‘Kürt meselesi boylarını aştı’

Türkiye’nin, artık Tahran ve Şam ile Kürt özgürlük mücadelesini tasfiye etme gücünün kalmadığını belirten Gazete Karınca yazarı Abdülmelik Ş. Bekir, Kürt meselesinin bu devletlerin boyunu aştığını söyledi.

Türkiye’nin Suriye’de daha fazla tutunamayacağını ifade eden Gazete Karınca yazarı Abdülmelik Ş. Bekir, Suriye’de kalmasının hiçbir gerekçesi ve yolunun olmadığını ifade etti. Buradaki nüfuzunu kısmi olarak devam ettirmesinin, ABD ve müttefikleriyle anlaşmasına bağlılığına işaret eden Abdülmelik Ş. Bekir, “Bunun için de ‘Kürtsüz bir dünya’ politikasını değiştirmek zorunda. Bu politikanın birkaç bölgesel statükocu devlet dışında dünyada alıcısı giderek azalıyor. Suriye denkleminde bulunan temel belirleyici güçler, Türkiye gibi düşünmüyor” dedi.

Gazete Karınca yazarı Abdülmelik Ş. Bekir ile İdlib’in hem Türkiye hem Kürtler hem de Suriye’nin geleceği için ne anlama geldiğini; bu değişimin Kürtler açısından nasıl sonuçlar doğuracağını ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın iki mesajında da Suriye’ye işaret etmesinin sebeplerini konuştuk. 

ARTIK DENKLEMDE DEĞİLLER

İdlib’de yaşanan durum Suriye’de yeni politikalar üretileceğine dair sinyalleri veriyor. Öncelikle İdlib’de tam olarak neler oluyor, nasıl okumalı?

İdlib küçük bir ilçe ve çok da jeosratejik öneme haiz bir bölge değil. Kenti kontrolünde bulunduran ‘radikal gruplar’ın da Rusya ve ortakları karşısında tek başlarına uzun süre direnecek askeri güçleri yok. Yine 4 milyon insanın bulunduğu savı da yanlış. Buradaki nüfus, bir milyonun bile altında. Politik saiklerle bu sayı abartılıyor. Burada bulunan gruplar, birinci derecede destekleyicileri olan Türkiye dâhil tüm dünyada ‘radikal terörist’ olarak tanımlanıyor. Ne kontrol ettikleri bölge ne askeri güç ne de burada bulunan popülasyon itibarıyla herhangi bir dış gücün üzerinde ileriye dönük hesap yapacağı bir pozisyona sahipler. Suriye savaşının başında birçok dış gücün bu yönlü hesap ve buna bağlı olarak destekleri mevcuttu. Ancak Halep’in rejim tarafından alınmasından sonra artık Suriye denkleminde belirleyici bir faktör olmaktan çıktılar.

RUSYA HEDEFLERİ GEREĞİ ALTTAN ALIYOR

Neden bu denklemden çıktılar?

Ayakta kalmalarının temel sebebi Türkiye’nin desteğidir. Türkiye de artık bu gruplar üzerinden Suriye’nin şekillendirmesi ve bunlara dayanarak ileriye dönük Suriye’de söz sahibi olma hayalinden vazgeçti. Hali hazırda Türkiye’nin bu grupları sahiplenmesindeki tek amacı, Kürtlerin statü kazanmasını engellemek için bir yem olarak kullanmaktır. İdlib’deki muğlaklığın diğer bir nedeni ABD ve Rusya’nın, Türkiye üzerindeki çekişmesidir. Yani kentin ve kente bulunanların öneminden ziyade Türkiye’yi yanında tutma hesaplarının yansımasıdır. Türkiye, buraları Suriye denkleminde kalma ve Kürtlere karşı kullanacak bir koz olarak değerlendiriyor; Rusya ise Türkiye’yi daha fazla yanına çekerek ABD ile sorunlu halini derinleştirmek ve en büyük düşmanı olarak gördüğü NATO’ya çomak sokmak için kullanıyor. Efrîn işgali de iki devletin bu hesapları gereği gerçekleşti.

