Paris katliamı davasında yeni detaylar

Paris'te katledilen üç Kürt kadın devriminin ailelerinin avukatı Antoin Comte, Türk istihbarat teşkilatının cinayetlere tamamen dahil olduğuna ilişkin çok sayıda bulgu olduğunu söyledi.

ANF ve MedNuçe'ye konuşan Antoin Comte, 9 Ocak 2013'te PKK kurucularından Sakine Cansız, KNK Paris temsilcisi Fidan Doğan ve gençlik hareketi üyesi Leyla Şaylemez'in hayatını kaybettiği katliama ilişkin davanın 2016'nın ikinci yarısında başlayabileceğini belirtti.

Avukat Comte, katil zanlısının cezaevinden kaçış planına ilişkin çarpıcı detaylar verirken, Kürdistan Enformasyon Merkezi'ne de Türk istihbaratının casus yazılımlar yerleştirdiğini açıkladı.

Katil zanlısı Ömer Güney'in tutuklanmasından bu yana ifadelerinde bir değişiklik var mı?

Sanıyorum ki, her şeye bir cevap bulmaya çalışıyor. Sorgu yargıcı ona her soru sorduğunda, bu sorulara bir cevap bulmaya çalışıyor. Kuşkusuz, üç yıllık sorgulama ele alındığında çelişkiler var. Soruşturmanın başında söyledikleri ile sonunda söylediği bazı şeylerin birbirini tutmadığı bir durum sözkonusu. Ama tutumu halen aynı, yani 'ben bir şey yapmadım ve Kürtlerin bir dostuyum' diyor.

İDDİANAMEDE NELER VAR?

Peki genel anlamda, ortaya çıkan ses kaydı ve MİT sorumlularının imzasını taşıyan gizli belgenin dışında soruşturmada ne gibi ilerlemeler sağlandı?

Burada, dosyada yer alanlar ile Türkiye medyası sayesinde dosya dışında ortaya çıkanları birbirinden ayrıştırmak gerektiğini düşünüyorum. Dosyada yer alan oldukça fazla belge var.  Bunları ceza mahkemesi önünde göreceğiz. Ama dosya dışında ortaya çıkan belgeler, Türkiye medyasının büyük bir katkısıdır. Şunu söylemeyi çok önemli görüyorum: Her cenahtan Türkiye medyası bu olaya ilişkin çok fazla bilgi verdi.

En önemlisi aslında tam olarak Türkiye medyası tarafından verilmedi. YouTube üzerinde yayınlandı. 2014 yılı Ocak ayındaydı. Zanlı ile emri verenler arasında geçen bir tartışmaydı.  Tartışmada emri verenler, zanlıya katledilecek farklı kişilere ilişkin detaylar veriyor, şu veya bu yerde olası kaçış noktalarına ilişkin yerlerin detaylarını soruyordu. Planlanan cinayetlere ilişkin bir çeşit beyin fırtınası yürütülüyordu.

Bu çok önemli bir belgedir. Zanlı bunun kendi sesi olmadığını söylüyor ama çok sayıda insan ve uzman sesin ona ait olduğunu belirtiyorlar. Bu sosyal ağlarda yayınlanan ilk şeydi ve bunu hemen soruşturma dosyasına ekledik. Daha sonra aynı dönemde Türkiye'de yüksek tirajlı bir gazete, cinayet emri diyebileceğim bir belge yayınladı. Bu belge MİT'in üç sorumlusunun imzalarını taşıyor ve cinayetin nasıl ne zaman ve nasıl işleneceğine ilişkin açıklama getiriyordu. Sonuç olarak, cinayetlere ilişkin gerçek bir hazırlık olduğunu kanıtlıyor. Bu not aynı zamanda zanlının Sakine Cansız'a eşlik eden kişi olduğunu da ortaya koyuyor. Nottaki kişiye ilişkin hiçbir kuşku yok. Bu temel bir belgedir, çünkü MİT'te önemli yeri olan üç kişi tarafından cinayet işlenmesi emrinin verildiği bir değeri sahip.

