Muzaffer Ayata: Dörtler'in direnişi milyonlaştı!

PKK Merkez Komite Üyesi Ayata, "Dörtler'in eylemleri koşullar her ne olursa olsun direnişin devam edeceğinin, teslimiyetin kabul edilmeyeceğinin göstergesi oldu” dedi.

Amed zindan vahşetine direnişle karşılık veren büyük devrimci Mazlum Doğan’ın yolundan giden ve tarihe Dörtler olarak isimlerini yazdıran Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Anyık ve Mahmut Zengin’in eylemlerini, o dönemin tanığı olan PKK Merkez Komite Üyesi Muzaffer Ayata’ya sorduk. Ayata, 12 Eylül faşizmine karşı 18 Mayıs 1982 tarihinde bedenlerini yakarak eyleme kalkan Dörtler’in cezaevi direnişine ve Kürt özgürlük mücadelesine olan etkilerini değerlendirdi...

DÖRTLER'İ ANLATTI

Dörtler olarak bilinen direnişçilerle birlikte zindanda bulundunuz. Partinizin üyeleri olan Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Necmi Öner ve Mahmut Zengin’i kısaca tanıtır mısınız?

Eşref Anyık, Mahmut Zengin gibi arkadaşların bazılarını dışarıdan da tanıyorduk, zindanda da biraz tanıma fırsatımız oldu. Ferhat Kurtay arkadaş üniversiteyi bitirmişti. Mardin bölgesinde parti faaliyetlerini yürütüyordu. Kendisini yetiştirmiş, olgun, halkla ilişkileri iyi olan, tarih ve kültürle ilgili, çevresine güven veren, dinlemeyi ve kendisini dinletmeyi bilen gelişkin bir insandı. Saygı gören, saygı uyandıran biriydi. Bu nedenle koğuşta da herkes için toparlayıcı olan, o terör ve şiddet ortamında tutuklularla dayanışma içerisinde bulunan bir yoldaştı. Zindanda değer yargılarını koruyan, arkadaşların birbirini sahiplenmesini sağlayan, onları ayakta tutan, süreçleri kavratan, analiz eden, zindandakilerin ilgilerini devrime çeken bir arkadaştı. Onun için 18 Mayıs eylemine de öncülük edebildi.

Eşref Anyık arkadaş Viranşehir’liydi. Milî aşiretinin yoksul bir ailesine mensuptu. Bir dönem Siverek’te Bucaklar'a karşı yürütüğümüz mücadele içerisinde de yer aldı. Sonra tekrar Viranşehir’e geçti. O da saf, temiz, bozulmamış, emekçi karakterde, olgun, ağırbaşlı, dinleyen, verilen görevleri yapan, çevresini rahatsız etmeyen, arkadaşlarına saygı duyan, kendisini terbiye etmiş bir arkadaşımızdı. Necmi Öner Çermik’liydi. Liseyi bitirmişti. Çok genç bir yoldaştı. Öğrenme hevesi ve arayışı olan, gençliğin tüm temizliğini ve saflığını adeta kendinde toplamış bir arkadaşımızdı. Mahmud Zengin’de diğer arkadaşlar gibi özellikler taşıyordu. Aslen Siverekli olmasına rağmen, daha çok Hilvan’da dede ve nenesinin yanında kalıyordu.

Dörtler'in bu kadar güçlü ve sağlam özleri olmasaydı, en ağır koşullarda en zor bir direnişi bu biçimde başaramazlardı. Zindan koşullarında ilişkilerini sürdürürken, toparlanmaya çalışırken, birbirlerini sahiplenirken birbirlerini daha iyi tanımışlardı. Birbirlerine güven vermişler ve böyle bir eyleme yürümüşlerdi. Böyle bir eylem için ciddi ve disiplinli olmak kadar sır saklamayı bilmek ve hassas olmak gerekir. Tüm bu özellikler, bu arkadaşlarda mevcuttu. Öncülük, militanlık, ciddiyet, disiplin, olgunluk, inanmışlık, birbirine değer verme ve emekçi olma gibi yanlar ortak özellikleriydi. Hepsi önder kişilikte, araştırmacı, okuyan, öğrenen ardaşlardı. Dolayısıyla eylemlerinden önce de kişilikleriyle de üzerimizde etkide bulundular. Eylemleri onların biraz daha görünür hale gelmesine ve tanınmalarına neden oldu. Bu eylemle cezaevinde, tüm Kürdistan’da, yeni kuşaklara etkide bulunuldu. Dörtler eylemleri ile tarihsel bir rol oynadılar.

