Ortadoğu’da parlayan yıldız: Kürtler

Oldukça yoğun geçen 365 günün geride bırakıldığı bu süreçte, 2015 yılı hemen her gücün değerlendirme yapmasına fırsat oluşturacak önemli gelişmeler ortaya çıkardı.

Oldukça yoğun geçen 365 günün geride bırakıldığı bu süreçte, 2015 yılı hemen her gücün değerlendirme yapmasına fırsat oluşturacak önemli gelişmeler ortaya çıkardı. Bu gelişmeler insanlığın siyasi, askeri ve politik arşivine önemli deneyimler kattı. Sonuçları uzun bir süreci etki edecek olan bu deneyimler önemli derslerle doluydu. Sadece Kürdistan ve Türkiye açısından değil bölge açısından da hızından ve yoğunluğundan bir şey kaybetmeyen bu süreç çok şey getirdiği gibi çok şey de götürdü. 2016 yılının da 2015’ten sarkan ve 2015’ten etkilenen gelişmelerin etkisi altında geçeceği görülüyor.

Kürt demokratik siyaseti ve Kürt özgürlük hareketi, Türkiye, bölgesel konjonktür ve uluslararası denklem yeni ve hayati gelişmelerle yüz yüze geldi. Kürt olgusu bütün bu denklemlere çok yönlü etki edecek bir faktör olarak stratejik planlamaların önemli bir unsuru haline dönüştü. Ortadoğu üzerinde tek söz sahibi sanılan 20. yüzyılın ulus devletçi planlamalarını gözden geçirmeye muktedir bir Kürt gücü ortaya çıktı. Bölgenin ezberci plan sahipleri Kürt olgusu ekseninde yeni bölgesel söylemler geliştirme konusunda cesaret etmeye mecbur kaldı. Tüm bu gelişmelerin en temel etkileyeni elbette Rojava devrimiydi. Büyük bir bölgesel planın unsuru olarak yaratılan DAİŞ gericiliğinin ürettiği sorunlar bölgesel çapta derin krizlere yol açtı. Bu derin kriz ve yaralanma halinde yükselen çözüm arayışı Rojava devriminin gerçek değerinin, 20. yüzyılın ağır sorunlarının çözümünde rol oynayacak Kürt gücünün ve haliyle Öcalan’ın demokratik modernite paradigmasına dayanan PKK’nin öncü rolünün üzerinde bir spot ışığı etkisi yarattı. Yıllardır süregelen ve dillendirilen ama uluslararası çıkarların dişleri arasında öğütülmek istenen hakikatlere can verdi. Ve sonuç olarak 2015’te bu hakikat sahipleri kazandı.

KÜRTLER İLİŞKİ VE İTTİFAKLARIN EN ETKİLİ GÜCÜ

2014 yılı Rojava devriminin yılı olmuştu. 2014 yılının sonlarına kadar da tedirgin ve kuşku dolu bakışlarla izlenen bu büyük çıkış, Ortadoğu’da PKK’nin oynayacağı role dair yeni fikirler ateşlese de gerçekte 2015’te Rojava devriminin büyümesi ve kendini kanıtlaması uluslararası güçler için karar verici etki yarattı. Sonuç olarak PKK 2015’te bölge siyasetinin kaderinin belirlendiği sahaya kimi oyuncular tarafından hiç istenmese de meşru ve yıldız bir oyuncu gibi çıktı.

Şimdi uluslararası güçlerin yeni ilişki ve ittifak politikalarının en etkili unsuru olan Kürtler ve PKK 2016 yılına emeklerinin ve çoktan hak ettiklerinin karşılıklarını almak üzere devrim şarkılarıyla yürürken yeni kazanımların işareti de yeni yıla merhaba diyor.

Savaş ve barış, kaos ve istikrar, gericilik ve ilericilik, despotizm ve demokrasi, parçalanma ve birleşme ikilemlerinin işgal ettiği 2015 yılında mücadele edenlerin kazandığını gördük. Tüm bu ikilemlerde doğru tarafta olanlar kazandı. Sadece tercih etmek yetmedi, PKK doğru tercihler için herkesi şaşırtan büyük savaşımıyla kazanmaya giden doğru yolu kendi başına ördü.