Erdoğan ve Putin arasında imzalanan mutabakata göre sorunun Ekim 2018’e kadar bir çözüme kavuşması gerekiyordu. Türkiye verdiği sözleri yerine getirmedi. Buna rağmen Rusya’nın zaman zaman yakınma şeklinde yansıyan ama özünde aba altında sopa gösterme yönünde açıklamaları olsa da Türkiye ile S-400, Türk Akımı gibi konularda somutlaşan savunma, enerji ve ticari işbirliği üzerinden Ankara’yı yanında tutma hedefi gereği alttan alıyor. Yine AB ülkelerinin operasyon nedeniyle oluşacak olası bir göç dalgasından kaynaklı yer yer açıklamaları oluyor. Hakeza Rusya’nın Kürtlerin pozisyonunu kullanarak Türkiye ile ABD’yi karşı karşıya getirme politikasına benzer şekilde Rusya ve Türkiye’yi karşı karşıya getirmesinin bir aracı olarak Moskova, İran ve rejimin buralara yönelik operasyonuna set çekiyor.

İRAN VE REJİM RAHATSIZ

Rusya’nın alan hâkimiyeti var ama Suriye rejimi ve İran nasıl bir konumda burada?

Burada İran ve rejim faktörü önemli. İkisinin de buraların bir an önce denetime alınması için Moskova’ya baskısı var. Rusya’nın bu düzeyde Suriye’yi uluslararası hesapları için kullanmasından rahatsızlar. İsrail’in kaygılarını gözeten Moskova da İran’ın bölgede nüfuzunu arttırarak kendi hesaplarını zora sokmasından rahatsız. Bu minvalde zaman zaman askeri gerginliğe kadar varan karşıtlaşmaları oluyor. İran ve rejimin, Rusya dışında çok fazla alternatifleri de yok. Son haftalarda kente yönelik operasyonlarla Rusya hem kendi müttefiklerine göz kırpıyor hem de Türkiye-ABD arasında süren S-400 ve güvenli bölge üzerinden Ankara’ya gerekli gözdağı vermiş oluyor. Tabii denklem çok hızlı değişebiliyor. Örneğin İran, İdlib’e yönelik son operasyona aktif olarak katılmadı. ABD’nin ambargo kıskacını aşmak için Türkiye’yi çok karşısına almak istememesinin yansıması olarak okunabilir. İşte bu girift denklem, bu grupların burada varlığını sürdürmesine vesile oluyor.

TÜRKİYE SEÇİM YAPMAK ZORUNDA

Bu denklem, nereye kadar sürdürülebilir?

Birçok hesabın çakıştığı bir nokta olarak İdlib’in konjonktürel önemi bir süre daha devam edebilir. Daha çok Türkiye’nin S-400 konusunda somutlaşan ABD-Rusya dengesinde nasıl bir tercih yapacağına bağlıdır. Ankara, bir tercih yapmak istemiyor. İki tarafla da yürümek gibi imkânsız olanın peşinde. Olmayacak duaya âmin demek gibi. S-400’lerin teslim tarihi yaklaştıkça Ankara daha fazla sıkışıyor. Nihayetinde de bir tercih yapmak zorunda. Zira dünyanın iki hegemon gücünü dengeleyecek iradesi yok. Bu tercihle birlikte İdlib konusunun da sonbahara kadar netleşmesi mümkün. Özellikle Türkiye’nin ABD ile Suriye politikasında anlaşması, İdlib meselesini çok farklı bir zemine taşıyabilir. AB ve ABD’nin desteğiyle burası Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ile birlikte düşünülecek yeni bir oyun planın önünü açması da mümkün. Düşük bir ihtimal ama ABD’nin güvenli bölge planı hayat bulursa kaçınılmaz hale gelecektir. Bu durumda Rusya, Efrîn işgaline ön ayak olmakla Rusya öldürücü bir darbe almış olur.

EFRÎN’DE BARINMASI MÜMKÜN DEĞİL

Burada yaşanacak durumun Suriye’deki Kürtler için sonuçları neler olur?

