Sonunda Xantur

Ne kadar da heybetli, yüksekliği, taşları. Aşağılar, yamaçlar hep yanmış. Ağaçlar son dallarına, son yapraklarına kadar direnmiş yeşil kalmak için. Xantur her şeyiyle direnmiş. Ağacı yeşil, toprağı kırmızı, savaşçılar onurlu kalsın diye… Sonunda Xantur.

Yazıya koşuyor kalemim. Ben durdursam da durmaz artık, kendi akışında ilerliyor. Gerillaya değiyor, kavgaya değiyor, mücadeleye değiyor, kahramanlıklara değiyor.
Hemen yazamıyormuş insan bazı şeyleri sanırım.  Önce sindirmek, anlamak, içine çekmek, koklamak gerekiyor. Ya da duyduklarını kabul etmek, gördüklerini anlamlandırmak, hissettiklerini tanımlamak gerekiyor. Öyle anlar oluyor ki yaşasan da yazamazsın, hissetsen de diyemezsin. Sanırım bu yaşanan da öyle bir andan… Ve sonunda en çok merak ettiğim yere gittim. Herkesin şu anda gündeminde olan, artık bu ismi duyunca “acaba eylem mi oldu” deyip merakla beklediği yer. İlk günden beri kahramanlıklarıyla öne çıkan yer. Hiçbir yere benzemeyen. Bir gecede elli kere bombalanan bir yer. Etrafta boşaltılan köyler, terk edilmiş, sahipsiz kalmış, su ve bereket bekleyen bahçeler ve bağlar… Ne kadar da heybetli, yüksekliği, taşları. Sanki elini şimdi sana uzatacak gibi. Aşağılar, yamaçlar hep yanmış. Ağaçlar son dallarına, son yapraklarına kadar direnmiş yeşil kalmak için. Xantur her şeyiyle direnmiş. Ağacı yeşil, toprağı kırmızı, savaşçılar onurlu kalsın diye… Sonunda Xantur.

ÖZGÜRLÜK YOLUNE YÜZÜNÜ VEREN FEDAİLER

Uzun boylu, sarışın bir gerilla karşıladı bizi. İsmi Rosida. İsminin anlamı; “güne gölgesini veren” sanırım. İlk suyu o getirdi. Gerillaya uğradıysanız bilirsiniz: Yorgun ve argın bir şekilde, ter içinde varırsınız bir noktaya. Ve hemen önünüze gelen bir gerilla size suyu uzattığında tüm yorgunluğunuz kendini geceye erteler. Düşüncenin en derin dehlizlerine erteler. O an düşünce de yürek de başka bir noktaya odaklanır. O da karşındaki gerillanın hikâyesi. Nereden nerelere gelmiş, neleri aşmış şimdiye kadar, kaç kez doğmuş yeniden ve kaç kez ölmüş yoldaşı toprağa düştüğünde, kaç kavgada yeniden dirilmiş, kaç kavgada ölümü öldürüp de gelmiştir. Hepsi aklınızdan, yüreğinizden geçer. Bir yazıya başlarken zorlanıyorsanız kelimelerin vicdanına sığının, onlar sizi yürütür. Yazmak zorunda olduğunuzu hissettirir size. Çünkü bilinmeli, tanınmalı Kürdistan için canını feda etmeye adayan; yaşamını feda eden, sevgilerini serpmek için özgürlük yoluna yüzünü veren fedailer. Şu an gördüklerim de onlardı. Bize çay getirmek için heyecanla bekleyen deniz rengini ve derinliğini gözlerinde taşıyan gerilla Ezda, gözlerini benden hiç ayırmayan ve hep tebessümle bakıp, hiç yerinde durmayan Rosida. Rosida’yı dinledim.

MESELE BİR DEĞİL Kİ...

Sanırım hâlâ işgalciliğin zalimliğine en iyi örnek o. Yıllar önce Cizre’de devlet köylerini yakıyor ve onları sürgün ediyor. Rosida’nın ailesi Türkiye’nin en kurak yerlerinden biri olan Uşak’a sürgün ediliyor. Uşak’ta doğuyor ve orada büyüyor. Annesi toprağına çok bağlı olduğundan hep ana diliyle konuşuyor. Okula gidince Türkçe, eve gelince Kürtçe konuşuyor, Rosida. Bu bile en büyük çelişki oluyor kafasında. Özgürlük felsefesinin yaratıcısı Önder Öcalan’ın deyimiyle; kazanmak için kaybettiği yere dönüyor. Ve Cizre’de halkla buluşuyor. Halkla buluşup, elini PKK’ye uzatıyor ve dağlara yol alıyor.  Ve geldiğinden beri, yıllardır Heftanîn’de Xantur alanında. Röportajını alırken bir ara durdu ve bana baktıktan sonra öfkeli ama hâlâ gülümseyen gözlerle; “Xantur’u nasıl bırakacağız ki. Mesele tepe değil ki, anılarımız var orada, yoldaşlarımızın kanlarıyla suladığı toprak var orada, bir ağacın altında biriktirdiğimiz sözlerimiz var, geçmişimiz ve geleceğimiz var oralarda, yarınlara ertelediğimiz hayallerimiz var orada” dedi. Hepsiyle tek tek röportaj yaptım. Videolarını çektim. Yüreğimin objektifini son damarına kadar açtım, her şeyi kaydetmeli yüreğim. Piller yetmese de beynim, beynim yetmese de yüreğim. Gerilla, kendini anlatmaya alışkın olmasa da kamerada, bakışları ve gözleri objektifin içine işler.  

Orada karların güzel beyazlığını saçlarında taşıyan bir kadın eylem grubuna dönerek; “gidin ve geri gelin” dedi. “Size düşmanı vurmayı emretmiyorum, vurup geri gelmenizi emrediyorum! Yaşam için geri gelin” der gibi bir kararlılık ve dik başlılıkla savaşçılarının karşısında durmuştu. Geri gelin, dönmeyi bilmeyenlerden olmayın, yaşamak için sonuna kadar direnin, yaşamak için, yaşatmak için, tekrar buluşmak için geri dönün. Yarınlara anlatacağımız yaşayan destanların olması için, öykülerin daha da büyümesi için, gerillaya bulaşan güzelliğin evrene yayılması için, adaleti dünyanın yüzüne sürmemiz için, çocuklara anlatacağımız zaferlerimizin olması için geri dönün. Geri dönmeyi bilmeyenlerden olmayın.
Yüreğim ve beynim bunları çoğaltmaya devam ederken içimden "yenilebilir mi bu ruh” diyordum. “Hangi güç baş edecek ki bu ruhla." Ve Xantur’un savaşçıları kadar güzel heybetine kapılıp gidiyordu gözlerim.