Kuzey Kürdistan’da Türk devletinin öz yönetim ilanları ardından başlattığı soykırım saldırılarını değerlendiren HPG Apollo Akademileri Komutanlığı üyesi Medet Serhad, öz yönetimlerin toplum iradesi olduğunu, öz savunmanın toplumların kendini koruma sistemi olduğunu ve direnişlerin de Kürt kırımının önüne geçtiğini belirtti.
Kürt halkının öz yönetim ilanları ile kendi iradelerini ortaya koymasının ardından Türk devleti ve AKP hükümeti vahşi bir şekilde saldırmaya başladı. Kürt halkı üzerinde uygulanan soykırım operasyonlarına Kürt halkı da öz savunma direnişi ile karşılık veriyor. Öz yönetim ve öz savunmanın toplumun varlık gerekçesi olduğuna dikkat çeken HPG Apollo Akademileri Komutanlığı üyesi Medet Serhat, demokratik özerklik ve özyönetimin ne olduğunu, neden öz savunmaya ihtiyaç duyulduğunu, Türk devletinin neden hunharca saldırdığını ve Kürt halkının bu sürece nasıl katılması gerektiğini konuştuk…
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Ortadoğu’da kaostan çıkış yolu olarak demokratik özerklik projesini sundu. Rojava Kürdistanı demokratik özerkliğin ilk pratikleştiği alan oldu. 2015 yazından bu yana Kuzey Kürdistan’da başlayan demokratik öz yönetim ilanlarıyla birlikte Sayın Öcalan’ın projesi, Kuzey Kürdistan’da da pratikleşmeye başladı. Öz yönetim ilanlarının ardından bazı çevre ve kişiler farklı tanımlamalar ortaya koyuyor, özetle siz demokratik öz yönetimi nasıl tanımlıyorsunuz?
Ortadoğu’da ulus-devletleri oluşturan Ortadoğu halkları değildir. 19. yüzyılda İslam adına varlık bulan Osmanlı devletinin dağılması sürecinde egemen İngiltere-Fransa ve müttefiklerinin parçalanan Osmanlı mirası üzerinden Arap şeyh, ağaları eliyle sömürge sınırları cetvelle çizilen ülkeler olarak ortaya çıktı. Oysa Ortadoğu toplumsallığının tarihsel gelişimi, tekliği, sınırlandırmayı, halklar arasında sınırlar oluşturmayı yaşamamış ve var olan sınırlar da birlikte yaşamlarına engel oluşturamamıştır. Ancak 19. yüzyılda bölge halklarına danışmadan, başta Syces-Picot ve sonrası Lozan anlaşmaları ile suni sınırlar, halklar ve kültürler arasına çekildi.
‘DESPOT HAMMURABİ’NİN ÜLKESİNDE BİLE YETMİŞ İKİ DİL TANINMIŞ’
Ortadoğu ve Mezopotamya halklarının tarihi siyasi geleneği, siyasal sistemleri konfederaldir. Firavun, Nemrutlar, Dehaklar ve birçok tiran yaşamış olmasına rağmen halklar dünyası hep çok renklidir. Babil için boşuna yetmiş iki dilli denmemiştir. Babil’in despot kralı Hammurabi, ülkesinde yetmiş iki dile özgürlük tanırken, şimdiki despotlar tek dil dışında bir dil tanımamak için Halepçe’de beş bin insanı zehirli gazla boğdu. 182 bin Kürdü diri diri ölüm çukurlarına doldurdu. On bin Kürt kadınını Arap pazarlarında cariye olarak sattı. Türk devleti sadece cumhuriyet tarihinden bu yana en az toplam katliamlarda 200 binin üzerinde Kürdü fiziki olarak imha etti. Zengin dini gelenekleri Sünni- Hanefi mezhebine indirgemek için Alevi, Êzidî, Yahudi ve Hıristiyanları katliamlardan geçirdi. Beyaz ölümle birçok halk dili ve kültürü asimile edilerek yok edildi. Milyonlarca insan zorla göç ettirildi. İran’da Fars şovenizmi ekseninde 7 milyon Beluci, 8 milyon Arap, 24 milyon Azeri, 14 milyon Kürdün hiçbir siyasal, toplumsal, ulusal kurumlaşmalarına izin verilmiyor. Oysa Asur zulmüne karşı Mezopotamya halkları Kürtler öncülüğünde mücadele etmiş, M.Ö 612’de Asur zulüm imparatorluğuna son verilmiş ve Med Konfederasyonu kurulmuştur. Yani özcesi Ortadoğu halklarının kültürel tarihlerinde parçalanma değil karşılıklı bağımlılık esastı.
