Örgütlü halkın gücüne güvenmek

Aşırı kaygıya ve panik düzeyindeki tepkiye gerek yoktur. Zaten her zaman doğru olan halkın gücüne, öz güce güvenmektir. Bu da halkın eğitimi ve örgütlenmesi ile açığa çıkar. O halde halkı eğitmek ve örgütlemek üzere seferber olmak gerekir.

ABD Başkanı Trump “Suriye’den güçlerimizi çekiyoruz” dedi, ABD’nin içi dahil neredeyse tüm dünya ve Ortadoğu Bölgesi karıştı. Açıklama üzerine ABD Savunma Bakanı Jim Mattis, “Aynı görüşte olan bir savunma bakanı ile çalışmaya hakkınız var” diyerek istifa etti. DAİŞ karşıtı koalisyonun Avrupalı ortakları Fransa, Almanya ve İngiltere Trump’a karşılar, “Kararı doğru bulmadıklarını ve Suriye’de kalacaklarını” açıkladılar. Rusya Devlet Başkanı Putin biraz buruk memnun, “DAİŞ yenildi, ancak yeniden toparlanma riski var” diyor. ABD kararından İran memnun, “Zafer kazandığı” havasını yayıyor. İsrail Yönetimi önceden bilgisinin olduğunu ve bu durumun “Güvenliğine zarar vermeyeceğini” belirtiyor. Ayrıca TC cephesinde kafaların karışık olduğu, Kürt cephesinin ise yoğun kaygı yaşadığı gözleniyor. Kürtlerdeki ağır kaygıya Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğünün işgal tehditleri yol açıyor.

Şimdi bu kadar şaşkınlığa yol açmış olan bu olayı bazı yönleriyle ele alıp değerlendirmek gerekiyor. Çünkü bazı yanlış bakış açıları var ve bunları mutlaka düzeltmek büyük önem taşıyor. “Bir musibet bin nasihattan yeğdir” diye bir söz var. Olaya bir de bu yönüyle bakmak gerekiyor. Belki de mevcut ABD kararı, başta Kürtler olmak üzere bölge siyasetini kendine getirir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “ABD karşılıksız tükürüğünü bile vermez” sözü herkes tarafından daha iyi anlaşılır. Dış güçlerin kendi çıkarları için geliştirdikleri “Böl-çatıştır-yönet” politikası görülerek, kendi gücüne ve çözümüne inanç gelişir. Çözüm eğitilip örgütlendirilen halkın gücünde aranır.

Öncelikle ABD Başkanı Trump’ın bu karar ve açıklamasının yeni olmadığını belirtmek gerekir. Aylardan beri aynı karar birçok kez ifade edilmiştir. O halde, sanki yeni gündeme gelmiş gibi bu kadar şaşkınlıkla karşılanmış olması anormaldir. Öyle anlaşılıyor ki, daha önce söylendiğinde fazla inanılmamış, “Trump’tır söyler, geçer” denmiş. Ya da tepkiler olunca Trump’ın karardan vazgeçtiği sanılmış. Halbuki ABD Başkanı Trump, Suriye savaşının ABD için çok ağır ve masraflı olduğunu söylüyor, Avrupalı ortaklarını savaşa daha fazla dahil etmeye çalışıyordu. Şimdi yapılanın bir anlamda bunun gerçekleşmesi olduğu belirtilebilir.

Diğer yandan, mevcut çekilme olayının ABD içi siyasetle çok daha fazla ilişkili olduğu açığa çıkmıştır. ABD Savunma Bakanının istifası gösteriyor ki, Başkan Trump yönetimini yeniden yapılandırıyor. Hatta buna “Trump iktidar oluyor” bile denebilir. Yine Trump’ın ilerdeki başkanlık seçimi için hazırlık yapmaya çalıştığı bile söylenebilir. Bilindiği gibi, Amerika toplumu Ortadoğu’da yürütülen savaşa oy vermemektedir. Bundan önceki Bush ve Obama Yönetimleri bu savaştan dolayı hep seçim kaybetmiştir. Nitekim mevcut Trump Yönetimi de, geçen Kasım başında yapılan ara seçimde ciddi oy kaybı yaşamıştır. Oysa Trump’ın “Önce Amerika” diyerek seçimi kazanmış olduğu bilinmektedir. Amerika toplumu, dışarıda yürütülen savaşın kendi yaşamına zarar verdiğine inanmaktadır. Demek ki, Suriye’den çekilme kararı hem Trump’ın politik yaklaşımına uygundur, hem de gelecek seçimde toplumdan oy alabilmesi ve seçimi kazanabilmesi için gereklidir.

