15 Ağustos Atılımı’nın 40. yılına girerken

Sonuçta kendini yenilemiş, deyim yerindeyse küllerinden yeniden yaratmayı bilmiş, yaşamın engel ve zorluklarıyla yılmadan ve başarıyla mücadele etmeyi öğrenmiş yeni bir özgür Kürt insanı ve Kürt toplumu ortaya çıkmış bulunuyor.

PKK’nin 15 Ağustos 1984’te başlattığı silahlı özgürlük direnişi 39 yılını tamamlıyor ve kırkıncı yılına giriyor. Kürtler elli binden fazla şehit vererek bu varlık ve özgürlük direnişini sürdürüyor. İmralı işkence ve soykırım sistemi başta olmak üzere her türlü soykırımcı baskı ve katliama karşı direniyor. Geçen 39 yıl içinde 4 binden fazla Kürt köyü yakılıp yıkılmış, dört milyon civarı insan evini-yurdunu bırakarak başka alanlara göçmek zorunda kalmış bulunuyor. Kısaca bu geçen süreçte Kürt halkının çektiği acılar ve ödediği bedel gerçekten çok büyük.

Kuşkusuz 15 Ağustos Gerilla Atılımı temelinde başlayan son Kürt direnişi, Kürt tarihinin son yüzyıllarda gerçekleşen en uzun süreli kesintisiz direnişi oluyor. Elbette bu, en başta Önder Apo’nun yeni ve yaratıcı düşünceleri ve büyük çabası sonunda gerçekleşiyor. Ancak başta Kürt gençleri ve kadınları olmak üzere tüm Kürt halkı da bu zorlu mücadeleye cesaret ve fedakârlıkla katılıyor ve yükünü taşıyıp acılarına dayanmayı biliyor. Sonuçta kendini yenilemiş, deyim yerindeyse küllerinden yeniden yaratmayı bilmiş, yaşamın engel ve zorluklarıyla yılmadan ve başarıyla mücadele etmeyi öğrenmiş yeni bir özgür Kürt insanı ve Kürt toplumu ortaya çıkmış bulunuyor.

Elbette 15 Ağustos 1984 tarihinde başlayan gerilla direnişinin tarihi anlam ve önemini bilebilmek, yine ortaya çıkardığı büyük sonuçları görebilmek için, tersinden ’15 Ağustos silahlı direnişi olmasaydı Kürtlerin durumu ne olurdu?’ sorusunu sorup doğru cevaplayabilmek gerekir. Bu anlamda son 39 yılda Kürt özgürlüğü ve demokratikleşmesi adına yaratılan tüm gelişme ve kazanımların altında 15 Ağustos silahlı direnişinin imzası vardır. Önder Apo’nun düşüncelerini ve 1982 Büyük Zindan Direnişi’nin kararlılığını hayata geçiren, örgüt ve eyleme dönüştüren gerilla direnişi, elbette tüm özgürlükçü gelişmelerin yaratıcısıdır.

Kuşkusuz bu geçen 39 yılda Türkiye toplumunun ve devletinin yaşadıkları da vardır. Çok açık ki, bunların ödediği bedel de Kürtlerin ödediğinden hiç de az değildir. Türkiye toplumu, Kürtler gibi on binlerce evladını savaşta kaybetmiş, ağır bir faşist baskı ve terör altında yaşamış, tarihinin en ağır sömürüsüne tabi tutulmuş, neredeyse geleceğini ipotek etmek zorunda kalmıştır. Turgut Özal’la başlayan Türkiye’yi satma süreci Tayyip Erdoğan yönetimi altında doruğa ulaştırılarak, adeta Türkiye’nin satılmamış hiçbir şeyi bırakılmamıştır. Kuşkusuz bütün bunların hepsi, Kürt halkına karşı yürütülen soykırım savaşına para bulabilmek için yapılmıştır. Tabii bu arada da her türlü yolsuzluğu ve soygunu yaparak yeni bir talancı sınıf türemiştir. Mevcut haliyle Türkiye toplumu büyük bir felâketin eşiğinde de değil, tamamen içinde bulunmaktadır.

