AKP ile genişleyen Türk milliyetçiliğinin kodları...

Ehli Sünnetin de artık kategorik anlamda düşman olduğunu söyleyen Yektan Türkyılmaz, Suriyelilere yönelik saldırıların ve birçok şeyin temelinde Kürt sorununa yaklaşımın yer aldığını belirtiyor.

Suriyelilere karşı başlayan cadı avı devam ediyor. İktidar özellikle 23 Haziran seçimi sonrası kendi tabanından da doğan rahatsızlıktan dolayı birçok mülteciyi ‘suç işlediği’ gerekçesiyle geri gönderiyor. İşin vahim tarafı bu politika, toplumun geniş bir kesimi tarafından kabul görüp destekleniyor. Hatta yapılan birçok ankette Türkiye’nin bir numaralı sorunu Suriyeliler olarak çıkıyor.

Bu toprakların tarihine bakıldığında ise Türk milliyetçilin düşman bulmakta hemen hemen hiçbir zaman zorlanmadığı görülüyor. Bir zamanlar Gayri Müslimlere olan düşmanlık ve politikalar daha sonra en uzun süreli olarak Kürtlere ardından ise Suriyelilere yönelmiş durumda. Almanya’daki Forum Transregionale Studien’da Öğretim Görevlisi olan Yektan Türkyılmaz, bu değişimi Ehli Sünnetin de artık kategorik bir düşman tanınması olarak yorumluyor. Türkyılmaz ile Türk milliyetçiliğinin kodlarını, Suriyeliler üzerinde yoğunlaşan bu cadı avını ve sonuç olarak hepsinin bağlandığı çözüm noktası Kürt meselesini konuştuk.

OSMANLICILIK DA TÜRKÇÜLÜK DE AYNI

Türkiye’de milliyetçilik düşman bulmak konusunda hiç sıkıntı çekmedi şimdiye kadar. Rumlar, Ermeniler, daha sonra en uzun soluklu düşman olarak Kürtler ve ardından yeni düşman Suriyeliler... Bu düşmanlaştırmayı nasıl tanımlamalı, faşizm mi milliyetçilik mi?

Öncelikle milliyetçilik kavramını anlamak gerekiyor. Çünkü biz milliyetçiliği çok uzun dönem özellikle 90’lardaki revizyonist anlatının buna kattıklarıyla şöyle algıladık; daha dine dayalı bir Osmanlı kimliği vardı sonra bu, etnik Türklüğe dayalı bir milliyetçilik oldu. İlk başta kavram temizliğine gireceksek buradan başlamak gerekiyor çünkü bunun böyle olmadığı çok açık. Türkiye’deki merkezi, devlet ya da elitin ideolojisi diyebileceğimiz şeyde ne Osmanlı’nın emperyal aklı, ne İslamcılık, ne Osmanlıcılık hatta günü geldiği zaman tebaanın birliği söylemi, ne de Türkçülük hiçbir zaman yok olmadı. Türk milliyetçiliği dediğiniz zaman bunların hepsini içinde barındırdı zaten. Hatta bence Türk milliyetçiliği esas olarak bir Sünni milliyetçiliğidir, yani Ehli Sünnetin birliğidir. Bunu 30’lardaki iskân siyasetine, Kızılbaşlarla ilgili politikalarına, gayri Müslimlere uygulananlara yani Cumhuriyet dönemine baktığınızda da görebilirsiniz. Faşizmi daha farklı ele almak lazım. Zira faşizmi daha çok bir idare biçimi, metotlar toplamı olarak düşünmeli.

Öte yandan buna karşın “Bizde ırkçılık, yayılmacılık sömürgecilik olmaz” söylemleri de bu milliyetçiliğin ana mitleri ve ne yazık ki bu mitler muhalif, entelektüeller arasında da yaygın.

