Ok: AKP’nin Kürt sorununa ilişkin tek politikası tasfiye ve imhayı amaçlıyor

KCK Yürütme Konseyi üyesi Sabri Ok, “AKP’nin katıksız faşist bir zihniyet ve uygulamaya sahip olduğu tartışmasızdır” dedi. Kürt sorununa ilişkin önüne koyduğu tek politikanın tasfiye ve imha politikası olduğunu da söyledi.

KCK Yürütme Konseyi üyesi Sabri Ok, “AKP’nin katıksız faşist bir zihniyet ve uygulamaya sahip olduğu tartışmasızdır” dedi. Kürt sorununa ilişkin önüne koyduğu tek politikanın tasfiye ve imha politikası olduğunu da söyleyen Ok, daha önceki yıllarda da Sri Lanka Örneğini çok dillendirdiklerini ve şimdi yapmaya çalıştıklarının da bu olduğunu belirtti.

Bir tarafta katliam, öbür tarafta normal bir yaşamın olamayacağını da vurgulayan Ok, “Türkiye devrimcileri, sosyalistleri, aydınları ayağa kalkmalıdır. Gezi ruhu bu kadar çabuk sönmemeliydi. Türkiye’nin aydınları, yazarları, siyasetçileri, sanatçıları hatta Türkiye halkı Kürdistan’a seferber olmalıydı. Kürdistan’daki direniş bir turnusol kağıdıdır. Herkes ne olduğunu buna göre tanımlamalıdır” dedi.

DEM-GENÇ Kongresi’nin gerçekleştiği sürecin de çok önemli olduğunu sözlerine ekleyen Ok şunları belirtti: “Mücadele sürdükçe gençlik öncü rolünü daha çok oynayacaktır. Toplumun direnme, mücadele, bilinç ve örgütlenme gücü en başta gençlikte ifadesini bulmaktadır. Kürt gençleri tarihsel bir sınav ve tarihi bir görevle karşı karşıyadırlar. Biraz önce belirttiğim gibi Kürdistan’da normal olan hiçbir şey yoktur, her şey normalin üstünde olağanüstüdür.”

Kürdistan’da ve Ortadoğu’da önemli gelişmeler yaşanıyor. Bu gelişmelerin merkezinde de Kürtler ve özgürlük hareketi bulunuyor. Kuzey Kürdistan’da olağanüstü bir direniş yaşanıyor. AKP devleti ise halka çok yönlü bir saldırı saldırıyor. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ortadoğu’nun tarihten gelme inançsal, etnik ve toplumsal sorunları çok yoğundur ve artık bir çözüm dayatmaktadır. Bütün mücadele uluslararası ve bölgesel hegemonik güçlerin hesaplaşması ve bir de halkların demokrasi ve özgürlük mücadelesine öncülük eden özgürlük hareketi arasında sürmektedir. Hegemonik güçlerin amacı çıkarlarını yeniden tesis etmek, Ortadoğu’nun zenginliklerini talan etmek bunun için ahlak ve kuraldışı ne varsa her şeyi geliştirerek amacına ulaşmaktır. Petrol, enerji zenginliği tarihte olduğu gibi bugün de bu güçlerin iştahını kabartmıştır.

MEVCUT SAVAŞ VE ŞİDDET ON YIL KADAR SÜRECEKTİR

Tek fark Kürt özgürlük hareketinin öncülüğünde Ortadoğu halklarının bir irade ve mücadele gücüne kavuşmuş olmalarıdır. Görünen odur ki mevcut ilişki ve çelişkiler, savaş ve şiddet daha on yıl kadar sürebilecektir. Ortadoğu maalesef bir Şia, Sünni bloklaşmasına doğru gitmektedir. Halklar için bu tehlikelidir. Tek çözüm tüm inançların, halkların ve toplulukların ülkeler nezdinde demokratik federasyon, Ortadoğu genelinde demokratik konfederasyon perspektifiyle mücadelenin sürdürülmesidir. Özgürlük hareketi ve Rojava devrimi buna öncülük etmektedir. Diğer taraftan Şia bloğu İran, Rusya, Suriye, Hizbullah var olan gücünü koruyup etki alanını geliştirmeye çalışırken, Sünni bloğu koalisyon güçlerinin de desteğiyle Türkiye, KDP, Suudi Arabistan ve Katar dörtlüsüyle etkili olmaya çalışmaktadır.

