Kürt düşmanı Erdoğan’ın A ve B planı

Erdoğan Kuzey-Doğu Suriye için ABD ve koalisyon güçlerinden, Rusya’dan kendisine yetecek kadar bir ‘zafer’ için gerekli izni alamazsa, büyük ihtimalle 'B Planı'nı Şubat ayının sonunda devreye koyacak. 

AKP 3 Kasım 2002 seçimlerinde iktidara geldi. "Olağanüstü" bir başarıydı. Çünkü parti daha 1 yılını doldurmadan seçimlere girmiş, Bülent Ecevit’in başında olduğu koalisyon hükümetini devirmiş, hatta DSP, DYP, ANAP, Saadet ve MHP gibi  "köklü" partileri baraj altına iterek iktidara gelmişti. AKP yüzde 34.28, CHP ise 19. 34 oy almıştı. Oyların yüzde 46'sı ise çöpe gitmişti. Yüzde 10 barajından dolayı sadece iki parti barajı aşmıştı. 

O dönem Türkiye’de hükümet olmak sadece seçimleri kazanmakla olmuyordu. Önce gizli anayasa ‘’Kırmızı Kitap’’a biat ve bir de Atlantik ötesinden izin almak gerekiyordu. Tayyip Erdoğan'ın, "karanlıklar prensi" Deniz Baykal’ın "özel bir operasyonu" ile milletvekili seçilmeden önce ilk gittiği yer ABD idi. Dünyanın patronundan izin almadan o koltuğa oturamayacağını çok iyi biliyordu. 

ERDOĞAN’IN AMENTÜSÜ: KIRMIZI KİTAP 

Tayyip Erdoğan, şimdi kanlı bıçaklı olduğu Fethullah Gülen’in mihmandarlığında Washington’da bir dizi gizli görüşme yaptı.  Beyaz Saray yetkilileri, Pentagon, Yahudi lobisi bunların başında geliyordu. 

ABD eski savunma bakanı Chuck Hagel de Erdoğan’ın başbakan olmak için gerekli vize için görüştüğü kişiler arasındaydı. Hagel, geçtiğimiz günlerde CNN International’in en önde gelen sunucusu Christiane Amanpour’a çarpıcı açıklamalarda bulundu. 2002 yılında yaptığı görüşmede Erdoğan'ın kendisine "Kürtler bizim için birinci tehlikedir’’ dediğini aktardı. 

Hagel, belki de farkında olmadan TC’nin gizli anayasası ‘Kırmızı Kitap'ta yazılı olan en önemli şartı deşifre etmiş oldu. Başbakan kim olursa olsun, başlıca görevi "Kürtleri birinci tehlike olarak’’ kabul etmek ve bu tehlikenin bertaraf edilmesi için her türlü yol ve yöntemi uygulamaya hazır olmak.

2002 yılında yaratılan 'algıyı’ şöyle bir kenara koyduğunuzda aslında Erdoğan’ın başından itibaren Kürtleri ortadan kaldırmak için uğraştığını görürüz. Evet, o ve temsil ettiği devleti zaman zaman Oslo ve İmralı görüşmeleri sırasında olduğu gibi çoğu kez de şartların zorlaması sonucu, mecbur kaldığı için PKK ve Abdullah Öcalan ile masaya oturdu. Ama asla sorunu çözmek için değil. Zaman kazanmak, sürece yaymak ve öldürücü darbeyi vurmak için bunu yaptı. Ne zaman ki çözüm süreci Kürtlere ve demokrasi güçlerine alan açmaya yaradı, o süreci akamete uğratarak barışı öldürdü.   

ERDOĞAN YENİ ENVER PAŞA OLMAYI TERCİH ETTİ

Suriye iç savaşı ile birlikte Türk devleti Kuzey Kürdistan’ın dışında Rojava ile yüz yüze kaldı. İç savaş 'de facto’ olarak yeni bir Kürt ve demokratik dinamiğin tarih sahnesine çıkışına şahit oldu. 9 Ekim 1998 komplosu ile bitirildiği, ölümcül şekilde darbelendiği düşünülen Kürdistan Özgürlük Hareketi çok farklı bir boyutta, bu kez yerleşim alanlarında, belli bir coğrafik alan üzerinde özerk bir sistem olarak sahneye çıktı. Hem de küresel güçlerle DAİŞ gibi katiller ordusuna karşı kıran kırana bir mücadele vererek bunu başardı. 

Bu nedenle Kobanê direnişi, 6-9 Ekim büyük Kürt isyanı Türk devletini ciddi manada bir ‘beka sorunu’ ile karşı karşıya getirdi.  Ya 2013 başında başlayan çözüm sürecini devam ettirecek, içeride ve ‘sınır dışında’ olan bütün Kürtlerle diyalog, müzakere ve nihayetinde kalıcı bir barışa gidecek ya da TC’nin kuruluşundan beri var olan "Kürtler birinci tehlikedir’’ paradigmasına uygun olarak davranacak, yeni bir Enver paşa olarak sahneye çıkacaktı. Erdoğan, Enver paşa olmayı tercih etti. 

Hesap şuydu: İçeride ve dışarıda Kürtler ezilecek, Suriye’de cihatçılar eliyle yeni Osmanlı hayalleri gerçekleşecekti. Ekim 2014’te ‘Çökertme Planı’ tam da bu amaç için kabul edildi ve devreye konuldu. 

