MLKP savaşçıları Şengal'de: Devrimin yolu birlikten geçer!
MLKP savaşçıları Şengal'de: Devrimin yolu birlikten geçer!
MLKP savaşçıları Şengal'de: Devrimin yolu birlikten geçer!
DAİŞ vahşetine maruz kalan ve yüzbinlerce insanın evlerini terk etmek zorunda kaldığı Şengal'de gerilla direnişi devam ederken, cephedeki yerlerini alan MLKP militanlarından ikisi Özgür Şoreş ve Eylül Boran, PKK ile birlikte yürüttükleri savaştan devrimcilik anlamında çok şey öğrendiklerini söylerken, devrimin devrimci insana, insanlık değerlerini savunan, birliği ve eşitliği savunan insanlara ihtiyacı olduğunu kaydediyor.
MLKP militanlarından Eylül Boran, "Şimdi Şengal’deyiz; şaşırtıcı, hayret uyandıran durumlar ortaya çıkıyor. Burada aynı zamanda Türkiye sol hareketlerinin anlayışlarını da kırıyoruz. Başka örgütlerin de bizlere bakarak bu ittifak politikasını dikkate alabileceğini, ortaklaşmayı, birlikteliği geliştirebileceğini düşünüyorum" diyor.
Özgür Şoreş ise birlik mücadelesinin önemine dikkat çekerek, "Dolayısıyla da birlik, MLKP’nin mayasını oluşturan temel kavramlardan biridir. Bugün bizi Rojava’ya getiren, Şengal’e getiren, Kürdistan’ın özgür dağlarına getiren, yine bu mayanın kendisidir. Bunu yaşatmaya ve geliştirmeye devam ediyoruz, edeceğiz. Devrimin yolunun buradan geçtiğini de biliyoruz" vurgusunu yapıyor.
-Partiniz, yirminci kuruluş yıldönümünü kutluyor. Bu süreç içerisinde partinizin Türkiye devrimci mücadelesindeki rolü ve misyonu ne oldu?
Özgür Şoreş: Öncelikle, Şengal Dağları’nda böyle bir fırsat tanıdığınız için siz basın emekçilerine çok teşekkür ederiz. Başta, bu değerleri yaratan şehitleri selamlıyoruz. Rojava’da şehit düşen MLKP savaşçısı Serkan Tosun yoldaş şahsında Rojava devrim şehitlerini ve Şengal direnişinde şehit düşenleri saygıyla anıyorum.
Partimiz MLKP 10 Eylül 1994’te İbrahimlerin, Mahirlerin ve Denizlerin geleneğinden gelen örgütlerin bir araya gelerek kurdukları bir partidir. Yoldaşlarımız, Türkiye devrimci hareketindeki hastalıkların ortaya çıkardığı zaafları aşmak, devrim iddiasını başarıya ulaştırmak, İbrahimlerin, Mahirlerin, Denizlerin izinde devrime yürümek ve onların düşlerini sürdürmek için birlik devrimini gerçekleştirdi; gruplar dünyasına büyük bir darbe indirdi. Bu, Türkiye coğrafyasında gerekliydi. Türkiye devriminin öncü sorunu vardı. Grupçuluk hastalığı ise mezhepçilik tarzında sürüp gittiği için buna karşı devrimci mücadele vermek gerekiyordu. MLKP, bu mücadelenin içinden doğdu. Dolayısıyla da birlik, MLKP’nin mayasını oluşturan temel kavramlardan biridir. Bugün bizi Rojava’ya getiren, Şengal’e getiren, Kürdistan’ın özgür dağlarına getiren, yine bu mayanın kendisidir. Bunu yaşatmaya ve geliştirmeye devam ediyoruz, edeceğiz. Devrimin yolunun buradan geçtiğini de biliyoruz.
-Nasıl yaşandı kuruluş aşamanızdaki bu ayrışma?
