ‘terörizm’ dilinden ve ayrıştırıcı, üstenci bu üsluptan sıyrılmak elzemdir.

O nedenle meseleye eğilmeyen, tekrar edici ırkçı dilden sıyrılmayan, kolonyal aygıtların aparatı olan güvenlikçi mekanizmalardan vazgeçmeyen herhangi bir yaklaşım zarar verici olacaktır. Bu süreci daha güçlü ve onarıcı kılacak tek şey, adaletin Kürtlerin istekleri üzerinden sağlanmasıdır.

Devletin adalet dağıtıcı olması değil; adaletin sağlanmasında sadece araç olmasıdır gerekir. Adalet, ancak taleplerin karşılanması ve yüzleşmeyle elde edilecek bir durumdur.