İlk önce çözüm süreci dinamitlendi. Kürtlerin baş müzakereci olarak kabul ettikleri Öcalan üzerinde tecrit uygulanmaya başlandı. Önce Suruç Katliamı, daha sonra gerilla alanlarına 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana en çok savaş uçağının katıldığı büyük bir saldırı yapıldı. Kürt şehirleri yerle bir edildi. Efrîn Rusya’nın açık desteği ile işgal edildi. 

Ancak tüm bunlara rağmen Erdoğan ‘birinci tehlike'yi bertaraf etmiş değil. Bütün varını yoğunu buna yatırmış durumda. Hem Erdoğan ve ailesinin geleceği hem de mevcut tekçi, ret ve inkârcı şekliyle Türk devletinin devam edip etmeyeceği bu ‘tehlike'nin bertaraf edilmesine bağlı. Deyim yerindeyse ya Kürtleri bertaraf edecekler ya da çözülecekler. Başka gidecek köy kalmadı!

ROJAVA OLMAZSA B PLANI DEVREDE

Son bir kez daha bunu denemek istiyorlar. Şimdi bütün güçleriyle Rojava, Kuzey-Doğu Suriye’ye yükleniyorlar. ABD’den Rusya’ya, İran’dan Almanya’ya kadar bütün küresel ve bölgesel güçlerle Kürtlerin ortadan kaldırılması üzerine pazarlık yapıyorlar.  

ABD’nin Suriye’den çekilme kararıyla birlikte kendilerine gün doğduğunu düşünüyorlar. Askeri-siyasi ve tabii ki ülke kaynaklarını herkese peşkeş çekerek ekonomik rüşvetle önce Minbic’i, peşinden Girê Sîpi’yi işgal etmek istiyorlar. Zaman içinde ise tüm Rojava, Kuzey-Doğu Suriye’yi istikrarsızlaştırarak ilhak etmeyi amaçlıyorlar. 

Erdoğan ve cuntasının ‘’A Planı’’ bu. 

Ama bunun önünde birden çok engel var. Kuzey-Doğu Suriye savunma güçleri ve halk işgalcileri ürkütüyor. Türk ordusu Rojava, Kuzey-Doğu Suriye’nin kolay lokma olmadığını biliyor. Türk ordusu içinde bazı görev değişiklikleri, kızağa çekmeler bundan kaynaklanıyor. Uluslararası baskı ise ABD-Türk devleti arasında yapıldığı söylenen  'anlaşmanın’ uygulanmasını şimdilik öteliyor. Rusya ise başka bir pazarlık yapıyor. Bu nedenle 31 Mart seçimleri yaklaşırken Erdoğan’ın Suriye cephesinde yeni bir ‘zafer’ kazanması pek de kolay görünmüyor.

Tam da bundan dolayı Erdoğan ve adamları ‘B Planı’ üzerinde de çalışıyorlar. Bu da 31 Mart yerel seçimler öncesi bugüne kadar denenmemiş bir güçle Güney Kürdistan’daki gerilla alanlarına saldırı düzenlemek. Bir 'seçim zaferi’ kazanmak. 

B PLANI HEWLÊR OLMADAN UYGULANAMAZ

Rojava, Kuzey-Doğu Suriye konusunda ABD’nin tam desteğini alamayan Türkiye'nin, bu konuda eli daha rahat gibi görünüyor. Ne de olsa ABD Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin 3 önde gelen liderini ‘ölüm listesi'ne alarak bu yolu açmış bulunuyor.  'B Planı’ için sadece ABD’nin desteği yeterli değil. Eksik kalan daha önemli bir ayak var, o da Güneyli Kürtlerin böylesine bir askeri harekat içinde yer alıp alamayacakları.

Ne yazık ki Hewlêr yönetiminin kısmi desteğini zaten almış durumdalar. Örneğin Tevgera Azadî’nin yasaklanması, her gün yapılan hava saldırılarına karşı sessizlik, hatta PKK’nin 'varlığının’ bu saldırılar için neden sayılması, en son Maxmur ve Şengal’e yönelik saldırıları ‘onaylayan’ tutum ve söylemler gibi…

Fakat kısmi destek TC ve Erdoğan için 'birinci tehlike'yi ortadan kaldırmaya yeterli değil. Bu nedenle Hewlêr’de PDK ve YNK ile yapılan pazarlık yeni bir evreye geçmiş durumda. Kötü kokular geliyor. Türk devleti bir kez daha PDK-YNK’den gerilla güçlerine karşı yapılacak ‘Sri Lanka modeli’ bir saldırı için askeri destek istiyor. ABD’nin de kısmen bu konuda Hewlêr’e baskı yaptığı gelen bilgiler arasında. 

Toparlarsak... Erdoğan Kuzey-Doğu Suriye için ABD ve koalisyon güçlerinden, Rusya’dan kendisine yetecek kadar bir ‘zafer’ için gerekli izni alamazsa, büyük ihtimalle 'B Planı'nı Şubat ayının sonunda devreye koyacak.  

Bu iki planın başarılı olup olmayacağını ise sahadaki güçlerin direnişi, politik-diplomatik manevra kabiliyetleri belirleyecek.  

Büyük konuşmayalım ama her hâlükârda işgalciler kaybedecek. Belki de 'her şerde bir hayır vardır’ misali; tekçi, ırk ve mezhep üzerine şekillenmiş, Türk olmayan herkesi düşman gören Türk devletinin de tümden çözülme süreci başlamış olacak.