Ayrıca “Suriye’den güçlerimizi çekiyoruz” açıklaması, mevcut haliyle, Putin’in de ifade etiği gibi belirsizdir. Hatta Suriye Devlet Başkanı Esad, ortada çekilmeye dönük bir işaretin görülmediğini de belirtmiştir. Gerçekten ABD Suriye’den çekiliyor mu? Çok açık ki, buna inanmak zordur. Daha dün “Astana ve Soçi’nin fişini çekme zamanı geldi” diyen ABD, Suriye’den nasıl çekilecektir? 5 Kasım’da İran’a, 6 Kasım’da ise PKK’ye karşı savaş açmış olan ABD, eğer çekilirse bu savaşı nasıl yürütecektir? Suriye’den çekilecek ABD’nin Ortadoğu’dan da çekilmiş olacağı hesaplanırsa, o zaman kapitalist modernite sisteminin liderliğini nasıl yapacaktır? ABD madem böyle yapacaktı, o halde 2 Ağustos 1990’dan bu yana izlediği politikaları niçin yürüttü?

Belli ki benzer sorular çoğaltılabilir. Yani ortada ABD’nin Suriye’den ve de Ortadoğu’dan tümden çekilmesi diye bir şey söz konusu değildir. Yapılmak istenenin, DAİŞ’e karşı savaş için bölgede yapılan yığınağın azaltılması ve bu temelde fazlalıkların geri çekilmesi olduğu açıktır. ABD Yönetimi bu süreci daha Rakka Zaferi ardından zaten başlatmıştır. Gerçekten de Rakka’nın özgürleştirilmesi ile DAİŞ’in beli kırılmıştır ve DAİŞ’e karşı savaş eskisi gibi sürmemektedir. ABD Yönetimi de buna göre askeri konum almakta ve yeni siyasetler belirleyerek ittifaklarında değişiklikler yapmaktadır. Bu durum zaten TC’nin Efrîn’i işgal saldırısına onay vermesi ile netlik kazanmıştır.

ABD Yönetimi içindeki görüş farklılıkları, öyle anlaşılıyor ki, zamanlama ve bakış açısı ile ilgilidir. Bazı yöneticiler zamanı erken bulmakta ve DAİŞ’in belirtildiği düzeyde yenilmediğine inanmaktadırlar. Yine askeri ve siyasi bakış açılarında öncelikler farkı oluşmaktadır. Diğer yandan, ABD Başkanı Trump gerçekten de iyi bir politik şovmendir. ABD’nin Suriye’den çekilmesi değil, politik şov yapması söz konusudur. Amerikan toplumundan oy alabilmesi için, belli ki Trump’ın buna ihtiyacı vardır. Ancak söz konusu şov o düzeye vardırılmıştır ki, neredeyse en çok ABD karşıtları bile “Aman gitme, ne olur Suriye’yi terk etme” diyecek noktaya getirilmiştir. Neredeyse “Gitme” diye ABD’ye yalvarılır olmuştur. Herhalde bundan sonra da ABD Yönetimi “Ne yapayım, siz istediğiniz için kalıyorum, o halde istediğim gibi kalırım” diyecektir. Putin’in sık sık ifade ettiği ABD varlığının “Yasa dışılığı”, böylece yasal ve de “Umumi istek üzerine” olma konumu kazanacaktır. Bu durumda bizce, ABD’nin geri çekildiğini değil de, nereden ve nasıl bir saldırı yapacağı üzerinde düşünmek daha doğrudur. Ayrıca ABD’ye de, diğer güçlere de “Git” diyebilmek gerekir. Böyle demek ve ABD’nin çekilmesi kıyamet olmaz, hatta daha iyi olur; korkmamak lazımdır.

Demek ki yaklaşımlarda ve tartışmalarda bir yanlışlık var. Bunları düzeltmek gerekiyor. Hemen hemen herkes açısından bu gereklidir. Özel olarak da, biz Kürtler açısından çok daha fazla gereklidir. Özellikle de Rojava Kürtleri açısından buna ihtiyaç vardır. Bir musibet bin nasihattan yeğdir. Aylardır ve yıllardır nasihat verdik, ancak anlaşılmadı. İnşallah şimdi ABD’nin tutumu doğruları ve gerçekleri anlamayı getirir. Aslında Efrîn’i işgal saldırısından bu sonuç çıkmalıydı. Ama görülüyor ki yeterince sonuç çıkartılmamış! O halde şimdi çıkartılmalı ve ABD’nin de, Rusya’nın da kim ve ne olduğu iyi anlaşılmalı. Bunun için de politik ilişki ve gelişmelere Kürdistan bütünlüğü içinde ve Apocu strateji temelinde bakılabilmeli.