DAİŞ İLE SÖZDE SAVAŞANLAR PEYDA OLDU

DAİŞ bu ikilemlerin yıkıcı yok edici, korkutucu tarafını ifade eden, geriletilmesi mümkün görünmeyen bir canavardı. DAİŞ’le savaşı politik askeri siyasi bakımdan büyük risk gören tüm güçler gelişmeleri korkuyla izledi. Ortaya çıkan durumdan faydalanma ya da bu canavarı etki altına almayı tercih etti. İzlemek yerine Ortadoğu’da aktif bir siyaset izleyen PKK, DAİŞ’le yürüttüğü etkileyici mücadele ile gericiliğe karşı savaşın her biçimde kazandırdığını gösterdi. DAİŞ’e karşı savaşın kazandırdığı bu denklem kötü taklitlere yol açtı. PKK ardından DAİŞ’le mücadele adı altında kazanmak niyetiyle savaşa soyunan güçler sahada durumun hiç de kolay olmadığı gerçeği ile karşılaştı. Ortaya DAİŞ’le mücadele eden kaçak dövüşçüler, sahte kahramanlar, zaferden pay çalanlar ve DAİŞ’le sözde savaşanlar peyda oldu. Hiçbiri gerçeği ifade etmedi. Bölgede yüzyılların aşılmış ve ölmüş gericiliklerinin parçalarından oluşan Ortadoğu’nun Frankeştayn’ı olarak adlandırılabilecek DAİŞ’e karşı, bu canavarın yaratıcıları inandırıcı bir mücadele yürütemedi. DAİŞ’in yarattığı yıkıcı savaş karşısında durabilme kabiliyeti gösterememenin yanı sıra yarattıkları bu şahesere duydukları derin babalık duygularıyla hareket eden tüm güçler PKK’nin büyük mücadelesini sindirmek zorunda kaldı.

ANTİ-KÜRT İTTİFAKI MÜCADELE İLE AŞILDI

Amerika’nın 2003 yılında bölgeye gerçekleştirdiği müdahalenin ardından oluşan yeni denklem geçtiğimiz yılların siyasi haritasının oluşmasında belirleyici rol oynadı. Bu süreçte üçüncü çizgi olarak tanımladığı çizgi temelinde aktif bir siyasetin gereği olarak büyük mücadele yürüten PKK bu sayede Kürdistan’ı dört parçada egemenliği altında tutan ulus devletçi ittifakı parçalamıştı. İran, Irak, Suriye ve Türkiye ekseninde oluşan ve uzun yılların hükmünün sahibi gibi görünen Anti-Kürt ittifakı, bu bölgesel kaos sürecinde PKK’nin izlediği bu duruş sayesinde aşıldı. Geçen zaman bu ilişki ve ittifakların yerine geçici, değişken, spontane bir ilişki ittifaka sahne oldu. Bu durumdan faydalanmasını bilen ve her dört parçada mücadele yürütmeyi sürdüren PKK anti-Kürt ittifakının yarattığı ağır tecrit durumunu askeri, siyasi ve politik bakımdan bir bahar havasına dönüştürdü. Kürdistan’ı egemenliği altında tutan her dört devletin oluşturduğu Anti Kürt ittifakının yerini 2015'e gelirken neredeyse tüm uluslararası güçlerin içinde olduğu samimiyeti sorgulanabilir bir “Kürtsever” politika oluştu.

ÜÇÜNCÜ ÇİZGİ ROJAVA’DA KAZANDI

Her zeminde yarattığı mevzilerde elde ettiği başarılar PKK’yi Ortadoğu’nun kaotik ortamında çözümcü, tercih edilebilir, güvenilir hale getirdi. Bu biçimde Ortadoğu’da ortaya çıkan ‘halkların baharı’ sürecine de yüklenen PKK, başarısının temel sloganı olan “mücadele, mücadele, mücadele” perspektifiyle bu sürece de yüklendi. Nitekim Suriye’de ortaya çıkan yeni gelişmelere yine üçüncü çizgi temelinde yürüttüğü bu güçlü mücadeleyle yaklaştı. Ve bu yaklaşım Rojava Kürdistan’ında da PKK’ye kazandırdı. Geçtiğimiz yıllarda PKK’nin mücadeleyle alaşağı ettiği anti-Kürt ittifakı parçalanmamış olsaydı Rojava devriminin geleceği böyle olamayacağı gibi bu büyük politik kazanım bir hayal olabilirdi.