İlk ve somut yansıması, burada bulunan radikal grupların Efrîn’e taşınmasıdır. Türkiye ve bağlı grupların mevcut uygulamaları artar. İdlib’i elinde tutamayan bir Türkiye ve bağlı gruplarının Efrîn’de çok fazla barınmaları mümkün değildir. Zaten Astana ve Soçi süreçlerinde elinde bulundurduğu tüm bölgeleri rejime teslim etme vaadi var. Ayak sürmesinin tek nedeni, Kürtlerin statüsünün tamamıyla engellendiğine emin olmaktır. ABD-Rusya dengesine dayanarak şimdiye kadar ömrünü uzattı, ancak bunun da sonuna yavaş yavaş geliyor. Türkiye’nin Suriye’de kalmasının hiçbir gerekçesi ve yolu yoktur. Buradaki nüfuzunu kısmi olarak devam ettirmesinin yegâne yolu, ABD ve müttefikleriyle anlaşmasıdır. Bunun için de ‘Kürtsüz bir dünya’ politikasını değiştirmek zorunda. Bu politikanın birkaç bölgesel statükocu devlet dışında dünyada alıcısı giderek azalırken, Türkiye’nin de artık Tahran ve Şam ile Kürt ulusal mücadelesini tasfiye etme gücü kalmamıştır. Kürt meselesi bu devletlerin boyunu aşmış vaziyette. Suriye denkleminde bulunan temel belirleyici güçler, Kürt meselesi ya da aynı anlama gelmek üzere Kuzey ve Doğu Suriye konusunda örtüşen yanlar olsa da Türkiye gibi düşünmüyor.

GERÇEKTEN UZAK POLİTİKALARI

Kuzey ve Doğu Suriye’deki Kürtlerin, zellikle Öcalan’ın açıklamalarından sonra Türkiye ile nasıl bir pozisyonda olması bekleniyor?

Türkiye’nin sadece Suriye meselesinde değil, genel olarak dış politikadaki temel politikası, Kürt karşıtlığıdır. Soçi aslında Rusya, İran ve rejime, ‘Kürtlere herhangi bir hak tanımayın, desteklediğim grupları yollunca hal eder denetimimdeki bölgeleri de size teslim ederim’ mutabakatıdır. Daha ötesi İran ve rejimle Sadabat Paktı’nın yenilenmesidir. Federe Kürdistan’da yapılan bağımsızlık referandumuna karşı Irak ile yaptılar bunu. Öte yandan ABD’ye de ‘Kürtlerin hak sahibi olmasını engelle yanında durmaya hazırım, aksi halde Rusya’ya kaçarım’ diyor. Denklemde hiçbir güç diğerine de güvenmiyor. Türkiye bu süreci kiminle garanti edebileceğine güvense onunla yol yürür. Ancak ne ABD ne de Rusya bu garantiyi veriyor. Sadece birinin garanti vermesi, Türkiye’nin istemlerinin gerçekleşmesine yetmiyor. Aynı anda iki gücün Türkiye’nin politikasına gelmesi gerekir. Çıkarları yüzde 100 zıt olan iki gücün Ankara’nın irrasyonel politikası için ortaklaşması mümkün değil. Türkiye’nin politikasının çıkmazı burada daha da derinleşiyor.

TÜRKİYE ÇÖZÜMÜN ÖNÜNDE ENGEL

Bu temelde iki güç de Türkiye’den Rojava’ya ilişkin politikasında revizyon bekliyor. Putin ve Erdoğan’ın son görüşmesinde Rusya açıkça Türkiye ile Kürt meselesinde aynı noktada olmadıklarını ilan etti. ABD ise dayanabileceği tek güç Kuzey ve Doğu Suriye güçleri olduğundan Türkiye’nin taleplerini kabul etmesi, kendini sahadan tasfiye etmesi anlamına gelir. Şimdilik ‘güvenli bölge’ tartışmaları üzerinde Kürtler ve Türkleri asgari müştereklerde ikna etme arayışında. Basına yansıdığı kadar bir aracılık yapma durumu var. Türkiye’nin gerçeklerden kopuk maksimalist talepleri, burada herhangi bir çözümün önündeki temel engel.