Özgür Şoreş: Bilindiği gibi doksanların başlarında Türkiye’de çeşitli devrimci demokratik ilerici çevreler, seksen öncesinin o grupçu geleneğini sürdürdü. Bir kısmı ise Sovyet Bloğu’nun dağılıp yenilmesiyle oluşan yeni durum çerçevesinde yeni arayışlara girdi. Türkiye ve Kürdistan’da oluşan devrimci durum karşısında onlar da bir çözüm odağı olamadılar. MLKP bu yönüyle, Kürdistan’da başlayan devrimin de bir ihtiyacı olarak ortaya çıktı. Partimizin attığı adımlar, bu yönüyle de çok değerli adımlardır.
Doksanların başında Kürdistan devrimi patlak verdi; fakat bu devrimi algılamayan bir Türkiye devrimciliği vardı. MLKP, bu devrimi gördü ve aynı düşünen devrimci örgütlerin birleşmesinin gerektiğini söyledi. MLKP, bunun gereği olarak, değişimin ve devrimin partisi olarak 10 Eylül 1994’te kuruluşunu ilan etti.
-Kuruluştan sonra nasıl süreçlerden geçti parti?
Özgür Şoreş: Daha bir yılını doldurmadan Gazi Mahallesi’nde faşist bir katliam gerçekleştirildi. Gazi Katliamı’na karşı partimiz MLKP, bunu bir isyana, ayaklanmaya, Türkiye ve Kürdistan coğrafyasına yayılmış bir hesap sorma mücadelesine götürmek istedi. Militanlar, yoldaşlarımız, bu doğrultuda çalıştı. Görevlerinin başına döndüler. Bu çerçevede saldırıların boyutu da yükseldi. Devlet, bizim birlik, mücadele, ayaklanma ve devrimi örgütleyen parti anlayışımıza gözaltı, işkence ve kaybetme terörüyle karşılık verdi. Hasan Ocak yoldaşımız bu dönemde kaçırıldı, gözaltında kaybedildi. Hasan Polat yoldaşımız kaçırıldı, kaybedilmek istendi. Buna karşı mücadele etmek için bugün de devam eden çalışmayı başlattık. Bu mücadele, Hasan Ocak yoldaşımızın bulunmasını sağladı. Yine bu mücadele kapsamında Kürdistan’da doksanlı yıllarda uygulanan kirli savaşta kaybedilen binlerce yurtsever, devrimci Kürt savaşçısının hesabının verilmesi gerektiğini söyledik; bu mücadeleyi de bugün hala sürdürüyoruz.
Bunun yanında elbette, Türkiye’yi kendisi için cennete çevirmek isteyen, iş kazalarının sorumlusu kapitalizme karşı da partimiz MLKP mücadele etmiştir. Havza düzeyinde bir grevi örgütleyip buna önderlik etmiştir.
Partimiz, zindanlarda da üzerine düşeni yapmıştır. Ölüm orucu direnişlerine katılmış, bedeller ödemiştir. Partimizin kurucularından Merkez Komite üyemiz Hüseyin Demircioğlu’nu böyle bir direnişte şehit verdik. Dolayısıyla da zindan politikamızda direnişi, özgürlüğü temel aldık. Yine, Süleyman Yeter yoldaş da partimizin Merkez Komite üyesiydi. 1999’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye esir olarak gönderilmesine karşı mücadele sırasında sömürgeci faşizm partimiz militanlarına saldırmış; bunun sonucunda Süleyman yoldaşımız işkenceyle katledilmiştir.
