Varlık ve bilinç kavramları öteden beri tarihsel sosyolojinin temel araştırma konuları olmuştur. Kürt gerçekliğinin bilince vardırılmasına hakikat diyoruz. Kürt ve Kürdistan tarihselliği bakımından Önder APO’nun çıkışını milat olarak değerlendirmek, hakikate en yakın yorumdur. M. Ö. 550 yılından bu yana, Kürt ve Kürdistan tarihsel gerçekliği açısından sürekli kendi özüne yabancılaşarak baş aşağı bir gidişat olduğu biliniyor. Kürt ve Kürdistan’ın jeo-stratejik ve jeopolitik gerçekliği nedeniyle tarihte sürekli istila ve işgallere maruz kaldığı diğer bilinen bir hakikattir.
Hem İslamiyet’in fetih döneminde hem de Bizans-Sasani ve Osmanlı İmparatorluğu savaşlarında, Kürdistan’da yaşanan talan, işgal ve asimilasyon politikalarının yürütüldüğü dönem, bahsedilen özüne yabancılaşmanın yoğun olarak yaşandığı dönem olmuştur. Kapitalist modernitenin son iki yüz yılda Ortadoğu’ya yaptığı müdahaleyle birlikte, Kürt ve Kürdistan gerçekliği, işgalci ulus-devlet güçleri tarafından inkâr ve imha siyasetine dayalı acımasız bir soykırım kıskacına alınmıştır.
Kapitalist modernitenin böl-yönet stratejisi temelinde sadece imparatorluklar parçalanmadı; bununla birlikte, kadim halklar da parçalanarak soykırıma tabi tutuldu. Kürdistan ve Anadolu’da yaşayan, başta Kürtler, Ermeniler ve diğer azınlık halklar, yaşanan bu soykırım gerçekliğinin dehşet verici, bariz örnekleri olmaktadır.
Özelikle Kürt halk gerçekliği, tarihte hiçbir çağda olmadığı kadar, Kapitalist modernite ve onun işgalci ulus-devletler çağında acımasız bir soykırım dehşetiyle karşı karşıya kaldı. Tümüyle yok sayıldı. Tarihten beri, deyim yerindeyse insanlığa beşiklik etmiş tarihsel toplum gerçekliği, 20’nci yüzyılın dehşet verici soykırım kıskacına alınarak tüm varlığıyla yok edilmek istendi.
Kapitalist modernite ve onun bin bir hileli ulus-devlet gerçekliğinin yeni ideolojik hegemonya saldırılarına karşı, Kürtler toplumsal gerçeklik olarak bilinçsiz ve donanımsızdılar. Tarihte, 1071 Malazgirt Savaşı’ndan, 1919-1922 Kurtuluş Savaşı’na kadar Türklerin en kritik anlarında sürekli stratejik rol oynayan Kürtler, emperyalist böl-yönet strateji oyunları temelinde ilk defa varlıkları yok hükmünde sayılmış; yaşadıkları Kürdistan ülkesi, parçalanarak işgalci ulus-devletler arasında paylaşılmıştır.
Özelikle 1919 Kurtuluş Savaşı’nda “Ortak vatan” anlayışı temelinde çok stratejik rol oynayan Kürtlere, cumhuriyetin kuruluşuyla ilk başlarda özerklik hukuku tanınıyor ki bu durum, yapılan 1921 Anayasası’nda yasalaştırılıyor. Ama ondan sonra gelişen süreç, Kürt halkı açısından belki de tarihin en büyük komplosuna maruz kalma gerçekliğidir.
24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması, bu komplonun başlangıcı olmuştur. Bu antlaşma, bir yönüyle emperyalist güçlerin dünyayı paylaşım antlaşması olmaktadır. Bu paylaşım antlaşmasında, daha önce yapılan Sevr Antlaşması yok sayılarak Kürt halk gerçekliği yok hükmünde kabul edilmiş; vatanı olan Kürdistan toprakları işgalci ulus-devletler arasında paylaşılarak parçalanmıştır.
TBMM’de bu durumu kabullenmeyerek tepki gösteren dönemin Kürt mebusları şahsında, Kürt halk iradesi daha önce “Ortak vatan” anlayışıyla kurulan cumhuriyetten açıkça dışlanmıştır. 1924 yılında yeniden yapılan T.C. Anayasası ile Kürt ve Kürdistan gerçekliği tamamıyla inkâr edilerek yok sayılmıştır.