TÜM DÜNYA SURİYE’DE ÜSLENMİŞ DURUMDA

Şimdi Ortadoğu’da herkesin Suriye’ye döndüğü dolayısıyla Rojava Kürdistan’ına odaklandığı bir süreçteyiz. Uluslararası güçlerin Ortadoğu politikalarına Suriye merkezli yaşanan gelişmelerle yön vermek istediği bir süreç bu. Çok aktörlü bir mücadele zemini haline gelen Suriye’de neredeyse tüm dünya askeri siyasi ve politik bakımdan üstlenmiş durumda. Öyle ki Türkiye’nin Rus savaş uçağını düşürmesi gibi sert gelişmeler bu yığınağın ve ablukanın sonucu olarak ortaya çıkıyor. Yeni Suriye’nin, yeni Ortadoğu olabileceğini bilen herkes Suriye merkezli bir dış politika oluşturuyor. Ve sonuçta Suriye’de kazananlar Ortadoğu’da kazanıyor. Ama sonuçta mücadele edenler ve gericiliğe karşı başarı kazananlar kazanıyor.

Kürtler geçtiğimiz yıllarda ustaca yürüttüğü politik mücadeleyi tüm dünyayı kendine hayran bırakan bir askeri mücadele ile pekiştirdi. Bunun yanı sıra sorunların ağırlaştığı bu kaos ortamına kendine has en doğru çözüm paradigmasını dayattı, ilişki ittifaklarını buna göre oluşturdu. Böylelikle geçtiğimiz yılları kazanan Kürtler Ortadoğu’da aranan bir stratejik ittifak haline geldi. Son olarak Suriye’de siyasi ve askeri denkleme dahil olan Rusya ile oluşan yeni politik durum karşısında bile iştahına teslim olan bir fırsatçılıkla yaklaşmak yerine üçüncü çizginin gereği olarak ilkesel yaklaştı. Bundan sonrası açısından da bu politik duruşunu koruyarak devam edecek gibi görünen Kürt Özgürlük hareketi düşmanlarından bile saygı uyandıran duruşunu belki de böyle oluşturdu.

PKK YENİ BİR HAMLEYE HAZIRLANIYOR

Amerika ve Rusya’nın, bölgesel aktörlerin yine diğer Avrupa ülkelerinin çoktan en iyi ortak olarak gördüğü PKK şimdi yeni bir hamleye hazırlanıyor. Rojava devriminin yarattığı kazanımlara dayanarak Kürdistan’ın her dört parçasındaki soykırımcı rejime yönelik mücadelesini yükseltmeye hazırlanan PKK dört parçayı içine alan bütünlüklü bir politikayla Kuzey Kürdistan’da ve diğer tüm parçalarda sorunun çözümünü dayatıyor. Geçen bunca yılın gösterdiği ve 2015 yılının kesinlik kazandırdığı “mücadele edenin kazanacağı, gericiliği yenenlerin başarı elde edeceği gerçeği”ni bilerek mücadeleden yana tavır alıyor. Ve yine mücadele, mücadele, mücadele diyor. 2016 yılına girerken neredeyse tüm PKK’li yetkililerin açıklamalarına hakim olan bu tavır önümüzdeki sürecin de nasıl geçeceğinin işaretlerini veriyor.

DIŞ POLİTİKADAKİ BAŞ AŞAĞI GİDİŞ, PKK’YE KARŞI YENİLGİYLE BAŞLADI

Türkiye’nin dış politikada yaşadığı baş aşağı gidiş Kürt sorununa yönelik yanlış politikaları ve PKK karşısındaki yenilgilerinin bir sonucu olarak başladı. İktidara geldiği ilk süreçten bu yana Kürt sorununu ‘çözme’ yani ortadan kaldırma ve PKK’yi bitirme ihtiyacını ustaca kullanarak hem uluslararası zeminde hem de iç kamuoyunda ‘albeni’sini yaratan AKP’nin geçen süreç zarfında bu misyonunu yerine getirmede başarı elde edemediği ortaya çıktı.