‘DEMOKRATİK ÖZERKLİK TOPLUMU DEVLETTEN KOPARMAKTIR’
Demokratik özerkliği toplumu devletten koparmak olarak da tanımlayabiliriz. Özerklik, evren yasasında işleyen her olgunun karşılıklı bağımlılığı, birbirini besleyen diyalektik işleyişe sahip olmasıdır. Ancak kendi özerkliğini koruyarak bunu yapar. Toplumlarda da bu diyalektik yasa işler. Yanlış olan milliyetçilik, dincilik ve cinsiyetçilik adına istismarcı bir şebekenin tek taraflı olarak toplumun tüm yaşamına hâkim olma istemidir. Milliyetçilikle tek ırka indirgemek ve diğer etnisiteleri tek hâkim etnisitede eritmek, dincilik maskesi ile toplumların inanç dünyalarına hâkim olup, toplumun ruhsal dünyasını denetlemek, cinsiyetçilikle de sadece erkek egemenliğini esas alarak kadının kendi kimliğiyle, kendi öz örgütlülüğü ile katılımını engeller.

‘DEMOKRATİK ÖZERKLİK TOPLUMUN POLİTİKA YAPARAK KENDİSİNİ YÖNETMESİDİR’
Demokratik özerklik; her etnisitenin (bu bir köy dahi olabilir) kendi dili, kimliği, sosyal yaşam biçimi, kültürü ile kendisi üzerine söz ve karar yetkisi tanıyıp ve kendi toplumsallığını, özgür birey kimliğiyle politikasını yapabilmesidir. Toplumun, halkların kendi kendilerini yönetmesidir, yani toplumlar söz ve karar alma yetkisine sahip olmalı, kendi adına politika yapmalı. Buna doğrudan demokrasi de diyebiliriz, demokratik ulusun öz yönetimi de diyebiliriz. Demokratik ulus öz yönetimsiz düşünülemez. Demokratik öz yönetimsiz demokratik uluslaşma da gelişemez, var olamaz. Devlet kurumları idare etme kurumlarıdır, ama demokratik özerklik toplumun doğrudan politika yaparak kendisini yönetmesidir. Bunun için de toplumu ilgilendiren kurumlarını oluşturup karar almasına ve yönetilmesine katılır. Bunları da, sosyal, eğitim, kültür, ekonomik, sağlık, hukuk, diplomasi ve öz savunma kurumlarını oluşturarak yönetir. Devlet dışında, devletten beklemeden yapar.
Bu noktada biz katledilmek ve sömürülmek istemiyoruz. Ülkemizde köle olarak yaşamak, ya da sürgün yollarında ölmek istemiyoruz. Özetlemek gerekirse her topluluk kendi dili, kültürü ve farklılıklarıyla yaşayabilir. Herkes kendisini yönetebilir. Demokratik özerklik seçeneği bir gerçektir. Uygulandığı her yerde yaşamı kurtarmış ve yürütmüştür. Tarih bunun örnekleri ile doludur. Yeter ki biraz demokratik bilinç, biraz demokratik uluslaşma ve konfederal yaşama istek irade ve mücadele gücümüz olsun. Bu da halkların seçeneği ve projesidir. Ötekileştirme yoktur. Kimseyle menfaat savaşı gütmez. İktidar ve devlet çıkarı hesapları yapmaz. Toplum içinde kadınları, işçileri, köylüleri, gençleri sömürmek şurada kalsın görünür kılar, güç alır. Toplumun içinde dışında barış getirir. Toplumu kendisi yapar. Fakat tüm bu demokratik ulus ilkelerini aşan sömürücü güçlere karşı da öz savunma temelinde kendini savunur.
Kürt halkı demokratik özerkliğe neden ihtiyaç duydu? Kürtler için önerdiğiniz özerklik modelinin dünyadaki diğer modellerden farkı nedir? Bu bir ayrılma projesi midir?