Bu üç kişi, aşağı yukarı aynı dönemde Alman Der Spiegel'in bir haberine göre Alman servisler tarafından, MİT'in Avrupa'da Kürt sorunu ile ilgilenen üyeleri olarak tespit edildi.  Öyle ki, Alman servislerin benzer olaylar, yani fiziki imha yaşanmaması için MİT ile ilişkilerini askıya aldığı iddia edildi. Bunlar dışarıdan gelen belgelerdir ve bunları Erdoğan'ın bizzat kendisinin yaptığı bir açıklama taçlandırıyor. Erdoğan, Mart 2014'te seçim kampanyası sırasında yaptığı bu açıklamasında barış yapmaya çalıştığını ancak bu barışın yargı, polis ve diğer servislerin içerisindeki kişiler tarafından sabote edildiğini söyledi.  Bu kapsamda, Philadelphia'daki Fethullah Gülen'i cinayetin sorumlusu olarak gösterdi.

MİT'İN ROLÜ TARTIŞMASIZDIR

Erdoğan ayrıca 2009'da Oslo'da Kürtler ve devlet temsilcileri arasında görüşmelerin tutanaklarının da basına sızdırılmasıyla görüşmelerin sabote edildiğini söyledi. Yani ikinci kez böyle bir teşebbüs yaşandığını ifade etti. Sonrasını zaten gördük. Bu nedenle Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamalarına kefil olunamaz, zira barış süreci lehine devam etmedi. O zaman söylediklerine mesafeli yaklaşmak gerekiyor, çünkü cinayeti başkalarının üzerine atarak devletin merkezini koruyor olabilir. Yani dikkat etmek gerekiyor buna.  Bu nedenle, iddianamede MİT'in tartışmasız merkezi rolü tespit edilirken, MİT'teki bir fraksiyonun kendi başına mı yoksa devlet aygıtının merkezi hiyerarşisi çerçevesinde mi rol aldığı tespiti yapılmıyor. Bununla birlikte kesin olan bir şey var. Fransa'da ilk kez siyasi cinayet davasında, cinayet emri verenin dost bir ülkenin gizli servisleri olduğuna işaret ediliyor.

ÖZEL BİR TÜRK SİM KARTI

Evet, iddianamede Türk istihbarat teşkilatının rolünden bahsediliyor ancak burada bir devlet bir bütün olarak zan altına alınmıyor. Oysa aynı devlet, Paris'teki soruşturmayla işbirliği yapmayı da reddediyor. Hem hukuki hem de siyasi açıdan bunu nasıl ele almak gerekiyor?

Hukuki açıdan, sorgu yargıcı Türk makamlarının yanıt vermesini beklememeye karar verdi. Çünkü, sorgu yargıcı daha işin başında Türk makamlarının yanıt vermek istemediğini anladı. Oysa, Türk makamlarına çok basit sorular yöneltilmişti. Temel bilgiler arasında, Hollanda polisinin Kasım 2012'de zanlının da katıldığı bir toplantıdaki incelemelerinde elde ettiği cep telefonları var. Bu incelemede zanlı ile ilgili özel bir SİM kartı bulundu. Kartın hafızasına bakıldı ve cinayetlerden iki veya üç ay kadar önce 10 Türkiye numarasının yüzlerce kez arandığı tespit edildi. SİM kart bir Türk şirketine ait olduğu için Hollanda makamları bu numaraların ne ile ilgili olduğunu doğrulayamadı. Sorgu yargıcı, işte bu numaraların neye karşılık geldiğini Türkiye'den istedi. Bu cevabı çok kolay olan bir soruydu.

TÜRKİYE'Yİ İŞARET EDEN KAÇIŞ PLANI

Bu soruya yanıt alınamadı mı?

