Dünya nüfusu arttıkça sürdürülebilir tarım elzem hale geliyor

Dünya nüfusunun onda birinden fazlası açlıkla mücadele ederken, önümüzdeki on yıllarda daha da artacak insanlığın ‘yeryüzünü talan etmeden doyurulması’ en önemli sorunlardan biri olarak duruyor.

Geçtiğimiz yıl Birleşmiş Milletler’e (BM) bağlı Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından Cenevre’deki konferans vesilesiyle yayınlanan raporda, artan dünya nüfusunun ‘yeryüzünü talan etmeden’ nasıl beslenebileceği konusunda fikirler paylaşılmıştı.

BM ülkelerinin daha önce üzerinde uzlaştığı 17 maddelik 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin gerçekleştirilmesi için sürdürülebilir bir tarım politikasının olması gerekiyor. Ancak başta yoksullukla mücadele, açlığın sonlandırılması ve herkesin iyi bir sağlığa sahip olması gibi ilk üç madde ile sürdürülebilir toprak kullanımı gibi 15’inci madde de doğrudan tarımsal toprakların doğru kullanımıyla gerçekleştirilebilecek.

Bin 200 sayfalık bilimsel analiz raporunda, yüzyılın ortalarına gelindiğinde küresel ısınmanın da etkisiyle oluşacak iklimsel değişiklikler ve 10 milyara yaklaşacak dünya nüfusu gerçekleri ışığında yapılması gerekenlere dair öneriler sunuluyor.

TOPRAKLARIN UYGUN KULLANIMI GEREKİYOR

Raporda özellikle endüstriyel gıda üretiminde yapılması gerekenlerden, gıda sorununun dünyada milyarları etkilediği ve on milyonların aç kaldığı bir ortamda obezite ile aşırı gıda israfının olduğu bir tüketim toplumunun varlığına işaret ediliyor. 

IPCC tarafından dikkat çekilen tarımsal üretimin insanlığa yetmeyeceği ve doğru yöntemlerin hayata geçirilmemesi halinde sorunların katlanarak artacağına dair öngörüler, BM’nin nüfus verileriyle de destekleniyor.  

DOĞUM ORANLARI DÜŞSE DE NÜFUS ARTIYOR

İnsanlığı beslemeye yetecek düzeyde gıda üretmeye yetecek tarımsal faaliyetler oldukça önemli. 1950’de sadece 2,6 milyar kadar olan Dünya nüfusu, bu yılın başında 7,7 milyarı aşmıştı. Bu da günlük ortalama 220 bin kişiden yılda 80 milyon ya da yüzde 1,1 civarında bir artış demek. Ayrıca nüfus arttıkça bu artış oranının denk geleceği sayı da artmaya devam edecek.

Birleşmiş Milletler (BM) tarafından geçtiğimiz yıl yayınlanan son Dünya Nüfus Tahminleri Raporu’na göre, 2050 yılına gelindiğinde nüfus 9,7 milyara ulaşabilecek. Bu tarihten itibaren ise nüfus artış hızının azalmasına karşın rakamsal olarak artış devam edecek ve en iyi ihtimalle yüzyılın sonunda 11 milyar civarında bir nüfusa ulaşılmış olacak.

Nüfus artışının yavaşlamasında son 30 yılda net olarak görülen kadın başına doğum oranındaki düşüş etkili olacak ve bu da kısmen de olsa umutlu olunmasını sağlıyor. 1990 yılında kadın başına ortalama doğum sayısı 3,2 iken, 2019’da bu 2,5’e gerilemişti. 2050’ye gelindiğinde ise 2,2 düzeyine gerilemesi bekleniyor.

Buna rağmen ortalama yaşam beklentisi süresinin uzaması nedeniyle dünya nüfusundaki artış kadın başına düşen doğum sayısındaki düşüşten etkilenmiyor. Günümüzde daha çok gelişmiş ülkelerde 65 yaş üstü bireylerin oranı yüzde 20’lerde seyrederken, 2050’ye gelindiğinde her 6 kişiden biri bu yaş grubunda olacak. Ayrıca 80 yaş üstü bireyler de üç kat artacak ve 143 milyondan 426 milyona çıkacak.

EN ÇOK HANGİ ÜLKELER ETKİLENİYOR

Nüfus artışı ve bununla bağlantılı olarak da gıda sorununun özellikle bazı ülkelerde yoğunlaşması bekleniyor. Zira birçok ülkede nüfus artışı ortalamanın çok üstünde bir hıza ulaşıyor. 1,4 yakın nüfuslu Çin’in 2027’de şu anda 1,3 milyar olan Hindistan tarafından geçileceği; Afrika’nın Sahra Çölü’nün güneyinde kalan ülkelerinin nüfusunun önümüzdeki 30 yılda yüzde 99 artacağı öngörülüyor.

Önümüzdeki 30 yılda yaşanacak nüfus artışının yarısı, yani 1 milyarlık kısmı tek başına Hindistan, Nijerya, Pakistan, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Etiyopya, Tanzanya, Endonezya, Mısır ve Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) kaydedilecek. ABD dahil bütün bu ülkeler eşitsizlik nedeniyle on milyonlarca insanın yoksulluk içinde olmasıyla bilinirken, ABD ve Pakistan haricindekilerin kendi nüfuslarını besleyecek yeterli tarımsal kapasiteleri de kalmayabilir.