Yaşanan III. Dünya savaşında Kürt halkı savaşın içindedir ve tarihte olduğu gibi savaşın mekânı yine Kürdistan’dır. Kürt halkı da var olma savaşımı veriyor ve büyük oranda kendini görünürde kıldı. Diğer yandan AKP ve TC devletinin Kürt halkını soykırım politikalarıyla yok etme girişimleri devam ediyor. Bölge ulus-devletleri kendi halklarının sorunlarını dahi çözemez durumdalar. Buradan hareketle Kürt halkı hiçbir güce dayanmadan kendi varlık savaşımını veriyor, bu savaşta hem emperyalist savaşın çıkar batağına saplanmamak, hem de ulus-devletlerin politikasızlığı, çözümsüzlüklerine Kürt halkını kurban etmemek için demokratik özerklik hayati bir ihtiyaç olarak gelişmiştir. Yani ne halkların boğazlaşmaları, ne de mezhep çatışmalarının bir tarafı olmadan bütün kültürlere, inançlara mesafeli ve bölge hakları ile karşılıklı bağımlılık ilkesi ekseninde kendi özerk duruşunu ve yaşamını inşa etme ihtiyacı doğdu.
Dünyada, Avrupa’da belediyelere dayalı bölgesel özerklikler olsa da bunlar ulus-devlet yapısını değiştirmez veya çok kısmi fonksiyonel kılar. Yani haklara çok büyük faydası olmaz. Rusya federasyonunda olduğu gibi federe ulus-devlet özerklikleri vardır. Bu açıkçası özerklik ve özgürlükten ziyada büyük güce bağımlılık ilişkisidir. Bunun demokratik özerklikle uzaktan yakından alakası yoktur. Kürt halkının tarihinde de vardır. O da şudur, sınırları sorun yapmadan, devletlere dayanmadan, devlet modellerini esas almadan toplumun bulunduğu her alanda kendi kendisini yönetmesidir. Yani bu bilinen otonomi modellerine de benzemez. Otonomiler anayasal çerçeveye bağlı, bir bölgeye tabi ve karar yetkisinin merkezi hükümetlere bağlılığı vardır. Oysa demokratik özerklik; bir bölgeye, bir toprak parçasına hapsedilmeden, sadece bir etnisiteye ait olmadan halkların, etnisitelerin, kadın, gençlik, dini cemaatler, mezhepler, meslek örgütleri, sınıf hareketleri vb. her alanda devlet dışında kendi adına örgütlenerek tüm sorunları hakkında karar alan, yetkisini kendi elinde toplayan yapılanmaların toplamındaki konfedaral örgütlenmelerin siyasal adıdır, bütünsel gövdesi de demokratik ulustur.
Bu bir ayrılma projesi midir?
Hem ayrılma projesidir, hem de değildir. Şu anlamda ayrılma projesidir, toplumu devletten koparıyor, toplum üzerinden devlet denetimine son veriyor. Devletin tüm kurum, kuruluş ve zihniyet yapılanmalarından ayrılma projesidir. Halkların birbirinden değil kopma daha güçlü bağlarla bağlanma projesidir. Türk, Kürt, Arap, Fars vb. ayrımlar demokratik özerkliğin ilkelerine terstir. Buna gerek de yoktur. Bu tip ayırımları faşizm olarak tanımlar. Ancak hiçbir kimliğin diğeri üzerinde tahakküm kurmasını da kabul etmez. Her kimlik kendi yerinde kendini özgürce geliştirebilme fırsatına kavuşmalıdır.
Bunun bir üst aşaması olarak demokratik uluslar konfederasyonu olarak tanımlanabilir. Tersi durum Ortadoğu’daki kan deryasını durduramaz. Ne ulus-devletçilik, ne de ulus-devletlere dayanan otonomicilik sorunları çözmez, dönemsel çözer gibi görünse de uzun erimli çözemez, bir müddet bölgeye sıkışarak, ulus-devletin emrinde anayasalara bağlanmış, halkın söz karar sahibi olmadığı bir durumu ortaya çıkarır. Bu durumda yirmi, kırk yıl sonra var olan sınır, anayasa veya tarihsel değişim toplumu yeni oluşumlara zorladı, bu durumdan anayasal zorunluluktan dolayı yeniden sınır savaşı, statü savaşının başlayamayacağının kimse garantisini veremez.