EYLEMİN AMACI VE RUHU

12 Eylül faşizmi koşullarında hem Kürdistan’da hem de Amed Zindanında yaşananlar göz önünde bulundurulursa Dörtler’in eylemlerinin amacı ve bu eylemin ruhu hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Dörtler'in eyleminin anlaşılması içinden geçilen tarihsel, toplumsal koşullarla, yaşanılan olguların göz önünde bulundurmasıyla ilgilidir. Kuşkusuz bir insan kendini yakıyorsa bu özellikle ele alınması, değerlendirilmesi gereken özel bir eylemdir. İnsanın kendini yakarak yaşamına son vermesi hiç de kolay bir eylem tarzı değildir. Belki toplum içerisinde başka gerekçelerle kendini yakan insanlar da vardır. Fakat Diyarbakır zindanında kendini yakmak bir eylem anlamına gelir. Bu tarz bir eylem tarihselliği, toplumsallığı, ruhsal, düşünsel, insana ait olan, onu çevreleyen topluma ait olan her şeyi içeriyor. Karşıtlarının hedeflediklerini, kuşatmasını yarmak, karanlıkları yırtmak, insanları aydınlatmak ve çıkışı göstermek üzerine kurulu bir içeriğe sahiptir.

O dönem gerçekten Kürdistan’da, zindanlarda büyük bir karanlık hüküm sürüyordu. Bütün kötülüklerin adeta toplum üzerine boşaltıldığı, sıkıyönetim ve darbeyle bütün örgütlenmelerin dağıtıldığı, sınırsız bir psikolojik savaşın yürütüldüğü, Kürtler üzerindeki inkarın katlandığı bir dönemden geçiyorduk. Kürdistan adeta yeniden işgal ediliyordu. Sistem sömürgeciliği ruhlara ve beyinlere kabul ettirmek için pervasızca, gaddarca saldırılar yürütüyordu. İnsana ve topluma ait olan hiçbir şeye değer vermeme, bir şey saymama söz konusuydu. TC “gücüm ve öldürme yetkim var. Buna karşı çıkan yok; olanı da ezdim, teslim aldım. Nato ve uluslararası güçler beni destekliyor. Bin yıllık devlet geleneğim var. Her türlü katliamı yapabilirim” şeklinde düşünüyordu. Her türlü komployu, yalanı, hileyi, şiddet ve terörü toplum üzerinde uyguluyordu. Bu baskının sonucu olarak 12 Eylül darbesinden sonra toplum büyük oranda sindirildi. Sol örgütler çok hızlı bir şekilde tasfiye edildiler. Kalanlar da yurt dışına çıkmak durumunda kaldılar.

'70'lerin sonunda başlayan yoğun bir tutuklama furyası vardı. Maraş Katliamı ile birlikte sıkıyönetim ilan edildi. Sorgu ve işkenceler hız kazandı. Darbeyle beraber artık zindanları da sindirme sırası gelmişti. En azından devletin yaklaşımı buydu. Binlerce kadro, sempatizan, yurtsever hapishanelere doldurulmuştu. 12 Eylül darbesi sistem için İyi tezgahlanmış, başarılı bir darbeydi. Kürt sorununun bir daha dirilmemecesine betona gömülmesi ve ortadan kaldırılması amacıyla hapishanelere yöneldiler. Bunlar içerisinde en çok Diyarbakır Zindanı hedef oldu. Çünkü PKK önder kadroları ve güçlü bir militan topluluğu orada bulunuyordu. Bu nedenle özel planlarla, direkt cuntanın talimatlarıyla, Kıbrıs Türk Kuvvetleri Komutanı Kemal Yaman Diyarbakır’a Kolordu Komutanı olarak atandı. Esat Oktay Yıldıran gibi işkenceci ekiplerle işe başladılar.

1981’e kadar cezaevlerindeki direnişler yoğun işkenceler ve sistematik saldırılar sonucu kırıldı. Direnişlerin sona ermesiyle birlikte saldırılar azalmadı; beklenenin tersine arttı. 1981 sonbaharında düşmanın gerçek niyeti açığa çıktı: İnsanlar bütün değer yargılarından vazgeçecekler, inançlarından, kültüründen, kimliğinden, onurlarından, insan olarak bağlı oldukları her şeyden vazgeçip pişman olacaklar, devletin istediği düşünceleri savunacaklar! Hepsini dizayndan geçirmek, adeta bir bilgisayarın hafızasının formatlanması gibi bir sonuç elde etmek istediler. Sosyalizmi, solu, Kürt toplumsallığını savunanların hepsi yok edilecek, inkar edilecek, bir tek türklük gerçeği geçerli olacaktı.