ÖCALAN, 2013’TEKİ KONUMDA

Öcalan’ın mesajı burada nasıl okunmalı?

Kürt meselesi artık dört başı mamur uluslararası bir sorun. Farklı faktörler oyuna dâhil oldu. Dolayısıyla dört parçadaki gelişmeler, birleşik kaplar misali birbirini etkiliyor. Kürtlerle politik bir revizyon olacaksa tüm parçaları hesaplamak zorunda. Öcalan, tam bu noktada önemli aktör olarak öne çıkıyor. Öcalan’ın avukat görüşmesinde verdiği mesajı, bu bağlamda ele almak gerekir. Öcalan, Türkiye’nin çokça bahsettiği hassasiyetlerine dikkat edilmesini istiyor. Aslında yeni bir şey söylenmiyor. Demokratik Özerklik projesi zaten ülkelerin hassasiyetlerine dikkat ederek Kürtlerin statü sahibi olmasıdır. Mesajda da Öcalan, savaştan ziyade yumuşak güç kullanın önerisinde bulunuyor. Ancak ‘mevcut pozisyonunu koruyarak’ bunu yapın, diyor. Buradan bakıldığında Öcalan, 2013’teki Newroz manifestosunda ortaya koyduğu konumdadır.

REJİM TATKTİKSEL BAKIYOR

Kürtlerin, Türkiye ile ilişkileri bahsettiğiniz politikaları şimdilik aşamıyor. Peki, Suriye rejimi ile durum nedir?

Rejimin gönlünde yatan 2011 sürecine geri dönmesidir. Zaman zaman bazı görüşmeler ve olumlu mesajlar verse de zihniyet olarak çok fazla değiştiği izlenimini vermiyor. Kuşkusuz rejimin, Suriye’nin nihai geleceğine ilişkin ne kadar söz sahibi olduğu da tartışma götüren bir durum. Bu anlamda Rusya ve İran daha belirleyicidir. Kürtler ise başından beri Suriye’nin parçası olarak ülkenin demokratikleştirilmesine dayalı bir siyaset geliştirdi. Rejimle savaşmaktan kaçındılar. Aynı şekilde rejim de bu konuda hassasiyet gösterdi. Kürtler, stratejik olarak bakarken rejim ise daha çok taktiksel ele alıyor. Fırsatı bulduğunda da eski Kürt politikasına dönmesi yüksek ihtimaldir ya da en ileri vizyonu, Kürtlere bazı kültürel haklar tanımaktır. Trump’ın Suriye’den asker çekme kararı sonrası yaşanan gelişmeler ve rejimden gelen açıklamalar bunu gösterdi.

Rejim için öncelikli alan İdlib’de bulunan radikal gruplar. Alanda sıcak çatışmalar devam ediyor. Kürtlerle meselenin daha çetrefilli olduğunun farkında. Ortaklarıyla birlikte Kuzey ve Doğu Suriye konusunu en sona bırakmış gibi gözüküyor. Şimdiden bu dosyayı açmaya sadece rejim değil, büyük ortaklarının da kolayca göze alacağı bir vaziyet değil. Her şeye rağmen Kürtler ile rejim arasında sürekli bir kontak vardır. Zira Halep, Şehba ve Qamişlo’da askeri iç içelik mevcut. ABD’nin bölgeden çekilme kararı gibi bazı faktörler, rejim ve ortaklarını bekledikleri hedeflerin çok üstünde sonuçlara ulaşma yönünde cesaretlendirdi. Kürtlerin elini de zayıflattı. Benzer şekilde ABD’nin de söylem gücünü zayıflattı. Ancak gelinen aşamada hala bir belirsizlik durumu olsa da ABD’nin Suriye ve Ortadoğu’da çekilmek bir yana daha fazla askeri yığınak yaptığı yönünde.