ŞİMDİ 820 MİLYON KİŞİ AÇ YATIYOR; ADALETSİZLİK ARTABİLİR

BM’nin geçtiğimiz yıl itibariyle 820 milyon olarak belirlediği açlık içinde yaşayan bireylerin sayısı da nüfus artışıyla birlikte artmaya devam edecek. Ayrıca nüfus artışının belirli ülkelerde yoğunlaşması, açlığın belirli bölgelerde yoğunlaşmasına neden olacak. Bu da BM ülkelerinin belirlediği Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin birçoğunun da gerçekleştirilmesi bir yana, sorunların 2030 sonrasında daha da ağırlaşmasını beraberinde getirecek.

ÖNCELİKLİ SORUNLARIN BAŞINDA AŞIRI TÜKETİM VE İSRAF GELİYOR

Dünya insanlığının beslenmesinde şimdilik en önemli sorun tarım alanlarının yetersizliği değil. Zira sadece tahıl üretiminde her yıl 2,5 milyar ton düzeyinin üstünde seyrediliyor.

Bu sorunun daha ziyade 2050’ye doğru ortaya çıkması bekleniyor. Ancak şu anda üretilen tüm gıda ürünlerinin yüzde 30’una yakınının tüketiciye ulaşmadan veya hanelerde çöpe atıldığı gerçeği duruyor. Bu özellikle tüketim toplumunun sorumsuzluğunun tavan yaptığı gelişmiş ülkelerde ciddi bir sorun olarak duruyor.

TARIMSAL ALANLAR YETERSİZ KALACAK

Mevcut üretimin şimdilik insanlığı doyurabilecek düzeyde olması, bunun aynı düzeyde devam ettirilebileceği anlamına gelmiyor. Artan üretimle birlikte dünyadaki ekilebilir alanların daha da zorlanması ve bunun sonucunda hasat kalitesinin düşmesi veya toprakların çoraklaşması söz konusu.

Ayrıca küresel ısınmanın etkilerinin hangi alanları ne kadar vuracağı ve tarımın ne kadar zarar göreceği tam olarak kestirilemiyor. Her halükârda sadece küresel ısınma kaynaklı açlık veya göçlerin var olanlara ek olarak yüz milyonlarca insanı etkileyeceği tahmin ediliyor.

Dünya Bankası’nın verilerine göre, 1961’de kişi başına düşen ekilebilir alan 0,36 hektar (3,6 dönüm) idi. Bu oran 2016’ya gelindiğinde kişi başına 0,19 hektara (1,9 dönüm) kadar gerilemişti. Yani artan nüfusla birlikte aslında var olan tarım arazilerinin nüfusa oranı geriliyor ve önümüzdeki on yıllarda bu oran çok daha düşük olacak.

KAYNAK İSRAF EDEN ÜRÜNLER AZALTILMALI

Yüzyılın en büyük sorunu olarak ortada duran küresel ısınmanın tarımsal üretimi etkileyeceği bilinirken, tarımsal üretimin kendisi de ısınmayı tetikliyor.

Bunun aşılması için öncelikli olarak dünyadaki su kaynaklarını en çok tüketen, tarımsal alanları en fazla işgal eden gıdaların bir şekilde azaltılması gerekiyor. En başta da et ve süt ürünleri öne çıkıyor.

Zira bir kilo kırmızı et elde etmek için harcanan su miktarı 15 bin litreyi buluyor. Örneğin Güney Amerika ülkelerinde insanların tükettiğinden kat kat fazlası soya, sadece yoğun besicilikte kullanılıyor ve sadece bunun için her yıl binlerce ormanlık alan yok edilerek tarıma açılıyor.

Greenpeace yöneticilerinden Cecile Leuba’ya göre, mevcut et ve süt ürünleri tüketiminin yüzde 50 düşürülmesi gerekiyor. FAO verilerine göre, 2017’de 323 milyon ton et tüketilirken, kişi başına ortalama 43 kilo düşüyordu. Üstelik kimi ülkelerde bu miktar 10 kilograma kadar düşerken, bazı gelişmiş ülkelerde 70-80 kilograma kadar çıkabiliyor.

Sadece et tüketiminin düşürülmesi dahi genel anlamda tarımsal üretimi olumsuz etkileyecek küresel ısınmaya karşı mücadelede ve su kaynaklarının doğru kullanımında yardımcı olacak. Günümüzde küresel ısınmaya yol açan sera etkili gazların başında gelen karbondioksit (CO2) salınımlarının yüzde 15,5’i hayvan besiciliğinden kaynaklanıyor.

Bu alanda son yıllarda yapılan kampanyalar sayesinde Avrupa ülkelerinin çoğunda 2000’li yıllardan bu yana kişi başına yüzde 10’ları aşan bir düşüş kaydediliyor. Ancak tarihten bu yana ‘refah düzeyinin göstergesi’ kabul edilen et, gelişmekte olan ülkelerde tüketimi artıyor. Oysa son araştırmalar, bilinenin aksine et ürünlerinin haftada birkaç kez ve her seferinde 30-100 gram arasında olmasının dahi bir yetişkin için yeterli olduğunu gösteriyor.