Türkiye’nin nekropolitikası - I

Türkiye yıllardır gerilla cenazelerine katılan halka saldırdı, mezarları yıktı, cenazelere işkence yaptı ama halkın cenazesine de mezarına da sahip çıkmasının önüne geçemedi.

Türkiye’nin nekropolitikası (ölüm politikası) bedenlerin teşhirine, cenazelerin medyada ‘leş’ ‘ele geçirildi’ ‘etkisiz hale geldi’ gibi söylemleri ile yan yana gelmesi toplam bir stratejinin ürünü.

Garzan Mezarlığı’ndan 2017’de çıkarılan 282 cenazeden 261’inin İstanbul Kilyos Mezarlığı’nda bir kaldırımın altına gömüldüğünün kamuoyuna yansıması, Türkiye’nin şimdiye kadar gerilla cenaze ve mezarlarına ilişkin ortaya koyduğu ölüm politikalarından sadece bir tanesi. Türkiye’deki tüm iktidarlar 40 yıldır sürmekte olan bu savaşta sadece hayatta olanlarla değil, ölülerle de savaştı. 90’lardan bu yana gerilla bedenlerine yapılan tahribat; cenazelere, taziye çadırlarına saldırı ve nihayetinde 2013’te inşa edilen gerilla mezarlıklarının yıkımı ve yok edilmesi…

Hiçbir otoriter devlet kendisine isyan edenlerin bir hafıza oluşturmasına müsaade etmek istemiyor. Ne yaşarken ne de ölüyken. Bunun dünya üzerinde de birçok örneği var. Örneğin Küba devriminin liderlerinden Ernesto Che Guevara da uzun yıllar mezarı bulanamayanlardandı. 9 Ekim 1967’de Bolivya’da öldürülen devrimci liderin cenazesi, bilinmeyen bir yere gömüldü; ancak 1997’de yapılan bir kazı ve DNA testi sonucu tespitiyle Küba’ya getirildi.

Türkiye’de benzer bir politika Seyit Rıza’dan Şeyh Said’e, PKK gerillalarından sol, sosyalist ve devrimci birçok kesime uygulanan bir devlet geleneği haline geldi. Sadece mezarsızlık ile değil, zorla kaybettirme sonucu birçok kesim tek tek yok edilmeye çalışıldı. Bu yıl 25. yılına giren Cumartesi Anneleri’nin direnişi zorla kaybettirme, gömülme hakkı ve cenazelere ilişkin bu hafızasızlaştırmaya karşı en uzun soluklu mücadelelerden biri oldu. Bu mücadelenin başka bir hattı ise Barış Anneleri’ydi…

14 GERİLLA 14 SİVİL CENAZESİ

Devletin bu politikasına rağmen Kürt halkı da gerilla cenazelerinin, zorla kaybettirilen faili meçhullerin peşini bırakmadı. Türk devleti de mezar politikası üzerindeki ısrarını sürdürdü. Cenazelere ilişkin en büyük sahiplenmelerden ilki Vedat Aydın’ınki oldu. Halkın Emek Partisi (HEP) Amed İl Başkanı Vedat Aydın, 5 Temmuz 1991'de polis olduklarını söyleyenler tarafından evinden alındı. İki gün sonra cesedi bulundu. Cenazesi Amed’de 12 Eylül'den sonraki en kitlesel cenaze oldu. On binlerce kişinin katıldığı cenazeye polis saldırdı, 8 kişi katledildi, onlarca kişi yaralandı.

Vedat Aydın’ın cenazesinden sonraki en büyük milatlardan bir tanesi de 2006’da Amed’de yaşananlardı. Türk ordusunun 24 Mart’ta Şenyayla’da kimyasal silahlarla katlettiği 14 gerilla cenazesi, kitlesel katılımlarla toprağa verildi ama Siirt’te bir genç polis ve askerin açtığı ateş sonucu yaşamını yitirdi. Cenazelerden dördünü Amed’de on binlerce kişi toprağa verdi. Cenaze sonrası yürüyüşe geçen binlerce genç polisle çatıştı. 5 gün süren çatışmalarda aralarında üç yaşında olan Fatih Tekin ve çoğu çocuk 14 kişi katledildi. 14 gerilla cenazesinde, 14 sivil daha devlet tarafından katledildi.

