İki bedende büyüyen isyan: Mazlum Doğan, Zekiye Alkan...

Newroz, aynı zamanda Mazlum Doğan ile Zekiye Alkan'ın bedenlerinden bir toplumun dirilişine doğru ilerleyen serüvenin hikâyesi.

36 ve 28 yıl önce bugün Newroz ateşini yükselterek, adeta ölümsüzlüğü somut bir hale dönüştürdüler; dirilişe vesile olmadaki akıl ve cesaretleriyle.

Newroz, aynı zamanda Mazlum Doğan ile Zekiye Alkan'ın bedenlerinden bir toplumun dirilişine doğru ilerleyen serüvenin hikâyesi. Bu hikâyenin bütün ayrıntıları ise sömürgeci gücün ellerini kollarını bağlayan, onu ölümüne mücadeleyle baş başa bırakan kudrette.

MAZLUM DOĞAN: KÜRDİSTAN'A GİDERKEN...

Aslen Dersimli olan, 1955 yılında Elazığ’ın Karakoçan ilçesinde dünyaya gelen Mazlum Doğan, Eskişehir ve Balıkkesir’de eğitim fakültesini bitirdikten sonra 1975 yılında Ankara Hacettepe Üniversitesi’nde eğitim görür. Sol yayınları takip eder, Marksizm ve Leninizm ona yakın gelir.

Doğan, PKK kadrolarıyla tanıştığında ise artık Kürt sorununa daha ilgilidir. Kitap bulmak, eğer muhtevasını Kürt sorunu oluşturacaksa zordur ve o da dergilere yoğunlaşır. Gittiği Devrimci Doğu Kültür Derneği (DDKD) ise ona yakın gelmez; DDKD'yi 'burjuva milliyetçisi' olarak ele alır. Bir arkadaşı ise onu 1976 yılında Haki Karer'le tanıştırır. Etkilenir, Karer'in dahil olduğu grupla tanışmak ister. Artık hedefi Kürdistan'da devrim ve bağımsız bir işçi partisidir.

Doğan'ın önceliği halktır ve 1976 yılının sonlarında okulu bırakmaya, tümüyle hareketin ideolojisi doğrultusunda faaliyet yürütmeye karar verecektir.

Valizini toplayıp cebinde 500 Lira ile Kürdistan'ın güneybatı illerine gittiğinde henüz 21 yaşındadır:

"Duyuyordum, Ceylanpınar’da ne olacak, işte faşizm konusunda bir seminer verilecek, ben arabaya atlıyordum, Ceylanpınar’a gidiyordum. Kahvede oturuyordum birinin yanında işte, yahut TÖB-DER’de oturuyordum. Bazı kişilerle bireysel ahbaplık, dostluk kurarak mümkünse evinde yatmaya çalışıyordum. Ertesi gün seminere katılıyor, bildiğim görüşleri savunuyordum. Böyle turist gibi geziyordum.”

Batman'a geçtiği dönem ise kendi ağzından şöyle gelişir:

"Zar zor idare ederek kalmaya, propaganda yapmaya çalışıyordum. Diyelim ki, bir gençle beraber oturuyoruz, beraber çay, sigara içiyoruz, ben ona hemen herhangi bir konu falan açarak hareketin görüşlerini götürmeye, onun onayını almaya çalışıyordum. Dışarıda yattığım, aç kaldığım, perişan kaldığım oluyordu. Biz belli oluşmuş bir fon veya bir merkezden veya bir şeyden gelen bir para ile ya da şuyla, buyla geçinmiyorduk. Bir köye, bir kasabaya, şuraya, buraya bir yere oturuyorsak, bu kimisi hemşehrilikten olabilir, uzaktan bir tanıdıktan olabilir, bir merhabadan olabilir. Biriyle diyelim bir yerden bir yere otobüsle yolculuk ediyor, kendisini şahsen tanıyorsak veya konuşuyorsak, nereli olduğunu öğreniyorsak, daha sonra peşini bırakmaz, gider onu arar bulur, onun vasıtasıyla orada iş yapmaya, bazı kişileri tanımaya, hareketin ideolojisini, görüşlerini götürmeye çalışırdık.”

HAKİ KARER'İN ŞEHADET HABERİNİ ALIR

Amed'de görevli kadro Haki Karer'in katledildiği haberini aldığında tarih Mayıs 1977'dir. Önce Amed'e, sonra cenaze töreni için Antep'e gider. Karer'in yerini doldurmak için Amed'de kalır ve bir yıl sonra, 27 Kasım 1978’te Lice ilçesine bağlı Fis köyünde PKK’nin kurulduğu kongreye katılır. Doğan artık merkez komitesi üyesidir.

TESLİM OLMAZ, VAHŞETİ DE DUYURUR

Yayın organlarının çıkarılması görevini sürdürürken, 1 Ekim 1979'da Urfa’dan Viranşehir’e giderken yakalanır. Götürüldüğü yer ise yoğun işkenceler göreceği Diyarbakır Askeri Cezaevi'dir. Ancak teslimiyeti reddeder, direnişi seçer.

Doğan, tutsakların mücadeleyle bağlarını sıkı tutmak için 19 Ağustos-9 Eylül 1980 tarihleri arasında elle hazırlanmış Hawar adlı gazeteyi çıkarır. Bunun aracılığıyla Amed Zindanı vahşetini de kamuoyuna yansıtır.

PKK davaları 13 Nisan 1981’de başladığında, tutsaklar savunmaları için olanak yaratmak amacıyla, dayatılan bazı kuralları kabul eder ve bu süreç sonraları ‘1981 yenilgisi’ olarak tanımlanır. Doğan ise yenilginin değil, zaferin telaşındadır. Direniş başlatmak için yöntemler arar.