İtiraflar ve işkenceler yoğunlaşınca 1982 yılına çok sancılı ve sıkıntılı girdik. Kimse önünü göremiyor, gelişmeler nasıl olur, neyle sonuçlanır bilmiyordu. Çok pervasız, yoğun, sistemli saldırılar vardı. Kolordu, mahkemeler, askeri konseye kadar herkes bu işte koordineli çalışıyordu. İşkencelerden ortalık inliyordu. Tüm bunlar ayan beyan ortadaydı. Zayıf düşen, inançlarını yitiren, geleceğe yönelik güvenini kaybedenler düştüler; teslim olup ihanet ettiler. Buna karşı direnişler, arayışlar sürdü. Ölüm oruçları bu arayışlar sonucu, gündeme geldi. Koşullar çok kötü de olsa Türk sömürgeciliğini ve ırkçılığını Kürdistan’da mahkum etmek gerekiyordu. Hayri arkadaşlar daha çok bunun üzerine yoğunlaştı, tartışmalar uzayınca Mazlum Doğan arkadaş direnişin hemen gelişmesini istedi ve eyleme geçti.

Mazlum arkadaş ilkeli, tutarlı, bilinç ve kavrayış düzeyi çok yüksek bir yoldaştı. En başta arayışa giden, tartışma başlatandı. Direnişlerde istenen hız ortaya çıkmayınca dayanamadı, kabul edemedi. 1982’de Newroz gecesi yaşamına son verdi. Son derece çirkin, vahşi, kanlı, gaddar, gayri insani yönelimlere, ihanetlere, düşkünlüklere karşı yaşamını ortaya koydu. “Madem bize kimliğimizle, kültürümüzle, onurumuzla yaşama hakkı vermiyorsunuz, o zaman bizim yaşamımız üzerinde daha fazla oynayamasınız. Yaşamımızdan vazgeçeriz, ama kimliğimizden, partimizden, inançlarımızdan asla vazgeçmeyiz” dedi. Bu büyük eylemi Newroz’a denk getirerek tarihsel kavrayışıyla Kawaları günceleştirerek karanlıkları yırtmaya çalıştı.

Cezaevinde direnişler kırıldıktan sonra bütün örgütsel yapılar dağılmışlardı. Bu yüzden herkes ancak kendi iradesi ile harekete geçmek durumundaydı. O nedenle Mazlum yoldaş diğer arkadaşları beklemeden böyle bir adım attı. Bu hepimizi çok sarstı. Çünkü Mazlum arkadaş tüm PKK kadro ve sempatizanları tarafından tanınan, sevilen, güvenilen, örnek alınan öncü kadrolardan biriydi. Onun bu biçimde yaşamına son vermesi herkesi çok sarstı. Çünkü içinde bulunduğumuz ağır koşullar, bir şey yapamama, yıkıcı bir ruhsal durum yaratıyordu. Ağır bir duygusal yük bindiyordu insana. Devlet de büyük bir mesafe katettiği için bu yönde hep çarkı dönderme çabası içerisindeydi. Tutuklular birbirlerinden olabildiğince tecrit edilmiş durumdaydı. Buna rağmen geç de olsa Mazlum arkadaşın eylem haberi yayıldı.

33. Koğuş'tan Ferhat Kurtay ve diğer arkadaşlar da Mazlum arkadaşın eylemini duyuyorlar. Bu haber onları çok derinden etkiliyor. Zaten Mazlum Doğan arkadaşı yakından tanıyorlardı. İçinde bulunulan durum kabul edilemezdi. Fakat öyle bir kıstırılmışlık, tecrit edilmişlik vardı ki ancak güçlü bir iradeye sahip olanlar, yaşamını ortaya koymaya ikna olanlar eyleme geçebilirlerdi. Ölüm biçimi ne kadar ağır, yönelimler ne kadar şiddetli olursa olsun bunu göğüsleyenler direnebilirlerdi. Direnişin Diyarbakır cezaevindeki diğer adı yaşamını ortaya koymaktı. Ölümü göze alamayanlar hiçbir şeye itiraz edemez, “ben direniyorum” diyemezlerdi.