MLKP en son Gezi Direnişi’ne de öncülük edenler arasındaydı. Gezi’de AKP’nin doğayı, tarihi katleden, hiçe sayan, insanların özgürce yaşayacağı bir kent ortamını dikkate almayan politikası karşısında mücadele eden insanların yanında yer almış; Gezi Parkı’nın direniş merkezi olmasında aktif rol oynamıştır. Tüm Gezi süreci boyunca da Gezi’yi bir direnişe, tüm Türkiye çapında sömürgecilerin, AKP politikalarının kente dair tutumunu teşhir eden bir isyana dönüştürmek istemiştir. Devlet bu tutumumuza da gözaltı saldırısıyla yanıt verdi; ama bu tabii ki bizi yıldırmadı. Yoldaşlarımız, zindanlarda yine Gezi ruhuna uygun bir mücadele, bir duruş sergiledi.
Halen devam eden Kürdistan devriminin Rojava’da başarıya ulaşması ve Şengal’de bir direniş olarak başlayıp devrim olarak tamamlanması çabalarında da partimiz yer almıştır. Partimiz, kuruluş amacına uygun devrim, özgürlük ve sosyalizmi Anadolu’da, Ortadoğu’da ve tüm dünyada başarıya ulaştırmak için buralara kadar gelmiştir.
-Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, uzun yıllardır Türkiye devrimci hareketiyle ilişkilere özel bir önem gösteriyor. Bunun için bazı pratik adımlar da atıldı. Türkiye devrimci hareketinin bir kesimi, bu çağrılara yanıt vermedi; ancak siz uzun yıllardır PKK ile bu düzlemde bir temas içerisindesiniz. Bu ihtiyacı neden hissettiniz?
Eylül Boran: Türkiye ve Kürdistan devrimleri, genel olarak ayrı kollardan yürüdü. Türkiye devrimi, doksanlı yıllarda Kürdistan’da başlayan serhildanlarla ve gerilla mücadelesiyle çok temasa giremedi. Bizim PKK ile temas kurmamız, dayanışmamız ise, program ve stratejimizle bağlantılıdır. Biz program düzeyinde, ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesini savunuyoruz. Kürdistan’da yıllardır sömürgeci politikalar yürütülüyor. Buna karşı gerillayı örgütleyen bir öncü ve bir Kürdistan devrimi söz konusu. Biz de kurulduğumuz günden bu yana Kürt halkına yönelik tüm saldırıların bir şekilde karşısında durmaya çalıştık. Pratik hattımız hep bu oldu. Bu anlamda tutarlı bir çizgimizin olduğunu söyleyebilirim.
Partimiz 94’te kurulurken de Kürdistan’da bir devrim durumu vardı. PKK’nin yarattığı bir kadın devrimi vardı. Kürt halkının bir iç devrim politikleşmesi ve TC ile gerçekten kapsamlı bir savaşı vardı. Buna karşılık Türkiye cephesinden ise güçlü bir yanıt, güçlü bir ittifak politikasıyla ilişkilenme çok fazla olmadı. Partimizin bu anlamda kongre süreçlerinde önemli bir özeleştirel yaklaşımı da oldu. Program düzeyinde ulusların kendi kaderini tayin hakkını her zaman savunduk, duruşumuz buna uygun oldu; ama yeterince pratik bir devrimci çizgi ortaya çıkaramadık.