Bu süreçten sonra, tümüyle faşistleşen Türk devlet gerçekliği karşısında, 15 Şubat 1925’te Kürt halk gerçekliği isyana zorlanmış; tarihte eşi benzeri görülmemiş bir “inkâr-imha” siyasetiyle, dehşet verici bir soykırım sürecine sürüklenmiştir. “Cumhuriyete karşı isyan” gerekçesiyle Genç, Palu, Lice, Ağrı, Gelîyê Zîlan ve Dersim’de çoluk çocuk, yüz binlerce masum Kürt katledilmiştir. Şêx Said, Seyit Rıza gibi dönemin Kürt önderleri de devlete isyan gerekçesiyle idam edilmişlerdir.
“Zoraki İskân Kanunu” ile milyonlarca Kürt, yerinden yurdundan göç ettirilerek sürülmüş; kalanlar ise “Şark Islahat Planı” ile ağır bir asimilasyon sürecine tabi tutulmuştur. Faşist işgalci rejim tarafından, Ağrı Dağı’na sözüm ona Kürt ve Kürdistanı temsilen dikilen anıt mezarın üstüne “Hayal-i Kürdistan burada meftundur” yazılmıştır.
Bu süreçten sonra, tekçi faşist cumhuriyet tarafından Kürtlerin varlıkları ve kültürleri tümüyle yok sayılmış; en basitinden Kürtçe bir kelime konuşmanın bile ağır bir şekilde cezalandırıldığı bir döneme girilmiştir. Kürt ve Kürdistan’a uygulanan bu inkâr ve imha siyaseti, tekçi faşist cumhuriyetin resmî ideolojisi haline getirilmiştir. Öyle ki, Kürdistan faşist rejimin askeri kışlası haline getirilmiştir. Kürtlere karşı, günümüze kadar süren çok acımasız bir soykırım ve asimilasyon süreci iç içe yürütülmüştür.
Kısacası, binyıllardan beri insanlığa beşiklik etmiş Kürt ve Kürdistan gerçekliği, kapitalist modernite ve onun faşist, işgalci ulus-devletleri tarafından son yüzyılda ölüm uykusuna yatırılarak soykırım kıskacına alınmıştı. İşgalci faşist rejimin deyimiyle, “Kürt” denilen gerçeklik tarihin çöplüğüne atılmıştı.
Kürdistan’da birçok insan, Kürtlere uygulanan bu dehşet verici durumu görse bile, Kürtlere dayatılan soykırım korkusundan, deyim yerindeyse kılını bile kıpırdatamıyordu. Dahası, Kürdistan’da herkes Kürtlük’ten vebadan kaçar gibi kaçıyor; nasıl bir Arap veya Türk kökenli olduğunu ispatlama çabasına giriyordu.
Kısacası, 20’nci yüzyılda faşist işgalci sistemin Kürdistan’da halkımıza dayatılan soykırım dehşetiyle, Kürtler kendi öz değerlerine karşı, deyim yerindeyse Enkidulaştırılmış, bir gaflet ve ihanet içine sokulmuşlardı.
Kürdistan’da Kürtlere dayatılan dehşet verici bu durumu ilk fark eden ve bu lanetli yok oluş sürecine “Dur” diyebilme cesaretini gösterebilen yegâne insan Önder Apo’dur. “İki kelimelik ‘Kürdistan sömürgedir’ ile yola çıktık” diyen Önder Apo, elli iki yıl boyunca her anı nefes nefese yürütülen, çok tarihi ve görkemli bir devrimci mücadele sayesinde Kürt ve Kürdistan’a dayatılan dehşet verici soykırım sürecini durdurmuştur.
Önder Apo, bu duruma ilişkin olarak, “PKK’nin elli iki yılık devrimci mücadelesi, ‘yoktur’ denilen Kürdü ‘var kıldı’” dedi. Daha önce de “Diriliş tamamlandı, sıra kurtuluşta” ifadelerini kullanmıştı. Önder Apo’nun elli iki yıllık devrimci mücadelesi, Kürt halkında büyük bir bilinçlenme ve öz irade geliştirdi.