Hatta denilmektedir ki Güney Kürdistan’da KDP’nin öncülüğünde Irak’ta Sünnilerle ayrı bir devlet kurma üzerinde çalışılmaktadır. Bu ne kadar doğrudur bilmiyoruz, ama tartışılmaktadır. Mezhep eksenli bu tür oluşumların Ortadoğu’daki tüm halkların geleceği için son derece tehlikeli olduğu bunun barış, demokrasi ve halkların kardeşliği yerine daha çok kaos, savaş ve yeni düşmanlıklara yol açacağı açıktır.

Peki AKP’nin Bakurê Kürdistan’da geliştirdiği bu saldırıların amacı nedir? Kürt halkının direnişi karşısında katliam politikaları sonuç verebilecek midir?

AKP’nin katıksız faşist bir zihniyet ve uygulamaya sahip olduğu tartışmasızdır. Kürt sorununa ilişkin önüne koyduğu tek politika tasfiye ve imha politikasıdır. Daha önceki yıllarda da Sri Lanka örneğini çok dillendiriyorlardı. Şimdi yapmaya çalıştıkları tam da budur. PKK’nin öncü kadrolarını imha etmek, gerillanın belini kırmak, direnen halkımızın iradesini kırmak, böylece Sri Lanka örneğini gerçekleştirmek tek amaçlarıdır. Bunun için her şeyi mubah görmektedirler. Yani uluslararası hukuk, evrensel insan hakları, ahlaki ölçüler her şey ayaklar altındadır. Kürtlerin değerlerine saldırarak halkın en tartışmasız değerleri gördüğü şehitlikleri bombalayarak, genç, kadın ve erkekleri katledip cesetlerini panzerlerin arkasında sürükleyerek, çocukları ve kadınları katledip, dağları, şehirleri bombalayarak sonuca gitmek istiyor. Zalimce bir yönelimdir. Fakat büyük bir gaflet, haince bir politika ama kesinlikle sonuca ulaşamayacaklardır.

KÜRTLERİ YOK EDEMEZLER

Bunlar tarihte halkımızın üzerinde Kürdistan’ın her tarafında Dersim’de, Zilan’da çok uygulandı. Sonuç ortadır. Kürtlerin iradesini kıramadılar, yine kıramayacaklar. Kürtleri katliam ve sürgünlerle bitiremediler, bundan sonra asla bitiremezler. Kürtleri asimilasyonla yok edemediler, şimdi hiç yok edemezler. Yani sömürgeci, inkar ve katliamcı zihniyetin tekrarlanan yönelimleri benzer sonuçlar yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır. Aksine Kürtler bugün daha örgütlü, daha tecrübeli ve kesintisiz 40 yıllık direnişin avantajı ile çok daha güçlüdürler. Şimdi Amed’in etrafını tanklarla ve panzerlerle sarmışlar, savaş uçakları ve helikopterlerle hazırlık yapıyorlar. Cizre, Silopi ve Şırnak’ta öğretmenlerini, devlet memurlarını çekiyorlar. Halkımız bütün bunların ne anlama geldiğini çok iyi bilmektedir. Belli ki daha kapsamlı katliam hazırlıkları içerisindedirler, ama nafile. Vurarak, öldürerek, tutuklayarak bizi bitiremezler. Aslında en büyük bölücülüğü kendileri yapmaktadır.

Halkımız da bunu karşılıksız bırakmamalıdır. Botan’da öğretmenlerini geri çekmektedirler, çeksinler zaten bu öğretmenler asimilasyon uygulayanlar değil midir? Kürtler “katliam zamanında çekildiniz başka zamanda çocuklarımıza sömürgeci okullarda asimilasyon uygulayamazsınız” demelidirler. Aslında bundan sonra Kürtler bu öğretmenleri kabul etmemelidir. Halkımız şunu bilmelidir, biz AKP sömürgeciliğiyle belki son savaşımızı yapmaktayız. Erdoğan ve AKP sömürgeciliği bir kırılma noktasındadır. Bundan sonraki geleceklerini tamamen Kürdistan’daki durumda görmektedirler. Direnişimiz karşısında sonuç alamazlarsa bunun kendi bitişleri olacağını çok iyi bilmektedirler. Diyalektik böyledir. En sert ve en rafine olmuş halde iken en hızlı bir çözülme ve kaybetme kaçınılmazdır. Tüm diktatörlükler böyledir. En güçlü görüldükleri dönemlerde tasfiye olmuşlardır. Güçlü olan, haklı olan halkımızın iradesidir, mücadelesidir.