BEDENİNDEN DİRENİŞ DOĞURUR

Tarih bu kez 1982'nin 20'yi 21 Mart'a bağlayan gecesidir. Mazlum Doğan, büyük direnişini üç kibrit çöpüne sığdırır. Kibriti ateşler ve kendi yaşamına son verirken, Kürtlerin dirilişini işaret eder.

Faşizm bu ateşi söndüremez ve 'Dörtlerin Gecesi', 'Büyük Ölüm Orucu' da, Kürt toplumu için 'Çağdaş Kawa' halini alan Mazlum Doğan'ın direnişiyle başlar.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Mazlum Doğan'ın direnişini 'teslimiyete karşı büyük bir eylem' olarak görür.

ZEKİYE ALKAN

Mazlum Doğan'ın ateşi sonraları da sönmez; onu Zekiye Alkan yükseltir.

25 Şubat 1965 doğumlu olan Alkan, aslen Gümüşhaneli. 1983'e kadar Erzincan'da kaldı, sonra İzmir'e taşındılar. Hayatın her alanında başarısıyla ön plana çıkıyordu; üniversite sınavlarında da 18'inci oldu.

Türkiye soluyla ilişkili olduğu dönemde Kürdistan'daki sömürgeye karşı refleksleri de kendini gösteriyordu.

Ablası Adalet Alkan, kardeşini anlatırken, "Bir dönem benden para istemişti. Arkadaşlarla topladık, yolladık. Cezaevindeki tutsaklara ilaç alıyormuş. Bu da siyasi ilişkilerini ispatlıyor. Ben eyleminden sonra Kürt hareketiyle ilişkisini öğrendim" diyor.

Amed'de Dicle Üniversitesi'nde Tıp Fakültesini okumaya başladı. Burada Kürt halkına dönük zulüm ve halkın mücadelesi daha yoğun dikkatini çekti. Kürdistan, kadınlar öncülüğünde serhildanların yaşandığı dönemini yaşıyordu. Nusaybin'de 13 PKK'li kadın toprağa veriliyordu, o ise bunu kabullenemiyordu. Aynı günlerde Mazlum Doğan'ın Newroz eylemine ilişkin kitapları okuyordu.

TARİHİ SURLARA ÇIKAR...

Tarih 21 Mart 1990'dı. Zekiye Alkan'ın, o gün Amed'in tarihi surlarına çıkmasının bir anlamı vardı. Mazlum Doğan'ın ateşine kıvılcım olacaktı. Zekiye, sonraları hiç unutulmayacak eylemi için oradaydı. Kürt halkına ve kadın kimliğine canına kadar bağlı olduğunu da büyük bir cesaretle gösterecekti. Teslimiyeti reddedip, bütün ruhu ve bedeniyle Newroz'u karşıladı: Üzerindeki siyah elbisesiyle bedenini ateşe vererek.

Zekiye Alkan, 30 Mart sabahına kadar yaşayabildi. Ailesi ise hastaneye gittiğinde polisin hakaretine uğradı. Ancak kızının anısına sahip çıkan annesi, hakaret eden polisi tüm hıncıyla yumruklayarak duvara yapıştırdı.

ÖCALAN: KADIN UYANIRSA KÜRDİSTAN UYANIR

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Zekiye Alkan için 'özgürlüğün kolay olmadığının sembolü' diyor. Öcalan'ın Alkan'ın üzerine bir değerlendirmesi şöyle:

"Kürt kadını bir defa özgür yaşamın farkına varmıştır. Yaşanan tüm bu süreçleri değerlendirdiğimizde 1990 sonrası süreç kadın çalışmaları açısından da yeni bir dönemeci ifade eder, 1990 Newrozu'nda partimizin ideolojisinden sınırlı olarak etkilenen kahraman kızımız Zekiye Alkan'ın kendini yakma eylemi, 'Newroz ateşi en iyi insan teninde yanmalıdır' demesi, cesaretin ve fedakârlığın sınırsız bir örneğidir. Demek ki, kadının kurtuluşa girişi öyle küçümsenecek bir giriş değildir. Kadının genelde dünyada, özelde Kürdistan'da katılmadığı devrim, noksan kalmış bir devrimdir, bizdeyse imkânsız bir devrimdir. Büyük bir eylem, büyük bir özgürlük tutkusu olmak istiyor. Bunu da öyle bir Newroz'da Diyarbakır surlarında kendisini meşale gibi yakarak ilan ediyor. Yine anlamlı olduğu söylenebilir. Kadın olması daha anlaşılırdır. Çünkü insan ancak böyle yoğun bir çelişkiyi yaşamakla bu cesarete ulaşabilir. Şu çok önemli bir gerçektir ki, Kürdistan kadını uyandığı, örgütlendiği, katbekat kendini özgürleştirdiği oranda, Kürdistan uyanmıştır, dirilmiştir, özgürleşmiştir ve yaşanılır bir alana kavuşmuştur. Zekiye Alkan'ın şehadeti de Diyarbakır'da oluyor ve Mazlum'un şehadetiyle bağlantısı açıktır. Mazlum nasıl zindanda partiye dayatılan teslimiyete karşı büyük bir eylemse ve şehadetiyle bunun bir zaferi oluyorsa, Zekiye Alkan'ın direnişi de Diyarbakır geneline dayatılan, bu temelde de bütün Kürdistan'a ve Kürt halkına dayatılmış olan sinmişliği, korkuyu ve çaresizliği gidermek oluyor."

Sema Yüce de yıllar sonra yine bir Newroz'da zindanda bedenini ateşe verirken, özgürlük tutkusunun kaynağı olarak Zekiye Alkan'ı işaret edecek ve şöyle diyecekti: "Zekiye benim ebemdir, göbek bağımı Zekiye kesti!"