CENEVRE EKSENLİ HIZLANABİLİR

Çekilme kâğıt üzerinde kaldı ama sonucu değiştirir mi?

ABD’nin DAİŞ ile Mücadele Koalisyonu ve Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’in Senato’ya verdiği brifingde Washington’un Suriye politikasını özetler nitelikte. Yani Trump’ın 18 Aralık 2018’de aldığı çekilme karar öncesi hedeflere dönüldü. Bunun, rejim ile Kürt diyalogu ve anlaşmasına etkileri olacaktır. Bunun yolu da Astana ve Soçi’den ziyade önümüzdeki dönemde Cenevre sürecinin ön plana çıkması, Suriye’nin nihai çözümünün şekillenmesidir. Mayıs ortalarında ABD Dışişleri Bakanı Pompeo ve Jeffrey’nin Moskova’ya ziyareti bu anlamda önemli bir dönemeçti. Rusya ve ABD’nin 2016’da Suriye özelinde vardığı bir anlaşma vardı. Demokratların ithamları nedeniyle Trump herhangi bir konuda Rusya ile ilişkileri asgariye indirmişti. Nisan’da açıklanan Muller raporu ile Trump ciddi anlamda rahatladı. Hemen ardından da Moskova ziyareti geldi. ABD ve Rusya’nın bazı konularda anlaşması, Suriye meselesinin Cenevre eksenli politik çözümünü hızlandırabilir.

ABD VE NATO İLE YENİ DÖNEM

Türkiye’nin ABD ile Rusya arasında seçim yapmak istemediğinden bahsettiniz fakat ABD ile Türkiye arasındaki S-400 krizi devam ediyor. Hatta son olarak Türk Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar üstü kapalı bir şekilde anlaşmazlığın sürdüğünü ifade etti. ABD ise yaptırımlara hazırlanıyor haberleri çıktı. Türkiye için bu konuda çıkış noktası var mı tüm bu denklem içinde?

S-400 meselesi hiçbir taraf için sadece askeri bir konu değil. En azından ABD ve Rusya’nın yaklaşımı bu yönde değil. Meseleyi Türkiye’nin önümüzdeki dönem vizyonu ve stratejisi olarak değerlendiriyorlar. Bir nevi eksen değiştirmesi. Dolayısıyla S-400’leri getirileri ve götürüleri kıyaslandığında Türkiye’nin bu sistemin alınmasından vazgeçeceği genel kanaat. Erdoğan’ın açıklamalarına bakıldığında sistemlerin alınacağı hatta S-500 üretimlerinde ortak olacakları yönünde. Birkaç gün önce Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın ‘Yaptırımlara hazırlanıyoruz’ minvalindeki açıklamasına bakılacak olursa S-400’leri Türkiye gelmesi gayet mümkün. Kuşkusuz bu Türkiye ABD, NATO ve Batı ilişkilerinde yeni bir dönem demek. Sadece bazı ekonomik yaptırımlarla da geçiştirilmez. Askeri ve siyasi sonuçları Türkiye açısından çok yıkıcı olacaktır.

RUSYA’NIN KOZLARI OLABİLİR

Buna rağmen Türkiye neden ısrar ediyor?

Kanaatince doğrudan S-400 sistemiyle ilgili olmayan başka faktör ya da faktörler mevcut. Türkiye’nin iç iktidarını ciddi anlamda ilgilendiren bir husus. Rusya’nın elinde ters düşmesi durumunda Erdoğan’ın iç iktidarını sonlandıracak bazı kozlar olabilir. Birincisi 15 Temmuz’daki devlet içi çatışmayla ilgili Rusya’nın elinde Türkiye iç kamuoyunun bilmediği bazı gerçekler olabilir. O geceden başlayarak Rusya’nın Erdoğan desteği ve ardından gelen sıcak ilişkiler bu konuda bazı şüpheler uyandırıyor. Diğer bir faktör seçimlerle ilgili olabilir. ABD uzun süredir Rusya’nın seçimlerine müdahale ettiğinden şüpheleniyor. Bu konuda Trump hakkında soruşturma bile açıldı. ABD gibi bir ülkenin seçimlerine müdahale kapasitesi olan bir Rusya’nın, Türkiye seçimlerinde iktidara zaman zaman akıl vermemesinin hiçbir nedeni yok. Demek istediğim; Erdoğan’ın Rusya ile ilişkileri ve S-400 alımındaki ısrarın hiç beklemediğimiz başka nedenlerinin olma ihtimalinin olduğudur.