Öyle ki, Önder Apo’nun Kürdistan’da yarattığı bu bilinçlenme ve öz iradeyle Kürtler, kendi toplumsal değerlerini savunmak için -kendileri de dahil olmak üzere- en değerli varlıkları olan evlatlarını bu devrimci mücadelenin gelişmesi için seferber etti. Önder Apo, Kürtlerde öyle bir bilinçlenme yarattı ki; bu bilinçlenme, öyle bir örgütlenmeye dönüştü ki, son yüzyılda kendi varlığına dayatılan soykırım sistemini ve zihniyetini, geldiğimiz aşama itibarıyla paramparça ederek anlamsızlaştırdı.
Bugün tüm dünya insanlığı, Önder Apo’nun “Demokratik-Modernite” paradigmasıyla bilinçleniyor, örgütleniyor ve kapitalist hegemonyanın dünyamızı sürüklediği “mahşeri yaşam” dayatmasına karşı devrimci mücadele yürütüyor. “Jin, Jiyan, Azadi” şiarı, özünde kapitalist hegemonyanın topluma dayattığı mahşeri köle yaşamına karşı; Demokratik Modernite paradigmasının bilinçlenme ve örgütlenmesinin devrimci mücadele eylemine dönüşme hakikati olmaktadır.
Önder Apo ve PKK’nin devrimci mücadelesi olmasaydı, Kürt gerçekliği bugün ulaştığı düzeye gelebilir miydi? Kuşkusuz, tarih bilinci ve vicdan sahibi her insan bunun mümkün olmayacağını bilir.
Önder Apo, 1977 yılının baharında Kürdistan gezisinin ilk isyan kıvılcımını, Ağrı Dağı’nın eteklerinde diri diri mezara gömülen Kürdü ölüm uykusundan uyandırarak başlatmıştır. Önder Apo, yüzyıllardan beri hafızasız bırakılmış Kürt toplumsal gerçekliğinde tarihi evrensel bir bilinçlenme durumu geliştirdi. Kürtler, bu bilinçlenme temelinde kendi toplumsal varlıklarının farkına vardı.
Med Konfederasyonu’ndan bu yana, ilk defa Kürtlerde parçalanmamış ve kendisine ait bir zihniyet doğuyordu. Önder Apo buna “Kürdün kendi olma bilinci” (Xwebun) dedi. Yüzyıllardan beri Kürt toplumsallığında olmayan stratejik önderlik gerçekliğine, Önder Apo ile ulaşma imkânı doğuyordu.
Önder Apo, Kürtlerde yarattığı evrensel tarih bilinci temelinde bir örgütlenme modelini oluşturdu. Onun öncülüğünde Kürtlerde inşa edilen “bilinç ve örgütlenme” modeli (yani Kürdistan Devrim Manifestosu ve PKK-PAJK örgüt gerçekliği), elli iki yıllık devrimci mücadelede sadece Kürt ve Kürdistan’ı var kılmakla kalmadı; devrim içinde devrim yaratan bir zihniyet dönüşümüne, yani çağımızda tüm dünya insanlığına öncülük edebilen “Demokratik Modernite Paradigması”na yol açtı.
Kürtler, 20’nci yüzyılda kendilerine dayatılan soykırıma karşı, Önder Apo öncülüğünde bilinçlenip örgütlendi. Önder Apo ve PKK-PAJK’ın öncülük ettiği elli iki yıllık devrimci mücadelede, dayatılan tüm soykırım saldırılarına rağmen, Kürtler bu bilinçlenme ve örgütlenme temelinde her alanda örgütlendi. Askeri, öz savunma, siyasi, örgütsel, diplomasi, hukuk, kültürel, sanatsal vb. tüm alanlarda bilinçlenip örgütlenerek kendilerini var kıldı. “Devrim içinde devrim” diye tabir edilen hakikat, işte bu olmaktadır.
Rojava Devrimi, Demokratik Modernite paradigmasının somutlaşan, bedenleşmiş hakikati olmaktadır. Kadın özgürlük mücadelesi, çağımızda “Jin, Jiyan, Azadi” şiarıyla tüm dünya insanlığını aydınlatan, kapitalist modernite mahşerinden kurtuluşun ideolojisi haline gelmiştir.