BU İRADE SAVAŞINA TOPYEKUN ASILMALIYIZ

Biz de halk olarak bu son irade savaşının halkımızın geleceği açısından çok hayati olduğunu bilerek, tüm gücümüzle topyekun asılmalıyız. Bunun başka çaresi yoktur. Kürtlerin tüm değerleri zalimce ve utanmazca saldırı altında iken onurlu hiç kimse Erdoğan ve AKP’den merhamet dileyemez. Gün direniş günüdür, gün özgürlük günüdür, gün bunun için gerekirse daha büyük bedeller ödemeye hazır olma günüdür. Onurlu ve özgür bir yaşam böyle gerçekleşecektir. Bu halk zalimlere hiçbir zaman boyun eğmedi. Tarihte boyun eğmedi, Rêber Apo’nun geliştirdiği 40 yıllık mücadelede boyun eğmedi. Direndikçe kazandı. Bundan sonra da direnerek kazanacaktır. Sömürgecilik Kürdistan’da bitmiştir. Sömürgecilik Kürtlerin değerlerine saldırdığı zaman bitmiştir. Var olan sadece onların kaba ve zorba gücüdür. Önemli olan sömürgecilikle ulusal, zihinsel ve psikolojik bağı koparmaktır. Kürtler bunu başarmıştır. Gerisi bedel gerektirse de zor değildir ve kazanmak kesindir.

Mücadelenin böyle önemli ve yaman zamanlarında toplumun bazı kesimlerinde ürkek ve kararsız bazı sesler çıkabilir. Bunların fazla bir etkisi yoktur. Direnişin sesi daha güçlüdür. Manipülasyon ve yönlendirmeye gelmemek gerekir. Bedeller ağırdır. Ama onur böyle korunabilir. Kürtlerde öfke yaratan Türkiye’deki sessizliktir. Dünya da sessizdir. Eğer dünyanın başka bir ülkesinde bir halkın şehitlikleri bombalansaydı, genç kadın ve erkeklerin cesedi panzerlere bağlanıp, katliamcılar cesetlerin üzerine basıp resim çektirselerdi tepkiler çok daha farklı olurdu. Sömürgecilik katliamlarını normalleştirme, kanıksatma politikasını geliştirmektedir. Kürtler dostları ve insanım diyen herkes buna isyan etmelidir. Çünkü var olan durum normal ve olağan bir durum değildir. Bir savaş yaşanmaktadır. Kürtlerin şehirleri, köyleri yakılıp yıkılmakta talan edilmektedir. Tanklar, toplar, havanlar savaş uçakları işin içindedir. Kürdistan yakılıp yıkılırken Kürt halkı 24 saat nefes nefese direnirken Türkiye metropolleri sessiz kalamaz. Bir tarafta katliam öbür taraftan normal bir yaşam olamaz. Türkiye devrimcileri, sosyalistleri, aydınları ayağa kalkmalıdır. Gezi ruhu bu kadar çabuk sönmemeliydi. Türkiye’nin aydınları, yazarları, siyasetçileri, sanatçıları hatta Türkiye halkı Kürdistan’a seferber olmalıydı. Kürdistan’daki direniş bir turnusol kağıdıdır. Herkes ne olduğunu buna göre tanımlamalıdır. Demokrasi ve mücadeleci güçler bir araya gelmek zorundadır. Faşizmin alternatifi devrimci demokratik güç birliğidir.

KÜRDİSTAN'DA HER ŞEY OLAĞANÜSTÜDÜR

Amed’de DEM-GENÇ’in kongresi gerçekleşti. Gençlik mücadelede önemli bir rol oynuyor. Gençlik üzerinde tutuklamalar ve öldürme olayları var. DEM-GENÇ kongresini bu süreçte gerçekleşmiş olması nasıl değerlendirilebilir?