PKK, sadece Kürt halkının özgürlüğünü esas almıyor; bütün Ortadoğu devrimi açısından stratejik bir yerde duruyor. Ayrıca program, felsefe düzeyinde Ortadoğu ve Türkiye’deki demokratik mücadelelerin, halkların yanında olan bir duruşu da var. Stratejik, taktik ve pratik olarak duruşu hep böyle oldu. Biz bu anlamda Türkiye’de devrim istiyorsak, birleşik bir devrim istiyorsak, Kürdistan’ı savaştıran, örgütleyen PKK gerçekliğini görmek zorundayız. Bu durumu gözeten bir ittifak politikası geliştirmemek, gerçekten çok apolitik bir yaklaşım olurdu. Aynı zamanda komünist parti anlayışını da ters bir yaklaşım olurdu. Gelinen aşamada partimiz, Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu devriminde kendisine bir rol biçiyor. Bu coğrafyalarda bulunan, savaşan ve kendini kabul ettirmiş olan PKK’yle ittifakı da genel devrim politikası bakımından olmazsa olmaz görüyor. Daha önce de Kürt halkının yanında olduk. Kürdistan çalışmalarımızı ‘sosyalist yurtseverlik’ çizgisinde yürüttük. Bugün bunu birkaç adım daha ileri atarak derinleştiriyoruz. Artık gerilla savaşı düzeyinde de bir ilişkilenme ve ittifak söz konusu. Bunun yanında yaşamda yoldaşlık kuruyoruz; büyük bir yoldaş topluluğuyla iç içeyiz. Bunun getirdiği bir manevi düzey var; gelip yaşayınca daha çok fark ettik. Şimdi Şengal’deyiz; şaşırtıcı, hayret uyandıran durumlar ortaya çıkıyor. Burada aynı zamanda Türkiye sol hareketlerinin anlayışlarını da kırıyoruz. Başka örgütlerin de bizlere bakarak bu ittifak politikasını dikkate alabileceğini, ortaklaşmayı, birlikteliği geliştirebileceğini düşünüyorum.
-Burada hem devrimci bir inşaya hem de cephe savaşına dahil oldunuz. Ne kattı bu süreç size?
Özgür Şoreş: Devrim yapmak isteyen bir devrimci, devrimi nasıl yapacağını bilmek ister, öğrenmek ister. Bunun için de deneyleri dinleriz; eğitimlerde bunun üzerine çalışmalar yaparız. Bu deneyleri anlatan kitapları okur, belgeselleri izleriz. Kuşkusuz bunlar öğrenmenin çeşitli biçimleri. Ama bir tarafta da yaşanmakta olan bir devrim, başarılı bir devrimin içinde olarak devrimi örgütleyen, örgütlerken öğrenen savaşçılar olmanın başka bir anlam ifade ettiğini, burada yaşarak gördük.
Gerçekten de devrim, sadece kitaplardan, belgesellerden ya da gösterilerden öğrenilecek bir şey değil. Yüksek derecede devrimci savaş gerekiyor. Dolayısıyla biz Rojava’daki devrimde ve Şengal’i özgürleştirme mücadelesi içerisinde özgürlük mücadelesinin devrimle nasıl birleştirilebileceğini, taçlandırılacağını hem yapıyoruz hem öğreniyoruz. Yıllardır devrim mücadelesini sömürgeye karşı, emperyalizmin Ortadoğu’daki ve Türkiye’deki varlık biçimlerine karşı mücadele ederek sürdüren HPG gerillalarının, PKK’nin deneyimlerinden öğreniyoruz. Onlarla iç içe, yan yana savaşarak, yaşayarak, tartışarak, konuşarak devrimin deneyimlerini içselleştiriyoruz.
Uzakta olunca, dışında olunca çok zor, ağır ya da başarılmayacak gibi görünüyor, devrim. Ama burada gördüğümüz gibi, Rojava’da gördüğümüz gibi güçlü devrimci iradenin, savaşma isteiğinin içinde olmak, deneyimle kuşanan bir kuvvete sahip olmak devrimi zafere ulaştırıyor. Aslında buradaki devrim, bize devrimin çok da geleceğe ertelenmiş bir ütopya olmadığını gösteriyor. Dolayısıyla devrim algımız kolaylaşıyor, basitleşiyor. Tüm Türkiyeli devrimcilerin, dünya devrimcierinin ve diğer MLKP’li yoldaşlarımızın bunları yaşamasını, görmesini isteriz. Biz bunun mutluluğunu, ayrıcalığını yaşıyoruz.
-Sayın Boran, siz ayrıca Rojava’da YPJ’li, Şengal’de ise YJA-STAR’lı kadın savaşçılarla birlikte mücadele ettiniz. Bununla ilgili duygularınızı öğrenebilir miyiz?