‘DEMOKRATİK ÖZERKLİKTE HETEROJENLİK ESASTIR’
Demokratik özerklikler ise toplumsal sözleşmelerle olur. Demokratik özerklikte heterojenlik esastır. Otonomi ve dünyadaki özerklik örnekleri de kendisiyle sınırlıdır, kendisi dışında kendi halklarına karşı, ya da başka halklara karşı yapacakları bir şey yoktur. İstese de merkezi devlet buna izin vermez. Örneğin Irak’ta, Güney Kürdistan Yönetimi Irak merkezi hükümeti onayını almadan tek bir silah bile dışarıdan alamaz, dışarıdan gelen insani yardımlar dahi merkezi hükümetin onayından geçmeden Güney Kürdistan’a ulaşamaz. Güney Kürdistan istese de diğer parçalardaki Kürtlere yardım etme, dayanışma amaçlı çalışmalar geliştirmeyi bir yana bırakalım, kendi denetimi dışındaki, Bağdat’taki, Musul’daki veya diğer yerlerdeki Kürtler üzerine tek bir söz söyleme yetkisi ve hakkı yoktur. Oysa demokratik özerklikte bunların hiç birine gerek kalmadan, zaten ülke içindeki her etnisite, sınıf, dini cemaatlerin kendisi öznedir, karar yetkisi kendisinde, merkezi hükümete de bağımlı ve bağlı değildir. Rojava örneği öğreticidir. Suriye devletine hiç bırakmadan Halep’teki, Şam’daki Kürt kitleleri kendi halk meclislerini oluşturarak her konuda kendilerini yönetiyorlar. Ama Suriye’nin bütünlüğü içindeler. Qamışlo’da bir mahallede devlet var, ama toplumsal alan eğitiminden, sağlığına, ekonomi ve güvenliğinden, öz savunmasına kadar halkın özyönetimi Cizîr Kantonu olarak siyasi özerklik yönetimiyle kendini yönetiyor. Bu yönetimde Araplar, Süryaniler, Çerkezler, Ermeniler ve Kürtlerin yanında bir de kadın örgütleri, gençlik, diğer siyasi parti ve dernekler de yer alıyor. Ama kimse kimseyi dışlamıyor, rant veya ırkçılık-dincilik de yapmıyor. Çünkü buna gerek yok, burada herkes öznedir, kimse kimseye tabi değil, herkes karşılıklı bağımlılık içinde kendisi olarak kendi yaşamı hakkında söz ve karar yetkisine sahiptir.
Yeni bir model olarak demokratik özerklik projesini, Türk devleti neden katliam girişimleri ile karşılıyor? Devlet neden korkuyor? Katliamlarla verilmek istenen mesaj nedir?
Bilindiği gibi TC devletinin inşası ulus-devlet kodlamaları üzerine kuruldu. Özcesi Hegel’in felsefesi 18. yüzyılda Avrupa’da ulus-devletlerin inşasının temelini oluştururken, 19. yüzyılda TC devleti de bunun bir kopyası olarak kurulmuştur. TC’yi oluşturan kadroların yaptıkları ek, ulusçuluğu fetişleştirerek tanrı ile eşdeğer düzeyde tutup, kutsallıklar atfetmeleridir. Türklük olgusunu tüm topluma empoze etmeye çalışmalarıdır. Gelinen aşamada ulus- devletlerin inşa edildiği Avrupa kıtasında ulus devletler büyük oranda aşıldı. Ortadoğu’da ise Irak-BAAS faşizminin lideri Saddam’ın idamıyla ulus-devletlerinde ipi çekildi, şimdi Ortadoğu ve Türkiye bunun sancılarını yaşıyor.
Buradan bakınca, Türk sömürgecileri kendilerince tekçi ulus kodlarıyla dincilikle, milliyetçilikle, cinsiyetçilikle ve yaratmak istediği homojen toplum inşa kodları ile diğer halkları Türkçülüğe (Lazlar, Pomaklar, Çerkezler, Helenler, Araplar, Azeri-Karabağlar vb.) büyük oranda katmayı başardı, ama bu homojenleştirme mayası Kürtlerde tutmadı. Kürt halkı Türk Cumhuriyeti’nin bu kurgulanışının başından başlayarak kabul etmedi, direndi. Direnmenin tarihi biliniyor tekrarlamaya gerek yok, katliamlar, sürgünler, idamlar biliniyor. Ama direnen her Kürt hareketinin önderinin tüm eksikliklerine, yetmezliklerine rağmen Kürtlere bıraktıkları en değerli mirasları direnme kültürleri oldu.
