Kürt masalı

Xakurke, gerilla mücadele tarihi açısından kilit öneme sahip bir alan. Dağların birbiriyle buluştuğu her kavşakta bir gerilla anısına rastlamak mümkün. Sesler duyuyoruz. Dağlar fısıldıyor kulağımıza...

Gerillanın sömürgeciliğe karşı direnişini, Türk ordusunun Güney Kürdistan’ı işgal girişimini yerinde takip etmek için Medya Savunma Alanlarının yolunu tutuyoruz. Engin dağ doruklarında ilerledikten sonra, uçurum kıyılarında seyreden şahinlerin selamını alıp, şahin bakışlı gerillaların yanına vardığımızda, sıcak bir selamlaşma ve odun ateşiyle hazırlanan demli çay, şehrin tozunu üstümüzden alıp, yorgunluğumuza iyi geliyor.

Göz ucuyla seyre daldığımız vadiler sanki saklı bir hikâyenin yitik mısralarını fısıldıyor, yamaçlar anlatılanlara melodik bir ahenkle katılıyor, iki dağın arasında şimdiki zamana akıyor tüm sular.

Xakurke, gerilla mücadele tarihi açısından kilit öneme sahip bir alan. Dağların birbiriyle buluştuğu her kavşakta bir gerilla anısına rastlamak mümkün. Sesler duyuyoruz. Dağlar fısıldıyor kulağımıza. Sanki yıllardan bu yana hiç dokunulmamış, üzerinden geçen zamanın eskitemediği dirilikte, taze taptaze gerilla anıları sesleniyor bize.

Mazi olmamış, yaşayan bir tarih olarak süregelen Beritan destanını anımsıyoruz ilkin. Gerillaların ‘Şehit Beritan Alanı’ olarak tanımladığı dağların kayalıklarında gezinirken taşlara dokunuyor, gün ışığıyla yıkanmış taşların sıcaklığıyla adeta Beritan'ı (Gülnaz Karataş) hissediyoruz. Çeyrek asır önce üst üste konan taşlardan örülen gerilla mevzileri, akıp geçen zamana inat kendi olarak kalmanın ısrarını yansıtıyor. Xakurke’nin renkleriyle tasvir olan bu resme uzunca bakınca Beritanlar'dan Reşit Serdar'lara varana dek günümüze kadar uzanan bir zaman kuşağına kapılmaktan kendimizi alamıyoruz. Dün bugüne yansıyor, bugün dünde görünürlük kazanıyor. Giderek estetik bir düzene kavuşan resmin peşine takılmışken kendimizi Beritan’ın direniş mevzilerinde buluyoruz. Beritan’ın kurduğu taş mevzilerde bugün yine onun ardılları nöbette.

Gerillalar mevzilerde, işgalci Türk ordusunun olası saldırılarına karşı el tetikte bekliyor. Bir ülkeyi, onun umudunu, doğan güneşi dahi savunmanın gailesinde, var olan her ana yaşam katarak sürüyorlar hayatı. Zaman onlar için ayrı bir uzaya açılan kapıya işaret ediyor ve bu kapıdan girildiğinde hakikate giden yolun sonsuz ufkuyla sıra dışı bir genişlik duygusu doğuyor insan yüreğine. Gerillaların anı yaşarken tarihten kopmaması bundan olsa gerek. Destanın tarihte kalmaması, bugün olup gerilla yoldaşlığında şimdiye taşınması bundan…

Gerilla mevzilerini dolaşıyoruz. Yüzü gülen, bakışlarıyla temas kurdukları her göze devrim ve zafer izlerini nakşeden gerillaların gece gündüz savunma hattı kurduğu direniş mevzilerini…

Dağ başlarında yalnız ve sessiz olmasını hayal ettiğimiz gerilla birlikleri, bizi şaşırtarak gündeliğin yüksek temposuyla hareket halinde karşımıza çıkıyor. Mevziler arasında dolaşıp savunma taktiklerini belirleyen komutanlar, cephane taşıyan karvanlar, lojistik ihtiyaçları için hazırlanan gömmeler ve tam olarak anlayamadığımız birçok askeri hazırlığın ortasında buluyoruz kendimizi.

Kulağımızda cihaz konuşmalarının yankısı iz bırakıyor. Her söz selam ve saygıyla başlayıp, her konuşma saygının durağında nihayete eriyor yine. Savaşın hoyratlığına inat, gerilla insani erdemleri yaşayıp yaşatmayı görev bellemiş kendine. Alışık olduğumuz bu manzara karşısında şaşırmıyoruz her nasılsa.

Gerilla mevzileri askeri teçhizatla dolu. 21. yüzyılın en ileri savaş teknolojisine karşı ellerindeki piyade silahları ve ferdi savunma araçlarıyla direnen gerillaların esas cephanesi bu değil elbet. Gerilla çoğu kez iradesini sürüyor namluya ve umudun ufkuna saplanan karanlığa sıkıyor öfkesini. Sevdası ise gülüşlerinde saklı çoğu zaman.

Ama bunun yanı sıra bir halkın özgürlük umudu da mevzilerde gerillalarla birlikte. Toplumun hayallerini savaşına katık etmiş, canhıraş bir sevdanın heyecanına kapılmış gerilla. Sonsuzlaşan zamanın akışında dokundukları her mekânı özgürlüğe akıtan gerillalar yanılgılarımızla bizi yüzleştirirken, hamasi siyasetlerin söylemlerin değeri olduğundan daha fazla ucuzluyor gözümüzde.

Dağlar, vadiler, geçtiğimiz sular, mevzi taşları, ağaçlar, araziye boylu boyunca yayılmış bitkiler ve tabiat halen bir şeyler fısıldıyor kulağımıza. Fısıltı çığlık olmadan ne demek istediğini anlamaya çalışıyorum. Düşündükçe, savaşın gölgesinde yaşananlar Kürt masalını getiriyor aklıma.

Bir varmış, bir yokmuş…

Tüm masallar bu girizgahla başlar, evvel zaman içinden şimdiye nispet eder sonra. Kahramanlıklar, destanlar, efsaneler… Uzak geçmişin yakın hatıraları gibi dilden dile dolaşırken, her durakta daha bir destanlaşır mazi. Kürdistan hariç…

Eğer Kürt masalının destana dönüşünden bahsedilecekse, ‘hep varmış, ama yok sayılmış’ diye anlatırız hikâyeyi. Her hikâyenin bir ruhu vardır. Zamanın gergefinde dokunurken yokluğa karşı bir varoluş hayaliyle söylenir söz. Anlatılan her hikaye hayal edilen bir ferahlık duyguna iç çeker bazen. Bazen de hayaller bir masal, masal ise destan olur. Zamanın mübrem telaşının dinginleşmesine tanık oluruz sonra.

Kürt destanı canlı ve güncel bir şekilde özgürlük dağlarından ruhunu savurur rüzgara. Rüzgar artık destan taşır, masal yağar gökyüzünden. Destanın sahipleri yükseklere kurdukları mevzilerde, anın damlacığına doldurur dünyayı ve zaman denizinde varoluşun sırrına kulaç atar mütemadiyen. Kürdistan’da kahramanlıklar ve efsaneler anı anına yaşanır, tarih şimdiye akar kavuşur gerilla destanında.