İlk iktidara geldiği süreçten bu yana önemli avantajlara sahip olan AKP, PKK’ye karşı oynayacağı rol karşılığında dış güçlerin de desteğini aldı. Hatta bu ihtiyacın bir gereği olarak iktidara getirildi. Küresel sermayenin Ortadoğu’daki ileri karakolu olacak olan Türkiye için öncelikle PKK engelinin kaldırılması bir zorunluluk olarak görülmüştü. Böylelikle ihtiyaç duyulan Yeni Türkiye’yi inşa etmek mümkün olabilecekti. Bu temelde birincisi; bölgede yaratılan Anti-Kürt ittifakı -İran, Irak, Suriye- içerisinde PKK düşmanlığı temelinde iyi bir yer edindi. Bölgede yer edinmede en önemli ulus devlet güçleri ile Kürt karşıtlığı temelinde ortaklık inşa etti. İkincisi; Sünni-Müslüman kimliğiyle bölgede Arap dünyasının ‘olur’unu alarak modern Müslüman bir Türkiye’nin doğuşunun memnuniyetle karşılanmasına yol açtı. Üçüncüsü; geliştirdiği ılımlı İslam denilen siyasi İslam çizgisiyle bölgede statükoculuğun ve gericiliğin yarattığı kriz ile boğuşan ulus devlet için model olarak onaylandı. Dördüncüsü; küresel sermaye için bölgeye nüfus etmekte kullanılabilecek çözücü bir güç ve koçbaşı olarak görüldü. Yine Avrupa birliğinin her anlamda yaşadığı kriz durumunu aşma konusunda bölgeye nüfus etmek için gerekli, makul, modern ve müslüman bir ülke olarak desteklendi.

Geçen yıllar bu temelde yürütülen bir dış politikayla geçti. Bu dış politikadan güç alan AKP PKK’yi ezmeye yöneldi. Sonuç alamadıkça dış politikasını PKK’yi tasfiye etme üzerine inşaa etti. Bölge’de gittikçe yıldızının parladığını düşünen AKP ve lideri Erdoğan Ortadoğu’daki Müslüman ülkelerin hamiliğine soyundu. Bölgenin lider ülkesi olmaya oynayan Erdoğan uluslararası diplomasi turlarında kibirle dolaştı. Bunlarla yetinmedi dış politikada uluslararası güçler arasında ikili oynamaya başladı.

TÜRKİYE DAİŞ KİSVESİ ALTINDA SURİYE’DEKİ SAVAŞA DAHİL OLDU

Son olarak Suriye alanında ortaya çıkan gelişmelere yönelik AKP’nin politikası Kraldan daha çok kralcı kesilme temelinde oldu. Gelişmelerin ortaya çıktığı ilk günlerde Suriye’ye müdahale temelinde bir siyasi çizgi izleyen Türkiye hem bu alandaki PKK varlığından korktu hem de Ortadoğu’da lider ülke olma hayalinde önemli bir atılım olarak gördü. Bu tavrı ile Suriye’de gelişen savaşın açık tarafı haline gelen Türkiye ile uluslararası güçler arasında bölge politikasındaki ayrışma böylelikle başladı. Suriye’deki savaşın bir parçası olan Türkiye bununla yetinmedi. İçerideki gerici DAİŞ çetesinin gelişimini Suriye’deki Esad rejiminin yıkılması açısından bir zorunluluk olarak benimsedi. Dışarıdan-içeriden destekle ve DAİŞ kisvesi altında Suriye’deki savaşa dahil oldu.

Suriye’de Kürt hareketinin geliştirdiği büyük direniş ardından DAİŞ önemli anlamda geriledi ve darbelendi. Bu aynı zamanda Türkiye’nin de geriletilmesi anlamına geldi. Uluslararası güçler DAİŞ tehlikesi ile kendi evinde yüz yüze gelerek bunu Suriye’ye yönelik daha aktif politika yürütme sebebi saydı. Bölgesel aktörler Avrupa ve Amerika ile sınırlı kalmadı. Suriye üzerinde yaşanan savaşta Rusya, İran, Çin de bir başka blok olarak Esad yanlısı bir çözümle Suriye üzerinde mücadele yürüttü. Bu karşılıklı mücadele sürecinde Suriye’deki rejim değişikliği için yumuşak bir geçiş fikri güç kazandı. Bu, Esad’ın bir müddet daha pozisyonunu korumasına imkan verdi. Tüm bunlar Türkiye’nin Suriye politikasına ağır darbe vurdu. Bu Türkiye’nin Suriye içerisindeki DAİŞ gibi ortaklarıyla da ilişki ve ittifak sorunu demekti. Çünkü Türkiye’nin ortaklarıyla üzerinde çalıştığı Suriye planı yanıp kül olmuştu.