Dörtler de arayışa giriyorlar, Mazlum arkadaşın eylemi büyük bir çağrıydı; karşılıksız kalmamalıydı. Bir yol açılmıştı ve o yoldan yürünmeliydi. Militanlık, dava insanı olmak ağır bedeller istiyordu. Ya ona yüz çevirecek, değer yargılarına ve inaçlarına ters düşeceksin, ya da bağlı kalacaksan ölümün üzerine yürüyeceksin! Umut olacaksın, sarsıcı olacaksın. İnsanların aklına, ruhuna ve vicdanına hitap edeceksin. Irkçılığa, faşizme karşı “her şeyimi alabilirsiniz. Bir canım var; ondan da vazgeçebilirim. Ama bizi yenemez, teslim alamazsınız” denilmeliydi. “Bizler özgürlük isteyen bir halkın kurtuluşunu amaç edinen, asi, isyankar, baş kaldırmış insanlarız. Baş verir, ama baş eğmeyiz. Ölürüz, ama sizin şartlarınıza göre bir ölümü asla kabul etmeyiz” denilmeliydi ve denildi de. Düşmanın dayattığı siyasi ölümdü. Bu direniş PKK’nin, Kürt halkının, sosyalist düşünce ve inancın ezilmesine, yok edilmesine karşı barikat oldu.

Dörtler de Mazlum arkadaşın eyleminden sonra yeni bir eylemin hazırlığı içine giriyorlar. Eylem yamak için boya işlerinde kullanılan tinerden biraz fazla alıyorlar. Zaten başka yanıcı madde de yok. Elde ettikleri bu tinerle kendilerini yakarak eylemlerini gerçekleştiriyorlar. Eylemi, Haki Karer’in şehadet günü olan 18 Mayıs’a denk getirip direniş halkalarını büyük bir bilinçle birbirlerine ekleyerek tarihsel mirası da sahiplenen ve buna büyük katkı yapan bir eylem yapıyorlar. Birbirlerini eylem için büyük bir güçle hazırlıyorlar. Hazırladıkları bildiriyle; Irkçılığı, sömürgeciliği mahkum ederek, direnmek gerektiğini belirtiyorlar. Dördü bir araya gelip üzerlerine tineri döküp kibriti çakıyorlar; patlama, yangın, koğuşun paniği ve söndürme çabaları gelişiyor. Ama onlar koğuşa çağrı yapıyor; “su dökmeyin bu bir direniştir. Su dökerseniz eylem kırıcı olursunuz. Su dökmek ihanettir!” diyorlar. Dördü de o eylemde şehit düşüyor.

Daha sonra o koğuşa saldırılar oluyor. Koğuşu dağıtıyorlar. Arkadaşlar bıraktıkları bildiriyi okuyorlar. Eylemin amaç ve içeriğini bu şekilde daha iyi kavrıyorlar. Bildiriyi muhafaza ederek düşmanın eline geçmesine izin vermiyorlar. Bazı arkadaşların bizim kaldığımız hücrelere getirilmesiyle eylemden heberimiz oldu. Bu tür eylemlerin ardından 14 Temmuz büyük ölüm orucu direnişi gelişti. Dıyarbakır zindanında tarihe, betona gömülmek istenen PKK ve Kürt Halkı yeni bir diriliş yaşadı; yeni bir doğuş yaptı. Düşman hedeflerine ulaşamadı. İhanet ve teslimiyet politikaları böylelikle kırıldı. Türk ırkçılığı, Diyarbakır zindanı başta olmak tüm Kürdistan ve Dünya’da daha çok tanındı ve deşifre edildi. İçerideki direniş dışarıda, Reber Apo’dan tutalım, tüm militanlara kadar büyük bir maneviyata dönüştü. Büyük bir arayış ve parti örgütlenmesi durumu açığa çıktı. Bu eylem Kürdistan’da büyük bir gerilla savaşının ortaya çıkmasını, çizginin netleşmesini sağladı. Direnişler ve şehadetler kanıtlanmış bir militanlığın, kanıtlanmış bir direnişçiliğin PKK kimliğine dönüşmesi, somutlaşması sonucunu ortaya çıkardı.

Düşman en güçlü anında “ezerim, yenerim” derken en büyük darbeyi yedi. O kadar güçlü olmadıklarını, istedikleri her şeyi yapamayacaklarını gördüler. Bütün cezaevi giderek daha çok etkilendi. Herkes artık “daha ötesi ne olur ki!” dedi. Bunun artık böyle gidemez ve kabul edilemez olduğu görüldü. Dörtler'in zindandakiler üzerindeki baskı, işkence kalksın diye canlarını feda etmesi beraberinde yoğun bir sorgulamayı getirdi. 14 Temmuzla beraber gelişen direniş artık giderek serhildana, kitlesel itirazlara ve komple o askeri konseptin, ihanetçi ve teslimiyetçi çizginin yerle bir edilmesine yol açtı.