Direnmenin diğer bir tarafı da Kürt halkının dostları oldu. Bu direnenlere de TC devleti hunharca yöneldi. Kimini Mustafa Suphiler gibi faili meçhullerde, İbrahim Kaypakkaya gibilerini işkencelerde katletti. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Hüseyin İnan’ları da idam sehpalarına çekti. Behice Bora’nın partisi Kürtlerin varlığından bahsetti diye kapatıldı, kendisi de zindanlarda ve yıllarca mahkeme koridorlarında heder edildi. En son Suruç’ta 2015 yılında Kürtlere dost olan, dayanışma gösteren sol, sosyalist, hümanist gençlerin bedenleri parçalandı. Tüm bunların nedeni toplumu oluşturan kesimlerin homojenleştirmeye karşıtlık etmelerinden, ulus-devlet kutsallıklarına karşı olunduğundan yapıldı.
‘TÜRK ULUS DEVLETİ ÇÖKÜYOR’
Şimdi bir grup vicdan sahibi akademisyen, aydın Kürdistan’da ki katliamları durdurma çağrısı yaptı ve devletin en tepesindeki aydınları “vatan haini” ilan etti, bu aydınların açıklamalarını silahlı eylemlerden daha tehlikeli gösterildi. Peki, neden bu korku, panik? Asıl sorulması gereken soru budur. Nedeni çok açıktır, ulus devletin tekçilik kodlarını hedefledikleri içindir. Bundan dolayı Kürt halkına Tayyip Erdoğan açık çağrı yaptı “vazgeçin Kürtlükten, bin defa da başınızı kaldırsanız, bin defa da ezeceğiz” dedi. Katliamlar, tutuklamalar, şehirlerin, kasabaların yıkılması Kürtleri kendileri olmaktan, kendi adlarına konuşmaktan, kendi dili, kültürü ile yaşamaktan vazgeçirme politikalarıdır. Bu politikalara devlet ideolojik yaklaşıyor, öyle dönemsel değildir. Düşünülen Kürtlerin en küçük bir hak elde etmesi Türk ulus-devletinin çöküşü olarak stratejik ele alınıyor; İlk Türki devlet kurma ve buna göre oluşturduğu tüm kurumları yerle bir olacaktır. Bundan dolayı acımasız saldırıyor ve saldırmaya devam edecek.
‘AKP SALDIRILARI NAZİ SALDIRILARINA BENZİYOR’
AKP’nin saldırıları 1933-39 yılarında Nazi partisinin tüm topluma, aydınlara saldırmasına benziyor. Bunu bilerek mücadele edilmelidir. Ancak günümüz dünyası 1933 dünyası değil ve Türkiye halkları Alman faşizmine teslim olan Alman oportünist aydını, gençliği değildir. Kanal D Şov Kültür programındaki katılımcıların vicdanı Amed’den konuşan bir öğretmene tercüme olup onu alkışlaması dahi AKP'nin Türkiye halkını kolay kolay teslim alamayacağını gösteriyor. Ama AKP’nin buna dahi tahammülsüzlüğü, saldırması faşist düzeyin geldiği aşamayı göstermesi açısından önemle üzerinde durulmalıdır. Yine aydınların ortak duruşları da çok önemlidir. Önemli olan bu duruşları çoğaltmak örgütlü güce dönüştürmektir. Tüm bunlara rağmen Kürt halkı ve tüm Ortadoğu halklarının direnme geleneği ve 40 yıllık gerilla mücadelesi ile Rojava’da insanlık tarihinin en karanlık, kirli örgütüne karşı direndi, kazandı. Rojava devrimi ve Kobanê'yle dayanışmaya geçen dünya insanlık vicdanının kazanımları var.
Demokratik öz yönetim direnişleri geliştikçe Türk devleti ve AKP hükümeti özel savaş yöntemlerine başvurmaya başladı. Kürt halkı Türk devletinin özel savaş yöntemlerine, ırkçı faşist, milliyetçi saldırılarına karşı nasıl bir savunma geliştirmeli, halk kendini nasıl savunmalıdır?