SURİYE İÇ SAVAŞI TÜRKİYE’YE TAŞINDI

Buna rağmen Suriye politikasında Kürt karşıtlığına dayanan yeni planlar dayattı. Bunun sonucu olarak Suriye iç savaşını Türkiye’nin içine çekildi. Suriye’den Türkiye’ye göç politikasını bizzat geliştirerek bu mülteci topluluğunu hem Suriye üzerinde söz hakkı için bir meşruiyet aracı haline getirmek istedi hem de Avrupa’ya karşı bir silah olarak kullandı. Ancak YPG ve YPJ’nin DAİŞ karşısında elde ettiği başarılar, özellikle Kobanê zaferi ve geliştirilen demokratik sistem Türkiye’yi çok ciddi rahatsız etmeye başladı. Tıl-Ebyad’ın DAİŞ’ten temizlenip YPG ve YPJ’nin denetimine girmesi ile birlikte bu rahatsızlık ve tedirginlik üst boyutlara ulaştı. Sahada uluslararası güçlerin en etkin ortağı ve ittifakı olarak görülen YPG ve YPJ güçleri Türkiye tarafından hedef alındı. DAİŞ Kürtlerin kazanımlarına yönelik saldırılar için kullanılmaya ve desteklenmeye devam edildi. Kantonlar üzerine DAİŞ eliyle düzenlenmiş katliam girişimleri bizzat Türkiye eliyle örgütlendi.

POSTERLERİ TAŞINAN ERDOĞAN’DAN POSTERLERİ YAKILAN ERDOĞAN’A

Tüm bu yanlış dış politika önemli krizler ortaya çıkardı. En önemlisi de ortaya çıkan krizlerin iç politikada derin yansımalarının olmasıydı. Tüm bu gelişmeler karşısında birincisi; Bölge’de önemli avantajlarla sahaya çıkan AKP hükümeti bölge liderliğinden bölgenin sorunlu çocuğuna dönüştü. Posterleri taşınan Tayyip, posterleri yakılan Tayyip’le yer değiştirdi. Böyle bir dış politikayla AB’nin bölge politikalarıyla çatışan, ABD’nin bölge stratejisine PKK açmazından ötürü entegre olamayan, Rusya ile neredeyse savaşacak düzeye ulaşan, İran ve Irak’la karşı karşıya gelen, bölgedeki Arap ve Müslüman güçlerin de güvenini yitiren Türkiye eksen kaymakla kalmadı eksensiz kaldı.

PKK ile mücadele etme ve PKK’yi bitirme görevini de yerine getiremeyen AKP gittikçe ihtiyaç duyulan bir güç olmaktan ağırlık yaratan bir güç olmaya kaydı. Kürt sorununu çözemeyen Türkiye’nin diplomatik zeminde Suriye üzerine odaklanan uluslararası güçlerin önüne sık sık PKK kartını koydu. AKP’nin bunu öncelikli bir gündem olarak pazarlık unsuru haline getirmesi “etkili ortak” olma konumunu sorgular hale getirdi. Avrupa’nın son hamlesi ile Türkiye’nin kendisi Avrupa’nın mülteci kampına dönüşmüş oldu. Suriye’deki DAİŞ güçlerinin Kuzey Kürdistan’da Kürt özgürlük hareketine karşı kullanılmaya başlanmasıyla Türkiye gittikçe yeniden dizayn edilen Ortadoğu için tehlikeli bir güç konumuna ulaştı.

OYALAMA YETMEDİ, ORTADAN KALDIRMAK HEDEFLENDİ

AKP hükümeti dış politikasının yanı sıra içeride gerçekleşen iç sorunlarıyla darbeler sürecine girdi. Siyasi irade üzerinde Fettullah’la giriştiği mücadele karşılıklı darbeler sürecini gündeme getirmişti. Bu darbeler sürecinde gittikçe despotik, faşist uygulamalara sarılan AKP Kürt Özgürlük hareketi öncülüğünde gelişen demokratik muhalefetle belli bir gerileme sürecini yaşadı. Bu gerileme sürecine karşı AKP yeni baskıcı, yasaklayıcı, darbeci bir politik çizgi izleyerek Kürt sorunu karşısında bir süredir yürüttüğü müzakereler temelindeki politikada değişikliğe gitti. Oyalama politikası yetmedi, ortadan kaldırmak hedeflendi. Suriye’de dış politikada yaşadığı zorlanmanın yanı sıra içeride yaşadığı gerilemeye karşı çözüm yolu olarak yeni bir savaş, saldırı ve baskı politikasına yönelen AKP seçime bu politik duruşla girdi.

