Serhildan dönemini başlatan iki köy

Önce 1988’de Gundikê Melê’de, ardından 1989’da Girê Çolê’de fitillenen ateş, halkı arkasına alan direnişe ve serhildanlara dönüştü. Serhildan dönemiyle birlikte legal siyasetin de partileşmesini sağladı.

Önce Şırnak’ın Gundikê Melê, ardından Silopi’nin Girê Çolê köylerinde yaşanan katliamlar Kürdistan’ın yakın tarihinde yeni bir sayfanın açılmasını tetikledi. 19 Eylül’de Silopi’de zirveye çıkan Botan halkının öfkesi, serhildanlar dönemini başlattı…

PKK’nin 15 Ağustos 1984’te Eruh’ta başlattığı silahlı mücadelenin ardından Kuzey Kürdistan coğrafyası tarihinin en zorlu sınavlarından birisini veriyordu. Dönemin Türk Cumhurbaşkanı Kenan Evren, “72 saat ömür” biçmişti. Saatler, günlere, aylara ve yıllara devrildi ne gerilla bitirildi ne de halkın direnişi. 1984’ü takiben gelen o birkaç yılda Kürdistan’da kök salmaya başlayan gerillayı bitirmek için Ankara rejiminin denemediği yöntem kalmayacaktı. Özal hükümetinin kararıyla Mart 1986’da koruculuk sistemi hayata geçirildi. Bir yıl sonra ise 10 Temmuz 1987’de Başbakan Turgut Özal’ın imzasıyla Olağanüstü Hal Bölge Valiliği Hakkında Kanun Hükmünde Kararname çıkarıldı. Buna göre Bingöl, Amed, Elazığ, Hakkari, Mardin, Siirt, Dersim ve Van illerini içine alan Olağanüstü Hal Bölge Valiliği (OHAL) kuruldu.

Sömürgeci rejim önce koruculuk ardından da OHAL ile Kürdistan’da nefes almayı, daha doğrusu gerillanın çemberini daraltarak yeni filizlenen Kürt özgürlük mücadelesini bitirmeyi hedefliyordu. OHAL ile devletin sözde de olsa uyguladığı hukuk Kürdistan’da tamamen devre dışı bırakılmış, bütün inisiyatif askere ve özel savaş birimlerine devredilmişti. 1987 sonrası köy boşaltmalar, yakmalar, JİTİM’in kaçırmaları ve infazlar, bütün hak ihlalleri ve savaş suçları OHAL kisvesi altında günlük hale gelmişti.

Gerillanın Nisan 1988’de Bagok Dağı’nda vereceği direniş özellikle Botan’da gidişatı ters yüz edecekti. 1 Nisan sabahı sayıları 10 bini geçen Türk ordu birlikleri, Bagok’ta başlattıkları saldırıyla Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu (ARGK) gerillalarının eğitim kampı olarak kullandığı noktayı hedef aldı. Savaş uçakları ve helikopterlerin desteğiyle çembere alınan 50 civarındaki ARGK gerillası (30’u eğitim devresini yeni bitirmişti) Kürtlerin hafızasına “Li Bagokê” stranıyla kazınan bir destanı yazdı.

BAGOK İLE BAŞLAYAN SÜREÇ

Bagok savaşında gerillalar 3 helikopter düşürdü, 1 helikopoteri de darbeledi, 1 pilot binbaşının da aralarında bulunduğu onlarca asker öldü. 20 ARGK gerillasının da şehit düştüğü Bagok, 20. yüzyılın son çeyreğinde Kürdistan’da peşi sıra gelecek şiddetli çatışmaların, koca bir savaşın ilk halkası olacaktı. Gerilla ise 15 Ağustos’tan sonra Bagok ile Kürdistan toplumunun gözünde artık tamamen “ete kemiğe” bürünecekti.

Bagok direnişinde gerillanın yardımına Botan halkı da koşmuştu ve bu Kürdistan’da neredeyse bir ilkti. Bagok çevresindeki köylüler yaralı gerillaları çatışma alanından çıkarmış, lojistiği kalmayan gerillaya erzak götürmüştü. Nusaybin ile Midyat arasında başlayıp Hezex’e kadar uzanan küçük bir dağ silsilesi olan Bagok’ta başlayan gerilla-halk dayanışması, Türk devletini de yeni konseptler devreye koymaya sevk edecekti.