Özel savaşın amacı; toplumsal birlik dokularını parçalamak, toplumun belleğini yok etmek, toplum ve bireyi kendisi olmaktan çıkarmak, köksüzlüğü yaratmak olarak tanımlanabilir. Bu temelde bakınca TC’nin kuruluşunda, iktidar felsefesi Türklük dışındaki halklara karşı tüm kurumsal ve anlamsal inşaları özel savaş ekseninde ele alınmış ve inşa edilmiştir. Yani bu yeni bir durum değildir. TC Türklük dışında tüm etnik, dini ve kültürel kimlikleri yok hükmüne almış, ekonomik tüm yatırımlar Türklük dışında kalanları terbiye etme, açlıkla veya bollukla teslim alma üzerine bina edilmiştir. Türklüğe biat eden hizmete alınmış, biat etmeyen de zor aygıtıyla terbiye ettirilmeye çalışılmıştır. Aslında şu an ki saldırılar halklar için derinlerde gizlenen 80 yıllık faşizmin açığa çıkmasıdır.
‘DÜŞMANIN ANLADIĞI DİLDEN CEVAP VERİLMELİ’
Halk nasıl direnmeli? Buna devletin tüm “iyilik” adına olan tüm kişi, kurumlarından uzak durmak, devletin tüm kişi ve kurumlarına karşı düşmandır kavramını bilince çıkararak yaklaşılmalı. Özel savaş, Sur’da yaptığı gibi tarihi belleği yok etmek ister, tarihi değerlere sahip çıkılmalı. Özel savaş değer yargıları ile oynar, değer yargılarımıza sahip çıkalım. Özel savaş toplumsal dayanışma damarlarını parçalamak ister, biz toplumsallığı geliştirelim. Özel savaş korkuyu yayarak teslimiyeti-pasifizmi dayatır, biz korkuyu yenerek her alanda direnmeyi geliştirelim. Özel savaş bizi biz yapan dilimizi, kültürümüzü unutmamızı ve başkalaşımı dayatır, biz dilimizi, kültürümüzü geliştirelim. Özel savaş utanç duygularını öldürmek ister. Biz insan olmakta ısrar edelim.
Sonuç olarak özel savaş beyaz, yumuşak öldürmeyle sonuç alamadığı yerde katliamları devreye koyar. TC'nin de şimdi yaptığı budur. Bu ölüme karşı en önemli duruş ölmemek için elinden ne geliyorsa onu yapmaktır. Tabi bu “elimden kaçmak geliyor” deyip kendi yuvandan, ülkenden kaçış olmamalıdır. Bu, düşmanın anladığı dilden cevap vermek, toprağında kalarak direnmek gerekir. TC’nin şimdi en önemli özel savaş konsepti Kürdistan halkını toprağından göçertmektir. Bize düşen ise gençliğin savaşarak cevap vermesi, halkımızda toprağına, ülkesine sarılmalı ilmek ilmek yeniden işlemelidir.
TC devletinin baskılarına, öldürmelerine karşı halkın kendini savunma direnişi de gelişti, öz savunma denince ne anlaşılmalı? Kürt halkı öz savunma çalışmalarını nasıl geliştirmelidir?
Toplumun kendisini sürdürmesi için gerekli ahlaki ve politik kurumlarını oluşturup çalıştıramama, işlevsel kılamama durumuna düşmesi, baskı ve sömürü cenderesine alınması demektir. Bu durum savaş halidir. Savaş hali, öz savunmanın zor, şiddet yönünün devreye girme halidir. Öz savunma denilince günümüzde dünya hukukundan da anlaşıldığı gibi askeri bir terimdir. Bu bir yönüyle doğrudur da, ancak Önder Apo’nun geliştirdiği felsefik tanımda öz savunma kavramının iki yönü var. Birincisi biyolojik boyut, ikincisi toplumsal boyuttur. Evrensel var oluş üç temel olgu üzerinden gerçekleşir; beslenme, üreme ve güvenlik, barınma da denir. Bu var oluş yasası tüm canlılık için geçerlidir. Bu üçlüden birinin olmayışı o canlının, kendi öz değerleri ile var olmasıdır, ya kısa sürede başkalaşım yaşar ya da yok olmayla yüz yüze kalır. Bu anlamda öz savunma, var olmanın tüm alanları ile ilgilidir, yani salt bir askeri terime indirgenemez. Biyolojik boyutta, her canlı, hayvan ve tüm bitki türlerinde kendisine karşı yönelen tehlikeye karşı doğal bir kendini koruma refleksi veya koruma tedbiri vardır.