ŞİMDİKİ İKTİDARIN EMPERYAL AKLI HAYALPEREST

‘Yayılmacılık yok’ deniyor ama fetih hâlâ kutsanıyor ve hatta yapılıyor…

Evet, bu da mitlerden bir tanesi. Kemalizm’in ortaya çıkardığı bütünleştirici, entegrasyonist bir milliyetçilik ya da devlet aklı diyebileceğimiz bir şey bu da. Mesela Yunanistan’ın Megali İdea’sına karşın Kemalizm’in entegrasyoncu olduğu söylemi. Misak-ı Millî’ye göre o toprakları denetim altında tutma ideali diyebileceğimiz bir durum. Bu konuyla ilgili Mete Tuncay’ın 70’li yıllarda yazdığına göre Misak-ı Millî öyle net bir harita ya da sınır değil, yorumladıkça neredeyse tüm Arap Yarımada’sını içine alan bir kavram. Kaldı ki bunun bazı haritaları var ki Arap dünyasını da kendi içine alıyor. Mesela Musul, Kerkük hâlâ o haritalarda var. Hatta ara ara hortlar ‘orası bizim toprağımızdı’ arzusu. Ondan daha ötesi İskenderun sorunu. İskenderun’un Türkiye’ye bağlanması dünya tarihindeki tırnak içinde en başarılı irredantizm (kurtarımcılık) örneğidir. Arkasından 70’lerde Kıbrıs meselesi. Şu anda ise Efrin, İdlib ve Cerablus, yani o emperyal akıl hâlâ duruyor. Ama şimdikiyle Kemalist emperyal aklı arasında fark var.

Nedir o fark?

Kemalist emperyal akıl şimdiye kıyasla daha gerçekçi. Davutoğlu ile birlikte AKP’nin aldığı şekil ise daha çok hayalperest hatta kısmen Enver (Paşa) tipi bir maceracılığa benzetilebilir: Dünya bizim onları kurtarmamızı bekliyor, Kafkaslar, Afganistan’dakiler, Balkanlar kısacası herkes bekliyor rüyası var. Bu emperyal akıl hep vardı ama Kemalistler daha çok fırsat çıktığı zaman bunu yapıyordu. Farkı bu.

KIRILMA 7 HAZİRAN’DA YAŞANDI

Milliyetçilik denilince akla sadece MHP ve türevleri gelse de hem Kürtler hem de şimdi Suriyeliler için düşünüldüğünde sadece onları kapsamıyor bu düşmanlık, toplumun büyük bir kesiminden destek alıyor. Kürtler bunu bir nebze HDP ile geriletmeyi başardı ama bu nefret genişliyor. Toplumsal tabana bu kadar yayılması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kemalist milliyetçi proje ya da hatta daha da geriye götürecek olursak Abdülhamit ve daha da gerisi II. Mahmut’a kadar geldiğimizde başta da dediğim gibi bu bir Ehli Sünnet milliyetçiliğiydi. İşin garip tarafı bu kadar ecdat, tarih diyen bir iktidar var; ama Osmanlı’nın neredeyse son 100 yılına dayanan aklı bu iktidar döneminde değişti. İlk kez Osmanlı tarihinden yani 19. ve 20. yüzyıldan bu yana Ehli Sünnetlerin de kategorik düşman olabileceği bir tarih şimdi başladı. Bence burada kritik dönüm noktası ise 7 Haziran seçimleriydi. Kürtler bu projede olmadığını ortaya koydu. Devletin Kürtlere bakışına bakarsanız aslında imparatorluktan ulus devlete temelde bir şey değişmedi. Kürt meselesinde bir iyi bir de kötü Kürt vardı. Bunun dışına çıktığı yerler oldu. Kemalistlerin Dersim, Zilan gibi iki tarafı da istemiyorum dediği zamanlar vardı. Ama yine de Osmanlının “İyi Kürt, Kötü Kürt” siyasetini sürdürdüler. Bu da şu demek bir isyan olduğunda devlet ‘İyi Kürtleri’ dışlamayıp onun imkânlarını kullanarak bu “belanın” üstesinden geldi. Buna kolonyalizm çerçevesinden bakarsak İngilizlerin koloniler idare biçimi gibi diyebiliriz.

KÜRDİSTAN’DA YENİ BİR KOLONYAL YAPI KURULDU

Yani?

