Türkiye’nin nekropolitikası - II-YENİLENDİ

“Gerilla cenazeleri ve mezarlıkları Kürt toplumunda önemli bir hafıza yaratıyor. Devlet de bu imgeyi yıkmak için mezarlıklara saldırıyor, cenazeleri kaldırım altına saklayıp yok etmeye çalışıyor.”

Maryland University, Baltimore County’de Türkiye’deki Kürt kadın aktivizmi üzerine çalışma yapan Ruken Işık, hem mezarlıklar hem de cenazeler üzerinden yaşanan bu politikanın Türkiye’nin ‘nekropolitika’sı yani ölüm siyaseti olduğunu vurguluyor.

HDP Milletvekili Hişyar Özsoy’un cenazeler, Antropolog Derya Aydın’ın da mezarlıklar ve hafıza üzerine ayrıntılı bir akademik çalışması olduğunu söyleyen Işık, detaylı bilgi için bu çalışmalara bakılması gerektiğini söylüyor. Kadın bedenleri ve nekropolitika ve namus kavramını çalışan Işık, bu politikanın uzun yıllardır var olduğuna işaret ediyor ve şunları dile getiriyor: “Bir ölüm siyaseti hep vardı.

ANF’ye konuşan Işık, bu politikanın uzun yıllara dayandığını hatırlatarak, şunları ifade etti: “Bir ölüm siyaseti hep vardı. Mezarlara yapılan saldırılar, gerilla cenazelerinin mezarlıktan çıkarılması ya da cenazelere yapılan işkence… Şunu biliyoruz ki Kürtler mücadele vermeseydi Türkiye’de yok olarak kabul edileceklerdi. Artık var olduğunu söyleyen, bunun için mücadele yürüten ve de bunu kanıtlayan bir halk var. Devlet için bu halkı resmiyette öldürmek yetmiyor, çünkü bu direniş bir toplumsal ve mücadele hafızası da oluşturuyor. Bu direniş hafızasında gerillanın elbette çok önemli bir yeri var. Gerilla 40 yıldır devlete karşı savaşmış; haliyle direniş hafızasının da en önemli öznelerinden biri. Gerilla cenazeleri ve mezarlıkları Kürt toplumunda önemli bir hafıza yaratıyor. Devlet de bu imgeyi yıkmak için elbette ki bu mezarlıklara saldırıp gerekirse cenazeleri kaldırım altına saklayıp yok etmeye çalışıyor.”

KADIN BEDENİ ÜZERİNDEN PROPAGANDA

Işık, bu nekropolitikanın sadece mezarlık üzerinden yapılmadığına işaret etti. Özellikle 90’larda gerilla cenazelerine yapılan işkence ve son dönemde en çok yankı uyandıran Ekin Van’a yapılanları örnek veren Işık, şöyle devam etti: “Devlet, bunu sadece mezarlar üzerinden değil, direkt gerilla cenazeleri üzerinden de yaparak sağlamaya çalışıyor. Bir nevi cezalandırmaya dönük olarak. Özellikle kadın gerilla cenazeleri üzerinden. Bu son dönem ilk olarak Ekin Van ile ortaya çıkmıştı. Ekin Van’ın cenazesine, Varto’da 2015’te işkence yapıp teşhir ettiler, sosyal medyaya düşürüldü bu görüntüler. Sonrasında Muş Valiliği bir açıklama yaptı, soruşturma açıldığını söyledi ama sorumlular ceza aldı mı? elbette bir şey bilmiyoruz ona dair. Devletin orada yapmak istediği başka bir şey daha vardı; o da kadın bedenini ‘namusa’ indirgemek. Biz belki son dönem bu olayı gördük ama 90’lardaki hem gerilla anılarına hem de anlatılara baktığımızda, o dönemde de kadın gerilla cenazelerini işkence yapıldığını görebiliyoruz. Kadının gerilla cenazelerinde meme uçlarının kesilmesi ve tahribatı da buna örnek.”

‘DİRENİRSENİZ SONUNUZ BU OLUR’

Ruken Işık, yapılan birçok propagandada direkt olarak bedenin hedef alındığını ve buradan bir itibarsızlaştırma gerçekleştirilmeye çalışıldığını söyledi. Işık’a göre bu itibarsızlaştırma özellikle kadın gerillalar üzerinden yürüyen bir söylemle yapılıyor. Tıpkı Ekin Van’da olduğu gibi beden ‘namusa’ ve ‘teşhire’ indirgeniyor. Işık, “Bu yolla hem direniş hafızasını tüketmeye çalışıyor bir yandan da kadın bedeni üzerinden cinsiyetçi yaklaşımlarla bunu tamamen namusa indirgemeye çalışıyor. Biliyoruz ki; birçok toplumda ‘namus’ gibi kavramlar zaten kadın bedenine indirgeniyor. Öte yandan gerilla bedenlerine yapılan işkence ile aslında şunu da söylemeye çalışıyor, direnirseniz ölü bedeninizin dahi sonu bu olacak.”