CENAZELER YASALARLA KAÇIRILDI

Devlet özellikle ablukaların yaşandığı 2015-2016 yıllarında bu defa sivillerin gömülme hakkını elinden aldı. Taybet İnan’ın cenazesi bir hafta boyunca sokak ortasında kaldı. Kızlarını gömemeyen Çağırga Ailesi, 10 yaşındaki Cemile Çağırga’yı buzlukta bekletti. Özellikle Cizre bodrumlarında yakılan onlarca insanın kemikleri naylon poşetler içinde ailelere teslim edildi. Yine öz yönetim direnişi döneminde Adli Tıp Kurumu Kanunu Uygulama Yönetmeliğinde yapılan değişiklikle kimliği tespit edilen cenazelerin üç gün içinde alınmaması durumunda, Mülki İdare Amirlikleri'nin talimatı ile defnedilmesi zorunluluğu getirildi. Sokağa çıkamayan halktan cenazeleri kaçırılarak kişilerin devlet kurşunu tarafından katledildiği belgelenmemesi için titizlikle çalışma yürütüldü.

Sadece Kürtlere değil, Kürtlerin yanında savaşanlara da benzer bir politika yürütüldü. YPG saflarında DAİŞ’e karşı savaşırken şehit düşen Aziz Güler’in cenazesi sınırda tam 59 gün bekletildi. Ne babası ne de halk, Aziz Güler’in cenazesini almaktan vazgeçti, Güler doğduğu topraklara gömüldü. Şırnak’ta 2015’te yaralı halde zırhlı araç arkasından sürüklenen Hacı Lokman Birlik’in katledilişi de Türkiye’nin ölüm politikasının parçalarından sadece bir tanesiydi.

MEZARLIK OLAMAZ DENİLDİ

Diyalog sürecinde 2013’te inşa edilen gerilla mezarlıkları 2015’te sürecin bitmesiyle yıkılmaya başlandı. Hatta tüm camiler ve yakında bulunan binalar da karadan havadan bombalanarak yıkıldı. 2018’de Bitlis Sulh Ceza Hâkimliğinin kararıyla Yukarı Ölek köyündeki 279 mezar açıldı 268’i Adli Tıp’a teslim edildi ama yakın zamanda ailelerin de takibi sonucunda İstanbul Sarıyer’deki Kilyos Mezarlığı’nda bir kaldırım altında bulundu. O dönem Bitlis Sulh Ceza Hâkimliği mezarların açılması gerekçesi olarak mezar yapılamayacak yer bahanesi ortaya koymuştu: “5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, 4342 sayılı Mera Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu, 3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyetliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ile 19 Ocak 2010 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan Mezarlık Yerlerinin İnşası ile Cenaze Nakil ve Defin İşlemleri Hakkındaki Yönetmeliğin ilgili maddelerine aykırı olarak mera kapsamında olup mezarlık olarak kullanılamayacak bir bölgede yaptırılan sözde Ölek Mezarlığına gömülen 279 adet BTÖ mensubunun mezarlarına Bitlis Sulh Ceza Hakimliğinin 4 Aralık 2017 tarih ve 2017/4469 iş sayılı kararı ile fethi kabir işlemi yapılmıştır.”

TÜRKİYE NORMLARI DİKKATE ALMIYOR

Türkiye’nin taraf olduğu normlar ve kendi anayasası mezar, gömülme hakkı hakkında ne diyor? Umumi Hıfzısıhha Kanunu, Mezarlık Yerlerinin İnşası ile Cenaze Nakil ve Defin İşlemleri Hakkında Yönetmelik ile düzenleniyor. Anayasa’da kişilerin defin hakkı ile açık bir hüküm bulunmuyor. AİHM ise bu gibi davalarda, bireylerin yakınlarını gömmelerine izin verilmemesini, istedikleri yere gömmelerine izin verilmemesini ve mahpusların, aile üyelerinin cenaze törenine katılmalarına izin verilmemesini AİHS’nin 8. maddesindeki özel yaşama ve aile yaşamına saygı hakkı altında değerlendirmeye tabi tutuyor. Bireylerin, aile üyelerinin cenaze törenlerine katılmaları madde 8 kapsamında korunuyor. Bu çerçevede, yetkili makamların bilgisi dahilinde olan ölüm olaylarında aile üyelerini bu hususta bilgilendirmek için gerekli önlemleri alma pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır. Yine ölüm ile gömülme arasında geçen zamanın uzunluğu ve ölünün bedenine yönelik muameleler de 8. madde kapsamında değerlendiriliyor. Türkiye, taraf olduğu bu yasalar çerçevesinde AHİM’e taşınmış davalara rağmen sorumluluklarını yerine getirmiyor.

Devam edecek…