Önder Apo öncülüğündeki özgürlük mücadelemiz her alanda devrimsel kazanımlar elde edince, faşist işgalci sistem, 24 Temmuz 2015’te özgürlük hareketimize ve halkımıza karşı topyekûn bir işgal ve imha saldırısı başlattı. Kesintisiz yaklaşık on yıl süren bu saldırılarda, AKP-MHP iktidarı, Kürtlerin özgürlük mücadelesini tasfiye etmek için devletin tüm imkân ve olanaklarını seferber etti.
Sonuç olarak, Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı işgal ve imha saldırıları yapanlar, geldiğimiz aşamada kendileri yok oluşun eşiğine dayanmış bulunmaktalar. Bilindiği gibi, 1 Ekim 2024’te MHP lideri Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla yeni bir sürecin önü açılmış oldu. 23 Ekim 2024’te Önder Apo ile yapılan görüşmede, Önder Apo’nun gelişebilecek yeni sürecin sorumluluğunu üstlenmesiyle birlikte, yeni bir dönem başlamış oldu.
Kürt ve Kürdistan’ın inkâr ve imhası üzerine kurulmuş Türk devleti, Önder Apo’nun öncülük ettiği elli iki yıllık devrimci mücadelenin ardından, ilk defa MHP lideri Devlet Bahçeli’nin ağzıyla, Kürtleri Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu üyesi ve tarihsel kardeş bir halk olarak kabul etme noktasına geldi. Bu durum, Kürt ve Kürdistan’ın inkâr ve imhası üzerine kurulmuş yüzyıllık faşist Türk devlet siyasetinin tümüyle çöktüğünün açık bir itirafı oluyordu.
Önder Apo, inkâr ve imha siyasetine karşı yürütülen elli iki yıllık devrimci mücadelede Kürtleri var kılan PKK gerçekliğinin, geldiğimiz aşamada miadını doldurduğunu ve feshinin gerektiğini beyan etti. Önder Apo, yeni dönemi “Barış ve Demokratik Toplum” manifestosuyla tanımlayıp; elli iki yıllık devrimci mücadeleyle var kılınan toplumsal Kürt gerçekliğini, “demokratik siyaset” stratejisiyle toplumsal özgürleşmeyi yeni devrimci mücadele döneminin temel hedefi olarak öngörmektedir.
“Barış ve Demokratik Toplum” manifestosuyla, yeni devrimci mücadele döneminin teori, program, strateji ve temel taktiğini belirlemiştir.
Teorisi: Demokratik-Modernite
Programı: Demokratik-Komünal Toplum
Stratejisi: Demokratik siyaset
Temel Taktiği: Hukuk ve öz savunma
İşte Önder APO’nun bu yeni dönem manifestosu, önümüzdeki dönemdeki devrimci halk mücadelemizin “özgürlüğü sağlama” ve “Demokratik-komünal toplumu inşa etme” görevleriyle bizleri yükümlü kılmaktadır.
Bu devrimci görev sadece Kürtlerle sınırlı değildir; çağımızın komünal enternasyonal bir çalışması olduğu kadar, aynı zamanda bu tarihi sürece gönül ve omuz vermiş her özgürlük yanlısı insanın kuşanması gereken tarihi bir sorumluluk olmaktadır.
Önder Apo’nun öncülük ettiği bu tarihi süreçte, geldiğimiz aşama itibarıyla Önder Apo ve özgürlük hareketimizin üzerine düşen tüm görevler, büyük bir ciddiyet ve tarihi sorumluluk anlayışıyla yerine getirilmiştir. Aynı durumu Türk devleti ve AKP-MHP iktidarı için ise söylemek zordur.
Süreç başladığından bugüne kadar, deyim yerindeyse sadece laf cambazlığı yapılmaktadır. Pratikte hiçbir adım atılmamaktadır. Lafta Kürt halkının varlığı kabul edilmekte; ama iş yasal ve anayasal sürece gelince, eski politika aynen devam edilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti adına verilen sözlerin yerine getirilmemesi, bir devletin ciddiyet ve tutarlılığını ortaya koymaktadır. Böyle tutarsız bir devlet ve iktidara kim itibar edebilir ki?
Yine bu süreçte, Önder Apo’nun çağrısıyla PKK’nin kendini feshetmesi ve Türk devletine karşı silahlı mücadeleyi sonlandırma kararı alması, belli ki Türkiye’de savaş rantçılarının işini bozmuştur. Daha önce demokrat ve barışçıl geçinenler, her nedense bu süreçte en çok Önder Apo ve özgürlük mücadelemize saldıranlar haline gelmişlerdir.