Işık, bu söylemlerin karşı bir hafıza yarattığını da kaydederek, özellikle kadın bedeni üzerine uygulanan bu söylemin kırıldığını ifade etti. Kürt kadın aktivistlerin, bugün namusun sadece bedene indirgenmeyeceğine dair önemli bir mücadele verdiğine işaret eden Işık, “Bu biraz da buradan doğru bir propagandayı kırmanın da etkili bir noktası. Bir başka örnek olarak Silopi'de üç kadın öldürülmüştü, kadın hareketinden aktivistler cenazeleri görüp ve bu kadın bedenlerinin vajinalarının ve kafalarının parçalanmış olduğunu söylemişti. Bunlar tesadüf değil, kadın bedeni üzerinden yürütülen bir nekropolitika zaten o topraklarda mevcut” şeklinde konuştu.

ÖLÜMÜ DE KONTROL ETME

Cenazelerin kaldırım altından çıkması ya da mezarlıklara saldırıların da bu politikanın bir devamı olduğunu söyleyen Işık, şunları anlattı: “Gerilla mezarlıklarına saldırı ilk olarak Van'da başladı. Orada bir gazeteci olaydan sonra ailelerle görüşmüştü, gerillalardan birinin annesi, ‘oğlumun mezar taşı kırıldıktan sonra sürekli rüyalarıma giriyor ve bizim evimiz yıkıldı, evimiz yok, diyor. Uyuyamıyorum…’ diyordu. Bu da hafızanın inşasının başka bir boyutu. Kimin öleceğini, kimin yaşayacağını, kimin nasıl öleceğini ve nasıl gömüleceğini, yani tüm bunların hepsini kontrol etmek istiyor devlet. Bu, bütün anlamıyla hegemonya kurma çabası sadece yaşama değil, ölüme de. Achille Mbembe, biz bunu sadece biyopolitika ile anlatamıyoruz nekropolitika dediğimiz bir şeyle açıklayabiliyoruz, diyordu.”

KARŞI BİR HAFIZA OLUŞUMU VAR

“Bu hafızasızlaştırma ya da nekropolitikaya karşı da bir aktivizm var” diyen Işık, şunları dile getirdi: “Örneğin Ekin Van'ın cenazesine yapılanlardan sonra kadınlar dünyanın birçok yerinde buna ilişkin eylem yaptı. Hatta bazı yerlerde çıplak bedenlerle yaptı bu eylemi. Oluşturulmaya çalışılan beden üzerindeki o ‘namus’ algısını bir şekilde yapı-sökümü uğrattılar. Örneğin o dönem ressam Serpil Odabaşı, Ekin Van’ın cenazesini çok farklı bir şekilde imgeleyerek resmetti. Hafızanın yok edilmesine karşı da bir direniş vardır, bunu da unutmamak lazım.

Tarih boyunca Kürtleri birçok alanda yok etmeye çalışan bir politika izlendi. Kürtçe yasaklandı, kurumlar kapatılmaya çalışıldı, tutuklamalar, savaş ve birçok hukuksuzluk yaşandı. Tarih bize aynı zamanda şunu da gösterdi; bu baskı, insanların hafızasında bir direnişi de ortaya çıkardı. Örneğin Kilyos'ta kaldırımın altına gömülen o mezarlar artık Kürtlerde karşıt bir hafıza geni yaratıyor. Mezarları olmayabilir artık ama Kürtlerin hafızasında şöyle bir bilgi var ‘ölülerimizi kaldırımın altına gömdüler.’ Bunların haberleri yapılıyor, resimleri çiziliyor, görüntüleri ortaya çıkıyor. Bunlar da yeni hafıza alanları yaratıyor. Yeni hafıza alanları da yeni direniş alanlarını doğuruyor. Kürtler artık bunu üzerine araştırmalar yapıyor, doktora tezleri yazıyor. Bu hafıza artık kayıt altına alınıyor… Diyarbakır Cezaevi nasıl bir nesil yetiştirdi biliyoruz; bu yaşananlar da başka bir nesil yaratacak…”

Devam edecek…