Elbette ki hiçbir zaman cevap vermediler. Biz de kendi cephemizde Türkiye'deki gazeteciler üzerinden araştırmalarda bulunduk. Bu numaralardan bazılarının Türk istihbarat teşkilatı MİT bürolarıyla uyuştuğu ortaya çıktı. Bu, dosya dahilindeki bir belgedir. Türk makamlarının bu numaralara ilişkin bilgi vermemesinin zanlı için bir şans olması bir şey değiştirmiyor. Çünkü zanlının bir şekilde Türk istihbarat teşkilatına bağlılığı ve ilişkileri ortaya çıktı. Zanlının Alman arkadaşlarından birinin cezaevi ziyaretinde, bu arkadaşı üzerinden MİT'e "annem" diyerek şifreli bir şekilde bilgi aktarmaya çalıştığı belirlendi. Zanlı ile ziyaretçinin konuşmaları, benzer birçok davada olduğu gibi dinlemeye alınmıştı. Sözkonusu olan Alman'ın ifadeleri de alındı ve bu kişi zanlının "Annem" derken MİT'i kastettiğini kabul etti.  Ayrıca zanlı, Alman arkadaşına bir anıt ve bayrak gibi tasvirler yaparak nasıl Ankara'da belirli bir yere gideceğini anlatıyordu. Bu durum, zanlının sözkonusu yerleri tanıdığını gösteriyor. Buranın neresi olduğunu öğrenmek için Google Maps'a bakmak yeterli oldu. Gösterdiği adres Türk istihbarat teşkilatının merkeziydi.

TÜRK İSTİHBARATI KATLİAMA TAMAMEN DAHİL OLDU

Yani, hem içerden hem de dışarıdan oldukça fazla belge var. Bunlar zanlının MİT'i bilgilendirmesiyle doğrudan bağlantılı belgeler ve Türk istihbarat servislerinin cinayete tamamen dahil olduğunu gösteren belgelerdir. Ayrıca, buradan çıkarılan sonuç da ortaktır: Sorgu yargıcı ve yürütmeye bağlı, yani iktidarın yargıdaki kolu olan savcılık ikna oldular ve Türk gizli servislerinin şüphe götürmez bir şekilde cinayetlere karıştığını söylüyorlar. Dosyadaki başka bir belgeden biliyoruz ki, zanlı cinayetlerden çok kısa bir süre önce Villiers-le-Bel'deki Kürt derneğinde kayıtlı olan tüm üyelerin fişlerini fotoğrafladı. Bir gece derneğe girerek 400 fotoğraf çekti. Fotoğraflarda çekilme tarihi yazıyor. Bunlar da daha sonra bir yere gönderildi, ama nereye gönderildiğini bilmiyorum, zira telefonda yer belirten böyle bir özellik yok. Ama her şeye rağmen, Türk istihbarat servislerinin bu olaydaki rolüne ilişkin ezici belgeler var.

KÜRDİSTAN ENFORMASYON MERKEZİ'NDEKİ CASUS YAZILIMLAR

Peki cinayette kullanılan silah da dahil olmak üzere, başka ne gibi unsurlar bulundu?

Silah bulunmadı, buna karşın cinayetler doğrudan bağlantılı olmayan ama Türk gizli servislerinin Avrupa'daki Kürtleri sistematik bir şekilde casusladığına ilişkin dosyada çok şey var. Kürt militanların bu durumu iyi hesaplaması gerektiğini düşünüyorum. Az bilinen ve çok az insanın uğradığı La Fayette sokağı 147 numarada (Kürdistan Enformasyon Merkezi) bulunan sabit bilgisayarlar ile dizüstü bilgisayarları incelendiğinde içerisinde casus yazılımlar bulundu. Bu somut olarak zanlının rolü değil. Kime zanlının bu casus yazılımları, yıllardır orada olan bilgisayarlara yerleştirdiğini düşünmüyor. Kısaca, bunu yapan zanlı değil, ama Türk istihbarat servislerinin, nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde La Fayette Sokağı 147 numaradaki bilgisayarların tümüne casus yazılım yerleştirerek, sistematik olarak bir gözetim çalışması yaptığı anlamına geliyor. Bu, Avrupa'daki Kürtlerin içinde bulundukları durumu anlamaları için hesaba katması gereken, kendilerine yönelik denetim, gözetim ve sızmanın sürekli olduğunu gösteriyor.