Bazıları, adeta ‘Neden savaşı durdurdunuz?’ diye hesap soracak kadar haddini aşabilmektedir. Kısacası, bu sürecin tekrar çatışmalı savaş konumuna dönmesi için, deyim yerindeyse dört dönüp durmaktadırlar. Demek ki bu çevreler, yürütülen savaş üzerinden varlıklarını sürdürüyorlar. Ölen insanların kanı üzerinden sözüm ona siyaset yürütenlerin maskesi artık düşmüş ve gizlenememektedirler.
Diğer yönlü gelişen bu durumla paralel olarak, sözüm ona kendilerini Kürt ve temsilcisi olarak gören bazı işbirlikçi çevreler, bu yeni barış sürecinde en çok Önder Apo’ya ve özgürlük hareketimize saldırmaktadırlar. Bunların kim olduklarını iyi biliyoruz; gelinen aşamada halkımız ve genel kamuoyu da geçmiş süreçlerde özgürleşen Kürde karşı işledikleri kontra pratiklerinden dolayı bu kişileri iyi tanımaktadır.
Deyim yerindeyse, bu Judenratların geçmiş pratiklerinin üzeri biraz eşelendiğinde, nasıl kendi halkına karşı kontralık ve ajanlık yaparak halk değerlerini düşmana pazarladıkları ortaya çıkacaktır. Önder Apo, bunları Kürt soykırımında rol alan Judenratlar olarak tanımladı. Bunlar, kendi dar ailesel çıkarları karşılığında düşmanla iş birliği yaparak, kendi halkına karşı ajanlık ve kontralık yapan çevrelerdir. Bu kontra ve ajan yapılar, her zaman özgürleşen Kürde düşmanlık yapmışlardır.
Önder APO’nun öncülüğünde Türkiye ile yürütülen bu yeni Barış ve Demokratik Toplum süreci başladığından bu yana, bu Judenrat kontraları, PKK’nin bin bir emekle yarattığı özgür Kürdün mirasına konacaklarının aşağılık hesapları içine girdiler. Bu yüzden Önder Apo’nun “Barış ve Demokratik Toplum” manifestosuna, söylem ve değerlendirmelerine saldırıyorlar. Sözüm ona, Önder Apo’yu Kürt ve Kürdistan karşıtı olarak göstermeye çalışıyorlar.
Halbuki Önder Apo’nun, her anı nefes nefese geçen elli iki yıllık Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin tek bir gününe dahi bu Judenratlar irade gösteremezler. Geldiğimiz aşamada, özgür Kürt ve Kürdistan adına ne varsa, Önder Apo’nun öncülük ettiği, her anı büyük bir fedailik ve fedakarlıkla geçen elli iki yıllık tarihi ve görkemli devrimci mücadeleyle kazanılmış değerlerdir.
Geldiğimiz aşamada ortaya çıkan bu tarihi ve görkemli özgürlük değerlerini korumak; bu soylu değerlerin yaratılmasında amansız çaba ve emek sahibi olan her yurtsever Kürdün ve ortak vatan anlayışıyla sosyalizmde ısrar eden her özgürlük yanlısı insanın temel ahlaki-politik görevi olmaktadır.
Ulus-devletin tekçi faşizan zihniyetine, savaş rantçılığına ve çığırtkanlığına, toplumsal soykırımın Judenratlarına karşı, Önder Apo’nun “Demokratik-Modernite Paradigması” temelinde her alanda bilinçlenip örgütlenmemiz gerektiği açıktır. Bu doğrultuda, “Özgürlüğü sağlama ve demokratik-komünal toplumu inşa etme” görevlerini, özgürlüğe olan büyük inanç ve sorumluluk anlayışıyla yerine getirmemiz, hayati bir konu olmaktadır.
Yeni dönem devrimci mücadele tarzımızda, ulus-devletin tekçi faşizan zihniyeti ve onun şer odaklarına karşı, demokratik modernite paradigması bilinci ve örgütlenmesiyle verdiğimiz her karşılık oranında demokratik-komünal toplumun özgürlük alanı genişleyecek ve kendini her alanda örgütleyerek gerçek bir alternatif sistem haline dönüşebilecektir.