Öncelikle direnişçi Kürdistan gençliğini selamlıyorum. Kürdistan gençliği mücadeledeki öncü rolünü kanıtlamıştır. Mücadele sürdükçe gençlik öncü rolünü daha çok oynayacaktır. Toplumun direnme, mücadele, bilinç ve örgütlenme gücü en başta gençlikte ifadesini bulmaktadır. Kürt gençleri tarihsel bir sınav ve tarihi bir görevle karşı karşıyadırlar. Biraz önce belirttiğim gibi Kürdistan’da normal olan hiçbir şey yoktur, her şey normalin üstünde olağanüstüdür.

Gençlik de olağanüstü ayağa kalkmalıdır. Son dönemlerdeki mücadeleye katılım düzeyleri onurludur. Sadece Kürdistan’ın özgür dağlarına çekilerek değil, direnişin olduğu her yerde yaşamı AKP sömürgeciliğine zehir etmek, Kürdistan’ı AKP’nin başına yıkmak gerekir. Kürdistan’daki sokaklar, caddeler, mahalleler her yer isyan alanına çevirmelidir. Gün bu gündür, gençlik tam da öncü rolünü bugün militanca yerine getirmelidir. Kürdistan’da çocuklar katledilmektedir, kadınlar katledilmektedir, Kürtlerin değerlerine saldırılmaktadır, cesetler yerlerde sürüklenmektedir. Bütün bu gelişmeler karşısında hangi Kürdistanlı genç sessiz kalabilir herkes isyan halinde olmalıdır. DEM-GENÇ’in kongresini tam da böyle tarihi bir süreçte gerçekleşmiş olması son derece önemlidir.

Gençlik hızla örgütlenmelidir. Gençlik eylem ve direniş içerisinde örgütlemelidir. Zaten başka türlü ne onurlu bir yaşam ne de mücadele koşulları vardır. Geliştirecekleri direnişle Erdoğan ve AKP’nin yüzüne her gün bir şamar gibi inmelidirler. Onların yalan, sahte, demagojiye dayalı söylemlerini direnişleriyle deşifre etmelidirler. Erdoğan hala utanmazca insan haklarından, kadın haklarından, çocuk haklarından söz etmektedir. Yavuz hırsız misali denilen de tam budur. AKP bir taraftan Kürtlerin kanına giriyor öbür yandan sanki Kürdistan’da her gün şehirler yakılıp yıkılmıyor, bombalanmıyor, talan edilmiyor gibi rahatlıkla dünyayı aldatmaya çalışmaktadır.

Kürt gençliği bunun böyle olmadığını aksine Kürdistan’da katıksız bir faşizmin uygulandığını gösterdiği direnişle her gün açığa çıkarmalıdır. Hem bu kadar katliam yapacaksın hem de Kürtlerle ve insanlıkla alay edeceksin. Kürt gençliği bu zalimce politikalara karşı o düzeyde radikal bir direniş geliştirmelidir. Örgütsüz ve eğitimsiz geçen tek bir gün ve saat olmamalıdır. Tam bir seferberlik ruhuyla, kimin ne gücü ve marifeti varsa örgütlü biçimde ortaya koymalıdır.

Amed’de Sur’un yalnız kalması gençlik için kabul edilemez. Amed’de her yer Sur olmadır. Kürdistan’ın her yeri Amed olmalıdır. Gençlik bundan sorumludur. Demokratik meşru direniş insan olmanın gereğidir. AKP sömürgeciliği hangi yöntemlerle ve ne kadar üzerimize geliyorsa bizim de en az o kadar direnme hakkımız vardır ve bu meşrudur. Bir taraftan Sur bombardıman altındayken öbür yanda normal koşullarda toplanmak çok gerçekçi değildir. Bu açıdan kongrenin sonuçları isyanın büyütülmesi ve isyanda öncülüğe yol açmalıdır.

İsyan zorbalığa karşıdır ve bu doğrudur. Bu vesileyle HDP, Demokratik Bölgeler Partisi, HDK ve DTK için de bir-iki hususa değinmek istiyorum. Direnişte halkın yanında omuz omuza direnmeleri onurludur. Bunun yanında bir diplomasi seferberliği içinde olmalıydılar. Kürdistan’daki katliamları belgelerle, fotoğraflarla, görüntülerle Türkiye’deki tüm elçiliklerin önüne koymalıydılar. Dünyayı ayağa kaldıran bir siyaset, direniş ve diplomasi seferberliği içerisinde olmalıydılar.