7 Haziran’da gerçekleşen seçim sonuçları dış politikada ve iç politikada izlenen siyasetin iflasını ifade etti. Ayrıca bunlar karşısında demokratik güçlerin başarısının işaretlerini verdi. Bu seçim sonuçlarına bizzat Tayyip Erdoğan tarafından tertiplenen 1 Kasım seçimi ile cevap veren hükümet böylelikle demokratik iradeye karşı darbeyi açıktan dayatmış oldu. Bölgede DAİŞ karşıtlığı temelinde gelişen gericiliğe karşı mücadele içeride AKP gericiliğine karşı mücadele biçiminde nüksederek yarı örgütlü de olsa geniş bir demokratik cephe oluşmuştu. Bu süreçte gündeme giren bu darbeyle uzun süredir adım adım geliştirilen tutuklamalar, basına yönelik darbe ve işgaller, ard arda geliştirilen katliamlar, yasa ve hukuk tanımayan AKP uygulamaları demokratik siyaset, bürokrasi, yargı, basın, ekonomi ve toplumsal yaşamın tüm mecralarında yoğunca geliştirildi.

HER YERDE HERKESE SAVAŞ!

24 Temmuz saldırıları olarak ifade edilen AKP’nin savaş ilanı da bu süreçte gündeme geldi. Bu kaotik ortamda PKK’ye karşı savaşı yeniden başlatarak Kürtlerle savaş halindeki dış politikasını iç politikayla birleştirdi. Böylelikle tüm cephelerden bir savaş başlamış oldu. AKP, dört parçada ve içeride Kürtlere yönelttiği savaşla, Türkiye’de demokrasi güçlerine, mekanizmalarına karşı yürütülen savaşla, toplumsal yaşamın tüm alanlarına yöneltilen savaşla hem içerde hem de dışarda oluşan bu zorlanmaları aşmayı, bu krizli halden kurtulmayı, seçimi de bu temelde kazanmayı ön gördü. Hükümet her yerde herkese karşı savaş politikasını 2015 yılına karşı egemen kıldı.

Kürtler şahsında demokratik işleyişin ve mekanizmalarının tüm mecralarına, ilerici tüm taleplere, tüm hak arayıcılarına ve ilericiliğe karşı her türden savaş politikası 2015 yılının Türkiye açısından kaybedildiğinin açık bir işareti oldu.

BÜYÜK GÜRÜLTÜYLE ‘BÜYÜK’ SAVAŞ ALDATMACASI

24 Temmuz gecesi gerçekleştirilen hava saldırısı sonucu 8 gerilla yaşamını yitirmişti. Bu bilanço uzun bir süre ekranlarda yaklaşık 300 gerillanın yaşamını yitirdiği biçiminde asılı kaldı. 24 Temmuz’la başlayan ve Ağustos ayını da içine alan bir aylık süre içerisinde uzun bir süredir hazırlığını sürdüren Türk devleti tüm alanlarda bu hazırlığa dayanan bir saldırı furyası başlattı. Bir ay içerisinde farklı tarihlerde ve çeşitli yoğunluklarda 87 hava saldırısı gerçekleştirdi. Ay boyu Medya Savunma Alanları ve Kuzey Kürdistan’ın dağlık alanlarında tarihin en yoğun keşif hareketi gözlemlendi. Sınır hattından Medya Savunma Alanlarına yönelik tam 217 obüs ve havan saldırısı yapıldı. AKP medyası ekranlarda bu büyük zaferi bas bas bağırdı. Büyük bir gürültüyle "büyük bir savaş" yürütüyor izlenimi vermeyi sürdürdü.

Saldırılar bununla sınırlı kalmadı. Bu süreçte Kuzey Kürdistan’da gündeme gelen halk hareketlerine yönelik özel harekat polisinin etkili bir şekilde kullanıldığı önemli bir saldırı planı gündeme konuldu. Silvan, Varto, Silopi ve Cizre gibi yerlerde halka yönelik katliam girişimlerine başlandı. Gerilla şehitliklerini hedef haline getirip buraları yıkan AKP, bu saldırılara dur demek isteyen her türlü barış girişimi karşısında askeri ve polisiye operasyonlar icra etti.