ETKİSİ VE SONUÇLARI NE OLDU?

Dörtler'in eylemini öğrendiğinizde neler hissettiniz? Bu eylem hem sizin hem de zindandaki arkadaşlarınızın üzerinde nasıl bir etki bıraktı?

Eylem yapan arkadaşları tanıyordum. Dolayısıyla bunun duygusu oluştu. Bir de o dönemler çok zordaydık. Özellikle Mazlum arkadaşın eylemi bizi tepeden tırnağa etkilemişti. Her saniye duygu yüklüydük. Beraberdik, yan yanaydık. Devrimci bir çıkışın şart olduğuna inanıyorduk. Ama nereden başlayacağımızı bilemiyorduk. Kimin başlatacağının beklentisi içindeydik. Tüm kitlenin gözü önder kadrolardaydı. Mazlum arkadaşın birinci eyleminde (Mart 1981), devlet zindanlarda baskıların biteceğini söyledi. Fakat öyle olmadı. Sonrasında direniş kırıldı. Mazlum arkadaşın değerlerdirmesi şuydu; “Biz eksik kaldık, ölmesini bilemedik. Zafer için başka çözüm yok! Bu azgın militarist faşistler lafla, hukukla durmazlar. Tek çözüm güçtür."

Direnmek için tutsakların çıplak bedenlerinden başka ellerinde herhangi bir silahları yoktu. İnançlarıyla kuşanacaklar, bu faşist imha ve inkarı ancak öyle durduracaklardı. O dönem halen Mazlum arkadaşın şehadetinin duygusal atmosferini yaşarken, Dörtler'in eylemi bu durumu benim için daha dayanılmaz kıldı. Duygusal olarak o etkilenmeyi anlatmak çok zordur. Bazı acılar insanın bütün duygu dünyasını allak, bullak eder, tüm hayatını etkiler. Vicdanen kendini sorgulamaya yol açar. Dörtlerin eylemi de bende böyle bir etki yarattı. Var olmak ve yaşamak için isyan ediliyordu. Bu durumda ne yapılacak, nasıl adım atılacak gibi sorular etrafında büyük bir sorgulama içine giriliyordu.

Kendimizi için ne yaşadığımızı ne de yaşamadığımızı söyleyemiyorduk. Ne bir şey yiyebiliyor, ne yatabiliyorduk. Her şeyi biliyor ve anlıyorduk ama istediğimiz cevabı hemen veremiyorduk. Tam bir sıkışıklık içindeydik. İçinde volkanlar patlıyor, ölümden daha beter duygular tadıyorsun. Ölüm bir yerde kurtuluş oluyor; ölürsün ve bunları yaşamazsın! Bu gibi duygular içindeydik.

Doğal olarak bu eylem haksızlığa, zorbalığa uğrayan dürüst insanları çok etkiledi. Eskiden, farklı örgütlerin farklı görüşlere dair tartışmaları vardı. Fakat Dörtlerin eylemi ve zindan direnişimiz bu tartışmalara son verdi. Zira artık o koşullarda herkes direnenlere, şehit düşenlere ancak saygı duyabilirdi. Bu büyük eylemler sözün bittiği yerdir. Bu eylemlerle her şey ispatlanmış, dost düşman karşısında militanlık nedir, davaya, halka, arkadaşlığa bağlılık nedir gibi sorular net bir biçimde cevap bulmuştur. Tarih karşısında inançlar insanı nereye kadar götürür, inançlı insan neler yapabilir sorusuna en büyük ve güçlü cevap verilmiştir. Bu nedenle eylemin böyle bir etkisi de vardır. Direnişin nasıl olması gerektiği ortaya konulmuş, bu durum tüm görüş ayrılıklarına rağmen zindanlardaki herkes için kabul edilir bir nokta haline gelmiştir.

Dörtler'in eylemi mücadelenizde nasıl bir miras yarattı? Sonuçları itibarıyla bu eylem açısından neler söylersiniz?

