Yeni hedef özgürlük

Demek ki durmak yoktur; İmralı kapıları aralandı ve Önder Öcalan ile görüşme oldu denerek rehavete kapılmak, geri çekilmek, tecride ve faşizme karşı mücadeleyi zayıflatmak kesinlikle doğru değildir. Mücadeleyi daha zengin yöntemlerle yürütmemiz gerekiyor.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yazılı çağrısı üzerine başta Leyla Güven ve ölüm orucu direnişçileri olmak üzere tüm eylemciler 200 gündür yürüttükleri açlık grevini 26 Mayıs günü sona erdirdiler. Hepsi de açlık grevini sona erdirirken, tecride ve faşizme karşı mücadelenin bitmediğini, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan özgür, yaşar ve çalışır koşullara kavuşana kadar başka yöntemlerle devam edeceğini açıkladılar ve tüm devrimci-demokratik güçleri bu temelde göreve çağırdılar. Benzer görüşler PKK adına yapılan açıklamalarda da ifade edildi. Böylece yeni hedefin özgürlük olduğu, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan özgür, yaşar ve çalışır koşullara kavuşana kadar Direniş Hamlesinin devam edeceği ortaya çıktı.

Kürdistan ve Türkiye kamuoyunda son bir haftadır işte bu durum tartışılıyor. İki yüz gün süren Büyük Açlık Grevi Direnişinin bu biçimde başarıyla sonuçlanmış olmasının, Kürt halkında ve tüm devrimci-demokratik güçlerde önemli bir moral ve motivasyon yarattığı gözleniyor. Her yerde büyük bir heyecan ve coşku var. Bu o kadar böyle ki, yarattığı baskı sonucunda şoven-milliyetçi çevrelerin ciddi sıkıntı yaşadığı anlaşılıyor. İşte bu durumu gidermek, başaran açlık grevi direnişinin yarattığı moral düzeyi zayıflatmak ve şoven-milliyetçi çevrelere moral verebilmek için AKP-MHP faşizminin gündemi değiştirmeye çalıştığı, bu temelde Medya Savunma Alanlarına yönelik saldırıları artırdığı gözleniyor. Aynı zamanda mevcut KDP ve YNK politikalarından da yararlanarak Güney Kürdistan üzerindeki işgalini artırmak istiyor.

Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven tarafından Diyarbakır cezaevinde 8 Kasım 2018 günü başlatılan ve tam 200 gün süren Büyük Açlık Grevi Direnişinin, Türkiye ve dünya kamuoyunu ciddi bir biçimde etkilediği gibi, Türkiye’deki Kürt düşmanı faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasette de önemli bir kırılma yaratmış olduğu gözleniyor. Nasıl böyle olmasın ki! Diyarbakır cezaevinde başlayan, yüze yakın cezaevine yayılan, dört parça Kürdistan’da ve dünyanın dört bir yanında süren, yedi binden fazla insanı eylemin içine çeken, dokuz şehit veren ve tam 200 gün süren söz konusu açlık grevi direnişi, yaygınlığı, nicel katılımı ve süresiyle herhalde tarihin en büyük ve belki de birinci sıradaki açlık grevi oluyor. Böylece büyük olarak tanımlanmayı gerçekten de hak ediyor. İki yüz gün boyunca binlerce insanın böyle uzun uzun nasıl direnmiş olduğunu bir düşünelim? Çok yüce bir amaç, büyük bir inanç, güçlü bir irade, sarsılmaz kararlılık, büyük bir cesaret ve fedakârlık olmasa, hiç kuşkusuz böyle bir direniş gerçekleştirilemez. Bu nedenle, Leyla Güven şahsında tüm direnişçileri bir kez daha selamlamak ve kahraman şehitlerini anmak gerekiyor.

Elbette bir de söz konusu direnişin amacına ulaşarak sonuca ermiş olması gerçeği var. Örneğin AKP-MHP faşizminin 31 Mart seçiminde yaşadığı yenilgiyi yaratan birinci etkenin açlık grevi direnişleri olduğundan hiç şüphe yoktur. Yine sekiz yıldır görüşme yapamayan avukatlar, 2 ve 22 Mayıs tarihlerinde olmak üzere Mayıs ayında iki kez İmralı’ya gitmişler ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşmüşlerdir. Her iki sefer de İmralı’dan yazılı belge çıkmıştır. Peki bunlar az şey midir? Ayrıca durup dururken mi olmuştur? Gerçekleşenin az şey olmadığı ve avukatların İmralı’ya açlık grevi direnişlerinin zorlaması sonucunda gidebildikleri açıktır. En azından İmralı kapıları dünyanın gözü önünde aralanmıştır. CPT bile başta İmralı olmak üzere çok sayıda cezaevine gitmek zorunda kalmıştır.