ARTIK SİVİL KATLİAMLAR

Koruculuk ve OHAL’in ardından devletin masasında artık sivil katliamlar vardı. 1989, Kürdistan’da sivil kıyım ve ilk köy boşaltmalar yılı olarak tarihe geçti. Özellikle Türk ordusu uğradığı her hezimet ve yenilginin faturasını sivillere kesiyordu. Bunun önüne geçilmesi için o dönem ilçe olan Şırnak’a bağlı köyün muhtarları toplanıp Kaymakam Cemal Aymaz’ın karşısına çıktı. Muhtarlar, Şırnak Kaymakamı’nın kendilerine şunları söylediğini aktardı: “Dağda terörist olduğu sürece devlet istediği yeri yakar, yıkar, bombalar. Zaten onlar havadan uçup gelmiyor. Sizin ne mal olduğunuzu biliyorum. Hadi ne yaparsanız yapın, istediğiniz yere gidin.”

Kaymakamın sözleri bölgede yaşanacak katliamların da habercisiydi. 23 Haziran 1989 günü Şırnak’tan Gundikê Mele (Balveren) köyü istikametine giden bir taksi tarandı; 5 köylü hayatını kaybetti. Türk devlet güçleri ise bu olaydan sonra Gundikê Mele köyüne ardı ardına baskınlar düzenleyip işkence yaparak 20’e yakın köylüyü gözaltına aldı. Cudi Dağı’na bakan Gundikê Mele, devletin yakından bildiği bir köydü. Hatta JİTEM’in elebaşlarından Cem Ersever anılarında bizzat bu köyden çok sayıda sivili kendi elleriyle öldürdüğünü anlatır.

KORKUNUN ÜZERİNE YÜRÜDÜLER

Temmuz’un ilk günlerinde ise o dönem nüfusu 3 bin 500 civarında olan Gundikê Mele beldesinin sakinleri, Şırnak-Uludere yoluna çıkarak devletin baskılarına tepkisini gösterdi. Sömürgeci devletin Kürt’ün zihninde inşa ettiği “korku imparatorluğu”ndan artık çatırdama sesleri gelmekteydi. Halk Savunma Merkezi Karargah Komutanı Murat Karayılan, “Bir Savaşın Anatomisi” kitabında Kürdistan’ın bu küçük beldesinde o gün yaşan olayların tarihin akışını nasıl etkilediğini şu sözlerle anlatır: “Bu dönemde şehirlerde de gerillayı, gerilla cenazelerini sahiplenen halk serhildanlarına Türk devleti şiddetle yöneliyordu. Amaç, göz korkutmak ve bastırmaktı. Çünkü devlet, kesinlikle gerillanın kitlesel bir tabana kavuşmasını istemiyordu, bunun kendisi için bir ölüm olduğunu, Kürdistan’ı kaybetmek anlamına geldiğini çok iyi biliyordu. Bu nedenle sokağa çıkan kitleye panzerler eşliğinde saldırılar gerçekleştirmekten tutalım kitlenin taranmasına kadar her seferinde birçok şehadete yol açmaktan çekinmiyordu. 1989 yılında Botan köyleri üzerinde gelişen yoğun baskılara rağmen halkın serhildanı önlenemedi. Şırnak’ın Gundikê Mele köylüleri devletin baskılarını Şırnak-Uludere yolu üzerinde oturma eylemi yaparak protesto ettiler. Bu eylem halkın devlete karşı ilk toplumsal direnişiydi.”

GİRÊ ÇOLÊ’DE 6 SİVİLİN KATLEDİLMESİ

Karayılan’ın bahsettiği direniş mekanı, bu kez Cudi Dağı’nın diğer ucunun yamaçlarına kurulu Silopi’ye bağlı Girê Çolê (Derebaşı) köyüydü. Birçok medeniyete ev sahipliği yapan bu köy, stratejik önem sahip bir noktada. Köyün yakınlarında 17 Eylül 1989 günü, gece 02.00 sıralarında Cudi Dağı’nda çatışma yaşandı. Çatışmada çok sayıda asker öldü, üç ARGK gerillası şehit düştü. Çatışmanın ardından Girê Çole köyüne inen Türk askerleri, köylüler Sudun Beyan, Üzeyir Arzıg, Reşit Eren, Fevzi Bayan, Abbas Çiğdem ve Münir Aydın’ı gözaltına aldı. Sabahın ilk saatlerinde bu köylüler elleri ve gözleri bağlandıktan sonra kurşuna dizildi. Her birinin bedenine 20’den fazla kurşun sıkılmıştı. Silopi halkı, o gün Girê Çolê’deki katliamla uyandı. OHAL valiliği ise olaya ilişkin ilk açıklamasında “Silopi’de 9 terörist öle olarak ele geçirildi” dedi.