BARZANİ'NİN TÜRKİYE ZİYARETİ

Geçtiğimiz günlerde Barzani Türkiye’yi ziyaret etti. MİT, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Özel Kuvvetler Komutanlığını ile bir dizi temasta bulundu. Barzani’nin Türkiye ziyareti konusunda bazı tartışmalarda oldu. Barzani’nin Türkiye ziyaretini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz KDP’nin Türkiye ile ya da başka devletlerle ilişki geliştirmesine karşı değiliz, ancak hiçbir ilişki ve anlaşma Kürtlerin özgürlük davasının karşısında ve aleyhinde olmamalıdır. Barzani şüphesiz Türkiye’ye gidebilir. Türk yetkilerle görüşmeler yapabilir. Ekonomik, kültürel anlaşmalarda yapabilirler. Nitekim Barzani MİT, Erdoğan, Davutoğlu ve Özel Kuvvetler Komutanlığını ziyaret etmiştir. Tabii ziyaretin zamanlaması önemlidir. Barzani bir Kürt siyasetçidir ve Kürdistan katliamlara uğramaktadır, işgal altındadır. Barzani Türk Özel Kuvvetlerini de ziyaret etmiştir. Farqin’de, Sur’da, Cizre’de, Silopi’de halkımızın direndiği her yerde şehirlerimizin sokaklarında, binalarda ve duvarlarda Türk özel kuvvetlerinin, özel timlerinin yazdığı yazılar vardır. Hepsi baştan sona ırkçı, faşist ve Kürtlere hakaret dolu yazılardır. Bu yazıları yazanlar, katliam yapanlar, Kürt kadınların cesetlerini sokakta sürükleyenler, Kürtlerin cesetleri üzerinde resim çekenler talimatlarını Barzani’nin görüştüğü Türk özel kuvvetlerinden, Erdoğan’dan ve Davutoğlu’ndan almaktadırlar.

Barzani bu konuları ne kadar gündemleştirdi, Türk hükümet ve devlet yetkilileriyle neler konuştu bilmiyoruz. Barzani uçakla Cizre, Silopi üzerinden, Nisêbin, Amed üzerinde uçarken Kürdistan’ın bu şehirleri tanklar ve toplarla dövülüyordu. Barzani buna rağmen Türk özel kuvvetleriyle, Erdoğan ve Davutoğlu ile MİT ve başkalarıyla neler görüştü bilmiyoruz. Fakat halkımız bütün bunları izlemekte ve tabii ki değerlendirmektedir. Kürdistan’ı işgal altında tutan, katliam gerçekleştiren bir gücü yani sömürgeci Türk ordusunu Musul’a davet etmek ya da buna sessiz kalmak ne kadar doğrudur halkımız daha iyi değerlendirmektedir.

Bir taraftan Kuzey Kürdistan’da her gün Kürtlerin kanına giren, beşikteki çocukları ve hamile kadınları dahil katleden bir güç Kürdistan’ın diğer tarafında Güney’de KDP peşmergelerini eğitiyorsa halkımız bunu da değerlendirmektedir. Bir taraftan Kürde nefes aldırtmayan bir güç, Kürtlerin mezarlıklarını, dağlarını, taşlarını bombalayan bir ordu öbür yanda Güney Kürdistan’da Türk bayraklarıyla, Türk tanklarıyla binlerce askeri güç konumlanmaktadır.

Bir yandan KDP Kürdistan’da sadece bizim bayrağımız vardır derken, öbür yandan Kürtlere kan kusturan Türk ordusunun tanklarıyla ve bayraklarıyla Güney Kürdistan’da cirit atması halkımızın gözleri önünde cereyan etmektedir. Farz edelim ki bir güç Güney Kürdistan’da şehirleri bombalıyor, halkı katlediyor PKK böyle bir güçle Kürtlerin aleyhinde asla ilişki geliştirmez. Hiçbir Kürt hareketi sömürgeci güçlerin Kürdistan’ın diğer parçalarına girmesine kolaylık sağlamamalı, buna vesile olmamalıdır. Tekrar belirtmeliyim ki KDP’nin Türklerle ekonomik, siyasi, kültürel ilişki geliştirmesine karşı değiliz. Ancak sömürgeci Türk ordusunun herhangi bir vesileyle Kürdistan’ın herhangi bir parçasına girmesi de kabul edilemez, doğru değildir.