İngilizler örneğin Hindistan’a gittiğinde doğrudan oraya bir İngiliz yönetimi atamıyordu. Almanlar, Hollandalılar vb. aksine. Orada yetkili ve onlara en güçlü görünen kim varsa, o grubu kendine müttefik edinip onlar üzerinden bölgeyi yönettiler hep. 7 Haziran’daki kırılmaya bağlayacak olursak, artık İyi Kürt, Kötü Kürt politikası iflas etti. Diyarbakır, Mardin, Hakkâri ya da Kürdistan’ın diğer illerini düşünün orada illa ki bir devlet oyu vardı. Bunun adı DYP de olabilir, AP de hatta CHP de olabilir en az yüzde 30-40 oy vardı. 7 Haziran bunun bittiği eşikti. Eğer Diyarbakır’da ‘Kötü Kürtler’ yüzde 80 oy alıyorsa artık bu siyaset bitmiştir. ‘Biz bunlarla aynı camiye gidiyor olmayız’ lafları da ilk kez bu dönemde çıktı. Hatta Kürdistan’da yeni bir kolonyal sistem kuruluyor. İngilizlerin örneğinden farklı. Eskiden 90’larda devletin valisi, kaymakamı vardı ama korucular da vardı ve onlar yereldendi. Hatta aşiretler ve belli kesimler vardı. Sürecin sonlanmasından sonra “işbirlikçi” kesim değil, kayyum atarken Amasyalı, Çorumlu vs. seçtiler. Bu dönem sadece Kürt hareketine karşı sertleşildiği değil, devletin içindeki Kürt aracıların da dışlandığı bir dönem. Kentlerin mimari planlaması da buna dahil. Yeni bir kolonyal durumla karşı karşıyayız. Ve bu Ehli Sünnettin ilk dağılma noktasıydı.

İkinci dağılma noktası ise Gülen Cemaati ile giriştikleri iç savaştı, iki Ehli Sünnet grup ve direkt olarak terörist ilan edilebiliyor. Üçüncü örneği ise artık yavaş yavaş Suriyeliler olmaya başladı. ‘Ecdat yadigârı’ Ehli Sünnet bir grup daha hedefe alındı. Sizin de dediğiniz gibi neredeyse tüm siyasal kesimlerden HDP liderliği hariç bu konuda bir uzlaşma var. Türkiye’nin bir numaralı sorunu birçok araştırmada ya ilk sırada ya da ikinci olarak Suriyeliler çıkıyor.

LİNÇLER DEVLET AKLINA HEP YARADI

Henüz o noktada değil dediniz, peki bunun 6-7 Eylül misali büyük bir pogroma dönüşme ihtimali nedir sizce?

Çözüm sürecinin bitişi, Cizre ve Sur’da yaşanan katliamlardan sonra Evrensel Gazetesi’ne bir yazı yazmıştım, “Felaket kapımızı bir daha mı çalıyor” başlığı ile. Türkiye, bu tip toplu şiddet eylemlerinin tekrar tekrar olma ihtimalinin e yüksek olduğu yerden birisi. Bunu Suriyeliler, Kürtler, Aleviler, Romanlar, Ermeniler, Rumlar için söyleyebilirsiniz ve bu örnekler artar. Bu hep bir ihtimal olarak orada duruyor zaten. Hatta Osmanlı’nın son zamanları ve Türkiye tarihine bakarsanız eğer bu gibi eylemler devlet aklına hep kazandırmış olaylar olarak görülmüş. Bırakınız yüzleşmeyi ya da lanetlemeyi devlet aklını takip ederseniz bunlar hep kutlanacak eylemlerdir. Çünkü yol açmıştır. Bugün yaşanan ‘Dersim- Tunceli’ tartışmasının düşünün mesela. Ha keza Rumlarla ilgili Pontus tartışması, örnekler hem güncel hem de sayıca çok. Zaten olmuyor muydu? Antep’te, Adana’da linçler yaşandı Suriyelilere karşı. Ama daha yaygın bir hale gelir mi diye sorarsanız, umuyoruz ki gelmesin. Öte yandan iktidarın seçim sonrası faturayı Suriyelilere çıkarması ile tavrını sertleştirmesi bu linçlere ve saldırılara daha açık zemin hazırlıyor. Buna hiç şüphe yok. Bugün sosyal medyada Suriyelilerin kriminalizasyonu ve “persona non grata” yani istenmeyen insan olması konusunda akıllara zarar bir uzlaşı söz konusu. Bu çok büyük tedirginlik verici bir durum…