FRANSIZ MAKAMLARININ TAVRI SKANDAL

"Avrupa'dayız bir şey olmaz, burası demokrasidir" dememek gerekiyor. Fidan (Doğan) bana hep şunu söylüyordu: "Burada demokrasi var, istediğimi yapabilirim,  düşünce ve faaliyet özgürlüğüm var". Ama maalesef ki hayır. Mesele bundan daha karmaşık. Beni son derece sarsan da, Fransız makamlarının bu olaya ilişkin sessizliği oldu. Gerçi, tüm diğer siyasi cinayetlerde de her zaman sustu. Ama burada, Fransız makamları skandal bir şekilde sustular. Çünkü en azından kurbanların ailelerinin kabul edilmesi beklenirdi. Henüz Cumhuriyet'in belirgin hiçbir makamı tarafından kabul edilmediler.

Oysa Manuel Valls (Şu anki başbakan) cinayetlerden sonra olay yerine gelerek, bu olaya ilişkin tüm gerçeklerin ortaya çıkarılacağını söyledi. Evet şimdi çok şey biliniyor ve ben halen siyasi iktidarın müdahil olmasını ve bunun "kabul edilemez" olduğunu söylemesini bekliyorum. Zira, eğer bir ülkede siyasi cinayetler cezasız kalırsa, her zaman tekrarlanır, hiçbir zaman duraksama olmaz. Suriye'deki savaş alanına giden Fransız vatandaşlarının belirlenmesinde Türklerden beklentiler ne olursa olsun bunun çok ağır siyasi bir hata olduğuna inanıyorum.  Siyasi cinayetleri cezasız bırakmak muazzam bir hatadır.

YARGI EMRİ VERENLERİ BELİRLEDİ

Soruşturmacılar, Avrupa'da olası bir Türk infaz timinin varlığına ilişkin de izlere rastladı mı? Zira, Kürt yetkililer 2011 yılında Belçika ve Alman servisler tarafından bu yönlü uyarıldıklarını söylemişlerdi.

Fransa'da adli soruşturmaların belirli bir olay üzerinde yürütüldüğünü anlamak gerekiyor. Bir çok belirli olay da olabilir ama, şu durumda sözkonusu olan üç Kürt kadınının katledilmesi olayıdır. Fransız adli makamlarının olaydan bir veya iki yıl önceki başka olaylar üzerine araştırma yapması beklenemezdi. Bu mümkün değildi. Bir de, bildiğiniz gibi toprak egemenliği sorunu var. Fransız yargıçlar istedikleri her şeyi yapamaz, Türkiye'ye giderek Türk istihbarat servislerinin bir sorumlusunun peşine düşemez. Bu imkansızdır. Tersine, Türkler de burada böyle şeyler yapamaz ama, onlar kendileri için tehlikeli olarak değerlendirdiği militanları katlediyorlar. Burada söylemek istediğim şudur: Adli soruşturmanın cinayet ve çevresiyle sınırlı olduğunu anlamak gerekiyor. Yine de devasa bir çalışma oldu ve elimizde çok önemli şeyler olduğunu anlamak gerekiyor. Çünkü ilk defa siyasi cinayetlerde, yargı gözlerini cinayetlere kapatmayı içeren siyasi iktidarın tutumunu takip etmedi. Yargı, bir kişiyi zan altına aldı ve Türk servisleri "emri verenler" olarak belirledi. Bu radikal bir şekilde yeni bir durumdur.

PARİS KATLİAMI SİYASİ İLİŞKİLERİ DEĞİŞTİRDİ

Yeniden Fransız servislerin rolüne dönersek; Fransız makamlarının soruşturmacılarla çok sınırlı bilgiler paylaştığı biliniyor, en azından Fransız medyasına yansıyanlar bu yönde. Bunlar zaten kamuoyunun bildiği bilgilerden oluşuyor.  Burada Fransız makamlara düşen rol nedir ya da ne gizleniyor?