‘BU KADAR SERT BİR KARŞILIK BEKLEMİYORDUK’

HPG güçleri bu saldırı kapsamında 24 Temmuz ele birlikte direniş hamlesi olarak adlandırılan aktif savunma savaşı içerisine girdi. Yeni gerilla taktikleri ile bu saldırı dalgasına karşı duran gerilla AKP güçleri için şaşırtıcı bir performansla sürece giriş yaptı. HPG güçlerinin eline geçen ve devlet yetkililerinin yaptığı iç görüşmelerden oluşan bilgilerde bu şaşkınlık “bu kadar sert bir karşılık ve hazırlıklı karşı saldırı beklemiyorduk” biçiminde ifade ediliyordu. Bu şaşkınlığın bir nedeni de kuşkusuz Rojava ve Irak alanlarında yeni mücadele mevzilerine güç aktardığı düşünülen, çok sayıda mevzide savaşan gerillanın, zayıfladığı, etkili bir performans gösteremeyeceği bilgisiydi. Bu bilginin kaynağı bölgede Türkiye istihbaratı ile birlikte çalışma yürüten KDP’nin kendisiydi.

24 Temmuz ile başlayıp 24 Ağustos’a kadar süren karşılıklı savaş halinde ortaya çıkan gerilla taktiği yıla damgasını vuran ve alan hakimiyeti olarak sonuç alınan bir hamleyi ifade etti.

HPG’nin 2011-2012 hamleleri de devrimci halk savaşına geçiş aşamasını ifade eden, alan hakimiyetini esas alan ve devrimci operasyonlara dayanan büyük gerilla hamleleri olarak öne çıkmıştı. Daha çok kırsal alanda cereyan eden ancak il, ilçe, kasaba gibi yaşam alanları üzerinde denetime yol açan bu direniş hamlesi daha çok sınır hattı üzerinde cereyan ettiği gibi Kuzey Kürdistan’ın belli bölgelerini de içine almıştı. Kürdistan toprakları üzerindeki askeri faaliyeti sınırlandırıp ortadan kaldırmayı, bu temelde askeri hedefleri kuşatmaya alarak etkisiz hale getirmeyi ön gören plan önemli sonuçlar almıştı.

ALAN HAKİMİYETİ TAKTİĞİ SONUÇ ALDI

2015 yılı ise doğrudan askeri güçleri devre dışı bırakıp toplum üzerinde baskıcı ve operasyonel bir güç olarak rol oynayan polisi ve özel güçleri hedef aldı. Bu strateji devrimci halk savaşı stratejisinin de bir gereği olarak ortaya çıktı. Devletin işgalci gücü olarak toplum üzerinde şiddet icra eden polis ve işbirlikçileri birincil hedef haline geldi. Gerilla bu hedefin bir gereği olarak üstlenme tarzını kırsala kaydırarak şehre üstlenmese bile şehre girip çıkmaya olanak yaratan yeni mevzilenme durumuna girdi. Daha içeriler, devletin varlık gösterdiği güvenlikli bölgeler riskli bölgeler haline gelerek ya imha edildi ya da tecrit edildi. Alan hakimiyeti dağlık alandan kırsal alana, şehir ve kasabaların cephelerine doğru yayıldı. Bu yayılmanın bir gereği olarak gerilla güçleri yeni mevzilenme alanları açarak gerillanın varlık gösterdiği belli başlı bölgeler haritasını değiştirdi. Belli bölgelerde yoğunlaşan gerilla hareketi yerine tüm alana yayılan geçişkenlik ve hareket kabiliyeti sunan bir yaygın mevzilenme tercih edildi. Bu mevzilenme polis hareketini izleme, keşfetme, istihbarat elde etme imkanlarını artırdı. Milis kuvvetleri ve teknik donanım alanında elde ettiği yeni taktiklerle eylemin zamanını ve anını, yerini, biçimini ve şiddetini, ayrıca eylemin sonuçları temelinde üstlenmesini kendisi belirleyen alan hakimiyeti taktiği gittikçe sonuç almaya başladı.