Çok açık ki, esas sorun bakış açısındadır. Bundan bir yıl önce, bazıları “Suriye’de savaş bitti, sıra siyasi çözüme geldi” diyordu. Peki hani nerede bu çözüm? Belli ki yalnız başına bir Suriye ve yalnız başına bir Rojava çözümü yoktur. Suriye Ortadoğu’nun, Rojava ise Kürdistan’ın kopmaz bir parçasıdır. Dolayısıyla Kürt-ABD ilişkilerine sadece Rojava’dan bakmak yanıltıcıdır. Nasıl ki sadece Başur’dan bakmak yanıltıcı ise, Rojava’dan bakmak da yanıltıcıdır. Kürdistan bütünlüğü içinde bakmak, bu bütünlük içinde de birinci sıraya her zaman Bakur’u koymak gerekir. Kim ki böyle yapmazsa yanılır ve stratejik yanlış yapar.

Peki son dört yılda Kürt-ABD ilişkileri nasıldır? 5 Nisan 2015’den bu yana Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan mutlak tecrit altındadır ve bunu yapan güçlerin başında ABD gelmektedir. Önder Abdullah Öcalan’a yaklaşım dört parçada ve yurtdışında tüm Kürtlere yaklaşımı belirler. 7 Haziran 2015 seçimi ardından Tayyip Erdoğan Yönetimi iki güçle anlaşarak 24 Temmuz 2015 topyekûn soykırım saldırısını başlatmış, Cizre’den Sur’a Bakur kent ve kasabalarını yakıp yıkmıştır. Bunlardan biri MHP, diğeri ise ABD’dir. 22 Temmuz 2015’de ABD-TC anlaşması yapıldıktan iki gün sonra 24 Temmuz topyekûn saldırısı başlamıştır. 24 Temmuz 2015’den bu yana AKP-MHP faşizminin Bakurê Kurdistan’da yaptıklarının hepsinin suç ortağı ABD’dir. Garê’den Kandil’e kadar TC savaş uçaklarının HPG ve YJA-Star gerillasına yönelik her gün yaptığı saldırının keşif bilgisini ABD vermektedir. Güney Kürdistan’da 25 Eylül 2017 referandumuna en önce karşı çıkan iki güçten biri ABD, diğeri TC’dir. 20 Ocak 2018 tarihinden itibaren TC’nin Efrîn’e saldırısı, diğerlerinden daha çok ABD’nin onayı ile olmuştur. Şimdi de TC, ABD’nin bilgisi ve onayı temelinde Rojava’yı tehdit etmektedir.

Peki Kürt-ABD ilişkilerine dair daha fazla bir şey belirtmeye gerek var mı? Bunlarla birlikte, aynı ABD, DAİŞ’e karşı Rojava’da Kürtlerle ortak savaş koalisyonu oluşturmuş ve çok önemli bir savaş verilerek, tarihi önemde kazanımlar elde edilmiştir. Biz Kürt halkı ve Kürdistan Özgürlük Hareketi olarak bu ilişkiye çok değer verdik ve yaptığımızın doğruluğuna her zaman inanıyoruz. Ancak bu sadece Rojava’da ve de taktik düzeyde bir ilişkiydi. Onun dışında ABD’nin Kürtlere yaklaşımı ise yukarda belirttiğimiz gibiydi. Ve stratejik olan yaklaşım Rojava’daki değil, Bakur’dakiydi. O halde Bakur’daki durum tüm Kürtleri bağlar ve oraya bakılarak doğruya ulaşılır.

O halde ABD’nin Suriye’den çekilme kararının şaşırtıcı bir yanı yoktur. Bir gün Rojava Kürtlerini yalnız bırakır veya onlara karşı çıkarsa, bu da şaşırtıcı olmaz. Kaldı ki, mevcut haliyle böyle bir durum da yoktur. Belki de ABD ile bundan sonra daha sağlıklı ve sonuç alıcı ilişki geliştirilebilir. O nedenle, aşırı kaygıya ve panik düzeyindeki tepkiye gerek yoktur. Zaten her zaman doğru olan halkın gücüne, öz güce güvenmektir. Bu da halkın eğitimi ve örgütlenmesi ile açığa çıkar. O halde halkı eğitmek ve örgütlemek üzere seferber olmak gerekir.x

Kaynak: Yeni Özgür Politika