TÜRK DEVLETİ TARİHTEN BERİ YAYILMACI VE İŞGALCİDİR

Türk devleti Musul’a asker gönderdi. Cerablus’ta güvenlikli bölge ilan edeceğini söylüyor. AKP dış politikasında daha aktif bir rol üstlenmiş durumda mı, ne yapmak istiyor?

AKP bir Rus uçağını sınır ihlali yaptığı için vurdu ve düşürdü. Rus uçağının sınır ihlalini ne kadar yaptığı ya da sınır ihlalini yapıp yapmadığı halen tartışılmaktadır. Ama AKP buna rağmen Rus uçağını vurdu ve bunu da uluslararası hukuka uygun şekilde yaptığını iddia etti. Şimdi aynı AKP Suriye’nin Cerablus bölgesinde güvenlikli bölge ilan edeceğim diyor. Ehral El Şam, El Nusra gibi çeteleri destekleyip, silahlandırıyor ve resmen örgütlüyor.

Diğer taraftan Irak Hükümeti’nin rızası olmadığı halde tanklarıyla, askerleriyle Musul’a yerleşiyor. AKP Rus uçağını düşürünce “egemenlik hakkım” ve uluslararası hukuk diyerek kendisini izah ediyor. Peki, tanklarıyla ve askerleriyle Musul’a yerleşirken başkalarının egemenlik hakkı nerede kalıyor veya uluslararası hukuk nerede kalıyor. Daha doğrusu AKP başka bir ülkeye zorla asker gönderme hakkını nerede buluyor.

Yine Rojava ve Suriye’ye müdahale hakkını ve yetkisini kim AKP’ye vermiş. Açık olan şudur. Türk devleti tarihten beri sömürgeci, yayılmacı, işgalci bir karakterdedir. Zaten Erdoğan’ın Osmanlı kompleksi de kuvvetlidir. Arap topraklarını halen bir Osmanlı toprağı parçası ve eyaleti gibi görmekte, Arapları aşağılamakta ve üstenci psikolojisine sahip bulunmaktadır. AKP’nin Ortadoğu’ya dönük hiçbir politikasını Özgürlük Hareketi’ni ve Rojava Devrimini tasfiye ve darbelemekten bağımsız ele almak mümkün değildir. Tüm siyasetini Kürt düşmanlığı ve gerilim üzerinde geliştirmektedir. Önce işgal et, sonra çok haksız ve işgalci bir konumdayken başkalarını müzakereye çek, bu yayılmacı politikanın zihniyetidir. Hem Musul’a asker göndereceksin hem de Irak’a gel müzakere yapalım diyeceksin. Tabii arkasında NATO’yu görmektedir.

Bir de hemen yanı başında KDP ile çok derin ilişkiler içinde olduğu ve belli bir konsept üzerinde anlaştıkları görülmektedir. Bunlar haksız ve tehlikeli girişimlerdir. Ne Türk halkının yararınadır ne de bölge halklarına bir şey kazandırmaktadır. Daha çok gerilim, çelişki ve çatışma ortamında özgürlük hareketini nasıl darbelerim politikasıdır. Aynı politika Rojava ve Cerablus üzerinde uygulamaktadır. Fırat’ın beri tarafı bizim için kırmızıçizgidir demektedir. Yani sormak gerekiyor, sen hangi hak ve yetkiyle başka bir ülkenin toprakları üzerinde kırmızıçizgi belirliyorsun. Bu işgal ve zorbalık değil de nedir.

Ama AKP ne yaparsa yapsın Ortadoğu, Suriye ve Rojava politikası çökmüştür. Şimdi tüm derdi gerilim yaratarak etkinlik sağlamaktır. Suriye’deki Türkmenleri dillendirmesi de yalandır, sahtedir. Bugüne kadar neredeydin. Ehral El Şam ve El Nusra ile Türkmenlere neyi kazandırabilirsin. El Nusra ve DAİŞ bugüne kadar ne kazandırdıysa AKP de mevcut politikalarıyla ancak aynısını kazandırabilecektir. Yani kaos, şiddet, savaş, sürgün ve halklar arasında düşmanlık. Zaten zihniyetleri de birbirlerinin versiyonudur. Erdoğan’ın Girê Spî’de Rojava ya bu kadar tepkili olup DAİŞ’in komşuluğundan memnuniyet duyması bundandır.