BİR ŞEKİLDE KÜRT MESELESİNE BAĞLANIYOR

Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri Kürt meselesi çerçevesinde kısa süreli bir çözüm süreci yaşandı. Evet, masa devrildi bugün şartlar bambaşka ama Kürt meselesini çözemeyen bu ülkede düşmanlık hanesine yenilerinin eklemesi de kaçınılmaz. Yeni bir çözüm süreci bu felaket ortamı için deva olabilir mi sizce?

Soruda da belirttiğiniz önemli nokta şu, bizler bugün çok alakasız bir konuyu konuşsak bile bazen gizli bazen açık bir şekilde bir heyula – hayalet misali üstünde Kürt meselesi var. Suriyeliler ya da ekonomik krizle ne alakası var diyemiyorsunuz ya da herhangi birçok şeyle. İkinci olarak Kürtler 40 yıldır bir savaş altında yaşıyor. O yüzden barış hatta barışı geçtim, sükût bile ekmek- su kadar yaşamsal. Ama bir önceki sürecin anlattıkları da hatırımızda. Bir şeyi deneyip çok daha geri bir noktaya varabiliyorsunuz. Bir de bu konunun muhatabı olacak kesimin (iktidar) bir kredisi ya da inandırıcılığı kalmamış durumda. AKP iktidarının en fazla kaybettiği şey itibar. Siyaseten ettikleri sözün arkasında durup durmayacakları konusunda bir güven kaybı yaşadılar. Yakın zamanda Kürt hareketinin farklı kesimlerden de AKP’nin başta olduğu sürece böyle bir çözüm sürecinin olmasının imkânsız olduğu dile getirildi. İktidar 23 Haziran seçimlerinden sonra sadece Suriyelilere ya da diğer kesimlere karşı agresifleşmiyor. Aynı zamanda kendisi de büyük çatırdamalar, sarsıntılar yaşıyor. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde çok karmaşık bir tablo çıkıyor kaşımıza. Evet, barış süreci birçok şeye çözüm olabilir ama ortada muhatabı yok. AKP bunu yüklenebilecek ne misyonda ne de bir stabiliteye, özgüvene sahip.

AKP İTİBAR KAYBETTİ

Öte yandan uzun yıllar sonra Öcalan ile bir görüşme yapıldığında akla ilk çözüm süreci geldi fakat yine görüşmeler kesildi.

Bir siyasal iktidar nasıl olur da yaşamsal bir konuya sırf bir seçim için bu kadar gayri ciddi yaklaşır. Akıl alır gibi değil. Yaşamsal diyorum çünkü birçok insanın yaşamı, geleceği buna bağlı. Artık devlet aklı içinde ciddi bir erime başladı. Devlet kurumsallığı berhava olmuş durumda. Tarihin en fazla sorunuyla yüz yüze kalmış devletin yöneticilerinin yapmaması gereken her şey yapıldı. Zaten Öcalan’ın mesajlarını okuduğumuzda orada da dipten dibe AKP’ye olan güvensizliği görmek mümkün. Daha geniş bir mutabakattan bahsediyor Öcalan. O geniş mutabakatın unsurlarının kimler olabileceğinden söz ediyor. Bunu tahmin etmek zor değil, CHP içerisinde bir grup gelişiyor. Şöyle garip bir durum var AKP’de 2000’lerin başındaki kadrolarda HDP ile dirsek teması kurabilecek isimler vardı. Ama o isimler hızlı bir şekilde tasfiye oldu. Önceden CHP’de yoktu böyle bir kanat. Şimdi bu isimler CHP’de çoğalıyor, diğer tarafta tümden gitti. O yüzden siyasi tabloda muhatabın kim olacağına dair değişiklikler yaşanıyor. Ama bu muhatabın CHP olabileceğini akla getirmemeli. Bunun için bir devlet gücü gerekiyor. CHP bundan uzakta.