Elbette 39 yıldır süren bu savaşın çok önemli stratejik ve taktik evreleri mevcuttur. Bunlardan ilki 17 Mart 1993 tarihinde Önder Apo’nun ilan ettiği tek yanlı ateşkestir. Turgut Özal ve Celal Talabani’nin de katılımı ve teşvikiyle ortaya çıkan bu ateşkes, söz konusu boğazlaşmanın sona erdirilmesi ve sorunların demokratik siyasetle çözülmesi için tarihi bir fırsat olmuştur. Ancak bu durum doğru değerlendirilip demokratik siyasetin önü açılacağına, Turgut Özal’ı da öldüren faşist-soykırımcı klik tarafından Kürt gerillasına daha yoğun bir saldırı yapma ve onları daha çok katletme için bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. Sonuçta, daha ciddi bir bedel ödememişken sorunların çözümünü sağlayabilmenin tarihi fırsatı ve imkânı kaçırılmıştır.

İkinci evre olarak, Önder Apo’nun 1 Eylül 1998 tarihinde üçüncü kez tek yanlı ateşkes ilan ederek Avrupa’ya çıkışı belirtilebilir. Önder Apo, böyle kritik bir adımı, ‘savaşta tarafların yenişemediği, ne zafer ne yenilgi durumunun yaşandığı, savaşta pata bir durumun ortaya çıktığı, bu durumu uzun süre devam ettirmenin iki tarafta da ciddi bir yozlaşma ve çeteleşme ortaya çıkartacağı’ değerlendirmesi temelinde atmıştır. ‘Kapitalistler bundan çıkar sağlar, ancak sosyalistler böyle bir durumu ve çözümsüzlüğü kabul edemezler’ diyerek, ciddi riskler taşıyan bu adımı atma cesaretini göstermiştir. Dahası Roma’da ilan ettiği 8 maddelik çözüm projesiyle bu sürece öncülük etme tutumunu da geliştirmiştir.

Peki Önder Apo’nun tarihi önem taşıyan bu yaklaşımına karşı gösterilen tutum ne olmuştur? Çok açık ki, tarihin en ağır saldırısı olan ‘Uluslararası Komplo’ Önder Apo’ya dayatılmıştır. Türkiye’nin ve dünyanın savaştan beslenen kan emicileri el birliği ederek Önder Apo’ya İmralı yolunu göstermişlerdir. 1993 sürecine göre ödenen bedel biraz daha ağır olsa da yine de tarihi önem taşıyan bu fırsat da faşist-soykırımcı güçlerin çabasıyla kaçırılmıştır.

Sonraki süreç herkesin malumudur. Önder Apo şahsında Kürtlere ve tüm Türkiye’ye tam 25 yıldır, yani çeyrek asırdır İmralı işkence ve soykırım rejimi dayatılmaktadır. Kürtler de yine Önder Apo’nun düşünceleri doğrultusunda ve her türlü bedeli ödemeyi göze alarak 25 yıldır söz konusu uluslararası komplo saldırısına karşı büyük bir cesaretle direnmektedir. Kuşkusuz bu 25 yılın iki taraf için de bedeli, önceki 15 yıla göre çok çok ağırdır. Kurdistan ve Türkiye’de esas büyük tahribat bu çeyrek asırlık süreçte yaşanmıştır. Kürtler önemli kayıplar verip büyük acılar yaşarken, Türkiye’nin varı-yoğu bu savaş için haraç mezat satılarak Türkiye toplumunun geleceği karartılmıştır.

Peki pratik olarak gelinen sonuç nedir? Kürt gerillası, başta Medya Savunma Alanları olmak üzere Kurdistan’ın her alanındaki kahramanca direnişini sürdürmektedir. Kırk yıl öncesine göre gücü azalmamış, tersine daha da artmıştır. Savaş Kuzey Kurdistan’dan taşarak Güney ve Batı Kurdistan’a ve Türkiye metropollerine yayılmıştır. Böylece PKK daha geniş kesimleri direnişe çekme ve atıl kalan bir kısım potansiyelini savaşa sevk etme imkânı bulmuştur.