DEMOKRATİK SURİYE MECLİSİ TARİHİ BİR ADIMDIR

8-9 Aralık tarihlerinde eşzamanlı hem Rojava’nın Dêrik şehrinde Demokratik Suriye Kongresi gerçekleşti hem de Riyad’ta bir toplantı oldu. Bu toplantıların birbirleriyle ilişkileri ve çelişkileri ve Suriye’nin geleceği üzerindeki etkisi neler olabilir?

İzleyebildiğimiz kadarıyla Derik’teki toplantı Demokratik Suriye Kongresi olarak toplanmış ve kendisini Demokratik Suriye Meclisi biçiminde ad ederek 42 kişilik bir konsey, iki eşbaşkan ve 9 kişiden oluşan bir koordinasyon biçiminde örgütlemiştir. Derik’teki toplantıya Kürtler, Araplar, Asuri-Süryaniler, Türkmenler, Dürziler, birçok aşiret ve şahsiyetler katılmış ve temsil edilmişlerdir. Demokratik Suriye Meclisi Demokratik Suriye Güçlerinin siyasi oluşumudur aynı zamanda. Bu toplantı hem Suriye’nin genelinde bütün halkları ve toplulukları temsil etmekte hem de DAİŞ, El Nusra ve Baas rejimine karşı en etkili ve nitelikli güç konumundadır. Derik’teki toplantı Suriye’de bir ilktir. Hiçbir gücün etkisinde olmayıp tamamen halkların demokratik iradesiyle gerçekleşmiştir.

Demokratik Federal bir Suriye’yi benimsemiş olmaları, demokratik Rojava statüsünü destekleyip Suriye’de özerkliğin gelişmesini benimsemeleri, demokratik ve yeni Suriye’nin modeli açısından çok tarihi bir adımdır. Bu toplantıya birçok örgüt, halk, inanç, aşiret ve şahsiyetlerin yanı sıra Heysem Mena gibi bir kişiliğin katılması ve Heysem Mena’nın Demokratik Suriye Meclisinin Eş başkanlığına seçilmesi daha da önemli bir gelişme olmuştur. Yine Ahmet Cerba gibi şahsiyetlerin Derik toplantısına olumlu yaklaşmaları da önemlidir.

Riyad toplantısı ise her şeyden önce Kürtler olmadığı için meşruiyeti ve başarı şansı tartışılan bir toplantıdır. Riyad toplantısına katılanların direniş ve mücadele güçleri çok zayıf hatta yok düzeyindedir. Bu toplantıya Türk devleti, Suudi Arabistan ve Katar destek olmuştur. Kürtleri toplantıya davet etmemelerinin temel nedeni budur. Sanıyoruz bu toplantının devamı biçiminde önümüzdeki günlerde Amerika’da ikinci bir toplantı olacaktır. Eğer bu toplantıya da Demokratik Suriye Meclisi, YPG ve Kürtlerden katılım olmazsa Amerika toplantısının başarı şansı kesinlikle olmayacaktır. Suriye muhaliflerinin katıldığı bir toplantı denilmektedir, Suriye’de-Rojava’da Kürtlerden daha etkili ve direnişçi hangi muhalif bir güçten söz edilebilir.

Kürtler Rojava’da tüm halklarla ve inanç topluluklarıyla demokratik ve kardeşçe birada yaşarken Kürtlerin içinde olmadığı hangi proje meşru ve başarı şansına sahip olabilir. Suriye’nin geleceği ile ilgili toplantıların adı ne olursa olsun, bu toplantılar nerede yapılırsa yapılsın temel dinamik öncü ve belirleyici güç Kürtlerdir. Kürtlerin içinde olmadığı ve kabullenmediği hiçbir toplantı ve proje Suriye’nin geleceği adına başarılı olamaz. Ama Derik’teki Demokratik Suriye Meclisi’nin başarı şansı yüksektir. Çünkü hem tüm mücadeleci güçler, halklar ve inanç toplulukları bu toplantıda temsil edilmişlerdir. Hem de Demokratik Suriye Meclisi Demokratik Suriye Güçleri gibi etkili ve sonuç alan bir askeri gücü desteklemektedirler. Bu açıdan olası Amerika toplantısı bu gerçekliği görmek zorundadır.