Silopi ve bölge halkı öfkeliydi. Halk, olayın araştırılmasını, en azından otopsinin yapılmasını, suçlular hakkında soruşturma açılmasını isterken, Türk devleti cenazeleri bile vermemekten yanaydı. Girê Çolê köylüleri, 19 Eylül sabahı Silopi’ye doğru yürüyüşe geçti, kalabalık gittikçe artıyordu. Civar köylerin ve Silopililerin katılımıyla sayı 10 bini bulmuştu. Hükümet Konağı önünde toplanan halk, katliamın hesabını soruyordu fakat devlet güçleri, bu barışçıl gösteriye şiddetle yanıt verdi. Türk güçlerinin estirdiği terör, halkın direncini kırmaya yetmedi. Silopi’de kaymakamlık binasını ateşe verildi. Göstericileri tarayan devlet güçleri, çok sayıda kişiyi yaralarken 80’den fazla kişiyi de gözaltına aldı. Olayı görüntüleyen gazetecilerin fotoğraf makinelerine/kameralarına el konulmasına, habercileri tehdit etmesine rağmen Silopi ertesi gün Türk basının manşetlerindeydi. 20 Eylül günü “Silopi’de olay” manşetiyle çıkan Milliyet gazetesi, Silopi’de patlak veren halk ayaklanmasını şöyle aktarıyordu: “Hükümet Konağı’na yürüyen topluluk burada bağırarak camları kırdı. Olay yerine gelen özel harekat timleri havaya ateş ederek topluluğu dağıtmak istedi. Hükümet Konağı ile cenazelerin bulunduğu camii, panzerlerin korumasına alındı. Yürüyüşü izleyen Milliyet muhabirleri güvenlik güçlerinin saldırısına uğradı. Topluluk Hükümet Konağı’na gelince taş ve sopalarla camları kırarken, bir yandan da ‘cinayeti işleyenleri istiyoruz’, ‘kahrolsun faşizm’ ve ‘sesimizi Avrupa’ya duyuracağız’, ‘Hakkımızı arayacağız’ diye sloganlar attılar.”

MİLLİ GÜVENLİK KURULU’NU TOPLADI

Kürdistan’da start alan serhildanlar, artık rejimin başkenti Ankara’yı tedirgin etmişti. Silopi’deki serhildan haberi Ankara’ya ulaşır ulaşmaz Milli Güvenlik Kurulu, cunta lideri Kenan Evren başkanlığında toplandı. Türk yönetimi olayı duyuran basına kızgındı. Kürdistan’daki kirli savaşı izleyen gazetecileri tehdit mesajlarıyla dolu bir MGK bildirisi yayınlandı.

Silopi’deki serhildan, Ankara’daki siyasi havayı da etkiledi. Aralarında DYP ve ANAP’lıların bulunduğu milletvekilleri, Girê Çolê’deki katliamın araştırılması için Özal hükümetine baskı yaptı. Özal, bunun üzerine vekillerden oluşan bir heyetin Silopi’ye gitmesine izin vermek zorunda kaldı. Bölgede incelemeler yapan parlamenterler, katledilen 6 köylünün kesinlikle PKK’li olmadığını açıkladı, ancak buna rağmen Girê Çolê’deki katliamının sorumluları hesap vermedi.

ARTIK BİR PARTİ KURULMALIYDI

Girê Çolê’nin ardından Türk devletinin katliamlar serisi devam etti. 24 Kasım 1989’da Hakkari'nin Gever ilçesinin İkiyaka (Satê) köyünde 28 köylü katledildi. 1989’daki bir başka önemli olay ise Kürtlerin siyasi hayatında yaşanacaktı. 14-15 Ekim 1989’da Paris’te düzenlenen bir konferansa katıldıkları için 7 Kürt milletvekili SHP’den ihraç edildi. Bu durum, Kürt siyasetçilerini yeni arayışlara sürüklerken patlak veren serhildanlar da artık Kürtlerin sivil siyaset alanında bir parti ile sahneye çıkmalarını hızlandırdı. Demokratik siyasette bir geleneğin ilk halkası olan HEP’in Haziran 1990’da kurulmasına götüren süreç böyle başladı.

Kürdistan, 1990’ların ilk yarısı soluk soluğa yaşanacaktı. Önce Gundikê Melê’de, ardından da Girê Çolê’de fitillenen ateş, halkı arkasına alan bir direnişe ve serhildanlara dönüştü. Silopi serhildanı ise genç yaşta yitirdiğimiz Kürt sanatçı Evdilmelîk Şêx Bekir’in Koma Amed’in “Kulîlka Azadî” albümünde seslendirdiği “Destana Silopî” stranıyla Kürtlerin hafızasına kazındı.