HER YÖNÜYLE CİDDİ ZARAR GÖRÜR

Olası yaptırımları İran’a yönelik ABD’nin saldırı gündemini de ele alırsak nasıl değerlendirilmeli, Türkiye bu anlamda her iki tarafta da köşeye sıkışmaz mı?

İş o noktaya geldikten sonra sanırım çok farklı şeyler konuşuyor olacağız. Türkiye’nin eksen değiştirmesi sadece ekonomik yaptırımlarla sınırlı kalmaz. Askeri ve siyasi yaptırımlar daha fazla olacaktır. Türkiye bir NATO üyesidir ve ABD ile Batı blokunun buna karşı tepkisi beklenenden çok sert olacaktır. Türkiye, Rusya’ya ve değeri kendinden menkul Şengay söylemine bel bağlayarak eksen değiştirirse büyük zarar eder. Ülke uzun yıllar kronik ekonomik krizle yaşamak zorunda kalır. Tamamıyla NATO sistemine dayalı hava savunması çöker. Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de baş etmesi mümkün olmayan bir blokla karşı karşıya kalır. Arap dünyasıyla ekonomik, siyasi ve sosyolojik bağları ciddi zarar görür. Ne Rusya ne İran ne de Şengay denilen belirsiz kulübün üyelerinin Türkiye ciddi anlamda ekonomik bir faydası olur. Hepsi ekonomik sorun yaşayan, kendine yetmeyen, gelişmekte olan ama bir türlü gelişmeyen ülkeler. Özcesi iki taraftan değil, dört bir taraftan köşeye sıkışmış olur.

ZATEN MÜDAHALE EDİYOR

İran’a olası bir saldırı muhtemel mi, Suriye deneyiminden sonra ABD yeni bir maceraya girer mi?

İran’a yönelik hali hazırda ABD’nin bir müdahalesi var zaten. Günümüzde müdahale etmenin birçok yolu var. ABD dünya ekonomisinin üçte birine sahip bir ülke. Ekonomik müdahale, çoğu zaman askeri müdahaleden daha etkili olabiliyor. Bu anlamda Trump bir süredir ekonomi silahını oldukça etkili kullanıyor. Belli bir düzeyde sonuç verdiğinden bir dönem daha bu aracı kullanacaktır. Bu müdahale askeri bir müdahaleye dönüşür mü sorusunun cevabı hem evet hem de hayırdır. ABD’nin derdi İran rejimiyle. Fırsat bulması halinde rejim değişikliğine gidebilecek bir müdahaleyi istediği sır değil. Ancak gerek coğrafi olarak gerekse demografik, askeri ve politik muhtevası nedeniyle İran’a müdahale etmek elbette Irak, Afganistan ya da Ortadoğu’nun herhangi bir ülkesi kadar kolay olmayacak. Sistemin genel olarak dünyada, özel olarak da Ortadoğu’da yaşadığı kaosa bakıldığında yıkıcı etkileri olabilir. Unutmamak gerekir; tüm güçler var olan sistem içinde birbirine karşı mücadele eder ya da savaşabilir ama tüm güçlerin üzerinde hemfikir olduğu zımni bir sınır da vardır. Bu da kapitalist sisteme halel gelmemesidir.

ŞİMDİLİK ASKERİ MÜDAHELE GÖRÜNMÜYOR

Bu kaygı, askeri müdahalenin önüne geçer mi?