Mazlum Doğan ve Dörtler'in eylemlerinden sonra herkesin gözü öncü kadrolardaydı. Hayri Durmuş ve Kemal Pir arkadaşlar yaşıyorlardı. Herkesin umudu ve beklentisi PKK’nin direniş çizgisinde kilitlenmişti. Diğer örgütler böyle bir ruh yaratamadılar. Ama PKK’deki arayış ve tartışmalar çok büyük ve tarihsel eylemlerle açığa çıktı. Mazlumlar'la, Dörtler'le adeta tarihsel bir karşı hamleye kalkışıldı. PKK kadrolarının, öncülerinin artık burada durmayacağını, devam edeceğini herkes kabul ediyordu; beklenti bu yöndeydi. “Kimisi gider ölümü kucaklar, diğerleri seyreder ya da onların gölgesinde yaşamaya bakar” böyle değildi. Hem Mazlum arkadaşın, hem de Dörtlerin eylemleri koşullar her ne olursa olsun direnişin devam edeceğini, teslimiyetin kabul edilmeyeceğinin göstergesi oldu. Artık ok yaydan çıktı.

Büyük ölüm orucu ile beraber zindan direnişi kanıtlandı. Bu direniş çizgisi, en eşitsiz, en dengesiz koşullarda büyük bir tarihsel hesaplaşma olarak gelişti. Çok dar bir mekanda bir halkı, bir önderliği, bir örgütü gömme saldırıları vardı. Kocaman bir devlet ve ordu öncülüğünde yürütülen bir imha hareketi söz konusuydu. Buna karşın ortaya konulan eylemler bir yenilmezlik ortaya çıkarttı. Bu eylemlerin yarattığı en büyük miras şu oldu; insanlar öldürülebilir, sakat kalabilir, acı çekebilir, aç bırakılabilir ama teslim alınamazlar. İnançlarından ve davalarından koparılamazlar. Zindan direnişçilerinin insanlığa bıraktıkları mesaj ve yaşamları pahasına geliştirdikleri en anlamlı eser bu oldu. Dolayısıyla manevi yönü insanı yücelten ve yenilmez kılan bir çizgi oluştu.

Biz tutsakların elinde hiçbir şey olmamasına, düşmanın elinde bütün silahların bulunmasına rağmen inancın tüm bunlardan daha etkili olduğu ispatlandı. Basın, para, ittifaklar, iç ve dış tüm birikim ve güç dört duvar arasında tutsak edilmiş insanlara yöneltiliyor, ama sonuç alınamıyor. İşte tam burada bilinç ve korkunun sağlam bağını görebiliriz. Eğer bilinç olmazsa kuşkusuz korku insanı teslim alır. Ama bilinç baskın gelince faşizmle ve zorbalıkla hesaplaşma gerçeği doğuş yapar. Ölebiliriz, acı çekebiliriz, sakat kalabilirz, hayatımızı bireysel anlamda mahvedebiliriz, ama bizim kişiliğimiz, adımız ve inançlarımız üzerinden asla zafer kazanamazsınız. Onun burcuna “ben kazandım” diye bayrak çekemezsiniz. Ancak bağlılığın ve sadakatin bayrağı o burcun direğine asılabilir.

Amed Zindanında 35 yıl önce zorbalığın surları böyle dağıtıldı. Bugün mücadelemiz o dar mekandan çıkartılarak halkla bütünleşti. Birkaç kişiyle başlayan o direniş bugün milyonlara ulaştı. Dörtlerin direnişi milyonlaştı. Onlarca yıl süren, tarihsel, görkemli, yenilmez direnişlere dönüştü. Yenilmez bir PKK ve halk gerçekliği yaratıldı. Dört duvar arasından kuşatma çemberi kırılarak, dört parça Kürdistan mücadeleye dahil edildi. PKK artık Ortadoğu toplumlarını etkileyen, bütün güçlerin dikkate aldığı bir güç haline geldi. Kürt halkının varlığı, direnişi, kimlik sorunları artık evrensel bir boyut kazandı. Türk devletinin bütün boyaları döküldü. Irkçılığı, tekçiliği, inkarcılığı, katliamları ve soykırımcılığı deşifre edildi. Bunun sonucunda derin bir kriz ve bunalımın içine girdi. Sistemin çıkmazları derinleşti. Gelinen aşamada soykırımcı faşist rejim zorbalıkla, darbelerle, psikolojik harplerle ancak ayakta kalabiliyor. Tüm bunlar dörtlerin ateşinin aydınlattığı yolda atılan adımlarla sağlandı. Dolayısıyla zindan direnişinin günümüze sarkan tarihi sonuçları vardır. Kısacası bu çizgi giderek Kürt halkını yarattı; ona ruh ve bilinç verdi.