‘GÜVENLİĞİ ALMADAN HİÇBİR CANLI GELECEĞİNİ GARANTİYE ALAMAZ’
Güvenliğini almadan hiçbir canlı geleceğini garantiye alamaz, hiçbir kuş dahi kendi yuvasını güvenli bir yere yapmadan yumurtalarını yerleştirmez, gül dikensiz boy vermez. Demek ki toplumlar da öz savunmanın askeri boyutunu geliştirmeden kendi varlıklarını kalıcılaştıramazlar. Bu anlamda Kürdistan’ı egemenliğine alan devletler-sistemlerin ilk yaptıkları Kürt halkını silahsızlandırmak olmuştur. Silahsızlandırma tamamlandıktan sonra Kürt halkını asimile etme, başkalaşıma uğratma, kurumların değirmen taşında buğdayı öğütmesi gibi Kürt halkını öğütmeye başlamıştır.
Ancak Kürt halkı PKK öncülüğünde öz savunmanın askeri, silahlı boyutunu geliştirince toplumsal kırılmayı, başkalaşıma uğramayı durdurdu. Bundan dolayı 15 Ağustos 1984 atılımına “ilk kurşun” dendi. Yani Kürt halkı varlık olmak, görünmek için kendi güvenliğini kendi eline almıştı. Şimdi gelinen aşamada varlığını dünyaya kanıtlayan Kürt halkının öz savunma askeri savaşımı, toplumsal inşanın öz savunma savaşımını verme aşamasına gelmiştir.
‘SAVUNMAYI DEVLETTEN BEKLEMEK GAFLETTİR’
Öz savunma savaşımında yapılmaması gereken en önemli şey, öz savunmanın hiçbir boyutunu dönemsel ele almamak, hele hele askeri boyuta dönemsel yaklaşmak, askeri öz savunmayı egemen devletten beklemek en büyük gaflet olur. Akıldan çıkmaması gereken en temel durum, askeri öz savunma varlık var olduğu sürece öz savunmanın askeri boyutu olacaktır, yani toplum var oldukça, dünya da yaşadıkça askeri öz savunma olacaktır. Bu anlamda öz savunma stratejiktir. Yani şu hataya düşülmemelidir, barış dahi olsa askeri öz savunması olmayan barış, sonuçta; teslimiyetin ve köleliğin ifadesi olabilir. Liberalizmin günümüzde halklara, toplumlara dayattığı öz savunmasız barış, hele hele demokratik istikrar, uzlaşı denen oyun, tek taraflı gırtlağına kadar silahlı güç ile yürütülen burjuva sınıf egemenliğinin örtbas edilmesi halinde, yani savaş halinin örtülü yürütülmesinden başka bir anlam taşımaz.
TC devleti her kıpırdanmaya, her karşı harekete bütünsel yaklaşıyor ve bütünsel savaşıyor. Şimdiki yönelimi de bir bütünen Kürt toplumunu, demokrasi ve insan hakları savunucularını hedeflemiştir. Buna karşı bizim Türkiye cephesinde, Kürt, Türkiyeli sol, sosyalist, demokratik ahlaki-dini çevreler, liberal demokratların da topyekûn cevap verecek konumda olmamız gerekir. Kimse elinden geleni esirgememeli, bu bir bağırmadan, bir taş atmadan tutalım her türlü radikal eyleme kadar, böyle bir tutum içinde olunması gerekir.
Kürt sorunun barışçıl çözümü noktasında en etkili isim Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dır. Öcalan’a ise 2015 Nisan ayından bu yana ağırlaştırılmış bir tecrit uygulanıyor. Öcalan’a yönelik uygulanan tecridi nasıl ele almak gerekir?