Bu soruyu tarihsel bir perspektiften ele almak gerektiğine inanıyorum. (Eski Cumhurbaşkanı) Sarkozy döneminde, Claude Guéant (Eski İçişleri Bakanı) Türkiye ile çok çok derinleştirilmiş bir siyasi-polisiye işbirliği anlaşması için Türkiye'ye gittiğini hatırlıyorum. Yani bu tür olaylarla ilgilenen ve siyasi polis diyebileceğim Fransız polis servisleri SDAT (anti-terör alt şubesi) Fransız polis servisleri yıllarca Kürtleri "1 numaralı" düşman olarak değerlendirdi.  Kuşkusuz bu da Türklerin işine geliyordu. Türk devleti Fransızların Kürtleri ortak düşman görmesinden mutluluk duyuyor. Daha sonra, değişen unsurlar ortaya çıktı. Öncelikle, bu cinayet (Paris katliamı) çok şey değiştirdi. Bu konuda dürüst olmak gerek.  Fransız devleti ile Türk devleti arasındaki siyasi ilişkileri değiştirdiği gibi, polislerin de bu olaya ilişkin vizyonunda değişiklikler yaptı. Başlangıçta, bir iç hesaplaşma olarak, hatta, neden olmasın, kişisel bir aşk hesaplaşması olarak görüldü. Her zaman bir hikaye uydurulabilir. Ve sonra küçük küçük, Türk istihbarat servislerinin müdahalesi herkese kendisini gösterdi. Bu durum, Türk meslektaşları ile birlikte çalışan Fransız siyasi polisi açısından da böyle oldu.  Ardından, Kobanê olayı yaşandı.

KOBANÊ MERKEZİ ROL OYNADI

Kobanê kenti başına durumun yeniden değerlendirilmesi için merkezi bir unsurdur. Kobanê, sahada DAİŞ ile mücadele eden güçtür.  Burada, bir şeyleri yavaş yavaş değiştiren bir dizi unsur var. (Paris katliamında hayatını kaybeden) kurbanların aileleri henüz Fransız makamları tarafından kabul edilmese de, Kobanê'deki savunma gruplarının temsilcileri siyasi makamlar, hatta Cumhurbaşkanı tarafından kabul edildi. O halde, burada bir durum değerlendirmesi süreci var. Polis de biraz böyle bir yaklaşım içerisine girdi ama bu tür olaylarda siyasi ve polisiye sorunlar birbirine karışır. Çok ilerleme kaydettik.  Bunu söylemek gerekiyor.  Şimdi Kürt sorununa ilişkin ilişkilerin çok gerildiği bir Türkiye var.  Gelişmelerin ne yönde olacağına bakmak gerekecek. Burada söylemek istediğim, Kürt militanlara karşı son derece düşman olan adli ve polisiye servislerin tutumundan başlarken, bu çok düşmanca tutumun yeniden değerlendirildiği bir noktaya geldik.

DAVA 2016'NIN İKİNCİ YARISINDA BAŞLAYABİLİR

Son bir soru: Soruşturma süreci iki buçuk yıl aldı. Ağustos 2015'de katil zanlısı Ömer Güney'in dosyası Paris Ceza Mahkemesi'ne gönderildi. Ama davanın ne zaman başlayacağı henüz bilinmiyor. Daha ne kadar beklemek gerekecek?

Ceza mahkemelerinin sürekli adli merciler olmadığını anlamak gerekiyor. Her zaman toplanmıyorlar, bazen iki veya üç ay aralıklarla bir araya gelmiyorlar. Ve bu zaman diliminde çok sayıda dava oluşuyor.  Yani, 2016'nın ikinci yarısında davanın başlamasını öngörüyoruz. Öngörülenin bu olduğunu düşünüyorum, ama tarih henüz belirlenmedi. Her şeyden önce uzun bir dava olacak. Bu nedenle mahkemenin zamana ihtiyacı var. Bu basit bir dosya değil.