Eylül Boran: Burada olduğum için çok mutluyum. Rojava’da da kaldım; orada YPJ’li kadın savaşçılarla birlikte de kaldım. Buradaki amacımızsa, devrime ya da Şengal’in özgürleştirilmesine Êzîdî kadınların katılımını daha da artırmak. Burada Şengal Savunma Birlikleri var. Onlar da direnişin bir parçası; ama içerisinde kadın birlikleri, kadın gücü yok. Bugün biraz bunu hedefliyoruz. Êzîdî kadınlarla birlikte Şengal’i özgürleştirme mücadelesi vermemiz, kadın özgürlüğü bakımından çok önemli bir yerde duruyor.
Burada YJA-STAR’lı kadın yoldaşlarla birlikteyiz. Her şeyden önce bir kadın gücü, dayanışması, yoldaşlığı var aramızda. Çok önemli, çok değerli bizim için. Kadının olduğu her yerde devrim ve mücadele başka bir anlamı ifade ediyor. Kadınlar olmadan devrim olmaz; kadınlara ise devrim gerekiyor. Buradaki kadınlar, her şeyden önce kendileri için devrim yapmak istiyor.
-Burada yaşananların dünya devrimcileri açısından nasıl bir anlamı var?
Özgür Şoreş: Kobanê’de süren büyük direnişin gittikçe Kuzey Kürdistan’la birleşmeye doğru gittiği, birleşmek zorunda olduğu bir devrimi yaşıyoruz. Amerika’nın önderliğinde emperyalistlerin Ortadoğu’ya müdahalesi karşısında halkların direnişi ve özgürlük mücadelesiyle ayakta kalan, genişleyen ve Ortadoğululaşan bir devrimden bahsediyoruz. Kuzey Kürdistan’da başlayan, Rojava Kürdistanı’nda başarıya ulaşan ve Ortadoğu’ya yayılma zorunluluğu duyan bir devrimdir. Burada savaşan halklar da bunun bilincinde. İdeallerine uygun bir direnişi ortaya koyuyorlar.
Uzaktan tabii ki burada yaşananları tam olarak görmek, okumak kolay değil. Biz burada gerçeği görüyoruz: Korkan, çekinen biz değiliz. Korkanlar, emperyalist güçlerdir, gerici-işbirlikçi güçlerdir. Bunu görmek, burada olmayı gerektiriyor; ya da bulunduğumuz yerde en etkin biçimde politika yürütmeyi...
Buradan daha rahat görünen başka bir şey de KDP’nin Şengal’de nasıl bir politika güttüğü, özgürleşmenin önünde nasıl olduğudur. Şengal halkının karşı karşıya kaldığı jenosid karşısında onların rolünün ne olduğunu çok yakından görüyoruz. Şengal halkı da bunun farkındadır. Bu nedenle halklar artık devrimci olana kucak açıyor, sahipleniyor. İlk anda güçlü bir algı oluşamasa da, anlam veremeselerde, çok kısa zaman diliminde değişmeye başlıyor. Zaten devrimci anlar, devrim anları da böyledir. Bilinçlerin hızla yıkıldığı, yeni bilinçlerin oluştuğu, yeni örgütlenme biçimlerinin filizlendiği anlardır. Bunları biz dağlarda, ovalarda görüyoruz. Dolayısıyla Türkiye devrimci hareketinin de, dünya devrimci hareketinin de Ortadoğu’ya yaklaşımı farklılaşmalıdır; herkes daha içerden bir ilişkide olmalıdır. Burası buna uygundur, olanaklar vardır. Bulunduğunuz yerden mücadele etmenin yanı sıra buralara gelerek de mücadele etmeniz gerekmektedir. Her şey bir yana, savaş bir yandan da insan unsuruna dayanmaktadır. Bu kazanımları korumak, daha büyük kazanımlara dönüştürmek için temel unsur insandır. Bu devrimin de devrimci insana, insanlık değerlerini savunan, birliği ve eşitliği savunan insanlara ihtiyacı vardır.