Lozan Antlaşması ve Kürtler

41 yıldır Lozan Antlaşması temelindeki soykırımcı saldırılara karşı Kürtler 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu eyleminin açtığı yolda, geliştirdiği cesaret ve fedakârlıkla kahramanca direniyorlar.

24 Temmuz 1923 tarihinde İngiltere, Fransa ve Türkiye arasında imzalanan Lozan Antlaşması ile bir yandan TC kuruluşunun önü açılırken, bir yandan da Kürtlere dönük soykırım saldırısının başlatıldığını geçen hafta yazmıştık. Bu temelde küresel kapitalist modernite sistemi tarafından yüz yıldır yürütülen bir soykırım saldırısı olduğunu belirtmiştik. Şimdi bu saldırının karşıtı olarak yüz yıllık bir Kürt özgürlük direnişinin de var olduğunu eklememiz gerekiyor. Soykırım saldırısı sürdüğüne göre başarılı olamamış ve tam sonuç alamamıştır; soykırıma karşı var olmak ve özgür yaşamak için direnen bir Kürt toplumu var demektir.

Başlangıçta çok birlikçi ve birleştirici gibi görünen Kemalist Hareket’in askeri ve siyasi olarak başarı kazandıktan sonra tekçi ulus-devlet faşizmine yöneldiği bilinmektedir. 29 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu zihniyet ve siyaset temelinde kurulmuş ve 1924 Anayasası bu temelde hazırlanmıştır. Buna göre de birer demokratik özerklik unsurları olan özgür kurum, birey ve yapılanmaların üzerine gidilmiş ve hepsi tek tek ezilerek tekçi faşist devlet ortaya çıkartılmıştır. Tabi üzerine gidilen kurum ve yapılanmaların başında da Kürt kurum ve örgütlenmeleri, dahası bir bütün Kürt varlığı gelmiştir.

Kemalist Hareket, Lozan Antlaşması’nı imzalamayı başardıktan sonra, daha önce Kürtlere ilişkin söylemlerini ve verdiği sözleri bir bütün unutmuştur. Misak-ı Milli’deki millet ve vatan tanımlamasını, 1921 Anayasasındaki Kürtlere muhtariyet veren zihniyet ve siyaseti, bu çerçevede söylenmiş olan sözleri bir yana bırakarak, Kürtleri yok sayıp yok etmeyi amaçlayan bilinçli ve planlı bir saldırı başlatmıştır. Kürt varlığını inkâr eder ve Kürtlere dönük katliam geliştirirken TC Devleti son derece bilinçli, planlı ve örgütlüdür, ne yaptığını bilmekte ve imzaladığı Lozan Antlaşması’na dayanarak küresel devletçi sistemin desteğini de almaktadır.

Lozan Antlaşması’na kadar durumu çok fark edemeseler de TC’nin kuruluşu ve 1924 Anayasası ile Kemalistlerin verdiği sözlerden vazgeçtiğini ve bu sözleri bir aldatma olarak kullandığını anlayan Kürtler, hemen arayış ve örgütlenme çabası içine girmişlerdir. Dönemin Kürt aydınları bu yönlü cemiyetler kurup aydınlatıcı propagandalar yapmışlardır. Ne var ki bu faaliyetleri TC Devleti’nden gizleyememişler ve pratiği öngördükleri gibi yürütememişlerdir. Kurdistan’daki gelişmeleri yakından takip eden TC Devleti, Kürtlerin planlarını bozmayı hedefleyen komplo ve provokasyonlara girişip Kurdistan’ı işgal ve ezme saldırıları geliştirmiştir. Çok fazla inisiyatif kullanamasalar da söz konusu saldırılara karşı Kürtler de her alanda bedeli göze alan direniş geliştirmekten geri durmamışlardır.

Bilindiği gibi, Lozan Antlaşması’nın inkâr ve soykırımına karşı ilk direniş 1925-27 arasında Amed, Bingöl, Elazığ ve Bitlis hattında gelişmiştir. Soykırımcı tarihe “Şeyh Sait İsyanı” diye geçen söz konusu direniş, başta hızlı bir gelişme sağlasa da bilinç ve örgüt yetersizliği sonucunda kısa sürede yenilip ezilmekten kurtulamamıştır. Benzer biçimde 1930’ların ilk yıllarında Kuzey Kurdistan’ın Serhat alanı direnmiş, son yıllarında ise soykırım olarak yürütülen saldırılara karşı Dersim alanı direnmiştir.

Lozan Antlaşması’nın geçen yüzyılın ilk yarısında Kuzey Kurdistan’da yaşananlara bezer olaylar Doğu ve Güney Kurdistan parçalarında da yaşanmıştır. Doğu Kurdistan’da Simko Şikaki direnişi ezilse de İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Mahabat Direnişi gelişmiş, ancak küresel kapitalist modernite destekli Şahlık saldırıları karşısında ezilmekten kurtulamamıştır. Güney Kurdistan’da da Şêx Mahmut Berzenci ile başlayan direniş daha sonra KDP biçiminde sürse de 1975’te o da yenilip ezilmekten kurtulamamıştır. Fakat sonu yenilme ve ezilme olsa da Kürtlerin hiçbir zaman soykırıma karşı direnişten vazgeçmediği ve özgür yaşam arayışında olduğu bir gerçektir.

