Kuzey Kürdistan'da tehlikeli oyun-Ferhat Arslan

Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da yapılan 7 Haziran seçimlerinin yankıları sürerken, 13 yıllık AKP hükümetinin oluşturmak istediği yeni modelin bir başka bahara kaldığı görülüyor.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da yapılan 7 Haziran seçimlerinin yankıları sürerken, 13 yıllık AKP hükümetinin oluşturmak istediği yeni modelin bir başka bahara kaldığı görülüyor. Gerek seçim öncesi gerekse seçim sonrası HDP'nin büyümesi ve halkların Meclis’te temsilini benimsemeyen İttiat-İ Terakki gelenekçileri kirli oyunlarını devreye koydu. 

Seçimin ilk provokasyonu Ağrı'da yaşandı. Tedürek provokasyonunda asker ve HPG gerillaları ile karşı karşıya getirilmek istendi. Bu tehlikeli oyun AKP'nin elinde patladı. Bundan sonra İstanbul'dan İzmir'e, Adıyaman'dan Adana'ya yüz binlerin toplandığı HDP mitingleri yeni bir telaşa neden oldu. Ardından bu kez Adana ve Mersin'deki HDP binalarına yönelik bombalı saldırılar devreye konuldu. 'Zafiyet' olarak değerlendirilen bombalı eylemin akabinde, durumdan birinci derecede sorumlu olan İçişleri Bakanlığı ve AKP kurmayları HDP'yi suçladı. Tüm saldırı girişimlerine karşı HDP'nin sürekli 'sağduyu' açıklamaları kamuoyunda büyük takdirle karşılandı. 

Seçime saatler kala Amed mitinginde düğmeye basan karanlık eller, çok sayıda kişinin ölümü ve yüzlerce kişinin yaralanmasına neden oldu. Adana-Mersin provokasyonu ile paralel bir eylem tarzı olma ihtimalinin ardından bu kez HDP'nin Kuzey Kürdistan ve Türkiye illerinde elde ettiği kazanımlara karşı Amed mitinginin devamı olan stratejik provokasyonda, Yeni İhya Der Başkanı Aytaç Baran öldürüldü. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın altını çizdiği "öldürülmesi gerekenler önceden belirlenmiş" dediği tehlikeli provokasyonun intikam görünümü, HDP'nin 3 meclis sözcüsü aynı günde kontra güçlerin eliyle katletti.

Kürdistan'ı kana bulamak isteyen katliam provacıları, bölgedeki 'JİTEM'i tekrardan devreye sokarak Kürtleri birbirini öldürtmek istediği ayyuka çıktı. Kobanê'ye yönelik işgal saldırıları ile beraber devreye konulan kontra güçleri, gerçekleştirmek istediği provokasyonlarda 'insan öldürmekle' Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin büyümesini engellenemeyeceği de ortaya çıkardı. 1990'li yıllarda 17 bin insanın katledildiği dönemi geri getirmek isteyen mevcut sistemin önüne geçebilecek olan 'devlet aklı' şu saate kadar 'akıl tutulması'nı yaşıyor. 'Demokrasi-insan hakları' felsefesini yaparak 13 yıldır iktidarda kalan AKP hükümeti, Kürdistan'da karanlık ellerin üzerine gitmediği gibi, binlerce Kürt siyasetçisini, gazeteci, hukukçu ve akademisyeni zindanlarda hapsetti. Ancak 17 bin insanın kanına eli bulaşmış tek bir kişiyi dahi yargılama yolunu açmadı. Ergenekon operasyonlarında bölgede görev yapan ve yüzlerce köyün yakılmasında ile faili meçhul cinayetlerde parmağı olan hiç bir generale sorgu sırasında bile sorulmadı. 

Özcesi, Amed'te devreye konulan kontra güçlerin yandaş basın kalemşörlerin kaleminden kan damlayan kışkırtıcı yönlendirmeleri asıl 'ölü sevici' olduklarını ayan beyan dile getiriyor. Kürdistan'da olası katliamların tek sorumluları bu kişilerin olduğu biliniyor. Kürdistan'da yaratılmak istenen kaotik ortamın kışkırtıcıları olan bu şahısların yargılanma yolunun da açılması için meclis gündemine taşınmalıdır. Kobanê'nin düşmesi takdirde Ortadoğu'da DAIŞ üzerinde hesapları olanlar, gerek silahlı savaş, gerekse demokratik seçimle umutları suya kapılanlar, kendileri ve ailelerinin yargılanacağı yolun açılmaması için Türkiye'de büyük bir iç savaşı dahi göze aldıkları belirtiliyor. Türkiye'nin meşruluğunu yitirdiği suni sınırları geçerek Kuzey Kürdistan illerine yerleştirilen Türkiye vatandaşı olan DAIŞ üyeleri, istendiği anda düğmeye basılacak ve insanlar katledileceği sinyali verildi. 