Önderlikler, tarihsel kültür birikimi içinde, toplumsal ihtiyaçlara cevap geliştirdiği oranda oluşur. Toplumlar, halklar kendi ahlaki ve politik değerlerinin bileşkesi, bu değerleri örgüte, eyleme ve çözüme yol açanların yoldaşı olmuşlardır. Bundan dolayı önderlikte birleşen toplumun adalet, eşitlik, özgürlük ruhu temsil edilir. Önderlik bir ruhtur. Tarihte Hz. Musa’sız Yahudi kavmini ve Tevrat’ı izah edemezsiniz, Hıristiyanlığı Hz. İsa’sız, İslam’ı Hz. Muhammed’siz, politik askeri önderlerden, köle ayaklanmalarından Spartaküs'ü, Protestanlığı Martin Luhter’den, Marx-Leninsiz sosyalist hareketleri tanımlayamayız. Yukarıda saydıklarımıza halklar tarihlerinde sıralanacaklar çoktur ancak bilinmesi gereken öndersiz tanımlama, anlama beynin parçalanmasıdır ve o hareket ve halk dağılır. Bundan dolayı Türk devleti kendince Önder Apo’yu halkından ve özgürlük hareketinden soyutlayarak parçalanmayı, dağıtmayı hedefliyor. Diğer bir neden 2013’te kendilerince dünyayla irtibat kanallarını kısmen açarak, özel savaş yöntemleri ile Önderlik üzerinden özgürlük hareketini tasfiye etmek planları boşa çıkınca, bu sefer Önderliğin tüm irtibat kanalları kapatılarak sonuç almak isteniyor. Ama bu sonuç almaz. Çünkü Önderlik Kürt halkının ruhudur. Bu ruh, kurumsallaştı, toplumsallaştı, sosyolojik kültüre dönüştü. Önderliğin neler hissettiğini, neler düşündüğünü Kürt halkı iyi anlıyor ve bundan dolayı da demokratik özerklik savaşına kaygısız katılıyor. Türk devlet yetkililerini çıldırtan durum tamda bu durumdur.
‘TECRİT KÜRT HALKI ÜZERİNDE BİR İMHA KONSEPTİDİR’
Önderlik kendi ifadelerinde ‘benimle görüşülmesi, Kürdistan toplumunun sorunlarının görüşüldüğü, çözümünün, barışının arandığı anlamına gelir’ diye konuşuyor. Görüştürülmemesi, irtibat kanallarının kapatılması veya tecrit edilmesi ise Kürt halkı üzerinde bir imha konseptinin olduğu anlamına gelir. Yani bireysel bir durum değildir. Kürt halkı, Önderliği ile mücadele dili ve diyalektiğini yakalamış bir halktır. Bu nedenle günlük talimat, yönlendirme alması gerekmez. Son dönemlerde bu diyalektiğin arasına girmek isteyen özel savaş propagandacıları, devlet heyeti görüşüyormuş, Önderlik bazı mesajlar veriyormuş gibi yapıp halk mücadelesini pasifize edici oyunlar geliştirmek istemektedirler. İşte bu manipülasyonlar da belirttiğimiz halkın sağduyusu nedeniyle tutmayacaktır.
Kürt halkı açısından topyekûn bir savaşın başladığı bu süreçte halkın ve gençliğin katılımı nasıl olmalıdır?
‘Kendini bilmek bütün bilmelerin temelidir’ denir. Kürt halkı kendini tanıdı, farklı bir halk olduğunu çok derinden anladı. Yüz yıla yakındır yalanın edebiyatının yapıldığı şu sözler “Bin yılık kardeşlik, din iman birliği, vatan birliği, ortak kader, kız alıp vermeler, etle-tırnak kaynaşması” artık anlamsızlaştı. Gerisi bu erişilen bilince göre örgütlenmektir. Kürt halkı hayatın her alanında, kendisini ilgilendiren her konuda örgütlemelidir. Bu örgütlenmeler üzerinden biriken her enerji, ülke mücadelesine katılmalıdır. Halk örgütlenmezse, akşama kadar sokaklarda bağıralım, yürüyüş yapalım sonuç almaz. Bahar yağmurları gibi sele karışır gider, göle, üretime dönüşmez, üretime dönüşmesi için su kanalı gerekli, kanal toplumsallıkta örgüttür, örgütlenmedir.
‘GENÇLİK TARİHİN EN GÖRKEMLİ DİRENİŞİNİ GELİŞTİRİYOR’
‘Gençlik toplumun öncü gücüdür denir’ gerçekten de Kürdistan gençliği tarihin en görkemli direnişini geliştiriyor, bu çok önemli ve değerlidir. Gençlik doğası gereği verili sınırları, örülen, belirlenenleri yıkmaya meyildir. O zaman gençlik gelinen tarihsel aşamada hiçbir bendi tanımamalı, onları pasifizme, teslimiyete çeken hiçbir söyleme itibar edilmemeli, dinlenilmemelidir. Diğer önemli bir nokta toplumdan her katılıma açık olmak, her katmandan, sınıftan gençlere açık olup örgütlenmemizi geliştirmeliyiz. Bu örgütlenmeler de halka askeri eylemde olduğu gibi ekonomide, politikada, eğitimde ve tüm inşa çalışmalarında da öncülük edebilmeliyiz.