VUR-KAÇ YERİNE VUR-KAL TAKTİĞİ

Alan hakimiyeti kapsamında geliştirilen yol denetimi taktiği de Türkiye devletini zorlayan en yaratıcı taktiklerden biri oldu. Çok sayıda askeri gücün intikal faaliyeti, takviye ihtiyacı, operasyon güzergahları, lojistik ikmal hattı bu taktik sayesinde kesilerek askeri güç karakollara hapsedildi. Bu durum toplum üzerindeki saldırıları ve korkuyu hafifletti. Hakkari, Şırnak, Siirt, Mardin gibi yerlerin yanı sıra Kürdistan’da daha iç kesimlerde yer alan Amed, Bingöl, Bitlis, Batman, Dersim, Ağrı gibi şehirlerde dahil olmak üzere bu bölgelerde yer alan bir çok stratejik yol üzerinde sadece bir ayda uzun süreleri kapsayan 50 yol kesme eylemi gerçekleşti. Bunun bir gereği olarak AKP özel harekat güçlerini ve polisi daha öne çıkardı. Ancak askeri gücü etkisiz hale getiren gerilla bu kuvvetler üzerinde yoğunlaşma bu hedeflere yönelme olanağına ulaştı.

Tüm bu gerilla hareketine hakim olan yeni taktik ise “vur kaç” taktiği yerine “vur kal” taktiğine evrildi. Eylem etkinlik ve faaliyet gösteren gerilla gücü eylemin sonuçlarına da dayanarak boşalttığı bölgede üstlendi.

GELİYE DOSKİ ALAN HAKİMİYETİNİN İSPATIYDI

Gerilla güçlerinin alan hakimiyeti kapsamındaki etkin üstlenmesinin sonuçları gerçekleşen kimi eylemlerin sonuçlarıyla da ortaya çıktı. Örneğin Geliye Doski bölgesinde uzun bir süreci alan asker ve özel harekat polislerince gerçekleştirilmek istenen ele geçirme girişimi sonuçsuz kaldı. Geliye Doski ve Oramar adıyla işittiğimiz bu bölge stratejik bakımdan oldukça önemli bir bölge. Çelê (Çukurca) ile Şemzinan (Şemdinli) bölgeleri arasında bulunan oldukça sert çetin ve asi bir arazi olan bu bölgede Çarçela dağının silsileleri biçiminde uzanan derin arazi etraftaki birçok ilçe ve kasabaya üstlerine doğru yayılıyor. İran-Irak-Türkiye üçgeninin yaklaşık 50 km kadar yakınında bulunan bu bölgede onlarca operasyon icra edildi ama ilerleme sağlanamadı, yollar açılamadı. Burada gerçekleşen eylemler sonucunda ele geçen asker cenazeleri, Türk ordusu tarafından savaş bilançolarının uzun süre kamuoyuna açıklanamaması, cenazelerin alınması için gerilladan halk aracılığıyla talepte bulunulması bu alan hakimiyetlerinin sonuçlarına işaret etti.

FEDAİ EYLEMLER, GERİLLANIN KARARLILIĞINI GÖSTERDİ

24 Temmuz saldırı ardından başlayan gerilla hamlesinin ilk süreçlerine hakim olan fedai eylemler de AKP’yi zorlayan önemli bir hamle oldu. Büyük ve stratejik hedeflere yönelik gerçekleştirilen fedai eylemler önemli sonuçlar elde ettiği gibi eylemlerin şiddeti gerilla savaş tarihinin en üst düzeyine ulaştı. Bu, sürece girerken gerillanın kararlılığının işareti olarak algılandı.

Şehir eylemleri konusunda da kendine oldukça fazla güvenen AKP beklediğinin aksi bir durumla karşılaştı. Geçmiş dönemde istihbarat ve önleyici tedbirlerle boşa çıkartmaya çalıştığı bu tip eylemler bu kez engel tanımadı. Birçok şehir eylemi başarıyla gerçekleşti ve eylemciler üst bölgelerine başarıyla ulaştı.

GERİLLA ARTIK HER YERDE

24 Temmuz'dan başlayıp 24 Ağustos’a kadar geçen bir aylık süreçte ortaya çıkan bilanço Türk basınında "bittiler" denilen PKK’nin açık üstünlüğünü kanıtlıyordu. Bu süre içerisinde Türk devletinin tarihinin en kapsamlı saldırısı sonucu toplam 42 gerilla yaşamını yitirdi. Buna karşın gerilla güçleri sadece bir ayda Türkiye’nin birçok stratejik bölgesinde yaygın bir biçimde 191 eylem gerçekleştirdi. Bu eylemlerin sonucunda 471 asker ve polis öldürülürken çok sayıda askeri araç ve malzeme ya imha edildi ya da el konuldu.

24 Temmuz ardından gerçekleşen çatışmaların sadece ilk ayının bilançosu bu şekildeydi. Ancak bu bir aylık gerilla direnişinin gerçek sonucu daha dikkat çekiciydi. Gerilla artık her yerdeydi!