1990'lı yıllarda 'domuz bağı' işkencecileri olarak Kürdistan'da büyük korku salan ve sokak ortasında binlerce yurtseveri infaz eden kontra güçleri, Hizbullah adı altında cami hücrelerinde eğitim ve örgütlenmelerine imkanlar sunuldu. Batman'da 'PKK ile mücadele' adı altında bu karanlık güçlere dağıtılan 5 bin 'Uzi' marka suikast silahının 'kayıp' olduğu iddiasıyla Batman eski Valisi Salih Şarman için yargılanma yolu açılmıştı. Birçok kontra üyesinin evinin bodrumunda insan cenazelerinin çıkartılmasına rağmen, ölenlerin 'PKK sempatizanı' olduğu gerekçesiyle işkence ile öldürülmeleri suç dahi sayılmadı. 

Ancak 15 yıldır böylesi katliamlar yapılmaması ve  Hizbullah üyeliği ile yargılananlar, Kürdistan'da ve Ortadoğu'da gelişen değişimleri göz önünde bulundurarak, siyaset yapma kararını almıştı. Hüda-Par ile legal siyaset yapmak isteyen bu kesim, verdikleri bazı demeçlerinde 'Kürdistan'da kardeş kardeşi öldürmeyecek' demişlerdi. Ne var ki Türkiye'nin dört bir yanında DAIŞ çetelerine katılanların tamamından MİT'in haberdar olduğu bilinirken, Ankara'da MİT mensupları tarafından çocuklarının DAİŞ içerisinde gönderildiğini bazı aileler, medya ile paylaşmıştı. Hizbullah içerisinde de DAİŞ'e karşı bir kesim tavrını net bir şekilde ortaya koysa da devletin ilgili kurumları tarafından Hizbullah üyelerinin büyük bir kısmını DAIŞ içerisine gönderildiği gelen cenazeleri ile ortaya çıktı. Şehirlerde suikast yaparak kendinden söz ettiren Hizbullah, tekrardan karanlık güçlerin maşası mı olacak? Yoksa legal siyasete kendi varlığını mı koruyacak? Bunu da önümüzdeki süreç ortaya çıkartacak. 

Hüda-Par, toplumda korku rüzgarı estirerek günümüz toplumsal konjonktürde DAIŞ çizgisinin ötesine geçemeyecek ve kendilerine dönük kin ve nefretin daha da tazeleneceği bilmeliler. Hüda-Par, içinde yer alan ve 1990'lı yıllarda katliamlara imza atan ölüm makinesine dönüşen karanlık unsurları içinden bertaraf edebilmelidir. Aksi takdirde Kürdistan'da kendi tabanı dahi artık 'eskiye dönmek' istemediğini yüksek sesle dile getirdiklerini bilmektedirler. Kürdistan'da İslamiyet değerlerini savunan ve bunun yayıcılarına kimsenin itirazı olabileceğini düşünmüyorum. Aksine İslam dinine karşı çıkanların bu coğrafyada kaybetmeye mahkum olduğunu bilinmektedir. Peki, Hüda-Par, neden toplumda milyonların kini ve öfkesiyle karşılaşıyor? Bu soruyu kendilerine sorduğunu da biliyorum; Tansu Çiller döneminde devreye konulduğu 'gladyo yapılanması' olan 'JİTEM ile birlikte katliamların altına imza atmalarıdır. 

Kürtlerin 1990'lı yılların Kürtleri olmadığını bilen devlet, Kontra güçlerin eliyle toplumun sinir uçlarına dokunarak sokakları savaş alanına dönüştürmek istiyor. Şu ana kadar bunu başaramadıkları için hayati derecede önem arz ediyor. Kürtler, Türkiye'nin batı illerinde asayiş sorunu olmadığı gibi Kürdistan'da da bunu görmek istiyor. Aksini düşünmek hiç kimseye fayda getirmez. ‘Osmanlı’da oyun bitmez’ sözüne karşı tüm oyunlar ancak sağduyu ile boşa çıkartılabilir…