Kuşkusuz bu durum İmralı tecridinin tümden sona erdiği anlamına gelmemektedir. Zaten faşizm de tümden yıkılmamıştır. Ancak İmralı tecridinin de AKP-MHP faşizminin de çok güçlü ve ciddi bir darbe yediği kesindir. Bu gerçeği Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan da ifade etmiştir. Yine açlık grevini sonlandıran tüm direnişçiler de buna dikkat çekmiştir. Yani bilinmeyen bir durum değildir. Ancak bu durum, yani tecridin ve faşizmin tümden kırılmamış olması, onların çok ağır bir darbe yemiş oldukları gerçeğini örtememektedir. Tecridin ve faşizmin çok ağır bir darbe yemiş olduğu açıktır. Dolayısıyla ne İmralı tecridi artık eskisi gibi sürdürülebilir ve ne de Tayyip Erdoğan ülkeyi eskisi gibi yönetebilir. İmralı tecridi de AKP faşizmi de ipliği pazara çıkmışçasına teşhir olmuştur ki, artık kendini sürdürmesi zordur. Daha bütünlüklü ve etkili bir antifaşist mücadele, mevcut faşist zihniyet ve siyaseti süpürüp atabilecektir.

İşte şimdi sorun, böyle bir mücadelenin kimler tarafından, nerede ve nasıl geliştirileceği noktasındadır. Dikkat edilirse, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan da açlık grevi durdurulsun derken, aynı zamanda demokrasi mücadelesinin tüm toplumsal kesimler tarafından ve başka zengin yöntemlerle ve etkili bir biçimde yürütülmesi gerektiğini belirtmiştir. Yine açlık grevini sona erdiren direnişçiler de mücadelenin yayılarak ve geliştirilerek sürdürülmesi gerektiğine dikkat çekmiştir. PKK ve diğer devrimci-demokratik güçler adına yapılan açıklamalarda da demokrasi mücadelesinin devam edeceği belirtilmiş ve başta kadınlar ve gençler olmak üzere tüm emekçi kesimlere mücadeleyi yükseltme çağrısı yapılmıştır. Bütün bunlardan öncelikli ve temel tutum olarak şu ortaya çıkıyor: Demek ki durmak yoktur; İmralı kapıları aralandı ve Önder Abdullah Öcalan ile görüşme oldu denerek rehavete kapılmak, geri çekilmek, tecride ve faşizme karşı mücadeleyi zayıflatmak kesinlikle doğru değildir. Öncelikle hepimizin bu gerçeği kulaklarımıza küpe etmemiz ve bu temelde mücadeleyi daha zengin yöntemlerle ve daha etkili bir biçimde yürütmemiz gerekiyor.

Peki bu nasıl olacaktır? Çok açık ki, Kürt halkı ağır bedeller ödeyerek tarihi bir mücadele yürütüyor. Artık hiç kimsenin inkâr edemediği bir gerçektir bu. Ancak gerçek durum böyledir diye, kuşkusuz Kürt halkına mücadelesizlik veya az mücadele etme vaaz edilemez. Ağır bedel ödeyip acı çekiyorlar diye acınacak bir tutum gösterilemez. Ortada böyle yapmaya çalışanlar var ve Kürt halkının, kadın ve gençlerinin bu tür pasifist ve işbirlikçi görüşlere karşı duyarlı olması gerekir. Böyle söz ve yaklaşımları elinin tersiyle itebilmesi gerekir. Neden? Çünkü, direniş elbette ağır bedel ödenerek yürütülüyor, ama Kürt toplumu özgürlük temelinde her şeyi de bu direniş ile kazanıyor. Varlık, kimlik, özgürlük, yaşam, irade, duygu, ruh, her şey söz konusu direniş ile elde ediliyor. O halde, tüm kesimleriyle Kürtler, hep biz mi mücadele edeceğiz, bu kadarı yeterli dememeli, tersine daha bilinçli, planlı ve örgütlü temelde özgürlük mücadelesini yükseltmelidir.

Bunun dışında, 200 günlük açlık grevleri etrafında gelişen Tecridi Kıralım ve Faşizmi Yıkalım direniş hamlesinin iki alanda ortaya çıkardığı çok önemli bir mücadele zemini vardır ve bunların değerlendirilmesi gerekir. Birincisi Türkiye zeminidir. Kürt düşmanı faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaset ciddi bir kırılma yaşamıştır. Bunu derinleştirmek ve toplumda demokrasi bilincini ve doğru kardeşliği geliştirmek için demokrasi mücadelesini Türkiye’ye taşırmak önemlidir. Bu noktada Türkiye toplumunun yaşadığı ekonomik ve sosyal sorunları da öne çıkartıp mücadele gerekçesi yapabilmek gerekir. İkincisi ise dünya kamuoyunda İmralı tecridine ve Kürt sorununa yönelik ciddi bir duyarlılık ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla “Öcalan’a Özgürlük” kampanyaları şimdi her alanda ve her düzeyde çok daha güçlü örgütlenebilir ve daha somut sonuçlar elde edebilir. Belli ki daha çok yönlü yaklaşan ve daha planlı, örgütlü ve etkili mücadele eden kazanacaktır.

Kaynak: Yeni Özgür Politika