Peki TC Devletinde neler olmuştur? AKP Yönetimi, içte MHP’ye, dışta ABD ve NATO’ya, Kurdistan’da ise KDP gibi Kürt ihanetine teslim olmuş, bunlara muhtaç hale gelmiştir. Dahası El Nusra, DAİŞ ve Axvani Müslümin gibi tüm çetelerle, terör örgütleriyle içli dışlı hale gelerek, bunlardan medet umar duruma düşmüştür. Artık Türkiye’de Mustafa Kemal’in kurduğu devletin esamesi bile okunmamaktadır. Aslında ortada devlet denebilecek ciddi bir yapı da kalmamıştır. Tamamen faşist reis Tayyip Erdoğan etrafında kümelenen faşist-soykırımcı bir çete topluluğu vardır. Bunlar da Kürt kanı içmek için Türkiye’nin tüm imkânlarını pazarlamakla, ormanlarını kesip doğal kaynaklarını ranta çevirmekle, kısaca toplumu ve doğayı yok etmekle uğraşmaktadırlar.

Kırkıncı yıla gererken savaşta yaşanan durum yine pata durumudur. Ne zafer ne yenilgi durumu devam etmektedir. Gerilla, yüzlerce kez planlı ordu saldırılarını kırmış, ağır darbeler vurarak faşizmi çöküş noktasına getirmiş olsa da, tam bir askeri zafer konumu yaratamamıştır. Buna karşılık, TC Devleti ve ordusu hiçbir ahlaki ve hukuki kural tanımadan her yöntemle saldırıp gerillayı ezmeye çalışmışsa da, o da tam sonuç alamamıştır. Kuzey Kurdistan dağlarında gerilla hareketliliği biraz daraltılmışsa da, dağda daralan gerilla şehirlere kayma ve Kurdistan’ın diğer parçalarına açılma gibi bir durumu yaşamıştır. TC Devleti’nin Kürt gerillasını tamamen yenip ezmesinin mümkün olmadığı defalarca kanıtlanmıştır.

Dahası PKK’nin bir Önderlik Hareketi olduğu değerlendirilerek saldırılar Önder Apo’ya yöneltilmiş, ancak 25 yıllık İmralı sistemine rağmen sonuç alınamamıştır. Çünkü Önder Apo yenilmez ve tükenmez bir kadro hareketi yaratmıştır. Yine ‘ölüm listeleri’ hazırlanıp ‘kelle avcıları’ örgütlenerek PKK Yönetimi katledilmeye çalışılmışsa da, şehit düşenlerin yerini yeni kadrolarla doldurmak PKK için zor olmamıştır. Dolayısıyla TC Devletinin PKK’yi ezip tasfiye edemeyeceği tamamen netleşmiştir.

15 Ağustos Devrimci Atılımı’nın kırkıncı yılına girerken yaşanan bu durum, belli ki kırkıncı yılda da derinleşerek ve yayılarak sürecektir. Artık zarardan dönerek kâr etme durumu da ortadan kalkmıştır. Kurdistan’ın ve Türkiye’nin daha fazla tahrip olmasının engellenmesi için faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetin yıkılması şart olmuştur. O halde kadınlar ve gençler, işçi ve emekçiler, Kürtler ve Türkiye halkları el birliği ederek antifaşist direnişi her alanda daha çok büyütmeli ve hepimizi, tüm halkları ve insanlığı bu faşist-soykırımcı beladan kurtarmayı başarmalıdır. Bunlar temelinde 39 yıllık tarihi Kürt Direnişini selamlıyor, kahraman şehitlerini saygı ve minnetle anıyoruz.  

Kaynak: Yeni Özgür Politika