Daray Mar: Vadideki mağara köyü

“Daray Mar” Hewrami dilinde “mağara vadisi” anlamına geliyor.  Ancak Daray Mar’da gördüklerimiz, bu yerleşim yerinin farklı inançlara ve kültürlere ev sahipliği yaptığı, çok eski bir geçmişe sahip olduğuna işaret ediyor.

Sanki ulaşabilenin, sırrına varabilmesi için vadide gizli duruyor Daray Mar. “En az 50 mağaradan oluşan bu köye giden tek bir yol var. Bu yüzden girişi kolay, çıkışı zordur. Ve eğer gece ise çıkış neredeyse imkansız. Eskiden burada insanlar hayvancılıkla geçiniyorlarmış. Yine derler ki ova tarafından gelen iki hırsız, gece Deray Mar girmişler ve çaldıkları koyunlar ile köyden çıkmaya çalışırken, karanlıkta çıkışı bulamamışlar. Uzun çabalardan sonra, köyden birileri durumu fark eder ve bunları yakalar. Hırsızlar, gelen köylülere; ‘bizi affedin. Biz çalmak için geldik. Fakat köyden çıkamadık. İşte çalmaya çalıştıklarımız buradadır. Utanç içindeyiz ve özür diliyoruz. Lütfen buradan çıkışımıza yardımcı olun.’ demişler.” Daray Mar’ı böyle anlatmıştı komşu köyden Mihamed Sargati… Fakat artık ne sakinleri kalmış, ne de Daray Mar’da çalınacak birşeyler. Herşey harabeye dönüşmüş. Terkedilmiş ve vurulmuş köyün tam ortasında akan küçük dereye bakıyor, vadinin her iki yamacındaki karanlık mağaralar… Hikayesiyle derede su değil, sanki hüzün akıyor…

Başûrê Kurdistan’da Süleymaniye yolunun sonunda, Xurmal ile birikte Hewraman bölgesine girdiğinizde, resmi İran sınırına kadar ki yolun solunda Halepçe şehiri görünür. Sağ tarafta ise yükselen Zagros dağ silsilesinin güneye düşen son hattı olan bu kurak dağlar eşlik eder. Zirvelerin öte tarafı resmiyette İran olsa da, esasında Rojhilatê Kurdistan’dır. Bahar aylarındaki yeşilliğini saymazsak, bu dağların yükseklikleri dışında fazla bir çekiciliği görünmüyor. Oysa belki de, keşfedilmek için bu kuytu vadilerinde cennete benzer köyler inşa etmiş Hewramanlılar… Narinjala, Gulp, Hanay Din, Hana Nawa, Sargat ve sakinlerinin dışında adını bile pek çok kimsenin bilmediği Daray Mar Köyü…

EŞREF TOFİQ VE DARAY MAR’IN SON GÜNLERİ

“Daray Mar” Hewrami dilinde “mağara vadisi” anlamına geliyor. Onlarca büyük mağarası olan bu yerleşim yerin insanlar ne zaman yerleştiği bilinmiyor. Ulaşabildiğimiz verilerin yetersizliğinden ötürü bilemeyeceğiz. Fakat son yaşayanlarından birisi olan Eşref Tofiq ile Daray Mar’ın son günlerini konuşmaya fırsat bulduk.

Burası; birkaç yüzyıllık geçmişe sahip Halepçe kent merkezine kuzeybatı yönünde 25 km uzaklıktadır. Halepçelilerin çoğunluğu burayı bilmiyor. Vadide olan Deray Mar’a varmak için Sargat köyünden geçmeniz gerekiyor. Sargat ismi zamanla değişime uğramış olsa da, Osmanlı döneminde Safevilerin sınırında bulunduğu için “Ser Xat” tanımının bir türevidir. Yaklaşık bin yıl önce yaşayan Kakai (Yâresânî) bilgesi Baba Nawaz’ın harabeler içerisindeki türbesi de bu köyün girişinde bulunuyor. Baba Nawaz’ın türbesi ve daha sonra Daray Mar’da göreceklerimiz, bu yerleşim yerinin farklı inançlara ve kültürlere ev sahipliği yapmış, çok eski bir geçmişe sahip olduğuna işaret ediyor.