Lozan Antlaşması’nın inkâr ve soykırımına karşı geçen yüzyılın ikinci yarısındaki direnişe ise Önder Apo ve PKK damgasını vurmuştur. Söz konusu bu direniş, kendinden öncekilerin derslerini çıkartarak hata ve eksikliklerini göstermemeye çalışmıştır. Kürt özgürlük direnişine bilinç ve örgüt kazandırmış, askeri strateji ve taktikler geliştirmeye çalışmış, cesaret ve fedakârlığı fedailik çizgisi haline getirmiş, yerel ve bölgeselliği aşarak dört parça Kurdistan’da ulusal düzeye ulaşmış, bir avuç işbirlikçi hain dışında Kürt halkının çok büyük bir kesimini kendi içinde birleştirmiştir. Bunlar temelinde yenilgiyi aşarak, direnişi 50 yıl gibi uzun bir zamana yaymayı başarmıştır. Elli bin şehit vermiş olsa da zafer iddiasını hala çok canlı bir biçimde korumaktadır.

Ellinci yılını geride bırakmış olan söz konusu Apocu Özgürlük Direnişinin belli başlı üç dönemi yaşanmıştır. Birincisi, 1973’ten itibaren yaşanan Önderlik çıkışı ve partileşme sürecidir. İkincisi, 12 Eylül faşist-askeri rejimine karşı 1982 Büyük Zindan Direnişi ile başlayan ve 15 Ağustos Gerilla Atılımı temelinde devam eden direniş sürecidir. Üçüncüsü ise, uluslararası komploya karşı İmralı Direnişi etrafında 25 yıldır devam eden direniş sürecidir. Şimdi elli yıllık kesintisiz direnişin üçüncü dönemi devam etmekte ve ikinci dönemi başlatan zindan direnişinin ise yıldönümü yaşanmaktadır.

Lozan Antlaşması’nın ve ona karşı Kürt direnişinin yüzüncü yıldönümünün yaşandığı şu günlerde söz konusu mücadele yine küresel düzeye yayılmış olarak başlangıçtaki gerginliği ve yoğunluğu yaşamaktadır. Kemalistler yüzyıl önce Lozan’da Musul ve Kerkük’ü pazarlayarak söz konusu Kürt soykırımı antlaşmasına ulaşmayı başarmışlardı. Bugünkü TC Devleti de Lozan’ın yüzüncü yıldönümünde İsveç’in NATO’ya üyeliğini pazarlayarak söz konusu antlaşmayı yenilemeyi ve ikinci yüzyılı da Kürt soykırımı temelinde başlatmayı hedeflemektedir. Şimdi Lozan Antlaşması’nın yerine NATO antlaşmasını geçirmeye ve ikinci yüzyılda Kürt soykırımını NATO antlaşması temelinde yürütmeye çalışmaktadır. İmralı işkence ve soykırım sistemini de bunun uygulama alanı haline getirmek istemektedir.

Görünen o ki, mevcut NATO Genel Sekreteri de bu işe fazlasıyla teşnedir. Ya yaptığının Kürtler için soykırım anlamına geldiğini bilmemekte ya da çok bilinçli bir Kürt soykırımcısı rolünü oynamaktadır. İsveç’in NATO’ya girişini Kürtlerin soykırımı karşılığında pazarlayan anlayışı protesto edenleri, “İsveç’in NATO üyeliğini istememekle” suçlamaktadır. Halbuki onların böyle bir isteği yoktur. Onlar İsveç’in NATO’ya girmemesi için değil, esas olarak bu girişin Kürt soykırımı temelinde yapılmaması için mücadele etmektedirler. Şimdi soru şudur: Bugünün NATO Genel Sekreteri, acaba yüzyıl öncesinin Lozan Antlaşması’nı ortaya çıkartan soykırımcı diplomatları gibi mi olacak, yoksa Kürt soykırım suçuna ortak olmaktan uzak mı duracak? Kuşkusuz ikincisi olmasını isteriz, fakat ne yazık ki birinci eğilim çok daha önde gözükmektedir.

Kürt soykırımını başlatan Lozan Antlaşması da Temmuz ayında imzalanmış, ona karşı en büyük ve anlamlı direnişi başlatan 1982 Büyük Zindan Direnişi de Temmuz ayındaki Büyük Ölüm Orucu eylemiyle ideolojik zaferi kazanmayı başarmıştı. Kuşkusuz yüzyıllık Kürt direnişinin her anı ve her biçimi büyük öneme sahiptir. Geçen yüzyıllık direniş içinde Kürt halkı belki de milyonu aşan şehit vermiştir. Onların hepsini saygı ve minnetle anıyoruz.

Fakat bu yüzyıllık tarihi direnişin kuşkusuz en anlamlısı ve etkilisi de 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu eylemidir. Bugün bu tarihi karar eyleminin 41’inci yıldönümünü yaşıyoruz. 41 yıldır Lozan Antlaşması temelindeki soykırımcı saldırılara karşı Kürtler 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu eyleminin açtığı yolda, geliştirdiği cesaret ve fedakârlıkla kahramanca direniyorlar. 41 yıllık büyük direnişin her anını 14 Temmuz fedai ruhu belirliyor. 14 Temmuz Direnişi’nden etkilenmeyen herhangi bir Kürt bireyi ve Kürt özgürlük eylemi bulunmuyor. Bu eylem şimdi de en yakıcı etkisini çok canlı bir biçimde gösteriyor.

41’inci yıldönümünde 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişini bir kez daha selamlıyor ve bu direnişin kahraman şehitleri Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek’i saygı ve minnetle anıyoruz.

Kaynak: Yeni Özgür Politika