İran’a askeri bir müdahale olmayacaksa bu sistemsel kaygıdan olmayacak. Yoksa İran’ın askeri gücünün caydırıcılığı ikinci faktördür. Kaldı ki Ortadoğu’nun tüm diktatörlükleri gibi İran da iktidar olarak çürümüş bir sistemdir. Rejimin baskıcı karakterinden kaynaklı siyasi ve ekonomik kriz toplumun büyük çoğunluğunu bıktırmış durumda. Yoksulluk ve yoksunluk had safhadadır. Diktatörlük sistemlerin temel özelliklerden biri de müdahaleye açık olmalarıdır. Bu manada aslında rejim, dış müdahale için gerekli tüm koşulları sağlamış durumda. Yine de doğrudan bir askeri müdahale şimdilik ufukta gözükmüyor. Tabii istemlerinin hilafına gelişmeler olabilir. İki ülkede Ortadoğu’nun birçok ülkesinde resmi ya da gayri resmi güç bulunduruyor. Üçüncü bir gücün olası provokasyonu ya da planlanmamış bir karşı karşıya gelme savaşın fitilini tetikleyebilir.

ASIL GÜCÜ ŞİİLİK

ABD’nin tam hedefi nedir burada?

Görüldüğü kadarıyla ABD’nin şimdilik hedefi İran’ın Lübnan, Filistin, Suriye, Yemen ve kısmen de Irak’taki nüfuzunu sınırlandırmak. Ekonomik ambargo ve bölgedeki müttefikleriyle bunu yapabileceğini düşünüyor. Aynı zamanda bölgeye yaptığı askeri sevkiyatlarla askeri müdahaleyi de bir olasılık olarak masada tuttuğu mesajını da veriyor. İran’ın adı geçen ülkelerde sınırlandırılmasının kolay olmadığını düşünüyorum. Askeri olarak belli bir oranda sınırlandırma mümkün. Başka bir ifadeyle görünür olmaktan çıkmak şeklinde olacak. Sosyolojik olarak sınırlandırma zaten mümkün değil. İran’ın aslında en büyük gücü askeri, ekonomik ve siyasi gücü değildir. İran’ın beslendiği en önemli kaynak, Şii mezhepçiliğini bir ideoloji haline getirmesidir. Arka planı yüz yıllara dayanan mezhep çatışmaları üzerinden oluşturulan Şii ideolojisinin kabesi İran’dır. Bu nüfuzu dış müdahalelerle sınırlamak bir hayalden öte anlam taşımıyor.

Yine de İran kapsamlı bir kampanyayla karşı karşıyadır. Ekonomik olarak çökmüş bir ülkedir. Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen’de yıllardır bir savaş içindedir. Buradaki paramiliter yapılar ekonomik olarak önemli oranda İran’ın desteğine muhtaçtır. Ortadoğu sathına dağılan bu gücün stabil hale gelmesi İran için bölgenin temel gücü haline gelmesi anlamını taşır. ABD ve ortaklarının da yapmak istediği İran, bu güçlerini konsolide etmeden zayıflatmaktır. Mevcut kampanyanın hem İran içinde hem de başka ülkelerde desteklediği güçleri ciddi anlamda zayıflatacağı aşikâr. Dolayısıyla Tahran da ABD ile askeri olarak karşı karşıya gelmekten kaçınacaktır. Başka türlü açığa çıkan yükü kaldırması zor. ABD yaptırımlarına karşı sözlü bir karşı çıkış olsa da pratikte bir iki istisna dışında tüm ülkeler harfiyen uyuyor. En yakın müttefiki Rusya bile ‘itfaiye değiliz’ diyerek bu topa girmeyeceğinin sinyalini verdi. Türkiye, ambargoyu eleştirmesine rağmen İran’la ticareti sıfırladı. Hindistan hakeza öyle. ABD, İran’a karşı istediği koalisyonu uluşturamadı ama İran’ın hepten yalnız kaldığı da bir gerçek. Günün sonunda İran bir şekilde taviz vererek masaya oturacaktır. Ancak tüm kurumları çökmüş olan kapitalist sistemde hiç beklenmedik savaşların çıkması da yabana atılacak bir ihtimal değil.