Rehberimiz başlarken ki, öyküyü anlatan, Sargat köyünden kısa, atik ve ellili yaşlarda olan Kak Mihamed’dir. Buranın önemine de ilkin Kak Mihamed dikkat çekip, geçen bahar, Daray Mar’da gezdirmişti. Büyüleyici, masalımsı bir yerdi… Kendisinin verdiği bilgiler ile yetinmeyerek, burada yaşamış birileri ile görüşme talebini daha sonra defalarca yöneltmiştim. Yakın zamanda kendisi ziyarete gideceğini öğrencince, “gel sen, Daray Marlı birilerini buluruz” dedi.

Eylül ayı sonlarında buluştuğumuzda, henüz kimseleri bu terkedilmiş ve unutulmuş yere gelmeye ikna edememişti. Kak Ata adında birileri söz vermişti, fakat o an telefonlarına cevap vermemesinin mahcubiyeti ile “gel, Sargat bahçelerini dolaşalım, sonra bakarız bir çaresine” dedi ve ilerledi. Üzüm asmaları; nar, ceviz, elma, armut, dut ve incir ağaçlarının altından geçerek vadinin girişine ulaştık. Sırtını Zagros dağ silsilesinin son hattına veren Sargat’ın son noktasındaki zorlu kayalıklar aşıldığında, dar bir vadide Daray Mar başlıyor. Tam bu noktada büyük kayalıklar bulunuyor. Bu kayalıkların altında küçük küçük sular fışkırarak, küçük pınarlara dönüşüyor.

KANİ KİLKE ESP YA DA KANİ ŞİRAV

Köye giden esas yol, bu kayalıkların üstünden geçiyor. Ve baharda bu yoldan geçerek dolaşmış ve fotoğraf çekmiştik. Dolayısıyla “Daray Mar’a tekar gitmekten ise orada yaşayan birisi ile konuşmak önemlidir” dedim. Kak Ata’nın cevap vereceğini düşünüyordu belliki, bu yüzden zamana yayarak beni dolaştırıyordu.

Kayalığın öbür tarafına vardığımız da ise “bak bu da Kani Kilke Esp” dedi. Bakışlarımdaki soru soran haline cevaben,‘at kuyruğu pınarı’ anlamına geldiğini anlattı. Diğer bir ismi ise Kani Şirav imiş. Buda ‘sütsuyu pınarı’ anlamına geliyor. Anlayacağınız, buradaki oluşumu anlatıyor pınarın her iki ismi… Büyük kayalığın altında çıkan suyun akıntısı, diğer kayalıklarda el genişliğinde bir hat oluşturmuş. Taştaki bu hattı ise yosunlar kaplamış. Dolayısıyla yeşillikler içerisinde at kuyruğuna benzeyen, süt beyazlağında bir görüntü yansıtıyor. Pınarın sahibi imiş gibi, el işareti ile su içmeye davet ederken, muzipçe gülümsüyordu… Bu esnada, Kak Mihamed “anlatılanlara göre, bin yıl önce burada yaşayan Baba Nawaz, ‘gelin bana yardım edin de, bu büyük kayalığı kaldıralım. Altında tüm bahçeleri ve aşağıdaki Şarezur ovasını sulayacak büyüklükte bir su çıkacak’ demiş. O dönemin yaşayanları ise Baba Nawaz’ın ilerleyen yaşından ötürü delirdiğini düşünüp, gülüp geçmişler” diye anlattı. Sonra güldü ve devam etti “Fakat biliyor musun, esas deliliğe bak şimdi; yakın bir zaman önce, buralarda araştırma yapan bir joeloji ekibi de, bu dağın altında ve tam da bu kayalığın arkasında yaklaşık 30 metre yerin altında büyük bir su yatağının olduğunu tespit etmiş.”

Jeoloji ekibinin tespiti bir yana da, Daray Mar vadisinin önündeki Sargat Köyünün yeşil bahçeleri ve her yerinde fışkıran küçük pınarları görünce, gerçekten de, Baba Nawaz’ın haklı olduğuna inanası geliyor insanın… Zira bu dağlık ve kurak yerde, bu kadar yeşilliği besleyen su, vadiden gelen küçük kanal olamazdı elbette…

‘YAĞMUR DEĞMEMİŞ NARI YEMEYİZ’

Hikaye biraz da burada fışkırıyor. Zira yazılı kaynak yok hikayemizde… Kimi ne zaman, nerede ve hangi bilgiler ile karşılayacağınızı bilmezsiniz. Eşref elinde bir kürek ile çıka geldi. O gelince, Kak Mihamed’in mahçubiyeti gitti. Eşref, küçük bir su kanalı yolu ile aşağıdaki köylere su dağıtmak için yola koyulmuştu. Yani Mirav’dır, diğer bir deyişle suyun Mir’i ya da Efendisi… Miravlığın adı da, hizmeti de Kürdistan’a has olduğunu belirtebiliriz. Su kanalının engelsiz bir biçimi ile bağ, bahçe, insan, hayvan ve bilcümle köydeki canlılara ulaşabilmesi için 1 Hizaran’da başladığı hizmete, Ekim ortalarında son vereceğini anlatıyor. “Çünkü nar ağaçları Ekim ayının ortalarına kadar suya ihtiyaç duyarlar, sonra artık yağmur yağar ve narlar da aldıkları yağmur suyu ile olgunlaşırlar. “Biz Hewramanlılar yağmur değmemiş narı, nar olarak yemeyiz” dedi 59 yaşındaki Eşref Tofiq.

“Çok iyi hatırlıyorum, bizi 11 Eylül 1978’de köyden çıkmaya zorladılar. Ve ben 19 yaşındaydım.” Gözleri buğulandı; “Sonra…” dedi ve sustu. Yutkunup devam etti; “Sonra bizi Xurmal’a götürdüler. Sadece duvarlardan oluşan boş bir ev verdiler. Öyle zordu ki, istemeye istemeye, herşeyi yeniden kurmaya başladık” dedi Eşref.

Anlattığı bu zorunlu göç; İran-Irak arasında, 1975’te Cezair’de varılan anlaşmanın bir sonucudur. Buna göre, sınırın hem İran ve hem de Irak tarafında 30 Km’lik hatta, köylerin boşaltılması kararı alınmış. Bazı yerlerde olmazsa da, burada uygulanmaya konulmuş. Eşref o son günleri, hüzün içerisinde anlattı; “Köyde 118 aile yaşıyordu. Temel geçim kaynağımız hayvancılıktı. Her ailenin yüzlerce koyunu, keçisi ve büyük baş hayvanı vardı. Yine vadinin batıdaki sırtında ve daha aşağılarda, köyümüze ait tarlalar vardı. İnan hayatımın en güzel günleri o zamana aittir.”

Uzaktan bakınca, vadide bir dönem insanların yaşadığına pek kanaat getirilmez. İçine girildiğinde ise vadinin sağında ve solunda kayalıkların içindeki ihtişamlı görüntüsüyle mağaralara bakıldığında da, buralarda yaşamın binlerce yıl öncesine dayandığını tahmin edebiliriz. En geniş noktası yaklaşık 500 metre olan bu kilometrelerce uzunluğundaki vadinin ortasında, bazı pınarların birleşiminden oluşan küçük bir su kanalı akıyor. Bu derecik belki de insanların burada yaşam alanlarını oluşturmasının temel nimetidir. Eşref’in hala Mirav’lık yapabilmesi de bu derecikten nasibini alıyor

HER MAĞARANIN AYRI BİR ADI VAR

Hewraman bölgesinde yazılı kaynak çok az, daha çok sözlü aktarım vardır. Deray Mar mağaraları hakkında da bir bilgi veya kaynağa ulaşamadık. Fakat mağaralara bakıldığında, doğal olarak ortaya çıkanların yanı sıra, bazılarının barınma ve sığınma amacıyla oyularak yapıldığı anlaşılıyor. Bunlardan bazıları yan yana ve bazıları ise alt alta bulunuyor. Bir birine fazla uzak olmayan ve en büyüğünün genişliği yaklaşık 60, yüksekliği ise 30 metre olan, onlarca mağaranın bazılarında ise küçük odalar ve mutfak bölümleri bulunuyor. İki tanesinin önünde ise taştan yapılmış el değirmenlerinden parçalar bulunuyor. Mutfaklarında ne tür yemekler pişirdiklerini detaylarını paylaşmamış olsa da Eşref, “Hayvancılıktan, bahçelerden ve tarlalardan edinilen ürünlerden yemek pişiriliyordu. Yazın kuruttulan birçok ürün, kışın yemeklerde kullanıyordu annelerimiz” dedi parlayan gözlerle…

Eşref’in büyükleri 1650’lerde buraya geldiklerini anlatıyorlarmış. Sonraki kuşaklar hep burada yaşadığını ve ailesinin hem mağarada ve hem de önünde daha sonra yaptıkları evde yaşadıklarını anlattı Eşref; “Nasıl ki, bugün her evin bir numarası varsa, Daray Mar’daki en az 50 mağaranın ayrı ayrı adları vardı. Bir tanesi Mumya mağarasıdır. O mağaraya giriş çok zor, sarp kayalıkları çıkıp, sonra oyulan taşlardan ortaya çıkan bir merdiveni de çıkmak gerekiyor. Herkes giremiyor. Ve eskiden bu mağarada mumyalar yapılıyormuş…” dedi. Sonra Kak Mihamed araya girip, “Evet evet, ben de duydum. Zaten terk edilmiş ve yasaklı bir yer idi. En son mumyayı 1988 yılında, Halepçe’ye yönelik gerçekleştirilen kimyasal saldırıdan sonra, yardıma gelen İranlılar edindikleri bilgiler sonucu, alıp götürmüş. Anlatılanlara göre, götürülen mumya 2.80 m uzunluğundaymış. Akıbeti hakkında bir bilgiye ulaşamadık” dedi. Sonra Eşref tekrar sözü alıp, devam etti; “Çok iyi hatırlıyorum, bir mağarada da yün dokuyorladı. Çünkü hayvancılık ile geçim sağlıyorduk ve yün de önemli bir üründü.”

Zorunlu göç sonucu yerleştirildikleri Xurmal artık bir kasabadır ve buraya on kilometre mesafededir. Aşılması kısa bir mesafe olsa da, buraya varılması 1991’e kadar yasak imiş. Bu süre, aynı zamanda Başûrê Kurdistan ve Irak’ta türlü savaş, çatışma ve baskıların yaşandığı yıllardır… Baas rejiminin baskılara karşı halkın 1991 Mart ayında başlatmış olduğu Raperin (başkaldırı) sonrası köylere geri dönüş başlamış. Daray Marlılar da bu süreçten sonra köylerine dönerler. Fakat çok uzun sürmeden, bu sefer radikal islamcı gruplar bölgeye gelmeye başlar. Değişik baskılara bir de şeriat kanunları dayatılınca, kabul etmeyenler tekrar göç yollarına düşer ve bir daha da dönmezler.

HARABEYE DÖNMÜŞ EVLER

Mihamed Sergeti’nin anlatımına göre, 1999 yılında Başûrê Kurdistan tarafında kalan Hewraman bölgesine yerleşmeye başlayan ve giderek 2001’de işgale dönüştüren Cund el-İslam’ın bölgede çok kötülükleri olmuş. Cund el-İslam aynı yılın sonunda Ensar el-İslam’a katılıp, vaktiyle Kürdistan Yurtseverler Birliği’ne (YNK) karşı savaşta, Deray Mar’ı bir tür askeri karargah olarak kullanmış. Bu örgüt Kak Mihamed’i de köyünden ederek, yıllarca uzakta, korku içerisinde yaşamasına yol açmış. Hewraman bölgesi Baas rejiminin soykırımcı politikalarının yarattığı kabus içerisinde, yaşanan bu diğer savaş ile birlikte, yıllarca kabus içinde kabus yaşamış. 2003’de ABD, Baas rejimine karşı geliştirdiği saldırı sonrası, gerçekleştirdiği Irak işgali ile birlikte, Kürdistan bölgesindeki olası tehditleri de hedef almış. Dolayısıyla ABD’nin savaş açtığı El Kaide ile bağlantısı olan Ensar el-İslam örgütüde hedeflenmiş. Hewraman bölgesini işgal eden ve burada askeri üs bu örgütün de tüm merkezleri yoğun bir bombardımana tabi tutulmuş. Bunun sonucunda ise Daray Mar vadisinin ortasında kurulan onlarca ev, yerle yeksan edilmiş.

Şimdi bakıldığında vadinin ortasında, onlarca evin duvar kalıntıları görülüyor. Sadece pencere ve kapıları kırılmış iki yapıt sağlam duruyor. Yine kayalıklara dayandırılarak inşa edilmiş bazı taş evler can çekişircesine duruyor. Eşref bazı yaşlıların buraya ara sıra gelip gittiğini söylüyor. Daray Marlıların çoğu artık Hewraman bölgesi ve Halepçe’de yaşıyorlar. “Peki sen? Bura ile nasıl bir bağın var? Özlüyor musun?” sorularıma cevaben Eşref, parlayan gözler ile bana bakarak “İnsan hep doğduğu yeri düşünür ve orada olmak ister” dedi. Kak Mihamed araya girdi; “Eşref adaletli ve güzel bir insandır. Sen onu şöyle anla; burasını o kadar çok seviyor ki, dereden yukarı çıkarken, sanki her seferinde sonunda yiyecek fıstık ve bal veya bulacak altın varmış gibi yürüyor.” Üçümüz kahkaha atıyoruz. Sonra Kak Mihamed devam etti, “Köye girip, çıkamayan hırsızlardan bahsetmiştim ya, onlar Caf aşiretinden imiş. Peki onları yakalayan kim biliyormusun? İşte bizim Eşref’in dedesiymiş…” dedi. Şaka yaptığını söylememe karşılık “Şakayı ben değil, şaka gibi hırsızlık yapmaya çalışan Caflar yapmış… Onlar o dönem daha çok ovalarda yaşıyorlarmış. Kırsala gelip, hırsızlık yapıyorlarmış. Tabii Daray Mar’ın hayvancılığıda ünlü olduğundan, tadına bakmak için çabalamışlar ama işte çıkışı bulamayınca, yakalanmışlar.” dedi gülerek, Kak Mihamed.

Sonra Eşref devam etti; “Evim Xurmal’dadır. Dört kız, iki oğlum var. Onlar gelmiyor çünkü kuracak bir bağ bulamıyorlar. Ama ben bu taşlar arasında doğdum ve bu mağaralarda, bu vadide büyüdüm. Taşlar hep bir şeyler anımsatıyor geçmişe dair. Düşünsene buradan bal arılarını alıp şehire götürseler ne olur? Yani anlayacağın bizi ağaçlarımızdan, pınarlarımızdan, çiçeklerimizden ve taşlarımızdan koparıp götürdüler. Sanki hırsızların bedduasına tutulduk, onlar çıkışı bulamamışlardı, biz de çıktıktan sonra bir daha Daray Mar’a girişi sağlayamadık…”

KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA